Kolesterol Düşürücü Antioksidan Ardıç Yağı

Ardıç : Servigiler (Cupressaceae) familyasından Juniperus cinsine ait çam ailesinden iğne yapraklı ağaç ve çalı formundaki taksonların ortak adı.

Şaman Türkmen’lerde ve Bektaşi – Alevilerde kutsal olarak kabul edilen bir ağaçtır. Dallarına bez bağlanarak dilek tutulur veya dalları tekkelerde tütsü olarak kullanılır.

Orta Asya Türk mezarlarında ardıç dikmek gelenek haline gelmiştir. Eski Türklerde ardıç adını taşıyan birçok kutsal yer olduğu bilinmekte, günümüzde ise ülkemizdeki bazı yörelerde, ardıç ağacının dalına bir bez bağlayarak dilek tutma geleneği halen devam ettirilmektedir.

Erzurum’daki ardıç ağacının fosilleşmiş köklerinden “oltu taşı” adı verilen kolay işlenebilir ve yarı kıymetli bir taş elde edilmektedir.

EK BİLGİ:Türkiye’deki en eski ardıç ağacının Konya, Taşkent Alata (Balcılar)’da bulunduğu iddia edilmektedir. Bu iddiaya göre bin veya 2300 yaşında olan bu ağaca yöresel olarak ağıl ağaç denilmektedir. Daha ayrıntı için aşağıdaki Orman Genel Müdürlüğü web adresine bakabilirsiniz. https://www.ogm.gov.tr/tr/yararli-bilgiler/haftanin-agaci/ardic

Ardıç Meyvesi: Ardıç meyvelerinin içermiş olduğu uçucu yağlar, meyvelere acı bir tad ve terebentin benzeri koku verir. Ardıç ekstraktlarındaki önemli fenolik bileşenler lignanlar, kumarinler, sesquiterpenes, abietan, labdane ve pimaran diterpenleri, flavonoidler, biflavonoller, flavon glikozitleri ve taninler olarak saptanmıştır (Topçu ve ark., 1999).

Ardıç meyvesinin kimyasal kompozisyonu (Poddar and Lederer, 1982, Inci ve ark., 2016)

Andız/Ardıç Pekmezi : Bir ardıç türü olan andız ağacı (Juniperus drupacea) meyvelerinin içerisinde sert bir çekirdek bulunmakta ve bu çekirdeklerden andız tespihi, andız kozalaklarının dış kabuklarından ise andız pekmezi yapılmaktadır. Ülkemizde, Toroslarda dağ köylerinde, geleneksel olarak genç kozalakların su ile kaynatılması sonucu “andız pekmezi” elde edilmektedir. Bu pekmezin tadı hafif acımtıraktır ve zahmetli bir yapımı olduğundan üretimi sınırlı miktarda yapılmaktadır. Halk arasında kandaki şeker miktarını ayarladığı ve kansızlığa iyi geldiği bilinen andız pekmezi; halk tababetinde bronşit, öksürük, ağız yaraları, verem, böbrek iltihabı, sedef hastalığı, mide bulantısı, hemoroit tedavisinde kullanılmakta ve ayrıca akciğer ve karaciğere faydası olduğu düşünülmektedir. (Karaca, 2009).

Ardıç yağı: Meyvesinden, yapraklarından ve odunsu kısmından elde edilmektedir. Meyveden elde edilen ardıç yağının diğerlerinden elde edilen yağa göre daha üstün özellik gösterdiği; daha az odunsu, tatlı, taze bir aromaya sahip olduğu belirtilmiştir. Gıda kimyasalları kodeksinde (FCC) ardıç yağı karakteristik kokulu ve aromalı, acı tadı olan hafifçe yeşil veya sarı bir sıvı olarak tanımlanmaktadır (Attokaran, 2017).

Ardıç Yağı: Kozalak olarak da bilinen ve kendine özgü doğal bir kokuya sahip olan ardıç ağacı tohumlarının su buharı ile damıtılması sonucunda ardıç yağı elde edilir.

EK BİLGİ: Asya, Avrupa ve Kuzey Amerika’da yetişen ve her mevsim yeşil bir bitki olan Juniperus communis Lynn (JCL)’den hidrodistilasyon yoluyla elde edilir. Kimyasal olarak yapısında flavonoidleri, biflavonoidleri ve aromatize alkol grupları içermesinden dolayı, parfümlerde ve lezzetlendirici olarak bazı gıdalarda ardıç meyvesi yaygın bir şekilde kullanılmaktadır.

Ardıç Yağının Genel Olarak Faydaları Nelerdir?

Ardıç yağının vücudumuza fayda sağlaması tohumundaki esansiyel yağların önemli bölümünü oluşturan terpen bileşikleri sayesindedir.

Sindirim Sistemi Sorunlarının Tedavisini Destekleyebilir

Anadoluda sıklıkla hazımsızlık ve mide yanması gibi sorunlarda kullanılmaktadır. Mide asidinin artmasını sağlayarak sindirim sisteminin doğru hızda çalışmasını sağlayarak hazımsızlığı giderir. (Mide asidi azaldığında sindirim yavaşlar hazımsızlık sorunu başlar.) Sindirim sistemenin vücut için gerekli hızda çalışması barsaklardaki gaz sorununu da ortadan kaldırır. (Hekiminizin onayı olmadan asla midde barsak sorunlarınızda kullanmayın.)

İltihaplanmayı Azaltabilir

İçeriğindeki antioksidan bileşenler vasıtası ile iltihap (enfeksiyon) sırasında ortaya çıkan serbest radikallerin hücre hasarını engelleyerek dolaylı olarak iltihap giderici rol alır. (Hekiminizin onayı olmadan asla enfeksiyon (iltihap) gibi durumlarda kullanmayın.) Benzeri etkilerini maya ve bakteriler için de gösterir.

İdrar Yolu Enfeksiyonlarının Tedavisini Destekleyebilir

Meyveleri kaynatılarak böbrek enfeksiyonlarının tedavisinde kullanılmıştır. (Ritch-Krc EM, Thomas S, Turner NJ, Towers GHN. Carriere herbal medicine: traditionally and contemporarily use. J. Ethnopharm. 1996; 52: 85–94.)

(Newall CA, Anderson LA, Phillipson J.D. Herbal Medicines. A Guide for Health-Care Professionals. London: The Pharmaceutical Press. 1996.Ritch-Krc EM, Thomas S, Turner NJ, Towers GHN. Carriere herbal medicine: traditionally and contemporarily use. J. Ethnopharm. 1996; 52: 85–94. 6. Newall CA, Anderson LA, Phillipson J.D. Herbal Medicines. A Guide for Health-Care Professionals. London: The Pharmaceutical Press. 1996.)

Meyveleri kaynatılarak kullanılması (antibakteriyel özelliği) destek sağlamakta olup etken miktroorganizmaların tamamen ortadan kalkmasını sağlamaz. (Hekiminizin onayı olmadan asla idrar yolu enfeksiyonu tedaviniz için kullanmayın.)

Kan Şekerinin Düzenlenmesine Yardımcı Olabilir !

Ardıç yağı serum glukoz ve fruktozaminini düşürücü antidiabetik etkisi obez olmayan diabetik farelerde gösterilmiştir. İlgili konuda çalışmalar mevcut ise de henüz kullanım dozu (miktarı) vb gibi tedavi edici kesin bir yayın yoktur. (Hekiminizin onayı olmadan asla kan şekerinizin düzenlenmesi tedavisi için kullanmayın.)

Ardıç meyvesinin antidiabetik etkisi Sa´nchez de Medina ve ark. tarafından da rapor edilmiştir. (Sa´nchez de Medina, F, Ga´mez MJ, Jime´nez I, Jime´nez J, Osuna JI and Zarzuelo A. Hypoglycemic activity of juniper “berries”. Planta Med. 1994; 60: 197–200.)

Kalp Sağlığının Korunmasına Yardımcı Olabilir

Ardıç yağı içerindeki etken maddeler vasıtası ile kandaki HDL kolesterol seviyelerinin yükselmesini ve Trigliserit ve LDL kolesterol seviyelerinin düşmesine yardımcı olabilir.(Hekiminizin onayı olmadan asla kan Kolesterol ve trigliserid seviiyelerinizin düzenlenmesi tedavisi için kullanmayın.)

Cilt Sağlığının Korunmasına Yardımcı Olabilir

Ardıç yağındaki yüksek antioksidan aktivite, cilt hasarlarının önlenmesini, kolajen üretiminin artmasını cildin su tutma özelliğinin artmasını, ciltte fazla yağın emiliminin artmasını yardımcı olarak cildin daha parlak, canlı ve genç görünümünü sağlayabilir.

⭐️⭐️⭐️⭐️

Ardıç Yağının Kolesterol düşürücü/antioksidan etkisini gösteren deneysel bir çalışmaya bakalım.

Türkiyede (Süleyman Demirel Üniversitesinde, Duygu Kumbul Doğuç, Nilgün Gürbüz, Firdevs Aylak, Emin Şavik, Fatih Gültekin tarafından) yapılan bir çalışmada 35 tane deney faresini 7 şerli 5 gruba ayırıyorlar; Deneyin hedefi “Ardıç yağının KOLESTEROL DÜŞÜRMEYE ve antikoksidan etkinliğini derecesini tespit etmek”

Aşağıdaki tabloda görüleceği gibi

  1. Sütunda deney farelerinin grupları yer almaktadır. Her gruba farklı yem, miktar ve ardıç yağı verilmiş.
  2. Sütunda MDA düzeyi (Vücutta oksidasyon arttıkça yağ dokudan salgılanan bir madde. Yüksek çıkması kötüdür.
  3. Sütunda KAT (katalaz) antioksidan kapasiteyi gösterir, yani yüksek çıkması iyi
  4. Sütunda GSH (glutatyon) antioksidan kapasiteyi gösterir, yani yüksek çıkması iyi
  5. Sütunda SOD ( süperoksit dismutaz) antioksidan kapasiteyi gösterir, yani yüksek çıkması iyi

Bir ay süre ile her deney faresi grubuna verilenler aşağıdaki gibidir. 35 fare de Fareler 250 g takribi ağırlıktadır.

Grup 1 : Normal yem verilmiş. Bu grubun değerlerini referans değer olarak alacağız.

Grup 2 : Birinci gruba göre Kolesterol yüklü yem verilmiş. MDA artmış. KAT, GSH, SOD Fazlası ile düşmüş.

Grup 3 : Kolesterol yüklü yem ve 50 mg/ kg ARDIÇ YAĞI verilmiş. MDA düşmüş, KAT, GSH, SOD fazlası ile yükselmiş.

Grup 4 : Kolesterol yüklü yem ve 100 mg ARDIÇ YAĞI verilmiş. MDA öyle yükselmiş ve KAT, GSH, SOD (antikoksidan aktivite) öyle düşmüş ki hiç yağ vermeden sadece kolesterollü yem ile beslenen fareler daha iyi. Yorum ARDIÇ YAĞI Vücut kitlesine göre oransal arttırıldığında daha da kötü oluyor.

Grup 4 : Kolesterol yüklü yem ve 100 mg ARDIÇ YAĞI verilmiş. MDA öyle yükselmiş ve KAT, GSH, SOD (antikoksidan aktivite) öyle düşmüş ki hiç yağ vermeden sadece kolesterollü yem ile beslenen fareler daha iyi. Yorum ARDIÇ YAĞI Vücut kitlesine göre oransal arttırıldığında daha da kötü oluyor.

Grup 5 : Kolesterol yüklü yem ve 200 mg ARDIÇ YAĞI verilmiş. MDA en yüksek seviyeye yükseliyor lakin KAT, GSH, SOD (antikoksidan aktivite) en düşük seviye ile vücudun oksitlenmesi ile felakete götürecek düzeye düşürüyor. Yorum ARDIÇ YAĞI Vücut kitlesine göre oransal arttırıldığında daha da kötü oluyor.

İlacı zehirden ayıran dozudur.

Paracelsus

Kimyager – Hekim

⭐️⭐️⭐️⭐️

ELDE EDİLEN SONUÇ

⭐️ Ardıç yağı 50 mg /kg verildiğinde maksimum fayda sağlarken verilen miktar (doz) artınca zararlı etkileri ortaya çıktı.

Bu örnek durumdan yola çıkarsak çalışanlarımızın işyeri hekiminin kontrolü ve onayı altında olmadan kullandıkları ilaçlar ve miktarları kendilerine zararlı olabilir. Ve bu zarar çoğunlukla anlık görülmediği zaman vücutta sinsi ve yavaş birr şekilde sorunlar yol açabilecektir.

⭐️ Bitkisel maddeler bile olsa “doz/kilo-yaş” oranı ve hastalığınızın şiddeti önemlidir.

Ardıç Yağı alımı konusunda heveslenenler için nasıl kullanacaklarını bilmeleri çok önemli. (Vereceğim bilgiler ve dozları muhakkak hekiminizin onayını alarak kullanmalısınız belki de kullanmamalısınız.)

⭐️ Ne kadar kullanacaksınız: Yetişkinlerde her 25 kg ağırlığa 1 (bir) damla hesap edilir. Örnek 75 kilo bir kişi için 3 damla yeterlidir.

⭐️Nasıl kullanacaksınız: Bir tatlı kaşığı zeytinyağı içine Örnek 75 kilo bir kişi için 3 damla ardıç yağı damlatıp TOK olarak içmelisiniz.

⭐️ En fazla ne kadar kullanabilirsiniz: Vücut ağırlığınız ne olursa olsun günlük 5 damlayı geçmemelisiniz.

Dr Mustafa KEBAT

Tetkik OSGB İş Sağlığı ve Eğitim Koordinatörü

Sınırlı Sorumluluk Beyanı:
Web sitemizin içeriği, ziyaretçiyi bilgilendirmeye yönelik hazırlanmıştır. Sitede yer alan bilgiler, hiçbir zaman bir hekim tedavisinin ya da konsültasyonunun yerini alamaz. Bu kaynaktan yola çıkarak, ilaç tedavisine başlanması ya da mevcut tedavinin değiştirilmesi kesinlikte tavsiye edilmez. Web sitemizin içeriği, asla kişisel teşhis ya da tedavi yönteminin seçimi için değerlendirilmemelidir. Sitede kanun içeriğine aykırı ilan ve reklam yapma kastı bulunmamaktadır.

⭐️⭐️⭐️⭐️

Bilimsel Yazı Okumayı Sevenler İçin aşağıdaki araştırmaları okumalarını tavsiye ederim.

ARDIÇ YAĞI KOLESTEROLDEN ZENGİN DİYETLE BESLENEN SIÇANLARIN KALP DOKUSUNDA OKSİDATİF STRESİ AZALTIP, ANTİOKSİDAN ENZİM AKTİVİTELERİNİ YÜKSELTİYOR

Duygu Kumbul Doğuç1,Nilgün Gürbüz2, Firdevs Aylak1, Emin Şavik3, Fatih Gültekin1 Demirel Üniversitesi Tıp Fakültesi, Temel Tıp Bilimleri Bölümü, Tıbbi Biyokimya Anabilim Dalı, Isparta; 3Çocuk Hastalıkları Hastanesi, Biyokimya Bölümü, Şanlıurfa

https://dergipark.org.tr/tr/pub/sdusbed/issue/20915/224732

Ardıç Meyve ve Yağının Kullanım Alanları

Dr. Öğr. Üyesi Ayla ÜNVER ALÇAY1, Öğr. Gör. Cansu AKGÜL2 , Öğr. Gör. Meryem BADAYMAN1, Öğr. Gör. Ekin DİNÇEL1 1İstanbul Aydın Üniversitesi, ABMYO, Gıda Teknolojisi Programı 2İstanbul Aydın Üniversitesi, ABMYO, Gıda Kalite Kontrolü ve Analizi Programı

https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/531255

Dört Ardıç Türünün Esansiyel Yağlarının Biyolojik Aktivitesi ve Biyopestisit Olarak Potansiyelleri

Ivanka Semerdjieva , Valtcho D. Zheljazkov ,  Tzenka Radoukova , Ivayla Dincheva , Neshka Piperkova , Vasilina Maneva , Tess Astatkie , Miroslava Kačániová  https://www.ncbi.nlm.nih.gov/pmc/articles/PMC8586938/

Daha Fazla

SİYANÜR ZEHİRLENMESİ ve B12 İLİŞKİSİ

SİYANÜR, “Hidrosiyanik asit” ya da “prussik asit” olarak da bilinen, son derece toksik maddedir. Normalde insan vücudunda içtiğimiz su dahil bazı besinlerle mutlaka girer ve bulunur.

Örneğin: Siyanürün Su da 0.005 ile 0.05 ppm arasında bulunan SİYANÜR normal kabul edilir içilebilir olarak görülür. (Türk Ulusal Mevzuatı)

Çeşitli meyvelerin (Elma, Şeftali, Acı Kayısı, Kiraz, Erik, vb) tohumlarında bulunan, “Amigdalin” adlı bir glikozid Siyanür kaynağıdır. Fasulye, Patates, Turp, Lahana, Şalgam, Brokoli ve Mısır gibi bitkiler siyanürlü bileşikleri, otçul hayvanlara karşı bir savunma mekanizması olarak doğal bir şekilde üretmektedir.

Yani siyanürden kaçmak neredeyse mümkün değil. Zehirleme miktarında olmasa bile su dahil farklı yollardan devamlı vücudumuza siyanür alıyoruz.

İlk aklınıza gelecek şu olacaktır.

Vücudumuzda siyanür zaman içinde birikip zehirlenme yapmaz mı? Cevap: Hayır

Çünkü..

Farklı yollardan aldığımız siyanür’ün vücutta birikmesine engel olan bir mekanizma vardır.

B12 vitamini (Kobalamin) suda çözünen ve metabolik süreçlerde kullanılan farklı formları mevcuttur. Bu formlardan Hidroksikobalamin‘deki hidroksi grubunun siyanür ile yer değiştirmesi sonrası nontoksik siyanokobalamin‘e dönüşür. Siyanokobalamin de idrar yolu ile atılır.

🔴🔴🔴🔴🔴🔴🔴🔴🔴🔴🔴🔴

B12 (Kobalamin) Vitamini

Hayvansal gıdalar vücudumuza aldığımız B12 (Kobalamin) vitaminin esas kaynağını oluşturur. En fazla karaciğer ve böbrekte bulunan B12 vitamini et, süt, peynir ve yoğurt gibi hayvansal yiyeceklerde de daha az oranda olmak üzere bulunabilir.

Karaciğerde 400 günlük B12 depolansa da günlük ek B12 gelmezse çok çabuk harcanır.

B12 (Kobalamin) Formlarını İnceleyelim

Hidroksikobalamin Formu

Siyanürü bağlayan B12 öncül formudur. Hidroksikobalamin deki hidroksi grubunun siyanür ile yer değiştirmesi ve kobalt’ın siyanürü bağlaması ile nontoksik siyanokobalamin (Vitamin B12) meydana gelir ve idrarla atılır.

Metilkobalamin Formu

Vücudumuzda kullandığımız aktif form Metilkobalamin’dir. B12 nin diğer formları metilasyon’da homosisteini kullanarak Metilkobalamin’e dönüşür. Eger metilasyon döngüsü bozukluğu var ve B12 aktifleşmezse Homosistein yükselir

Homosistein için B12 (metilkobalamin), B9 (metilfolat), B6 (P5P) beraber gerekir. (Aktif formları metilkobalamin, metilfolat, P5P)

EK BİLGİ: Metilasyon döngüsü, hücrelerimizin çeşitli metabolik süreçlerinde önemli bir rol oynayan bir biyokimyasal yolak olarak tanımlanır. Bu süreç, metil gruplarının bir molekülden diğerine transfer edilmesini içerir ve metilasyonun doğru şekilde gerçekleşmesi için belirli koenzimler, enzimler ve vitaminler gereklidir. Metilasyon, DNA sentezi, RNA sentezi, protein sentezi, hücre bölünmesi, hücre ölümü, hücre farklılaşması, nörotransmitter üretimi, hormon üretimi ve bağışıklık fonksiyonu gibi birçok biyolojik süreci etkiler.

Adenozilkobalamin Formu

Bu form da aktif formdur ve yağ asitlerinin oksidasyonu için gerekli olan süksinil CoA sentezinde görev yapar.

Aquakobalamin Formu

Depo formudur…Hep yağda eriyen vitaminler (A,D,E K) depolanır. B12 su da eriyip depolanan bir vitamindir.

Siyanokobalamin Formu

Genelde ilaç olarak satılan ticari formdur. Fazlası idrarla atılır.

Dr Mustafa KEBAT

Tetkik OSGB İş Sağlığı ve Eğitim Koordinatörü

⭐️⭐️⭐️⭐️

Daha çok ayrıntı ve bilimsel bilgi isteyenler için

Maruziyeti Sınır Değeri – Herhangi bir etkene maruz kalma durumunun sağlık için sınır değeri

Siyanür Maruziyeti Sınır Değerleri

NIOSH için; STEL 4,7 ppm = 5 mg/m3 (NIOSH – İngiltere İş Güvenliği ve İş Sağlığı Kurumu)

OSHA için; TWA 10 ppm = 11 mg/m3 (OSHA – ABD Çalışma Bakanlığı’na bağlı Mesleki Güvenlik ve Sağlık İdaresi)

(TWA: 8 saatlik STEL: 15 dakikalık) (Zaman Ağırlıklı Ortalama Değer (TWA): Günde 8, haftada 40 saat çalışma süresince uzun süreli ve tekrar edilebilen maruziyetlerde çalışanların sağlığını bozmayacak zaman ağırlıklı ortalama konsantrasyonu ifade eder.)

Türk Ulusal Mevzuatı

İçme suyu için, 50 µg/lt (Türk Gıda Kodeksi)

Gıda için, 1 µg/kg (Türk Gıda Kodeksi)

Solumada ortam için;10 mg/m3 (Yürütmeden kaldırılmış olan İşyeri Sağlığı veGüvenliği Tüzüğü)

EPA için; 0,2 µg/lt (içme suyu) üzerinde siyanür bulunamaz

Vücutta 40’tan fazla enzim sistemini inhibe eder ki bunların içinde en önemlisi Elektron Transport Zinciri olarak da bilinen, oksidatif metabolizmada görevli Sitokrom oksidaz sistemidir .

Sitokrom oksidaz, sitokrom c oksidaz (CcO) olarak da bilinir, aerobik organizmalarda hücresel solunumun kritik bir bileşeni olan elektron taşıma zincirinde temel bir enzimdir. Ökaryotlarda iç mitokondriyal zarda ve prokaryotlarda plazma zarında bulunur.

Yapısı

Sitokrom oksidaz, tipik olarak demir ve bakır gibi metal iyonları içeren birden fazla alt birimden oluşan karmaşık bir enzimdir. İşlevi için çok önemli olan iki hem grubu (hem a ve hem a3) ve iki bakır merkezi (Cu_A ve Cu_B) içerir.

İşlevi

  1. Elektron Taşımacılığı : Sitokrom oksidaz, elektronların sitokrom c’den moleküler oksijene (O₂) transferini katalize eder. Bu reaksiyon, elektronların oksijeni suya (H₂O) indirgemek için kullanıldığı elektron taşıma zincirinin son adımıdır.
  2. Proton Pompalaması : Elektron transferi süreci, mitokondriyal membran boyunca protonların (H⁺ iyonları) taşınmasıyla birleştirilir. Bu, ATP sentezi için gerekli olan bir proton gradyanı yaratır.
  3. ATP Üretimi : Proton gradyanı tarafından oluşturulan proton motivasyon kuvveti, oksidatif fosforilasyon sırasında ADP ve inorganik fosfattan ATP sentezlemekten sorumlu enzim olan ATP sentazı çalıştırır.
  4. Metabolik Düzenleme : Sitokrom oksidaz ayrıca oksijen mevcudiyetine karşı metabolik yanıtların düzenlenmesinde rol oynar ve hipoksi ile ilgili hücresel sinyal yollarını etkileyebilir.

Oksijene benzeyen kimyasal bir yapıya sahip olan siyanür, toksik (zehirleyici) etkisini sitokrom oksidazın (ferrik) Fe+³ değerlikli formuna bağlanarak yapar.

Sitokrom oksidaz sistemi elektron transportunda sitokrom a-aa3 kompleksini içermektedir. Siyanür bu enzim kompleksine bağlanınca, elektron transportunu inhibe eder ve moleküler oksijen bloke olur. Oksidatif metabolizma ve fosforilasyon bozulur. Oksijenin hücresel tüketiminin azalmasıyla, perifer dokuda oksijen basıncı artmaya başlar. Siyanür, oksijen yokluğuna benzer fizyolojik etkilerle kendini göstermektedir. Oksijen dokulara normal olarak ulaşmakta, ancak burada tüketilememesine bağlı olarak, bir histotoksik (hücresel) hipoksi ortaya çıkmaktadır. Oksijen yetersizliği nedeniyle bir hipoksi tablosu bulunan karbon monoksit zehirlenmesinden bu özelliği ile ayrılmaktadır.

Oksijenin hücresel kullanımının bozulmasıyla, venöz kandaki oksijen derişimi arteriyel kandakine yaklaşmakta, cilt ve mukoz membranlarının kızarmasına neden olmaktadır. Yine aynı nedenle siyanoz oluşmamaktadır. Bunun yanında, siyanürün karotid ve aortik oluşumlardaki kemoreseptörleri uyarmasıyla solunum derinleşmektedir. Solunumun artmasıyla toksisite artar, ölüm solunum durması sonucu gerçekleşir. Siyanür organizmada siyanat ve tiyosiyanata oksitlenmektedir. Düşük dozlarda, sülfür transferaz (rodenaz) enziminin etkisiyle tiyosiyanata (SCN) dönüþerek idrarla atılmaktadır. 30 ppm siyanür, vücutta sekiz saat içinde detoksifikasyona uğrayarak atılır.

Alıntı Mavi Yazılı Bölüm: Dr. Tülay Renklidağ, Dr. Asude Gökmen Karaman Siyanür Zehirlenmesi

Daha Fazla

Glutatyon – Yaşlanmayı – Metabolik Hastalıkları Önlemek Mümkün mü?

GLUTATYON

Glutatyon, hücrelerin enerji santralleri olan mitokondrilerin sağlıklı bir şekilde çalışması için gereklidir. Hasarlanmış veya işlev bozukluğu olan mitokondrilerin kanserleşme sürecinde kritik bir yeri vardır. Mitokondrilerin çalışması toksinler veya sağlıksız hücresel ortam nedeniyle bozulduğunda hücre solunum için oksijen yerine glukoz (şeker) kullanılan daha ilkel bir solunum formuna geçtiğinde kanserleşmektedir.

Vücudun ürettiği veya dışarıdan aldığı antioksidanların en kuvvetlisidir. Besinler etki edebildikleri antioksidan kapasitesine göre ORAC puanı alır.

Bu puanlamaya göre Glutatyon ‘un 1 g = 7.612.900 puandır. (Nar 100 gr 5700 puandır.)

Vücuttaki en önemli antioksidan olan Glutatyonun 20’li yaşlara kadar vücutta yeterli üretimi olur ve 20 yaşından sonra doğal glutatyon üretimi her on yılda ortalama %10 azalmaktadır.

Glutatyon serbest radikallerin ihtiyacı olan elektronu kendinden verir. Hücrelere zararın önüne geçer. Ya da bir başka yol olarak, serbest radikali hapis eder. Ve oksitlenerek kendisini feda eder.

Oksitlenmiş haline GSSG, işe yarayan temiz, indirgenmiş haline GSH denir. GSH / GSSG oran 90/10 şeklinde olur.

Glutatyona “ana anti-oksidan” denilmesinin sebebi, onun serbest radikalleri yakalayarak karaciğere taşır ve burada kendisini yenileyerek tekrar işine geri dönmesidir.

EK AYRINTI BİLGİ: Glutatyon, vücudumuzdaki hücreler tarafından üretilen ve önemli biyokimyasal mekanizmalarda kilit rol oynar. Tam adı gama-glutamilsisteinilglisindir. Başka bir deyişle, bir tripeptittir, glutamik asit, sistein ve glisinden oluşan üç amino asitli bir zincirdir. Teknik olarak, bu duruma  indirgenmiş glutatyon (GSH) denir.

Glutatyon vücudun doğal antioksidanlarından biri olarak işlev görür, ancak yalnızca GSH formunda bu işlevini yürütebilir.

EK AYRINTI BİLGİ: Orta amino asit olan sistein, –CH2SH yan zincirine sahiptir. GSH (indirgenmiş glutatyon (GSH)) kısaltmasındaki –SH bunun içindir. Sisteinin özel bir davranışı, -SH üzerindeki H’yi bırakıp insülin molekülünü bir arada tutan ve diğer birçok proteini uygun işlevsel şekillerinde katlanmış halde tutan disülfür köprüleri oluşturmak için başka bir sisteine ​​bağlanmasıdır. Bunlar protein yapısal formüllerinde -S-S- olarak gösterilir. Glutatyon bunu yaptığında, oksitlenmiş glutatyon haline gelir ve GSSG olarak sembolize edilir . O zaman antioksidan özelliğini kaybeder – ya da daha doğrusu, bu antioksidan işlevini yerine getirdiği anlamına gelir . GSSG daha sonra NADPH tarafından 2 GSH’ye geri indirgenebilir, böylece GSH bir hücrede sürekli olarak geri dönüştürülür. 

Önce bazı tanımları bilmekte / hatırlamakta fayda var:

Oksidasyon (diğer adıyla yükseltgenme); elektronların bir atom ya da molekülden ayrılmasını sağlayan kimyasal tepkime olarak tanımlanmıştır. 

Oksidatif stres; Vücudumuza alınan oksijenin kullanımı ve metabolizması sırasında oluşan agresif moleküller serbest radikallerdir.

Serbest radikaller; Dış etkenlerle nedeniyle ortaya çıkarak biyolojik moleküllerle reaksiyona girip hasara neden olabilen ve vücutta doğal olarak bulunan reaktif moleküllerdir.

Eğer, OKSİDASYON’u engelleyebilirsek; ciltteki yaşlanmadan Alzheimer’a diyabet, Crohn hastalığı, Romatoid artrit, IBS, MS gibi bir çok hastalığın oluşumuna engel olur veya var olanların semptomlarını engellersiniz.

GLUTATYON Eksikse;

  • Hücreler hasar alır
  • Yaşlanmanın hızını belirler
  • Cilt, organlar, kemik yapı çabuk yaşlanır
  • Kanser, Diyabet, demans (alzheimer), MS, Parkinson, Haşimato, Romatoid artrit, IBS, Crohn hastalığı, mide hastalıkları gibi bir çok hastalığın patogenezinde (bir hastalığın kaynağı ve gelişmesi sırasında organizmada meydana gelen değişiklikler bütünü) yer alır..

Glutatyona İhtiyacımızı Arttıran Maddeler

  • Asetaminofen (Parasetamol içeren ilaçlar)
  • Yapay tatlandırıcı aspartam
  • Klorlu su
  • Alkol
  • Benzopirenler (Sigara dumanı, Mangal dumanı, egzos dumanı vb.)
  • Bitratlar ve kimyasal gıda katkıları (salam, sosis, tütsülenmiş gıdalar vb)
  • Gece saatlerinde ışığa maruz kalınması melatonin salınmasını baskılayarak glutatyonun azalmasına neden olur (başucu lambaları, cep telefonu, tablet gibi cihazların ekranından yayılan mavi ışık)
  • Yetersiz beslenme – Kofaktör olan vitamin ve minerallerin eksikliği sonucunda glutatyon sentezi yetersiz kalır, başka antioksidanların yetersizliği de glutatyonun harcanmasına neden olur
  • Aşırı egzersiz – vücutta fazla miktarda serbest radikal oluşması sonucunda glutatyonu harcanmasına neden olur
  • Aseton, çözücüler (tiner)
  • Akaryakıt ve yan ürünleri
  • Ağır metaller (civa (diş dolguları, aşılar, dövmeler), kurşun, kadmiyum, bakır vb.)
  • Böcek öldürücüler (pestisitler), zirai mücadele ilaçları (herbisidler)
  • Sentetik gıda boyaları;
  • Ev temizlik ürünleri (Deterjanlar, çamaşır yumuşatıcılar, oda kokuları, naftalin, temizlik malzemeleri, beyazlatıcılar vb.)
  • Mutfak malzemeleri (Yapışmayan tava kaplamaları, plastik saklama kapları, konserve kutuları ve karton ambalajların iç kaplamaları vb.)
  • Formaldehid ve stiren (fotokopi ve printer toner mürekkepleri)
  • Röntgen ışınları
  • Endüstriyel atıklar
  • Elektromanyetik alanlar (EMF)
  • UV radyasyon
  • Kronik stres
  • Kaygı, endişe
  • Depresyon

GLUTATYON MEKANİZMASI (Sistem)

Lise de Kimya dersinde orbitalleri gördünüz hatırlarsınız. Bir çember olur çevresinde de çift olarak dönen elektronlar vardır.

Serbest radikalde dış orbitalinde bir ya da daha fazla eşlenmemiş ve kararsızlığa sebep olan başıboş dönen elektron/lar vardır.

Kararlı hale dönüşme eğilimi sebebi ile bu elektron bir şekilde eş bulacaklar ama nereden?

Maalesef serbest radikaller eksik elektronu vücudumuzda bulunan sağlam hücrelerden çalarlar. Normal olan hücremiz elektron kaybedince yapısı bozulduğu için zarar görürler. İşte bu olaya oksidasyon denir.

Serbest radikaller eksik elektronu hangi dokuya ait hücreden alırsa vücudumuzda gelişen reaksiyonlarda o yönde gelişir.(Hastalıklar da o dokularda gelişir)

  • Yağ dokudan elektron çaldığında (Hidrojen atomu) malondialdehit açığa çıkar.

Bu süreci anlamak için Malondialdehit (MDA), seviyesini ölçerek oksidasyon seviyesine bakabiliriz. (Malondialdehit’in kanda ve dokuda ölçümü oksidatif stresin değerlendirilmesinde önemli bir belirteçtir. Rutin kan ve doku testleri arasında değildir.)

EK BİLGİ: Malondialdehit reaktiftir ve potansiyel olarak mutajeniktir.(Genetik değişim oranını artıran madde) Ayçiçeği ve palmiye yağları gibi ısıtılmış yenilebilir yağlarda bulunmaktadır.

  • Protein dokudan elektron çaldığında (Sistin,Histidin,Lizin)

İşte asıl büyük problem budur. Her yerimiz protein olduğu için yukarıda yazıla olan ve daha fazlası hastalıklar tetiklenir.

  • DNA‘ dan elektron çaldığında sonuçları diğerlerine göre çok daha kötüdür.

Serbest radikaller DNA üzerinde pürin-pirimidin bazılarını parçalar. DNA hasar alır ve proteinler yanlış kodlanmaya başlar.

Glutatyon eksikliğinde kanserin tetiklemesinin en önemli nedeni budur. DNA hasarlı, kodlar yanlış dolayısı ile üretilen proteinler de yanlış olur.

Serbest radikaller, çoğu zaman normal hücre metabolik oksidasyonunun yan ürünleri ve toksik atıklarıdır. Anti-oksidanlar tarafından etkisiz hale getirilmediklerinde otoimmün hastalıklara, kanser gibi kronik hastalıklara yol açabilirler.

Serbest Radikaller Nasıl Oluşur

Serbest radikaller iki şekilde meydana gelir. Endojen (İç nedenler), eksojen (Dış nedenler)

Endojen Nedenler

  • Nefes alıyorsanız serbest radikal kaçınılmaz…Çünkü;
  • Solunumla aldığımız oksijen mitokondriye gider ve glikozdan enerji elde edilirken yanar
  • Sonuçta elektron kaybeder ve serbest oksijen radikali oluşur

Eksojen Nedenler

  • Kullandığımız ilaçlar
  • Yediğimiz besinler, içtigimiz su
  • Besinlerde kalan tarım ilaçları
  • Bağırsaktan geçen toksinler (aşırı geçirgenlik)
  • Radyasyon, fazla güneş ışını
  • Stres….

Tüm bu endojen ve eksojen nedenler durdurulmadığı takdirde eğer insanlar 20 li yaşlara kadar yaşayabilirlerse 70-80’li yaş görünümünde fazlaca metabolik sorunları ile birlikte bir çok hastalığa sahip olurlar.

İşte bu endojen ve eksojen etkenlere karşı vücudu koruyan asıl koruyucumuza geldik..

GLUTATYON

Oksitlenmiş haline GSSG, işe yarayan temiz, indirgenmiş haline GSH denir. GSH / GSSG oran 90/10 şeklinde olur.

Eğer bu oran değişirse örneğin indirgenmiş glutatyon (GSH) 80, oksitlenmiş glutatyon GSSG 20 olduğunda hücreelerini, nöronlarınız oksitlenmeye başlıyor. Yaşlanıyorsunuz. Pek tabi ki metabolik bir çok hastalığa doğru da yelken açıyorsunuz.

Hemen aklınıza son yılların moda eylemlerinden IV (Damardan) Glutatyon vermek gelebilir. indirgenmiş glutatyon (GSH) %100 yaparız ohhh sıfır serbest radikalle yaşayalım ne kadar kolay deği mi?

Tabi ki öyle kolay değil. Vücutta her şey denge içerisinde olmalıdır. Vücudun serbest radikallere de ihtiyacı var. Çünkü serbest radikaller bozuk/hasarlı hücrelere saldırarak, vücuda zarar verebilecek hatalı üretilmiş hücreleri bertaraf eder.

indirgenmiş glutatyon (GSH) ve oksitlenmiş glutatyon GSSG belirli bir oranda durmak zorunda. Çünkü serbest radikallerde bize %10 kadar lazım. %10 üzerine çıktığında GSSG kansere neden olan DNA hasarı yapar. Bu sebeple hekiminiz özel bir durum sebebi ile karar vermedikçe DAMARDAN GLUTATYON ALINMAMALIDIR.

EK BİLGİ : İntravenöz (IV) glutatyon – Şiddetli glutatyon noksanlığı olan kanser tedavisi ve HIV / AIDS tedavisi gibi durumlarda ya da genetik mutasyonlar veya başka nedenlerden ötürü kendi glutatyonlarını yeterli şekilde üretemeyen kişilerde başvurulan damar içi uygulamadır. Hastalardaki tıbbi duruma göre, IV glutatyon haftalık veya günlük olarak düzenli biçimde uygulanmalıdır. Glutatyon IV yoldan verildiğinde kan akımındaki yarılanma ömrü çok kısa olup ortalama 14 dakikadır. IV glutatyon 2,000 mg (2 g) dozunda verildiğinde hücrelerin alabileceği sistein şeklinde birikir. Uygulamadan 90 dakika sonra idrarda glutatyon ve sistein atılımında sırasıyla 300- ve 10-kat artış olur.

Kanser hastalarına glutatyon kullanabilir miyiz? HAYIR

Çünkü kanser hücresi gelişimini önlemek için: Oksitlenmiş glutatyon GSSG %10 olmalı ki kanserli hücreyi okside ederek vücudu korusun. Yani kötü kabul ettiğimiz serbest radikaller insanın en korkulan hastalıklardan olan kansere karşı kendini savunmasını sağlar. Unutmayın DENGE ÇOK ÖNEMLİ.

Fakat kanser hücresi zaten oluşup yayıldıktan sonra vereceğimiz Glutatyon miktarı sağlam hücrelerde DNA hasarı yaparak daha büyük sorunları tetikler. Bu sebeple kanser hastalarında glutatyon kullanılmaz.

GLUTATYON KATKILARI (DESTEKLERİ)

Hiç bir glutatyon kapsül ya da tablet direk glutatyon içermez. Hepsinde Glisin + Sistein + Glutamat isimli üç aminoasit ve enzimler bulunur. Hap yolu ile vücuda alındıktan sonra vücutta yeterli oranda glutatyona dönüşür. Damardan glutatyon verildiğinde oranı bilmemiz mümkün değil. Dengenin korunması için damardan uygulamadan kaçınılmalıdır.

EK BİLGİ: Hap olarak vücuda alındığında ilk önce GLUTAMAT ve SİSTEİN bunlara ait sentataz enzimi ile birleşir. Daha sonra bu birleşime glutatyon sentetaz enzimi vasıtası ile GLİSİN eklenir ve glutatyon oluşur. Selenyum ile beraber Magnezyum ve Çinko bu enzimatik faaliyetlerin yürütülmesinde görev alır.

Glutatyonun serbest radikalle elektron transferi yaptıktan oksitlenmiş glutatyon GSSG ye dönüştükten sonra temizlenme (indirgenmiş glutatyon (GSH) tekrar dönüşümü) mekanizmaları vardır. Glutatyonu redükte etme/temizleme görevi ALFA LİPOİK ASİT‘ indir. NAD, glutatyon reduktaz enzimi için gerekli kofaktordür.

EK BİLGİ: Süperoksit dismutaz (SOD), katalaz (CAT) ve glutatyon peroksidaz (GPx) hücrede serbest radikallere karşı temel savunma hattını oluştururlar. Serbest radikaller özellikle mitokondriyal enerji üretim yoluyla sürekli olarak üretilir. Serbest radikallerin hücrede birikmesi oksidatif strese ve hücresel hasara neden olur. Peroksidazin düzgün çalışması için SELENYUM gereklidir.

SONUÇ

Sağlıklı kalmak, performansınızı artırmak, hastalıkları önlemek ve yaşlanmanın etkilerinden korunmak, bağışıklık işlevi ve enflamasyonun kontrolü için glutatyon düzeyleri yüksek tutulmalıdır. Araştırmalar yüksek glutatyon düzeylerinin kas hasarını azalttığını, kasların iyileşme süresini kısalttığını, kas kuvveti ve dayanıklılığını artırdığını ve metabolizmayı yağ depolama yerine kas yapımına kaydırdığını göstermektedir.

Glutatyon, sağlıklı kalmak ve hastalıktan korunmak için en önemli moleküllerden biridir. Yaşlanma, kanser, kalp damar hastalıkları, bunama (demans) ve başka birçok kronik/dejeneratif hastalığın önlenmesinde temel öneme sahiptir.

Dr Mustafa KEBAT

Tetkik OSGB İş Sağlığı ve Eğitim Koordinatörü

Sınırlı Sorumluluk Beyanı:
Web sitemizin içeriği, ziyaretçiyi bilgilendirmeye yönelik hazırlanmıştır. Sitede yer alan bilgiler, hiçbir zaman bir hekim tedavisinin ya da konsültasyonunun yerini alamaz. Bu kaynaktan yola çıkarak, ilaç tedavisine başlanması ya da mevcut tedavinin değiştirilmesi kesinlikte tavsiye edilmez. Web sitemizin içeriği, asla kişisel teşhis ya da tedavi yönteminin seçimi için değerlendirilmemelidir. Sitede kanun içeriğine aykırı ilan ve reklam yapma kastı bulunmamaktadır.

Daha Fazla

D Vitamininin Fazlası Zehirler mi?

Cevabı en başta vereyim. Kesinlikle D vitamini fazlasında zehirlenme OLMAZ.

Merak edenler için ayrıntılar aşağıda;

Bir insanın normal şartlarda günlük D Vitamini ihtiyacı 4.000 Ünite dir.

Bir TÜRK (ırkı) vatandaşımız, haziran ayının ortasında ailesi ile Anıtkabire ziyarete gitsin. Dış mekanları tam öğle saatinde kısa kollu gömlekle 1 (bir) saat kadar zaman gezdiğini kabul edelim.

Vatandaşımız 20 dk da 20.000 ünite D vitamini üretir. 1 saatlik Anıtkabir dış mekan gezisi sırasında 60.000 ünite D vitamini üretmiş olacak. Daha günün kalanında güneş gördükçe üreteceği D vitaminlerini de düşünün.

Kaynak: Tübitak

Gelelim verdiğim mavi renkte yazılı örneğimde akla gelmesi muhtemel başka sorulara,

  • Niye, TÜRK (ırkı) vatandaşımız?
  • Niye, Haziran?
  • Niye, Öğle saati?
  • Niye, Kısa kollu gömlek?

Niye, TÜRK (ırkı) vatandaşımız? CEVAP: Çünkü ten rengi D vitamini sentezini etkiler. Deri rengi koyulaştıkça D vitamini sentezi DÜŞER.

Koyu renkli (Afrika Kökenli) siyahi bir kişi 20 dk da 6.000 ünite D vitamini üretir. 1 saatlik Anıtkabir dış mekan gezisi sırasında 18.000 ünite D vitamini üretmiş olacak.

Niye, Haziran? CEVAP: İnsanlar D vitamininin %80 kadarını güneşten gelen UVB ışınları ile vücuttaki kolesterolden sentezler.

İnsan vücudunda D vitamini sentezlenebilmesi için güneş ışınının belli bir açıda gelmesi lazım. Bu açı ülkemiz için Mayıs-Eylül aylarında var. Ocak ayında güneş olsa bile D vitamini sentezlenmez

Niye, Öğle saati? CEVAP: Güneş ışınlarının en dik ve etkili olduğu saatle 11.00 – 15.00 arasıdır. Ayrıca Mevsim (özellikle yaz ayları), ekvator çizgisine yakınlık, yükseklik (yükseldikçe UV ışınlarının etkisi artar), ozon tabakasının durumu (bazı bölgelerde daha incedir), havanın bulutlu olup olmaması ve arazinin yapısı (örneğin ormanlık alanlarda UV ışınları daha az etkilidir), UV ışınlarının şiddetini etkileyen önemli çevresel unsurlardır.

Niye, Kısa kollu gömlek? CEVAP: Vücudun güneşe temas eden yüzeyinin baş-boyun % 9, her Kol % 9 (Wallace’sın dokuzlar kuralı) olduğu bilgisine göre; kısa kollu giyinen biri baş ve boyun da hesaba eklendiğinde vücudunun yaklaşık 25% i güneş görmüş olacak ki bu da güneşten faydalanmak için yeterli bir vücut yüzeyidir.

Kaynak: Tübitak

BİLGİ: UVB kısa dalga boyundadır (280-320 nm). UVB ışınları güneşin dik açı ile geldiği dalga boyunda bulunuyor. Yapılan bir çalışma, dünya üzerinde UVB alımı yani D vitamini sentezi için sadece güneşin yeterli olduğu bölgelerin 37. kuzey paraleli ile 37. güney paraleli arasında kalan Ekvator Bölgesi olduğunu gösterdi.

D Vitamini Nasıl Sentezleniyor İnceleyelim

Güneş ışınlarının cilde temas etmesi ile “7-dehidrokolesterol” den 25 (OH)D üretilir. Bu depo formudur. Sağlık kuruluşlarına baş vurduğunuzda sizden alınan kan tetkiklerinde ölçülen 25 (OH)D depo formudur.

Peki güzel bu depo form insanların işine yarar mı? Yok hayır, bu hali ile İNAKTİF olup bir işlevi olmaz.

Bu 25 (OH)D depodan yavaşça salınıp böbreğe gider ve “1-a/hidroksilaz” enzimi ile “1.25 (OH)2 D3” formuna dönüşünce işimize yarar hale gelir.

D3 Vitamin takviyesi kullanırken yanında magnezyum alınması gerekir…!!! Bunun sebebi de böbrekte inaktif formu (25 (OH)D depo) aktif hale getiren “1-a/hidroksilaz” enziminin magnezyum ile çalışmasıdır..

25 (OH)D depo formun sadece %1 kadarı aktifleştirilir. Yani böbrekteki “1-a/hidroksilaz“enzimi Vitamin D3 için aynı zamanda hız kısıtlayıcıdır. Vücuda giren her birim aktifleştirmez. Bu da her gün güneş altında mayo ile saatlerce kalıp yüzbinlerce (örneğin 4 saatte 240 bin ünite) 25(OH)D üretilmesini önleyen bir vücut kontrol sistemimiz var. Siz yine de kontrol sistemine güvenip çok zorlamayın..!!

Muhakkak aldığı takviyelerin prospektüslerini okuyanlardan ”zaten ben ilaç kullanırken zaten aktif form kullanıyorum, aldığım fazla miktar ne olacak?” diyenler olacaktır. Okuma devam o zaman.

“24-hidroksilaz” diye bir enzimimiz var. Bu enzim Hem depo form olan 25(OH)D , hem de aktif form olan “1,25 (OH)2 D3” formunu biyolojik olarak bağlar ve inaktif hale getirir. Yeni oluşan yapı yapı suda çözünür, İDRARLA ATILIR.

Yani ne aktif ne inaktif form toksik etki seviyesine çıkamıyor. En baştaki sorunun ve cevabın sebep sonuç ilişkini artık biliyorsunuz.

Buraya kadar muhtemelen akla gelmeyen bir soruyu da ben sorup cevaplayayım.

K2 vitamini olmadan tek başına yüksek doz D3 zarar verir mi? CEVAP: Verir

D3 vitamini kalsiyum fosfor metabolizması için önemlidir. D3 bağırsaktan kalsiyum emilimi için gereklidir. Fakat kalsiyum kanda kalırsa damarda kireçlenme, böbrekte taş oluşur.

Kalsiyumu kemiklere çekmek için K2 gereklidir. Bu neden D3 alırken K2 ile beraber alınmalı

EK BİLGİLER:

  • Siyah tenlilerde melaninler UVB’yi filtreler, bu sebeple daha az D3 sentezler.
  • Tül perde, cam, güneş kremi, makyaj malzemeleri D vitamini sentezini engeller.
  • D vitamin ortalam değerinin tespiti için 4 kıtada belirli sayıda insandan alınan kan değerlerinin ortalaması ve çan eğrisi ie belirlenmiştir.

YORUM BENDEN – KARAR SİZİN

  • Ölçülen Vitamin D seviyesi inaktif formdur. (Yukarıda yazmıştım) İnaktif formun vücuda yararı olmadığı için seviyesinin kaç olduğunu tartışmak ne kadar doğru… Karar sizin..!!
  • Kan test yaptırdığınızda yapılan yere göre değişse de vitamin D normal değer aralığı 20 – 70 ng/ml. Yani 21 ng/ml. de normal, 69 ng/ml. de normal. 3 kattan fazla bir aralık var. Ne kadar doğru… Karar sizin..!!
  • Güneşin farklı aylarda geliş açısına göre vitamin D üretiminin etkilendiğini biliyoruz siz de yukarıda okudunuz. Bu durumda ekvator bölgesinde yaşayan bir kişi ile kutuplara yakın bölgede yaşayan birinin vitamin D metabolizması farklı olacağı için vitamin D nin bölgesel normal değerlerini bulmak gerekmez mi? Karar sizin..!!

Ben takip ettiğim hastalarda, öncelikle kendi muayene bulgularım ve kişiden aldığım (genellikle de çok soru ile bunalttığım) anamneze göre kararımı veririm. Tetkiklerine baksam da dikkate alma oranım çok düşüktür.

İllaki vitamin D seviyesi hedefi isteyen olursa mümkünse 80 ng/ml. yapmaya çalışın 55 ng/ml. in altına düşürmeyin diyorum.

Dr Mustafa KEBAT

Tetkik OSGB İş Sağlığı ve Eğitim Koordinatörü

Sınırlı Sorumluluk Beyanı:
Web sitemizin içeriği, ziyaretçiyi bilgilendirmeye yönelik hazırlanmıştır. Sitede yer alan bilgiler, hiçbir zaman bir hekim tedavisinin ya da konsültasyonunun yerini alamaz. Bu kaynaktan yola çıkarak, ilaç tedavisine başlanması ya da mevcut tedavinin değiştirilmesi kesinlikte tavsiye edilmez. Web sitemizin içeriği, asla kişisel teşhis ya da tedavi yönteminin seçimi için değerlendirilmemelidir. Sitede kanun içeriğine aykırı ilan ve reklam yapma kastı bulunmamaktadır.

Daha Fazla

Mesleki Solunum Yolu Hastalıkları

Çalışanın işyerinde geçirdiği herhangi bir akciğer hastalığı Mesleki Solunum Yolu hastalığıdır.

Çalışanın belirli tozlara tekrar tekrar maruz kalması nedeniyle oluşur. Hatta bu tozlara maruz kaldıktan uzun süre sonra bile Mesleki Akciğer Hastalığa gelişebilir.

Bazı sektörlerde ve işyerlerinde mesleki solunum yolu hastalığı çok daha yoğundur. En yaygın görülenler kömür madenleri ve fabrikaları yüksek miktarda toz bulunan alanlardır. Bunlara Asbest ve Silika tozunun yanı sıra duman, gaz ve diğer parçacıklar da dahildir.

Mesleki Solunum Yolu Hastalığı Genel Sınıflaması

A. Pnomokonyozlar

  • – KİP (Kömür İşçisi Pnömokonyozu)
  • – Silikosis
  • – Asbestosis
  • – Silikat pnömokonyozları
  • – Berilyum hastalığı
  • – Diğerleri: Aluminyum, Antimon, Baryum, Kobalt, Siderosis, Miks toz Pnömokonyozları, vb.

B. Mesleki astım

C. Bissinosis

D. Mesleki Hipersensitivite Pnömonileri (HSP)

E. Mesleki KOAH(kr.bronşit-amfizem)

F. Toksik ajanlara bağlı patolojiler: Amonyak, Kadmiyum, Klorin, MetalPolymer-Organik tozların ateşi(MFF-PFF-ODF)

G. Mesleki Akciğer kanserleri

H. Solunum sisteminin mesleki infeksiyöz hastalıkları

Mesleki solunum yolu hastalığının belirtileri

Mesleki solunum yolu hastalığının belirtileri değişir. Bunlar çalışma ortamınıza, hastalık türünüze ve sağlık durumunuza bağlıdır. Sigara içmek belirtilerinizi kötüleştirebilir.

Belirtiler Soğuk algınlığı, Grip veya Alerji belirtilerine benzeyebilir, örneğin:

  • Kuru, kaşıntılı veya boğaz ağrısı
  • Burun akması
  • Öksürük
  • Ateş
  • Sıkı göğüs
  • Göğüs ağrısı
  • Kas veya vücut ağrıları
  • Nefes darlığı veya anormal solunum gibi solunum sorunları

Semptomlar devam ederse ve işyerinde ortaya çıkıyor gibi görünüyorsa çalışan derhal işyeri hekimine başvurmalıdır. Semptomların kaydı ttutulmalıdır.

Mesleki Solunum Yolu Hastalıkları Sebepleri

İşyerinde bulunan birçok madde hastalığa neden olabilir. Yaygın nedenler şunlardır:

  • Ahşap, pamuk, kömür, asbest, silika ve talk gibi şeylerden gelen toz.
  • Pestisitler, ilaç veya enzim tozları ve fiberglas da akciğerlerinize zarar verebilir.
  • Mikrodalga patlamış mısır yapmak için kullanılan tahıl taneleri, kahve parçacıkları ve yiyecek aromaları bile hasara yol açabilir.
  • Hızlı bir şekilde ısıtılıp soğutulan metallerden çıkan dumanlar. Bu işlem havada taşınan ince, katı parçacıklarla sonuçlanır. İş örnekleri arasında kaynak, eritme, fırın işleri, çanak çömlek yapımı, plastik üretimi ve kauçuk işlemleri yer alır.
  • Yanan malzemelerden çıkan duman. Duman çeşitli parçacıklar, gazlar ve buharlar içerebilir. İtfaiyeciler daha fazla risk altındadır.
  • Formaldehit, amonyak, klor, kükürt dioksit ve azot oksitler gibi gazlar. Bunlar kaynak, lehimleme, eritme, fırında kurutma ve fırın işleri gibi yüksek ısı işlemlerinin olduğu işlerde bulunur. Ayrıca kimyasallar kullanan bir laboratuvarda çalışıyorsanız risk altındasınız.
  • Buharlar, tüm sıvıların yaydığı bir gaz türüdür. Buharlar, akciğerleri etkilemeden önce genellikle burnunuzu ve boğazınızı tahriş eder.
  • Boyalar, cilalar (vernik gibi), saç spreyi, böcek ilaçları, temizlik ürünleri, asitler, yağlar ve çözücülerin (terebentin gibi) buharları veya spreyleri.

Mesleki solunum yolu hastalıkları nasıl teşhis edilir?

Meslek hastalıklarının genelinde en önemli tanı aracı çalışanın özgeçmişin ayrıntılı olarak öğrenilmesidir.

Mesleki solunum hastalığı olduğunu düşünen çalışanın işyeri hekimine ve gerektiğinde göğüs hastalıkları uzmanına muayene olması desteklenmelidir. İşyeri hekimine gitmeden önce çalışan aşağıdaki muhtemel soruların cevaplarını netleştirmelidir

  • Belirtilerinizin ilk ne zaman ortaya çıktığını,
  • Belirtileri ne sıklıkla yaşadığınızı,
  • Sıkıntılarınızın günün hangi saatinde daha kötü olduğunu,
  • İşyerinde ne tür malzemelerle temas ettğinizi,
  • İşyerindeyken kendinizi daha mı kötü hissettiğinizi düşünmeli ve not almalısınız.

İşyeri hekiminiz ayrıca çalışma ortamınızı ve maruziyetinizi sizin bakış açısından bilmek isteyebilir ve bu konular hakkında sorular sorabilir.

  • Semptomların gün, saat ve süresini içeren kaydı.
  • Önceki işlerinizin, hobilerinizin ve varsa sigara içme alışkanlıklarınızın listesini

Çalışan işyeri hekim haricinde bir hekime başvuracak olursa bu durumda işyeri ve. çalışma koşulları hakkında bilgi ve belgeleri de yanında götürmlidir.

  • Tamamlanmış mesleki sağlık geçmişi formlarınızı
  • İşyerinizde almanız gereken önlemler ve tedbirlerin listesini.
  • İşvereninizin malzeme güvenlik veri sayfaları (MSDS’leri) ayrıca isteyebilir

Çalışan hekim görüşmesi sonrası çalışanın şikayetlerine göre hekim tarafından tetkik ve tahliller istenecektir.

  • Akciğerleri dinlemek (oskültasyon)
  • Akciğer performansını görmek için bir solunum testi.
  • Göğüs röntgeni veya BT taraması akciğerlerdeki kitleleri, sıvıyı veya iltihabı tespit edebilir.
  • Hastalığın türünü ve şiddetini belirlemek için bronkoskopi, biyopsi veya ameliyat dahil olabilir.

Mesleki Solunum Yolu hastalıkları önlenebilir mi?

İşletme Yönetiminin yapması gerekenler

  • Firma için yapılmış risk analizinde Mesleki Solunum Yolu Hastalıkları risklerini ortadan kaldırmak için gerekli mühendislik çalışmalarını, ekipman alımını, riskli kimyasalların daha az riskli olanlarla değiştirilmesi vb gibi tüm detayları düzeltmelidir
  • Çalışanların iş ortamının Mesleki Solunum Yolu Hastalıkları, işyerindeki Solunum Yolu risk etmeleri vb gibi hususlarda düzenli eğitim almalarını sağlamalıdır.
  • Mesleki Solunum Yolu Hastalığı oluşumunun oluşursa da gelişiminin önlenmesi için çalışanın işe başladığı ilk günden itibaren işyeri hekimi takibinde olması sağlanmalıdır.

Bu amaçla;

  • Ayrıca çalışanın yanında bulunduğu ortamda başkalarının yaptığı işlerde ortaya çıkan maruziyetleri de içeren ayrıntılı iş akış şemasına göre bu maruziyetlerin tipi ve yoğunluğuna göre sağlık süreci de ayıca dikkate alınmalıdır.
  • İş kolunuza bağlı olarak, mesleki solunum yolu hastalığından kaçınamayabilirsiniz. Hastalık riskinizi azaltmak için maruziyeti sınırlamayı deneyebilirsiniz. Yapabileceğiniz şeyler şunlardır:
  • Çalışanlar işe başladıklarından itibaren ilk olarak yapacakları işin sağlık risklerine uygun tahlil ve tetkikleri yaptırılmalıdır.
  • EK2 formu çalışanın kişisel sağlık beyanı kısmı özellikle kendisi tarafından doldurulmalıdır.
  • İşyeri tarafından çalışanın özgeçmişi ayrıntılı olarak sorgulanmalıdır.
  • İşyeri hekimi çalışmak üzere işe alınan kişinin sağlık durumunun yapacağı işe uygun olup olmadığını; çalışanın kişisel sağlık beyanına, tahlil ve tetkiklerine ve yapacağı muayeneye göre göre kararını vermelidir.
  • İşyeri hekiminin belirleyeceği şekilde, çalışanların yaptıkları işin sağlık risklerine uygun aralıklarla tahlil ve tetkikleri tekrarlamalıdır. (Periyodik Sağlık Kontrolü)
  • İş yeri hekimi tarafından, periyodik sağlık kontrolü kapsamında yapılan çalışanın tetkik ve tahlilleri, öncekiler ile, yeni doldurduğu Ek2 kişisel sağlık durumu beyanı öncekiler ile ve kendi muayene bulgularını öncekilerle mukayese ederek sağlık durumunda varsa değişimi tespit etmelidir.

Çalışan Ne Yapmalı?

  • Sigara ve benzeri maddelerin kullanımını bırakmalıdır.
  • Çalışma alanında kullanılması gereken Kişisel Koruyucu donanımları (KKD) doğru şekilde kullanmalıdır.
  • Çalışma alanın havalandırmasının düzenlenmesine katkı vermelidir.
  • İşyerinde önceden belirlenmiş sağlık ve güvenlik önlemlerini ve ilk yardım süreçlerini öğrenmelidir.

Sınırlı Sorumluluk Beyanı:
Web sitemizin içeriği, ziyaretçiyi bilgilendirmeye yönelik hazırlanmıştır. Sitede yer alan bilgiler, hiçbir zaman bir hekim tedavisinin ya da konsültasyonunun yerini alamaz. Bu kaynaktan yola çıkarak, ilaç tedavisine başlanması ya da mevcut tedavinin değiştirilmesi kesinlikte tavsiye edilmez. Web sitemizin içeriği, asla kişisel teşhis ya da tedavi yönteminin seçimi için değerlendirilmemelidir. Sitede kanun içeriğine aykırı ilan ve reklam yapma kastı bulunmamaktadır.

Daha Fazla

Çalışanlar Cevizi Islatıp Yemeli Suyunu İçmemeli

Halk arasında eski yeni birçok alışılagelmiş beslenme ve sağaltım uygulamaları mevcut. Özellikle kadim anadolu coğrafyasında geçmişten günümüze gelen pek çok değerli beslenme bilgisi ile karşılaşıyoruz.

Pek tabi ki doğru bilgiler zaman içinde ağızdan ağıza kulaktan kulağa maalesef yanlış uygulamalara da dönüşebiliyor.

Bu yazımda halk arasında sıkça uygulanan ”cevizi ıslatarak tüketme” alışkanlığını çalışanlarımızın sağlığına faydalı olması maksadı ile ele alacağım.

Okumayı sevmeyenler için en başta yazayım.

Cevizi suda beklettikten sonra yemek, kuru halinde tüketmeye göre çok daha yararlı.

Bekleme suyu da zararlı olduğu için asla içilmemeli.

Bilgilerin nedenini merak edenler ve daha fazla bilgi arayanlar okumaya devam edebilir.

CEVİZ, Magnezyum, Demir, Çinko, Bakır, Kalsiyum, Fosfor, Vitamin A, E, C, B1, B2, folik asit, pantotenik asit ve niasin gibi bir çok faydalı element içerir. Biyolojik kalitesi yüksek (lisin/arjinin oranı düşük) ve kolay hazım edilebilen bitkisel protein içerir. Ve çok iyi bir ANTİOKSİDAN dır.

Cevizi ıslattıktan sonra yemek faydalı mı? Evet hem de çok daha fazla faydalı.

Cevize antioksidan özelliğini veren polifenoller, en fazla meyvenin dışını saran ince kahverengi kabukta yer alır.

Cevizi sert kabuğundan çıkardıktan sonra temiz (klorsuz vb katkısız) bir bardak suya koyup, suyu günlük değiştirmek kaydı ile 3 (üç) gün suda bekletirseniz antioksidan özeliğini arttırmış olursunuz.

Peki…

Suyunu neden içmemelisiniz?

FİTİK ASİT fitat olarak da bilinir. Bitkilerin tohumlarında bulunan bir bileşiktir. Fitik asiti bitkiler büyümeleri ve üremeleri için hayati önem taşıyan fosforu depolamak için kullanır.

Fitik Asit, bağırsakta çinko, magnezyum, kalsiyum, demir gibi mineralleri bağlar ve emilimini engeller..

Fitik Asit: (İNOSİTOL + FOSFOR) İnositol (B8 vitamini) denilen molekülün FOSFOR depolayan halidir.

BİLGİ: B8 vitamini ya da gerçek adıyla inositol, vücudun beyin kalp ve göz gibi hayati organlarında yerleşik olarak duran bir maddedir. Diğer B grubu vitaminlerine göre vücutta doğal olarak bulunur. Ancak yapısı gereği tam olarak vitamin olarak da adlandırılmaz. Suda çözünme özelliğine sahiptir.

BİLGİ: FİTİK ASİT, İnositol hekzafosfat, inositol heksakisfosfat veya inositol polifosfat olarak da adlandırılan, inositolün altı katlı bir dihidrojenfosfat esteridir.

Bitkiyi ve bitki tohumunu suya / nem yoğun ortama koyduğumuzda çimlenme başlar. Çimlenmenin başlaması ile FİTİK ASİT parçalanır ve bitkinin büyümesi için ihtiyacı olan fosfor açığa çıkar

Bizim konumuz cevizi ıslatılmasıydı.

Cevizi suya koyduk.

Çimlenme başlar ve diğer bitki tohumlarında olduğu gibi cevizdeki fitik asit de parçalanır.

Asit suya karışır, fosfor cevizin içinde kalır.

İşte cevizin ıslatılması ile oluşan ve doğru olmasa da içilen de fitik asitten zengin sudur.

Bu su içildiğinde bağırsaklardan özellikle Çinko, Magnezyum, Kalsiyum ve Bitkisel Kaynaklı Demiri bağlar eksiğine neden olur. Hayvansal gıdalardan alınan demiri bağlayamaz.

Suyun içinde Fitik asit tohumdan (kuruyemişler) ayrılıp suya karıştığında, bağırsaklarda tohumlardan (kuruyemişlerden)minerallerin emilimi de kolaylaşmış olur. Suyu içmemek kaydı ile.

Fitik asit’in antioksidan özelliği de vardır. Normal şartlarda günlük 400-600 mg almak faydalıdır.

Ceviz dahil tohumları ıslatıp suyunu içmek fitik asit alımını günlük 2000mg üzerine taşır ki bu miktar vücut için zararlıdır.
Fitik Asit’in en çok olduğu tohumlar

  • Badem, %9.4
  • Ceviz, %6.7
  • Susam, %5.4
  • Yerfıstığı, %4,5
  • Buğday, %4.5
  • Kuru fasulye, %2.4
  • Mısır, %0,7 – %2,2
  • Mercimek, %1.5
  • Pirinç, %1,1
  • Fındık, %0,9 

Dr Mustafa KEBAT

Tetkik OSGB İş Sağlığı ve Eğitim Koordinatörü

Sınırlı Sorumluluk Beyanı:
Web sitemizin içeriği, ziyaretçiyi bilgilendirmeye yönelik hazırlanmıştır. Sitede yer alan bilgiler, hiçbir zaman bir hekim tedavisinin ya da konsültasyonunun yerini alamaz. Bu kaynaktan yola çıkarak, ilaç tedavisine başlanması ya da mevcut tedavinin değiştirilmesi kesinlikte tavsiye edilmez. Web sitemizin içeriği, asla kişisel teşhis ya da tedavi yönteminin seçimi için değerlendirilmemelidir. Sitede kanun içeriğine aykırı ilan ve reklam yapma kastı bulunmamaktadır.

Daha Fazla

Çalışanlarda Uyku Düzenine Bağlı Yorgunluk

Yorgunluk, halsiz hissetme, hareketli olmaktan kaçınma ve performansta bozulma halidir.

Hem fiziksel hem de psikolojik nedenleri vardır. Yorgunluk tek başına bir hastalık olarak kabul edilmez, özellikle geçici yorgunluklar çok önemsenmez ancak kronik yorgunluk pek çok hastalığın habercisi ve belirtisi olabilir.

Çok az, kalitesiz veya uzun süre boyunca kesintiye uğramış uyku gibi çeşitli faktörler yorgunluğa neden olabilir.

Yorgunluk, vücudun dinlenme periyoduna ihtiyaç duyduğuna dair sinyalidir. Uzun çalışma saatleri ve düzensiz vardiyalar fiziksel, zihinsel ve duygusal olarak stresli olabilir.

Vücut, sirkadiyen ritm uyku/uyanıklık döngüsüyle çalışır. Doğal olarak gece saatlerinde uyumak üzere programlanmıştır. Zorlu çalışma programları vücudun doğal döngüsünü bozabilir ve artan yorgunluğa, strese ve konsantrasyon eksikliğine yol açabilir.

Sirkadiyen ritm: İnsanların fiziksel işlevi günlük ritmi veya 24 saatlik döngülere denir. Sirkadiyen kelimesi Latince “circa dies” kelimesinden gelir ve “yaklaşık bir gün” anlamına gelir. Uyuma, uyanma, sindirim, adrenalin salgılanması, vücut sıcaklığı, kan basıncı, nabız ve vücut işlevlerinin ve insan davranışının diğer birçok önemli yönü bu 24 saatlik döngü tarafından düzenlenir. Bu ritmik süreçler, gündüzleri yüksek aktiviteye ve geceleri düşük aktiviteye izin verecek şekilde koordine edilir.

Uyku Düzenine Bağlı Yorgunluk İşçi Sağlığı ve Güvenliğini Nasıl Etkiler?

Yorgunluk, bitkinlik, uyuşukluk, sinirlilik, uyanıklığın azalması, karar verme yeteneğinin bozulması ve motivasyon, konsantrasyon ve hafıza eksikliğine neden olabilir. Yorgunluk zamanı uzadıkça aşağıdakilere sebepler olabilir

  • Kalp hastalığı
  • Mide ve sindirim sorunları
  • Kas-iskelet sistemi bozuklukları
  • Üreme sorunları
  • Depresyon
  • Bazı kanserler (meme ve prostat)
  • Uyku bozuklukları
  • Kötü beslenme alışkanlıkları/obezite
  • Diyabet ve epilepsi gibi mevcut kronik hastalıkların kötüleşmesi

Çalışanlar, gündüz çalışma, akşam çalışma, gece ve/veya dönüşümlü çalışma, çağrı üzerine çalışma yapanlar olarak sınıflandırılabilir.

Çalışanlar, 8 saatten uzun vardiyalarda, dönüşümlü veya düzensiz vardiyalarda veya haftalık 45 saatlik çalışmadan daha uzun süre çalışabilirler.

Uzun çalışma saatleri yaralanma ve kaza riskini artırabilir. Ayrıca çalışanın sağlığını kötü etkileyeceği gibi yorgunluğa da neden olacaktır.

Yapılan incelemeler uzun çalışma saatlerinin artan stres seviyelerine, kötü beslenme alışkanlıklarına, fiziksel aktivite eksikliğine ve hastalıklara yol açabileceğini göstermektedir.

Çalışanın yorgunluğunun belirtilerini, kendi sağlığı ve güvenliği ile iş arkadaşlarının güvenliği üzerindeki potansiyel riskleri bilmek önemlidir.

Uzun Çalışma Saatlerinin Etkileri

Uzun çalışma saatleri ve uzatılmış ve düzensiz vardiyalar yorgunluğa ve fiziksel ve zihinsel strese yol açabilir. (Direk veya dolaylı uyku eksikliğine yol açar)

Uzun vardiyalarda çalışmak ayrıca gürültü, kimyasallar ve diğerleri gibi potansiyel sağlık tehlikelerine uzun süre maruz kalmayı da içerebilir. Bu maruziyetler belirlenmiş izin verilen maruziyet sınırlarını (PEL) aşabilir veya diğer sağlık standartlarını ihlal edebilir.

İşverenler, İş Sağlığı ve Güvenliği Yasası’nın gerektirdiği şekilde çalışanların işyerindeki sağlık ve fiziksel tehlikelere maruziyetini ölçtürmeli ve sınırlamak için önlemler almalıdır.

Uyku Düzenini Bozan ve Kronik Yorgunluk Sık Görülen İşler

Sağlık çalışanları, Ulaştırma çalışanları, Hizmet ve Konaklama sektörü çalışanları, İnşaat işçileri, Petrol sahası işçileri, İlk müdahale ekipleri, Emniyet mensupları, Askeri personel ve benzeri işlerde çalışanlarda düzensiz uyku sonrası kronik yorgunluk görülür.

Çalışanın Kronik Yorgunluğunun Sonuçları

  • Çalışan yorgunluğu hastalık ve yaralanma riskini artırır. Kaza ve yaralanma oranları akşam vardiyalarında gündüz vardiyalarına kıyasla %18, gece vardiyalarında ise %30 daha fazladır. Araştırmalar günde 12 saat çalışmanın %37 oranında artan yaralanma riskiyle ilişkili olduğunu göstermektedir.
  • Aylık planlanan her uzatılmış vardiya, işten eve gidiş gelişler sırasında motorlu taşıt kazası geçirme riskini %16,2 oranında artırmıştır.
  • Çalışan yorgunluğundan kaynaklanan dikkat azalması nedeniyle;
    • Tam zamanlı çalışanlarda haftalık çalışma saatlerine göre uyku sorunlarının ve yaralanma riskinin artması.
    • Hasta bakımındaki hatalar, iğne batmalarının ve kan ve diğer vücut sıvılarına maruz kalmanın artması ve sağlık çalışanları arasında mesleki yaralanmaların artması .
    • Üretkenlik kaybından, artan yaralanma ve hastalık maliyetlerinden, hastalık nedeniyle işten uzak kalma süresinin artmasından ve işçi tazminatı maliyetlerinin artması doğrudan veya dolaylı kayıplardır.

İşverenlerin, İşyerlerinde Çalışanların Yorgunluk Riskini Azaltma Yolları

  • İş yükü, çalışma saatleri, personel yetersizliği ve çalışan devamsızlıkları, planlı ve plansız devamsızlıklar gibi konularda personel yönetiminin düzenlenmesi.
  • İşin şartlarına uygun dinlenme araları verilmesi.
  • İşyeri çalışma programının gece uykusuna fırsat verecek şekilde düzenlemesi.
  • Çalışma ortamının aydınlatmasının, sıcaklığının ve fiziksel çevre koşullarının uyanıklığı artırmaya yönelik düzenlenmesi
  • İş saatlerinde verilen öğün ve ara öğünlerin çalışanların yorgunluk riskine uygun verilmesi.
  • Çalışanlara eğitim verilerek yorgunluğun belirtileri, sağlık ve ilişkiler üzerindeki etkileri, yorgunluğun. olumsuz etkilerini en aza indirmek için uykunun değeri, diyet, egzersiz ve stres yönetimi hakkında bilgilendirilmesi
  • İşletme içerisindeki diğer risk faktörlerinde olduğu gibi yorgunluğun da yönetilebileceği uygulanır bir Yorgunluk Risk Yönetim Planı düzenlenmesi.

Yorgunluk Risk Yönetimi Planı

En sık ve ilk uygulama çalışanın işte olabileceği saatleri kısıtlayan şirket içi yönerge çıkarılıp sıkı şekilde uygulanabilir.

Havacılık, Denizcilik, Petrol Çıkarma ve Rafineri sektörlerinde, Ulusal Afet Müdahale faaliyet planlarında Yorgunluk Risk Yönetim Planı daima hazırlanır.

İşyeri hekimi ve iş güvenliği uzmanı hizmet verdikleri firmalarda gerekli durumlarda Yorgunluk Risk Yönetim Planı hazırlanmasını sağlamalıdırlar.

Çalışanlara sağlıklı uyku için bazı öneriler

  • Uyku sürenizin günlük 7-9 saat arasında kesintisiz olmasına dikkat edin.
  • Her gün aynı saatte uyumaya çalışın.
  • Uyku kalitenizi artırmak için yatmadan önce kafein içeren içeceklerden kaçının.
  • Akşam veya gece çalışıyorsanız, işe gitmeden önceki son 8 saat içinde uyuduğunuzdan emin olun.
  • Eğer işe gitmeden önce şekerleme yapacaksanız, uyku/uyanıklık döngüsünün tamamlanmasına olanak sağlamak için şekerleme süresinin 45 dakikadan az, 2 saatten fazla olmasına dikkat edin.
  • Uyku ortamının rahat, serin, karanlık ve sessiz olmasına dikkat edin.
  • Düzenli egzersiz yapın. Dengeli beslenin. Sağlıklı bir kiloyu koruyun.
  • Uyumakta zorluk çekiyorsanız bir uyku günlüğü tutun ve işyeri hekiminizle görüşün.

Sınırlı Sorumluluk Beyanı:
Web sitemizin içeriği, ziyaretçiyi bilgilendirmeye yönelik hazırlanmıştır. Sitede yer alan bilgiler, hiçbir zaman bir hekim tedavisinin ya da konsültasyonunun yerini alamaz. Bu kaynaktan yola çıkarak, ilaç tedavisine başlanması ya da mevcut tedavinin değiştirilmesi kesinlikte tavsiye edilmez. Web sitemizin içeriği, asla kişisel teşhis ya da tedavi yönteminin seçimi için değerlendirilmemelidir. Sitede kanun içeriğine aykırı ilan ve reklam yapma kastı bulunmamaktadır.

Daha Fazla

Çalışan Sağlığında Uykunun Yeri

Uyku, beynin beş belirgin aktivitesinin döngüsel olarak ortalama 90 dk da tekrar ettiği dinlenme halidir. (Merak edenler için uykunun döngüsü en sonda yer almaktadır)

Uykunun içine meydana gelen döngü, çalışanların çalışma saatlerinin (vardiyalarının) değişmesi, sık uyanmalar ve ilaçlar gibi faktörler ile bozulabilir.

Tam uyanıklığa yol açan herhangi bir bozulma, beynin uyku döngüsünü baştan başlatmasına neden olur. Sonrasında kalan kısıtlı zaman nedeniyle döngü tamamlanamayabilir. Bu durum kısa vadeli olduğunda uykuya olan açlık da kısa zamanda düzelebilir.

Uzun zaman süren kronik bozulma meydana geldiğinde, çalışanın dayanıklılığı (vücut direnci – bağışıklık sistemi) azalır. Bu durum işletmelerde iş kayıpları, iş kazaları vb gibi zarar verici durumlara sebep olabilir.

Çalışanların mesai saatlerine yansıyan mesai saati haricindeki davranışsal sorunları da (uykudan feragat ederek ek işte çalışma, eğlenme vb gibi) işyeri hekimlerinin çalışanla kuracağı etkili iletişim ve düzenli görüşmelerle, çalışma arkadaşları ve yöneticilerinin uyku açlığına dair belirtileri fark ettikleri anda uyarıları ile çözümlenmelidir.

Uyku Planlaması

• Her çalışanın ihtiyaç duyduğu uyku süresi bir diğerinden farklıdır. Öncelikle çalışanın kendisi bu durumun bilincinde olmalı ve kendi ihtiyacına göre uyumalıdır.

Yöneticiler, bazı işlerin gereği olarak uyku planlaması yaparken çalışanlarının bireysel uyku ihtiyaçlarını genellememeli diğer çalışanlara göre belirlememelidir. Yöneticiler bu süreçleri işyeri hekimleri ile iş birliği içerisinde yapmalıdır.

Çalışanın kendine özel uyku ihtiyacını belirlemesi için; rutin uyku ve uyanıklık düzenini en az 30 gün sürdürdükten sonra üç gün boyunca herhangi bir uyku ilacı, rahatlatıcı ilaç veya bitkisel takviye almadan normal saatinde yatağa girmeli ve doğal olarak (çalar saat kullanmadan veya uyanmasına sebep olacak dış etken olmadan) uyanana kadar uyumalıdır. Üçüncü günkü uyku süresi çalışanın normal uyku ihtiyacıdır.

• İleri derecede uykusuzluk durumlarında ve işyeri hekiminin onayı haricinde uyku ilaçlarından kaçınılmalıdır. (Uyku ilaçlarının ertesi güne kalan etkileri çalışan ve çalışma arkadaşları için risk oluşturabilir. Çalışanlar bu sebeple ilaç kullanımlarını işyeri hekimlerine bildirmelidirler)

• Çalışan daha önce uyku ilacı kullanılmışsa veya kullanmaya devam ediyorsa, ilaç kullanmadığı ilk ve muhtemelen ikinci gece uyku bozukluğu yaşayabilir. Uykuya dalması gecikebilir ve gece boyunca birkaç kez uyanabilir. Lakin bu uyku düzensizliği ek bir sebep olmadıkça birkaç gece içinde geçecektir.

• Çalışan hafta sonları da dahil olmak üzere her gün aynı saatte yatmalı ve aynı saatte kalkmalıdır. Uyku alışkanlığı sağlamalıdır.

• Çalışanlar alkolü asla uykuya yardımcı olarak kullanmamalıdır. Alkol alımı sonrası uykuya dalma daha hızlı olsa da, gerçek uyku süreci ilk 2 saatten sonra daha fazla bölünür ve daha az dinlendirici olur.

• Çalışanlar yatmadan beş saat önce kafein içeren maddeleri (özellikle kahve, çay veya çikolata) yemekten veya içmekten kaçınmalıdır.

• Çalışanlar egzersiz yapacaksa yatma saatinden en az bir saat öncesinde bitirmelidir. Egzersizin geçici bir uyarıcı etkisi vardır.

İyi Uyku Alışkanlıkları

  • Çalışan normal uyku periyodunun dışında uyumaya çalışırken (örneğin, gündüz), normal bir uyku periyoduna hazırlanıyormuş gibi hazırlanmalı – normal uyku kıyafetleri giymeli, odayı olabildiğince karartmalı, serin olmasını sağlamalı, gürültüyü en aza indirmeli ve mümkünse vantilatör gibi beyaz gürültü üreteci kullanmalıdır.
  • Çalışanlar, yatağı yalnızca uyumak için bir yer olarak kullanmalıdır. Yatakta okumamalı, çalışmamalı veya benzeri aktivitelerde bulunmamalıdır. Zihin yatağı uykuyla ilişkilendirmelidir. Bu durum uykunun daha kolay gelmesini sağlayacaktır.
  • Çalışanlar 24 ila 48 saatlik uyku yoksunluğundan sonra, uykunusunu düzenleyebilmek için aşırı uzun süre uyumamalıdır (on saatten fazla). Çok uzun süre uyumak normal uyku/uyanıklık düzenini etkileyebilir ve gün içinde uyku sersemliğine ve uyuşukluğa neden olabilir.
  • Çalışanın normal uyku periyodu genellikle 24 saatlik uyku yoksunluğundan kurtulmak için yeterlidir.
  • Çalışan, reçetesiz ve reçeteli ilaçlarını kesinlikle belirtildiği şekilde almalıdır.

Beyaz Gürültü: Beyaz tüm renklerin birleşimidir Aynı durum sesler için de geçerlidir. İnsan kulağının algılayabildiği 20 ila 20.000 kHz arasındaki tonlar birleştiğinde nötr bir ses ortaya çıkar. Söz konusu tonların beyaz gürültü olarak adlandırılmasının sebebi de tam olarak budur.

Uyku Sersemliği (Eylemsizliği – Ataleti): Uyandıktan hemen sonra mevcut olan bozulmuş bilişsel ve duyusal-motor performansın fizyolojik bir durumudur. Uykudan uyanıklığa geçiş sırasında devam eder ve burada bir kişi uyuşukluk, yönelim bozukluğu ve motor becerisinde düşüş hissi yaşar.

Uyku sersemliği, karar verme yetenekleri, güvenlik açısından kritik görevler ve uyandıktan hemen sonra verimli bir şekilde çalışabilme yeteneği ile ilgilidir. Bu durumlarda, mevcut olabilecek bilişsel ve motor eksiklikler nedeniyle mesleki tehlike oluşturur.

Çalışanlarda Uyku sorunları

Çalışan yatakta yaklaşık 30 dakika geçirdikten sonra uykuya dalamaz ise, yatakta uyanık kalmamalı; yatakta olmanın uyanma ve kaygı ile ilişkilendirilmesini önlemek için kalkmalıdır.

Zihin motivasyonun oldukça önemli br durum olduğu uykuya dalma sürecinde çalışan birkaç dakika uyanık kalmalı ve sonra tekrar yatıp uyumayı denemelidir.

30 dakika içinde yine uyuyamaz ise, uyku periyodu boyunca kaç kez olursa olsun aynı şekilde kalkmaya devam etmelidir. Uykuya direnci yavaş yavaş kırılacak ve sonunda uyuyacaktır. Normal uyku saatlerinde uyumakta zorluk çeken çalışanlar, gündüzleri öğle uykusu uyumamalıdır. Çünkü gün içinde giderilen uyku ihtiyacı gece uykuya dalmayı geciktirebilir.

Mesai Saatlerinde Öğle uykusu (Şekerleme – siesta)

Her işletmenin çalışma dinamikleri farklıdır. Bazı işletmelerde işin gereği öğle uykusu molası verilmesi gerekebilir.

İşletmenin çalışma planlaması, temposu ve personel sayısı uygun olduğunda, öğle uykuları normal çalışma saatlerinde performansı sürdürmek için kullanılabilir.

Yapılanması uygun olan işletmelerin yöneticileri çalışanların öğle uykusu için zaman ayırmalı ve şartlar izin verdiğinde personelin kısa öğle uykuları için sessiz ve rahat bir yer sağlamalıdır.

Yöneticiler personelin öğle uykusunun faydaları konusunda eğitilmesini de sağlamalıdır. Dinlenmenin uykunun yerini tutmadığını çalışanlar tarafından iyi anlaşılmalıdır.

Çalışma dönemlerinde öğle uykusu performans bozulmasını azaltabilir, ancak uyku yoksunluğunun etkilerini tamamen ortadan kaldıramaz. Öğle uykusunun uzunluğunu belirlerken uyku ihtiyaçlarındaki bireysel farklılıklar dikkate alınmalıdır. Öğle uykularını planlarken dikkate alınması gereken birkaç faktör vardır:

** Önceden var olan uyku kaybı

  • Öğle uykusu için en iyi zaman, önemli bir uyku açlığı yaşanmadan önceki zamandır. Bu tür önleyici öğle uykuları, yoğun çalışma programları sırasında sonraki performans bozulmalarını ve dolayısı ile gelişebilecek sorunları önlemeye yardımcı olur.
  • Gece çalışma döneminden önce 1 – 4 saat öğle uykusu uyuyan personel, öğle uykusu uyumayan personele göre daha iyi sabah performansı ve uyanıklığı gösterecektir.
  • Önleyici öğle uykusu (şekerleme), uyku yoksunluğu döneminde öğle uykusu uyumaktan daha verimli olacaktır.
  • Öğle uykuları, yaklaşık 05:00’te yaşanan normal sirkadiyen düşüşü tamamen ortadan kaldırmaz, ancak hem bilişsel performansta hem de uyanıklıkta bozulma azalır.

** Öğle uykusu uzunluğu

  • 24 saatlik sürekli bir çalışma periyodunda bir kereye mahsus iki saatlik öğle uykusu (şekerleme), performansın uyku kaybı öncesi seviyelere yakın olmasına neden olabilir.
  • Daha uzun öğle uykusu (şekerleme) mümkün değilse, 24 saatlik bir süre boyunca her biri on dakika kadar kısa olan birkaç öğle uykusu (şekerleme), personelin sürekli operasyonlara dayanmasına yardımcı olabilir.

** Öğle uykusunun zamanlaması

  • Sirkadiyen düşüş sırasında yapılan şekerlemeden elde edilen performans sirkadiyen zirve sırasında yapılan şekerlemeden daha düşüktür. Çünkü uyandıktan sonraki birkaç saat boyunca uyku hali daha yüksek seyreder.
  • Vücut iç sıcaklığının en düşük seviyede olduğu yaklaşık saat 03:00 ve saat 13:00 şekerleme yapmak daha kolaydır.
  • Vücut iç sıcaklığının en yüksek seviyede olduğu yaklaşık saat 15:00 de şekerleme yapmak daha zordur.
  • Sabahın erken saatlerindeki 02:00 ila 06:00 saatleri arasında yapılan şekerlemeler uyanıklığı ve performansı geri kazanmada faydalıdır; ancak, personelin şekerleme sonrası sersemlik halinden tamamen kurtulması için zaman tanınmalıdır.
  • Performans genellikle bir kişi şekerlemeden uyandıktan sonraki ilk beş dakika içinde en düşük seviyededir (uyku ataleti), ancak genellikle 15 ila 30 dakika sonra toparlanır.
  • Uzun bir uyku yoksunluğunun ardından uykudan uyanmak yüksek seviyelerde uyku sersemliği ile sonuçlanır; uyku yoksunluğu süresi ne kadar uzunsa, uyku sersemliği de o kadar yüksek olur.
  • Çalışanın uyandıktan hemen sonra işe dönmesi gerektiğinde, sirkadiyen düşüşler sırasında şekerleme yapmaktan kaçınmalıdır, çünkü bu koşullar altında uyku sersemliği (ataleti) nispeten yüksek olabilir.

Sınırlı Sorumluluk Beyanı:
Web sitemizin içeriği, ziyaretçiyi bilgilendirmeye yönelik hazırlanmıştır. Sitede yer alan bilgiler, hiçbir zaman bir hekim tedavisinin ya da konsültasyonunun yerini alamaz. Bu kaynaktan yola çıkarak, ilaç tedavisine başlanması ya da mevcut tedavinin değiştirilmesi kesinlikte tavsiye edilmez. Web sitemizin içeriği, asla kişisel teşhis ya da tedavi yönteminin seçimi için değerlendirilmemelidir. Sitede kanun içeriğine aykırı ilan ve reklam yapma kastı bulunmamaktadır.

.

…………………………………………………………………………………………………………………………………………………

İleri Düzey Tıbbi Bilgi Okumak İsteyenler İçin

BİLGİ: Özellikle çalışan yavaş dalga uykusundan (SWS) uyandırıldığında, uykunun ilk iki saati içinde meydana gelen kapsamlı uyku sersemliği (ataleti) olasılığı yüksektir. Çalışanın yavaş dalga uykusundan (SWS) uyandırıldığını zor uyandırılmasından anlayabiliriz.

BİLGİ: Beyindeki adenozin seviyeleri uyku yoksunluğuyla birlikte giderek artar ve uyku sırasında normale döner. Uyku yoksunluğuyla uyanıldığında, yüksek miktarda adenozin beyindeki reseptörlere bağlanır, sinirsel aktivite yavaşlar ve yorgunluk hissi ortaya çıkar.

BİLGİ: Önceki uyku yoksunluğu, yavaş dalga uykusunda (SWS) geçirilen zamanın yüzdesini artırır. Bu nedenle, daha önce uyku yoksunluğu çeken bir bireyin uyku eylemsizliği yaşama olasılığı daha yüksek olacaktır.

Uyku döngüsü

Uyku, beş belirgin aşamadan aşağıdaki şekilde tahmin edilebilir şekilde ilerleyen belirli beyin aktivitelerinden oluşur:

Aşama 1, uyanıklıktan uykuya geçiştir. Bu aşama, beyin aktivitesinin yavaşlamasıyla karakterize edilir. Bu aşamadan uyandırıldıklarında, birçok kişi hiç uyumadıklarına inanır. Yaklaşık beş ila on dakikalık aşama 1 uykusundan sonra, kişi daha derin bir uykuya, aşama 2’ye ilerler.

Aşama 2, aşama 1’e özgü olandan daha yavaş beyin aktivitesiyle karakterize edilir ve birçok uzman tarafından uykunun gerçek başlangıcı olarak kabul edilir. 10 ila 15 dakika içinde, beyin aktivitesi daha da yavaşlar ve en derin uyku olan aşama 3 ve 4’e ilerler.

Aşama 3 ve 4, yavaş dalga uykusu (SWS) olarak adlandırılır. Bir kişiyi SWS’den uyandırmak çok zor olabilir ve kişi uyandıktan sonra birkaç dakika boyunca halsiz hissedebilir. Yavaş dalga uykusundan 20 ila 30 dakika sonra, beyin aktivitesi kısa bir süre için 2. evre uykusuna geri döner ve ardından hızlı göz hareketi (REM) uykusu (evre 5) gelir.

REM, evre 5 veya rüya uykusu, hızlı göz hareketleri, çok az veya hiç kas tonusu olmaması ve çok aktif beyin kalıpları ile karakterize edilir.

Gecenin ilk REM periyodu nispeten kısadır ve beş ila on dakika sürer. REM uykusundan sonra, uyku döngüsü kendini tekrar ederek 2., 3., 4. ve 5. evrelere geri döner. Dört evredeki her döngü yaklaşık 90 dakika sürer ve gece başına yaklaşık beş ila altı döngü meydana gelir.

SWS’nin çoğu uyku periyodunun ilk yarısında, REM uykusunun çoğu ise periyodun ikinci yarısında gerçekleşir. Genel olarak, evre 2 uykusu uyku periyodunun çoğunu kaplar, ardından REM uykusu ve ardından SWS gelir.

Daha Fazla

Çalışanlarda Kimyasallara Bağlı İşitme Kaybı

Ototoksik kimyasallar, hasar verdikleri kulak kısmına göre nörotoksik maddeler, kokleotoksik maddeler veya vestibülotoksik maddeler olarak sınıflandırılır ve kan dolaşımı yoluyla iç kulağa ulaşabilir ve kulağın iç kısımlarına ve bağlantılı sinir yollarına zarar verebilirler. 

  1. Nörotoksik maddeler, işitme ve dengeyi etkileyen sinir liflerine hasar verdiklerinde ototoksik hale gelirler.
  2. Kokleotoksik maddeler, esas olarak duyusal reseptörler olan koklear tüy hücrelerini etkiler ve duyma yeteneğini bozabilir.
  3. Vestibülotoksik maddeler, mekansal yönelim ve denge organlarındaki tüy hücrelerini etkiler. 

Koklea iç kulakta bulunan bezelye tanesi kadar küçük ve spiral şekilli bir yapıdır. Sesleri mekanik titreşimlerden sinyallere dönüştürmekle sorumludur. Dönüştürdüğü bu sinyaller, işitme siniri aracılığıyla beyne iletilir. Bu işlemi gerçekleştiren, kokleadaki özel algılayıcı hücrelerdir (tüy hücreler).

Vestibül, iç kulaktaki kemik labirentin merkezi kısmıdır ve kulak zarının medialinde, kokleanın arkasında ve üç yarım daire kanalının önünde yer alır. İsmi Latince vestibulum kelimesinden gelir ve kelimenin tam anlamıyla giriş salonu anlamına gelir.

Ototoksik Kimyasallar Çalışanın Vücuduna Nasıl Girer?

  • Kimyasala maruz kalmanın sıklığı
  • Kimyasala maruz kalmanın süresi
  • Kimyasalın etkinliği / gücü
  • Kimyasalın miktarı

Çalışanların işitmesine zarar veren kimyasalların zararlı etkileri gürültüde olduğu gibi yaş, sigara, alkol, vb gibi bireysel faktörlere bağlı olarak değişir.

İşitme Duyusuna Zarar Veren Kimyasallara Örnekler

  • Çözücüler
    • (örneğin, toluen, ksilen, etilbenzen ve trikloroetilen, Karbon disülfür, n-hekzan, p-ksilen, n-propilbenzen, stiren ve metilstiren.)
  • Metaller ve bileşikler
    • (örneğin, cıva bileşikleri, kurşun ve organik kalay bileşikleri, germanyum dioksit.)
  • Boğucu gazlar
    • (örneğin karbon monoksit, hidrojen siyanür ve tuzları, tütün dumanı)
  • Nitriller
    • (örneğin, 3-bütennitril, cis-2-pentennitril ve akrilonitril, cis-krotononitril, 3,3′-iminodipropionitril.)
  • İlaçlar (* Terapötik dozlarda ototoksisite sınırlıdır)
    • (Aminoglikozidik antibiyotikler (örneğin: streptomisin, gentamisin) ve bazı diğer antibiyotikler (örneğin: tetrasiklinler),
    • Loop diüretikler* (örneğin: furosemid, etakrinik asit)
    • Bazı analjezikler* ve antipiretikler* (örneğin: salisilatlar, kinin, klorokin)
    • Bazı antineoplastik ajanlar (örneğin: sisplatin, karboplatin, bleomisin).)
  • Pestisitler

Yukarıdaki listede bilinen tüm toksik maddeler belirtilmemiştir ve ayrıca kadmiyum, arsenik, bromatlar, halojenli hidrokarbonlar, insektisitler, alkil bileşikler ve manganez dahil olmak üzere diğer kimyasalların ototoksisitesini destekleyen sınırlı kanıt bulunmaktadır.

Unutulmamalıdır ki kimyasalların tek tek zararlı etkileri listelenebilse de karışımları ile oluşan zararlı etkiler çok daha fazladır.

Çalışanların Ototoksik Kimyasallara Maruz Kalma Yolları

  • Solunum yolu ile
  • Kontamine (kirlenmiş) yiyecek veya içeceklerin tüketilmesi ile
  • Cilde temas eden kimyasalın ciltten emilmesi ile

Çalışan hangi yolla maruz kalırsa kalsın kimyasallar sonrasında kan dolaşımına geçer. Kan yolu ile önce iç kulağa zarar verir sonra kulaktan beyne duyu iletimini yapan sinirlere zarar vererek işitme kaybı meydana getirirler.

Ototoksik Kimyasaların Çalışanlara Maruziyetin Önlenmesi

İşverenler, İş güvenliği uzmanları ve İş yeri Hekimleri Ototoksik Kimyasallara Maruz Kalmayı Nasıl Önleyebilir?

En etkili kontrol yöntemi elimine etme, ardından ikame, mühendislik kontrolleri, idari kontroller ve son olarak da KKD’dir.
Amerika Ulusal Mesleki Güvenlik ve Sağlık Enstitüsü (NIOSH) ve Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezleri ( CDC ) nin kullandığı yukarıda şematize edilmiş Kimyasal kaynaklı işitme kaybını önlemek için kontrol Sistematiğini kullanabilirsiniz.

Çalışanlar Arasında İşitme Hasarını Önlemek İçin Kontrol Sistematiğini Kullanın

  1. Eliminasyon
  2. İkame
  3. Mühendislik kontrolleri
  4. İdari kontroller
  5. Kişisel koruyucu ekipman (KKE)
  • Öncelikle 5 adımı olan kontrol sistematiğini nasıl uygulayacağınızı yetki ve sorumluluklara göre planlayın
  • İlk adım ototoksik kimyasalı elimene etmektir. Bu amaçla mümkün olduğunca iş yerinde ototoksik kimyasalların kullanımından kaçınılmalıdır.
  • Ototoksik kimyasalların kullanımının men edilmesi mümkün değil ikinci adımda ikamesi olan daha az toksik kimyasallarla değiştirilmelidir.
  • Üçüncü adımda kimyasalın solunum yolu ile çalışanlar tarafından solunmasını önlemek için mühendislik kontrolü ile havalandırma iyileştirilmelidir.
  • Dördüncü adımda çalışanlar kimyasalların tehlikeleri hakkında bilgilendirilmeli ve güvenli bir şekilde kullanmaları konusunda eğitilmelidir.
  • Beşinci adımda çalışanlara Kişisel Koruyucu Donanım (KKD) sağlanmalıdır.
  • Devamlı ollarak çalışanlara KKD’yi doğru kullanmaları konusunda eğitim verilmelidir.

Kimyasalların bir çoğunda maruziyet sınırı ototoksisite açısından ayrıca belirlenmemiştir.

Farklı maruziyetleri özellikle de gürültü maruziyetini dikkate aldığımızda ve ototoksik kimyasallar ile eş zamanlı maruziyet dikkate almalıyız. Bu durumda. mevcut rehberler, MSDS ler bize yol gösterse de belirlenmiş sınır değerler çalışanlar adına yeterli güvenlik sınırı oluşturmayacaktır.

Çalışanları güvende tutabilmek için işyeri hekimi, iş güvenliği uzmanı, işveren ve yöneticiler ortak ve duyarlı hareket etmelidir.

Çalışanlar ototoksik kimyasallara maruz kalmayı nasıl önleyebilir?

Herhangi bir kimyasal maddeyle çalışanlar, kendilerini korumak için aşağıdaki önlemleri almalıdırlar

Çalışanlar hem iş ortamında kullandıkları kimyasalları hem iş harici kullandıkları ilaç dahil tüm kimyasallar hakkında işitme kaybına veya diğer işitme hasarına katkıda bulunup bulunmadığını öğrenmelidirler. Aynı zamanda öğrendikleri bilgileri hayata geçirmeli korunma ve kullanma yollarını da öğrenmeli ve uygulamalıdırlar.

Çalışanlar kimyasalın özelliğine göre gerektiği KKD (Kişisel Koruyucu Donanımları) kullanmalıdır.

Ototoksik Madde Maruziyet Olasılığı Daha Yüksek Sektörler

  • Üretim Sektörü
    • Bazı Metallerin Üretiminde
    • Bazı Makinelerin Üretiminde
    • Deri ve ilgili ürünler Üretiminde
    • Tekstil ve giyim Üretiminde
    • Petrol Ürünleri Üretiminde
    • Kağıt (baskı dahil) Üretiminde
    • Kimyasal (boya dahil) Üretiminde
    • Plastik ve Kauçuk Ürünleri. Üretiminde
    • Mobilya ve İlgili Ürünler Üretiminde
    • Taşıma Ekipmanları (örneğin gemi ve tekne yapımı) Üretiminde
    • Elektrikli Ekipman, Cihaz ve Bileşen (örneğin piller) Üretiminde
    • Güneş Pili Üretiminde
  • Madencilik Sektörü
  • Petrol ve gaz çıkarma Sektörü
  • Yapı Sektörü
  • Tarım Sektörü
  • Eğlence, kumar ve geri dönüşüm endüstrisi atık yönetimi ve iyileştirme hizmetleri

Sınırlı Sorumluluk Beyanı:
Web sitemizin içeriği, ziyaretçiyi bilgilendirmeye yönelik hazırlanmıştır. Sitede yer alan bilgiler, hiçbir zaman bir hekim tedavisinin ya da konsültasyonunun yerini alamaz. Bu kaynaktan yola çıkarak, ilaç tedavisine başlanması ya da mevcut tedavinin değiştirilmesi kesinlikte tavsiye edilmez. Web sitemizin içeriği, asla kişisel teşhis ya da tedavi yönteminin seçimi için değerlendirilmemelidir. Sitede kanun içeriğine aykırı ilan ve reklam yapma kastı bulunmamaktadır.

Daha Fazla

Alfa-Gal Sendromu

Daha çok tarım ve hayvancılık sektöründe çalışanlar olmak üzere tarla, bağ, bahçe, orman vb gibi kene bulunma ihtimali olan açık alanlarda çalışan veya kısa süreli de olsa bulunan tüm çalışanlar için potansiyel risk teşkil eden bir hastalık olan Alfa-gal sendromu (AGS) nedir?

Alfa-gal sendromu (AGS), daha önce et ve et ürünlerine karşı allerjik bir duyarlılığı olmayan kişilerin kene ısırmasından sonra et ve et ürünlerini tükettiklerinde gelişen allerjik reaksiyonlara denir. Bu nedenle AGS, kırmızı et alerjisi veya kene ısırığı et alerjisi olarak da bilinir.

Kene, ısırdığı kişiye alfa-gal olarak da adlandırılan bir tür şeker molekülü (galaktoz-alfa-1,3-galaktoz) zerk eder ve bu da antikor oluşumuna yol açar.

Erken tip Alfa-gal sendromunda (AGS); Kene ısırması sonrası bir zamanda setuksimabın ilk infüzyonunda dakikalar içinde kaşıntı, deride kızarıklık, dudakta şişme ile başlayan ölümcül olabilen sistemik aşırı duyarlılık reaksiyonudur.

BİLGİ: Setuksimab, metastatik kolorektal kanser ve baş-boyun kanserinin tedavisinde kullanılan epidermal büyüme faktörü reseptör inhibitörü ilaçtır. Setuksimab intravenöz infüzyonla verilen kimerik bir monoklonal antikordur.

Geç tip Alfa-gal sendromunda (AGS);Kene ısırması sonrasında (15 – 30 gün sonrasında) et ve et ürünü tükettiğinde 2 – 5 saat sonra kurdeşen; dudaklarda, dilde, boğazda veya göz kapaklarında şişme; öksürük; nefes almada zorluk; hırıltılı solunum; mide ekşimesi; bulantı veya kusma; karın ağrısı; ishal veya kan basıncında azalma yer alabilir.

Alfa-gal sendromu (AGS), ciddi, potansiyel olarak yaşamı tehdit eden bir alerjik rahatsızlıktır.

Bu hastalık, çoğu memeli hayvanın etinde bulunan alfa gal (galaktoz-α−1,3-galaktoz oligosakkaridi) isimli molekülden adını almıştır.

BİLGİ: Amerika Birleşik Devletleri’nde bildirilen AGS vakalarının çoğu Güney, Doğu ve Orta eyaletlerde meydana gelir. Bunlar, en çok yalnız yıldız kenesinin (Amblyomma americanum) bulunduğu alanlardır. Avustralya’da (felç kenesi olarak bilinir) Ixodes holocylus ve Avrupa’da Ixodes ricinus türü keneler AGS ile ilişkilendirilmiştir.

Ülkemizde: Hastalık taşıyan keneler hem yumuşak (Argasidea- örn; Ornithodorus) hem de sert kene (Ixodidae- örn; Ixodes, Hyalomma, Dermacantor) cinsinden olabilmektedir. Bu keneler ile sadece protozoa değil (Babesiosis), ayrıca riketsiya (Erlichiosis, Kene ilişkili tifüs, Akdeniz benekli ateşi), non-riketsiyal bakteriler (Lyme Hastalığı, Kene ilişkili tekrarlayan ateş, Tularemi, Bartonellozis) ve virüsler de (Kırım Kongo Kanamalı Ateşi, Kene ilişkili ensefalit) taşınmakta ve insanlarda hastalığa neden olmaktadırlar.

Nasıl Tanı Konur?

İşyeri hekimi Alfa-gal sendromunu (AGS) teşhis edebilmesi için;

  • Çalışanların Sağlık Kayıtları Takibi; İş saatlerinde veya sosyal saatlerinde sağlıkları ile ilgili başlarına gelen her ayrıntıyı işyeri hekimlerine bildirmesi sağlanır ve sağlık kayıtlarına işlenmesi bu ve benzeri hastalıkların tanısını kolaylaştırır.
  • Ayrıntılı hasta geçmişi (Anammnez): Çalışanın yaptığı işe göre kene ısırığına maruz kalma ihtimalini değerlendirip özellikle sorgulamalıdır.
  • Fiziksel muayene: Genel muayenenin yanı sıra çalışanın şikayetlerine göre işyeri hekimi gerek gördüğü şekilde ayrıntılı muayeneye geçmelidir.

İşyeri Hekiminin sevk ettiği hastane şartlarında yapılacaklar;

  • Tahlil ve Tetkikler: Çalışanın başvurusu sırasındaki sağlık durumuna (şikayetlerine) yönelik hekimin gerekli göreceği tetkikler yapılır.
  • Antikor Testi: İşyeri hekiminin sevk ettiği sağlık kuruluşundaki hekim tarafından istenmesi halinde Alpha gal spesifik IgE tayini yapılır.
  • Deri testi: Setuksimab ile yapılan deri delme testi, İntradermal test yapılır.

Alfa-gal sendromunu (AGS) İle Nasıl Yaşanır?

Alfa-gal sendromu (AGS), tanısı kesinleşmiş olan çalışanlar öncelikle düzenli olarak alerji uzmanı bir hekim kontrolünde olmalıdır. İşyeri hekimi ile daha sık görüşme ve iletişim imkanı olacaktır. Sağlık durumundaki her türlü değişikliği işyeri hekimi ile paylaşmalı ve kayıt altına alınmasını sağlamalıdır.

Kan inceltici (heparin), yılan panzehiri ve bazı kanser ilaçları (cetuximab gibi) gibi bazı ilaçlar ve memeli bazlı organ replasmanları (kalp kapakçıkları gibi) alfa-gal sendromlu hastalarda alerjik reaksiyonlara sebep olabileceği için bunlardan kaçınılmalıdır.

Alfa-gal sendromu (AGS) olan çalışanlar hem işyerinde hem özel hayatlarında beslenmeleri konusunda çok titiz olmalıdırlar. Aşağıda verilmiş olan alfa – gal içeren gıda ve diğer bileşenleri beslenmelerinden çıkarmalıdırlar.

Alfa-gal İçerebilecek Besinler

Yüksek miktarda alfa-gal bulunabilir:

  • Sığır eti, domuz eti, kuzu eti, geyik eti, tavşan veya memelilerden elde edilen diğer etler
  • Karaciğer, böbrek, bağırsak veya dana eti gibi memeli organ etleri
  • Kayalık dağ veya çayır istiridyeleri

Süt ve süt ürünleri içeren gıda ürünleri de alfa-gal içerebilir. Ancak Alfa – Gal Sendrom’lu birçok hasta süt ürünlerini tolere edebilir.

İnek sütü, önemli bir gıda alerjeni olarak sınıflandırılan tek alfa-gal içeren bileşendir.

Alfa – Gal Sendrom’lu bazı kişiler ayrıca aşağıda verilen gıdalarda bulunan alfa-gal’e karşı da hassas olabilir :

  • Sığır veya domuz etinden yapılan jelatin
  • Domuz yağı, don yağı veya iç yağı gibi memeli yağıyla yapılan veya pişirilen ürünler
  • Et suyu, bulyon, et suyu ve sos

Not: Alfa – Gal Sendrom’lu hastaların hepsinde alfa-gal içeren her ürüne karşı reaksiyon görülmez.

Alfa-gal İçermeyen Besinler

  • Tavuk, hindi, ördek veya bıldırcın gibi kümes hayvanları
  • Balık ve karides gibi deniz ürünleri
  • Yumurtalar
  • Meyve ve sebzeler

Alfa-gal İçeren Gıda Dışı Ürünler

Bazı ilaçlar ve aşılar az miktarda alfa-gal içeren katkı maddeleri, dengeleyiciler veya kaplamalar içerebilir. Ancak Alfa – Gal Sendrom’lu hastaların hepsi bu bileşenlere tepki göstermez.

Alfa-gal içerebilen maddeler şunları içerir, ancak bunlarla sınırlı değildir:

  • Jelatin
  • Gliserin
  • Magnezyum stearat
  • Sığır özütü

Domuz veya ineklerden elde edilen kalp kapakçıkları, monoklonal antikorlar, heparin ve bazı antivenomlar gibi hayvansal kaynaklı tıbbi ürünler alfa-gal içerebilir.

Herhangi bir şiddetli alerjide olduğunda, Alfa – Gal Sendrom’lu hastaları, belirli aşılar ve ilaçlardan kaynaklanan bireysel risk ve faydalar hakkında karar almak için işyeri hekimleri ile birlikte çalışmalıdır.

Alfa-gal Sendromu – Allerjisi Tedavisi

Alfa-gal sendromunun spesifik bir tedavisi henüz yok.

Çalışanların yalnızken acil allerjik süreçlerinde kullanmaları için adrenalin oto enjektörü reçete edilebilir ve kullanımı öğretilebilir.

Acil durumlarda bilinç kaybı da olabileceği düşünülerek çalışanların acil durum künyeleri taşımaları sağlanabilir.

Çalışanların sağlık kayıtlarının düzenli tutulması ve acil başvuru anında ilgili sağlık kuruluşundaki hekimlerin ulaşabilmesi sağlanması da önemlidir.

Hafif alfa-gal alerjik semptomlar genellikle bir antihistaminik ilaçla tedavi edilir.

Daha şiddetli reaksiyonlar kas içi adrenalin enjeksiyonu ile tedavi edilir ve acil serviste ek tedaviler gerektirebilir.

Sonuç olarak gelişen allerjik bir reaksiyon olduğu için acil şartlarda diğer allerjik reaksiyonlarda olduğu gibi çalışanın anlık şikayetleri ve sağlık durumuna göre tedavi edilir.

EK KAYNAKhttps://jamanetwork.com/journals/jama/fullarticle/2812935

Kişisel Yorumum

Bu hastalıkta temel tıbbi bilgilerimizle çelişen hususlar var;

İlk olarak, IgE’ nin aracı olduğu diğer alerjik tepkiler, antijenle karşılaştıktan sonra dakikalar içinde gelişirken Alfa-gal sendromunda belirtiler et yendikten 4-6 saat sonra ortaya çıkmaktadır.

Diğer önemli durum da antijenin protein değil bir karbonhidrat olması ve duyarlılığın kene ısırığı ile oluşması da bir tuhaf iştir.

⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️

İleri Düzey Tıbbi Bilgi Okumak İsteyenler İçin

Dikkat – Aşağıda yer alan bilgiler

Esra Yücel1(İD), Zeynep Tamay1(İD)

İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, Çocuk İmmünolojisi ve Allerji Bilim Dalı, İstanbul, Türkiye http://chrome-extension://efaidnbmnnnibpcajpcglclefindmkaj/https://www.tr.cocukenfeksiyondergisi.org/upload/documents/2020-01/2020-14-1-001-004.pdf

Kene Isırığı ile İlişkili Yeni Bir Hastalık: Alpha-Gal Allerjisi” Makalesinden alıntılanmıştır.

Anti-gal antikoru, spesifik olarak Gal(alfa)1-3Gal(beta)1-4GlcNAc-R molekülü (kısaca “alfa-galaktosil epitopu”) ile etkileşir.

Yapılan çalışmalar, kene ısırığı sonrası vücuda kan yoluyla giren alfa-gal şekerinin, anti-gal isimli bir antikorun üretimini tetiklemesi sonucu alerjik reaksiyonun geliştiğini göstermektedir.

Alfa-gal oligosakkaridine karşı üretilen IgM, IgG ve IgE antikorları farklı reaksiyonlara neden olur. Alfa-gal sendromu reaksiyonlarını IgE oluşturur. Kenenin ısırığında alınan Th2-tetikleyici reaksiyonu IgE reaksiyonunu değiştirdiği ve Alfa-Gal Sendromu’nu neden olduğu düşünümektedir.

Alfa-gal sendromu oluşumu sadece memeli eti tüketmek ile olmaz, kene tarafından ısırılma şarttır.

Sonrasındaki reaksiyon IgM antikorunun, bir diğer memeli hayvandan gelen eti “yabancı madde” olarak algılayıp reddetme reaksiyonudur. Bu sebeple sorun sadece sadece alerjik reaksiyon değildir. Hayvandan insana doku, organ nakillerinde de (ksenotransplantasyon) zorluk çıkarır.

ALPHA GAL-ALLERJİSİNDE KLİNİK BULGULAR ve TANI

Alpha-Gal allerjisi iki ayrı klinik bulguya yol açmaktadır.

Bunlardan birincisi setuksimabın ilk infüzyonunda dakikalar içinde görülen fatal olabilecek erken tipte IgE aracılı sistemik aşırı duyarlılık reaksiyonudur.

Diğeri ise kırmızı et tüketimini takip eden 2-5 saat içinde başlayan, daha çok bulantı gibi gastrointestinal semptomlar, özellikle palmar bölgede ya da yaygın kaşıntı, ürtiker ve anafilaksi şeklinde ortaya çıkan geç tipte IgE aracılı sistemik reaksiyonlardır.

Hastaların çoğunda belirtilerin ortaya çıkışından yaklaşık 15 gün-1 ay öncesinde kene ısırığı öyküsü mevcuttur. Egzersiz gibi bazı kofaktörler, tüketilen etin pişirme şekli, tüketilen miktar, böbrek, dalak gibi sakatat ürünlerinin tüketilmesi de semptomların ortaya çıkış zamanını etkileyebilmektedir.

Bu hastalarda genellikle tüm kırmızı etler ile belirti olması beklenmekte olup, tavuk ve balık gibi diğer etler ile reaksiyon gelişmemektedir.

Bazı hastalarda tüketilen etin hayvanın hangi kısmına ait olduğuna bağlı olarak antijen miktarının daha fazla ya da az olması ile ilişkili sadece kaşıntı ve ürtiker gibi hafif semptomlar da olabilmektedir.

Kırmızı etin sindirimi, Alpha gal’in sistemik dolaşımda şilomikronlar ve VLDL ile taşınması için bir süre geçmesinin gerekmesi ve önceden kene ısırığı ile duyarlılık gelişmiş bireylerde VLDL üzerinde taşınan Alpha gal’in mast hücrelerini aktive ederek IgE aracılı geç reaksiyonu başlatması kırmızı et tüketimi sonrası neden geç reaksiyon geliştiğini açıklamaktadır.

Tanı için koyun, dana, domuz eti gibi kırmızı etlerin kendisi ya da ticari ekstratları ile yapılan deri delme testlerinde ya negatiflik saptanmakta ya da küçük (2-4 mm) kabarıklık gözlenmektedir.

Bu alerjenlere karşı bakılan spesifik IgE değerleri de çoğunlukla negatiftir ve tanısal değildir.

Tanı için setuksimab ile yapılan deri delme testi, intradermal test ve kandan Alpha gal spesifik IgE tayini daha spesifik testlerdir.

Yapılan bir çalışmada Alpha gal Spesifik IgE’nin 5.5 kU/L üzerinde saptanması Alpha gal allerjisini %95’in üzerinde bir oranda öngörmektedir.

Alpha gal allerjisini doğrulamak için yapılacak kırmızı et ile besin yükleme testi için standart bir protokol olmamakla birlikte özellikle geç reaksiyon beklendiğinden hastanın uzun süreli gözlenmesi önerilmektedir.

Aşılar

Özellikle Alpha gal allerjisi olan kişilerde sığır jelatini içeren aşılar ile aşılama sonrası reaksiyon bildirilmiştir. Bu reaksiyonların çoğu hidrolize jelatin içeren Varicella Zoster aşısı (Zostavax) sonrası olmuştur.

Prostetik Kalp Kapakları

Sığır ya da domuz kaynaklı biyoprostetik kapak implantasyonu sonrası akut allerjik reaksiyon ile komplike olan olgular bildirildiği gibi erken dönemde kapak yetersizliği ve kapak deformasyonu gelişen Alpha gal allerjisi olan olgular da bildirilmiştir. Bu nedenle Alpha gal içermeyen biyoprostetik kapak geliştirmek için çalışmalar yapılmaktadır.

İdiyopatik Anafilaksi

Yapılan bir çalışmada idiyopatik anafilaksili olguların %9’unda Alpha gal allerjisi saptanmıştır. Kırmızı et tüketimi sonrası semptomların geç başlaması ve hastanın gelişen semptomlarını bununla ilişkilendirmemesi, kene ısırığı öyküsünün sorgulanmaması ya da hastanın bu ayrıntıyı hatırlamaması bu hastaların idyopatik anafilaksi olarak değerlendirilmelerinin en önemli sebeplerindendir. Bu nedenle idiyopatik anafilaksi ayrıcı tanısında Alpha Gal allerjisi de mutlaka düşünülmelidir.

TARİHÇE

Alpha gal allerjisinin tanımlanması bazı epidemiyolojik gözlemlerin sayesinde gerçekleşmiştir.

İlk kez 2004 yılında metastatik kolorektal kanser tedavisinde kullanılmak üzere geliştirilmiş Epidermal Büyüme Faktörü Reseptörü (EGFR)’ne karşı monoklonal antikor olan Cetuximab araştırmaları sırasında ilacın ilk infüzyonundan dakikalar sonra gelişen anafilaksi vakalarının özellikle Amerika Birleşik Devletleri (ABD)’nin güneydoğu eyaletlerinde sık olduğu gözlendi.

Bunun üzerine yapılan araştırmalarda bu vakalarda ilaç infüzyonu öncesinde de ilaca karşı spesifik IgE antikorlarının mevcut olduğu gösterildi ve ileriki yıllarda Cetuximab’ın glikolizasyon mekanizması, ilacın α1,3-galaktozil rezidüleri içerdiği ve Cetuximab’a karşı oluşan bu spesifik IgE’nin aslında Cetuximab’ın ağır zincirindeki Fab bölgesindeki α1,3 galaktoz oligosakkarit rezidülerine karşı geliştiği keşfedildi.

Aynı tarihlerde ABD’nin yine güneydoğu eyaletlerinde özellikle açık hava etkinliği yapan kişilerde tekrarlayan yaygın ürtiker, anjiyoödem ve anafilaksi görüldüğü ve bu kişilerin ortak özellik olarak reaksiyonlardan 3-5 saat öncesinde kırmızı et tükettikleri gözlendi.

Bu hastaların ilginç olarak hem ticari alerjen ekstratları, hem de pişmiş ve çiğ dana, koyun ve domuz eti ile yapılan deri delme testleri ile aynı zamanda spesifik IgE düzeyleri negatif saptamıştı.

Karl Landsteiner 1936’da insanlarda non-primat hayvanların kan grubu antijenlerinde bulunan ‘B-Like’ oligosakkaritlere karşı antikor olduğunu göstermişti.

Bu antijenin Alpha gal ile eş yapıda olduğunun bulunması ve Alpha gal’in non-primat memelilerin et ve dokularında bulunduğunun gösterilmesi, bu nedeni açıklanamayan aşırı duyarlılık reaksiyonlarının tanımlanması için gerekli ipuçlarından en önemlisini sağlamış oldu.

Yukarıda bahsedilen iki farklı klinik bulgunun benzer coğrafik bölgede gerçekleşmesi nedeniyle araştırıcılar bu hastaların serumlarında Alpha gal duyarlılığını incelediler. Hastaların Alpha gal spesifik IgE değerlerinin anlamlı olarak yüksek olduğunu ve aynı zamanda kırmızı ette bulunan 7 tip Alpha gal spesifik epitoptan 4’ünün pişirilme ile kaybolmadığını gösterdiler.

İlk kez 2009’da Avustralya’dan yayınlanan bir makalede kırmızı et allerjisi ile kene ısırığının ilişkili olabileceği bildirildi.

Bunun üzerine araştırmacılar ABD’de özellikle Rocky Dağları Benekli Ateşi’nin en sık görüldüğü bölgedeki Amblyomma americanum (Lone Star Tick) kenesinin dağılım bölgesi ile kırmızı et ve Cetuximab’a karşı reaksiyonların görüldüğü bölgelerin de aynı olduğunu gözlemlediler. Bu cins keneler ile ısırılan kişilerde Alpha gal spesifik IgE artışının saptanması kene ısırığı ile kırmızı et allerjisi ilişkisini ortaya koydu.

ABD’dekinden farklı cins keneler ile; Avustralya’dan Ixodes holocyclus, Avrupa’dan Ixodes ricinus, Panama’dan Ambylomma cajennense kenelerinin ısırması sonrası gelişen kırmızı et allerjisi olan olgular bildirildi.

Yapılan bir çalışmada Ixodes ricinus cinsi kenenin gastrointestinal sisteminden Apha gal alerjeni izole edildi.

ABD’de Lyme hastalığının başlıca vektörü olan Ixodes scapularis kenelerinin Alpha gal’e karşı spesifik IgE oluşturmadığı gösterildi.

Ülkemizden de Alpha gal allerjisi olan vakalar bildirildi.

Bu vakaların özellikle Ixodes ricinus’un baskın kene türü olduğu Orta Karadeniz bölgesi illerinden Ordu ve Giresun’da kene ile sokulma öyküsü mevcuttu.

Yakın zamanda yapılan bir çalışmada ‘Apha gal knock out’ fare modelinde kene tükürüğünün subkutan uygulanmasının Alpha gal spesifik IgE oluşumu için yeterli antijenik uyarıyı sağladığı gösterildi ve bu sayede Alpha gal allerjisinde duyarlılığın gelişmesi için kene ısırığının en önemli yol olduğu kanıtlanmış oldu.

Son yıllarda kene dışı parazitlerin (örn. helmintler) yol açtığı Alpha gal duyarlılığının immünomodülatuar etkisi olduğu ve regülatuar T (T reg) hücre artışı ile allerjik yanıtın azalmasını sağladığı gösterilerek bu durumun ‘hijyen hipotezi’ ile örtüşebileceği ifade edildi.

İnsan kan grubu antijenleri ile Alpha gal’in benzer homolog yapısı olması nedeniyle yapılan bir çalışmada Alpha gal allerjisinin özellikle Anti B antikoru mevcut olan O ve A kan grubu kişilerde daha sık görüldüğü bildirildi.

⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️

Dr Mustafa KEBAT

Tetkik OSGB İş Sağlığı ve Eğitim Koordinatörü

Sınırlı Sorumluluk Beyanı:
Web sitemizin içeriği, ziyaretçiyi bilgilendirmeye yönelik hazırlanmıştır. Sitede yer alan bilgiler, hiçbir zaman bir hekim tedavisinin ya da konsültasyonunun yerini alamaz. Bu kaynaktan yola çıkarak, ilaç tedavisine başlanması ya da mevcut tedavinin değiştirilmesi kesinlikte tavsiye edilmez. Web sitemizin içeriği, asla kişisel teşhis ya da tedavi yönteminin seçimi için değerlendirilmemelidir. Sitede kanun içeriğine aykırı ilan ve reklam yapma kastı bulunmamaktadır.

Daha Fazla