HESPERİDİN (P vitamini)

Vücudumuzda stokinler bulunur. bunları bağışıklık hücrelerine haber veren haberciler olarak görebiliriz.

🩸 Sitokinler, hücre işaretlemesinde önem taşıyan geniş ve gevşek küçük protein kategorileridir. Hücreler tarafından serbest bırakılır ve diğer hücrelerin davranışını etkiler ve bazen hücrenin kendisini serbest bırakır. Kemokinler, interferonlar, interlökinler, lenfokinler, tümör nekroz faktörü, ancak genellikle hormonlar veya büyüme faktörleri (bazı terminolojik örtüşmelere rağmen) olmayan pek çok Sitokin türü vardır. Tüm bu tip sitokinler, makrofajlar, B lenfositleri, T lenfositleri ve mast hücreleri gibi bağışıklık hücrelerinin yanı sıra endotel hücreleri, fibroblastlar ve çeşitli stromal hücreler de dahil olmak üzere geniş bir hücre yelpazesi tarafından üretilir; Verilen bir sitokin birden fazla hücre türü tarafından üretilebilir.

Eğer sitokinler çok fazla/hızlı çalışırsa inflamasyona, dolayısıyla hasara neden olur. Yani her şeyde olduğu gibi sitokinlerin de fazlası zararlıdır.

HESPERİDİN: NF-κB, IL-1B, TNF-a, Beclin-1, LC3A ve LC3B düzeylerini azaltarak anti-inflamatuar etkiyi sağlar.

HESPERİDİN: Anti-otofajik bir flavonoidtir. Nörotoksisitede de, endometrioziste de, damarlarda ki endotel hasarda da apoptozun mRNA transkript seviyelerini ve kaspaz-3, Bax, Bcl-2, PERK, IRE1, ATF6 ve GRP78 seviyelerini düşürür.

Hücreler belirli zamanlama çerçevesinde ölür, parçalanır, apoptoza, otofajiye uğrar. Fakat inflamasyon ve toksisite sağlam hücrelerin de ölmesine neden olur.

Bazı hastalıklar üzerine yapı araştırmalarda Hesperidin (P vitamini) kullanarak alınan sonuçlar eşliğinde vücudumuza nasıl katkıları var inceleyelim.

1 – Metotreksat’a Bağlı Bağırsak Geçirgenliği

Yüzyılımızın en büyük tıbbi sorunlarından birisi aşırı geçirgen bağırsak sendromudur.

Maalesef, yaşanan bir çok sağlık sorununun arka planında sebep olmasına rağmen kişinin yaşam tarzı ve beslenme alışkanlıkları sebebi ile düzeltilmesi çok zordur. Parkinson, Diyabet, Haşimato, Egzama, Ürtiker, Sedef, MS gibi bir çok hastalıkta kök nedenlerden biridir.

Bağırsak geçirgenliği: En basit tarifi ille bağırsaktan kana geçmemesi gereken maddelerin, bağırsak duvarındaki hasar nedeni ile kana geçmesi ve bu yabancı maddelerin;

  • İnflamasyon
  • Otoimmun tepki ve buna bağlı hastalıklar
  • Organ hasarları
  • Nöroinflamasyon gibi sorunlara yol açmasıdır.

Aşırı geçirgen bağırsak sendromunda bu geçirgenliğe;

  • Beslenme bozuklukları
  • Tarım ilaçları, ağır metaller
  • Stres, radyasyon
  • Paketli gıdalar – İşlenmiş Gıdalar
  • Gluten, lektin, histamin, laktoz
  • Ve bazı AŞILAR ve İLAÇLAR neden olur.

İlaçlara en tipik örnek, Kanser, Romatoid artrit, Ankilozan Spondolit, ürtiker, Egzama, Sedef, gibi hastalıklarda sık kullanılan METOTREKSAT‘ dır. (Bu ilacı özellikle seçme nedenim yapıllan çalışmada tipik bir örnek olması sebebiyledir.)

Metoteraksat, bağırsak duvarında hasara neden olur. Bu hasar ile bağırsak duvarında inflamasyon başlar. Ve dolaylı olarak toksinlerin, bakteri parçalarının kana geçmesine neden oluyor.

Yapılan çalışmada metotreksat sonrası kullanılan hesperidin, hem bakterilerin büyüme hızını düşürmüş hemde kana geçişini durdurmuştur. Bunu bağırsak duvarında ki hasarı önleyerek yapmıştır.

⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️

2 Testis Hasarı (iskemi/kan akışı zayıflığı nedeniyle)

Kan akışı zayıflığı nedeniyle dokularında yeterli beslenme olmayınca hasar almaya başlayan testislerde hesperidin verilmesi sonucu hasarIn azaldığı görülüyor. Doza bağlı olarak hasar daha çabuk onarılıyor.

Merak edenler için araştırmanın linki:

https://plu.mx/plum/a/?doi=10.5114/aoms.2015.47697

⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️

3 – Endometriozis

Endometrisis, rahim içini döşeyen endometrium dokusunun rahmin dışındaki başka bir bölgede büyümesi sonucu gelişen ve ağrılı seyreden bir hastalıktır.

Endometriozis en sık olarak yumurtalıklar, fallop tüpleri ve pelvisi örten dokuda görülür.

Yapılan çalışmada:

Yine 3 grup oluşturulmuş.

1- Sadece Endometriozis oluşturulan fareler,

2- Endometriozis + Ayva jeli kullanılanlar,

3- Endometriozis + Ayva jeli + hesperidin verilen fareler.

🩸 AYVA JELİ: 10 adet ayva çekirdeği 10 cc su da bir gece bekletilip elde edilen jel kıvamında ki sıvı kullanılıyor. Ayva tatlısı yapanlar dikkat etmiştir. Ayva tatlısına kırmızı rengi vermesi için kaynarken tencereye ayva çekirdeğide atılır. Bu sırada elinizde tuttuğunuzda çekirdeğin üzerinin kaygan jel gibi olduğunu hissedersiniz. Bu çalışmada işe yarayan o jel kıvam. Hesperidinle birlikte kullanmışlar.

Yapılan çalışmada elde dilen sonuç:

🔸Sadece Endometriozis oluşturulan farelerde hastalığın aşamaları kaydedilmiş. Tedavi verilmedi için iyileşme görülmemiş.

🔸Endometriozis + Ayva jeli kullanılanlarda hastalığın seyrinde dikkate alınır bir değişiklik olmamış.

🔸Endometriozis + Ayva jeli + hesperidin verilen farelerde, endometriosise bağlı doku değişiminin az olduğunu ve gelişen hasarın da önlendiği görülmüş.

Ayrıca hücre içerisinde Mitokondriyal hasarı da önlediği tespit edilmiş.

İltihaplanmayı önleyip uterus (Rahim) mukozasını onardığı görülmüş.

Merak edenler için araştırmanın linki:

https://mdpi.com/1420-3049/28/16/5945

⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️

4 – Pestisit – Tarım ilacı “ABAMECTIN”

Bu ilaç tarımsal üretimde çok sık kullanılan böcek ilacıdır. Aklınıza gelecek bir çok bitkide kullanılır.

Maalesef bitkilerden arındırılması zordur ve öyle ya sa böyle bunu vucuda alırız

Pestisitler: Mide, bağırsak ve damarlarda hasara neden olur .

Yapılan çalışmada:

Birinci grup fareye sadece Abamectin veriliyor,

İkinci gruba Abamectin + 100 mg /kg oral yoldan hesperidin verilmiş.

Üçüncü gruba Abamectin + 200 mg /kg oral yoldan hesperidin verilmiş.

Yapılan çalışmada elde dilen sonuç:

🔸Sadece Abamectin verilen birinci grupta aşırı oksidasyon ve hasar var. Ayrıca TNF-a (tümör nekroz), interlökin 1B (IL-1B), inflamasyon ilişkili NF-kB artmış.

🔸Abamectin + 100mg hesperidin verilen ikinci grupta (ilk grupta yükseldiği tespit edilen) inflamatuarların bir miktar azaldığı gibi antioksidan seviyesinde artış olduğu görülmüş.

🔸Abamectin + 200mg hesperidin verilen üçüncü grupta ise(ilk grupta yükseldiği tespit edilen) oldukça inflamatuarların azaldığı gibi antioksidan seviyesinde ciddi artış görülmüş.

Merak edenler için araştırmanın linki:

https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/2889200

⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️

5 – MULTİPLE SKLEROZ (MS)

MS Hastalığı: CD4 + T helper (Th1) ve Th17 (Vücutta yabancı maddeleri bulup saldıran askerler – Antikor ve T Hücresi) hücrelerinin nöronların uzun kısmını kaplayan miyelin kılıflarını yabancı olarak algılaması ve sonrasında yaptığı saldırı ile meydana gelen hasar sonucu oluşur.

🩸 Nöronlar bir birine (elektrik kablolarının elektriği iletmesi gibi) bilgi iletir.

🩸 Miyelin kılıfları elektrik kablolarını izolasyon amacı ile çepeçevre kaplayan plastik gibi düşünebilirsiniz. Eğer bu plastik aksam olmazsa bilgiler çok geç iletilir, elektriksel bozulma olur. Th17 gidip bu plastiği parçalıyor.

Yapılan çalışmada elde dilen sonuç:

Hesperidin verilen deneklerde Th1 (IL-17 ) ve IL-6 önemli ölçüde azalıyor dolayısı ile nöro inflamasyon azalıyor ve MS’in semptomları geriliyor.

Merak edenler için araştırmanın linki:

https://pubmed.ncbi.nlm.nih.gov/27912911/

⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️

6 – Florür Toksisitesi

FLÖRÜR’ün fazlası özellikle EPİFİX Bezi başta olmak üzere beyinde toksisiteye neden olabilen bir moleküldür. Bu sebeple diş macunları dahil çok az miktarda kullanılır. İçme sularına ve daha bir çok yere ve her zaman kabul edilen aralıkta ilave edilir. Lakin hesaba katılmayan ve insanların dikkat etmediği husus; bir çok yerden yasal sağlık sınırında aldıklarını düşünürler de vücuda alınan toplam miktarı hiç hesaba katmazlar. (Bu hususu sağlığınız için siz araştırın yada ileride yayınlayacağımız yazılarda okuyabilirsiniz)

Florür, beyinde lipid peroksidasyonunu artırır ve SOD, CAT ve GPx aktivitelerini ve GSH seviyelerini ise azaltır. Bu süreç berrak düşünme, odaklanma ve hafızayı zayıflatacak oksidasyon, inflamasyon demektir.

🩸 Peroksidasyon, yağların bileşimlerindeki doymamış moleküllerin yükseltgenmesi ile bozulmasına denir.

🩸 Süperoksit dismutaz (SOD)ROS ve süperoksit anyon radikallerine karşı en önemli antioksidan savunma sistemidir. SOD bir süperoksit radikalini O2 molekülüne yükseltgeyip, diğer bir süperoksit radikalini ise daha az reaktif bir molekül olan hidrojen perokside (H2O2) indirgenmesini katalize eder.

🩸 Katalaz (CAT), Mitokondriden sitozole geçen H2 O2 ’in detoksifikasyonu peroksizomlar tarafından sentezlenen CAT enzimi tarafından gerçekleştirilir. PMitokondriden sitozole geçen H2 O2 ’in detoksifikasyonu peroksizomlar tarafından sentezlenen CAT enzimi tarafından gerçekleştirilir.

🩸 Glutatyon (GSH), hücrelerde serbest radikal temizleyici ve detoksifiye edici bir ajan olarak görev yapan bir antioksidandır. Hücresel proliferasyonda, hücre bölünmesinde ve farklılaşmasında görevleri vardır ve aynı zamanda oksidatif stres sırasında saptanan en yaygın metabolittir.

🩸 Glutatyon Peroksidaz (GPx), Mitokondri ve bazen de sitozolde hidrojen peroksidi suya parçalayan önemli bir antioksidandır. Çoğu zaman aktivitesi selenyuma bağlıdır. Bu nedenle selenyuma bağlı olan – GPx ve selenyuma bağlı olmayan – GPx olarak ayrılabilir.

🩸 Glutatyon sentaz (GSS),  Glutatyon oluşumunda ikinci önemi enzimdir. Gama-glutaminsistein ve glisin glutatyon oluşturmak üzere yoğunlaşmasını katalize eder . Glutatyon sentaz aynı zamanda güçlü bir antioksidandır.

Yapılan çalışmada oral olarak (ağızdan) kullanılan hesperidin lipid peroksidasyonu azaltıp, SOD, CAT, GPx ve GSS seviyelerini artırmış, inflamasyonu önlemiştir.

Merak edenler için araştırmanın linki:

https://acikerisim.aksaray.edu.tr/xmlui/handle/20.500.12451/9294

⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️

7 – Egzersiz Sonrası Oksidasyon

Egzersiz esnasında daha fazla oksijen ihtiyacı oluşur ve sebeple daha fazla kan/oksijen akımı olur. Bu esnada serbest oksijen radikalleri meydana gelir ve oksidasyona sebep olur. Yapılan çalışmada hesperidinin bu serbest radikalleri engellediği görülmüş.

Merak edenler için araştırmanın linki:

https://pubmed.ncbi.nlm.nih.gov/35889917

⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️

8 – Diyabet, Hipertansiyon, Kolesterol, Trigliserit

Diyabet, Hipertansiyon, Kolesterol, Trigliserit ve benzeri metabolik hastalıklar üzerine yapılan hesperidin çalışmasında kontrol grubuna göre Hesperidin verilenlerde;

  • Açlık glikoz,
  • İnsülin,
  • Total kolesterol,
  • Trigliserit,
  • Düşük yoğunluklu lipoprotein kolesterol,
  • CRP
  • TNF-a düştüğü görülmüştür.

Merak edenler için araştırmanın linki:

https://pubmed.ncbi.nlm.nih.gov/31844967

⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️

SONUÇ

Sağlığı korunması ve tedavi amacı ile bitkiler yüzyıllardır hastalıkların tedavisinde kullanılır. Hesperidin narenciyelerin kabukları ile etli bölgeleri arasındaki beyaz kısımdan elde edilir. Bir de kurutulmuş nanede bulunur.

Tedavi amaçlı günlük 1000 mg kadar HESPERİDİN almak gerekir. Elbette bunu narenciye (Mandalin, limon vb gibi) almak mümkün değil. (1000 mg Hesperidin için 10 kg portakal kabuğu gerekli) bu sebeple saflaştırılmış kapsüller şeklinde bulunur.

Yukarıda verilmiş olan araştırma sonuçlarını değerlendirdiğimizde, Hesperidin vücudumuz için oldukça önemli. Kuru Nane, narenciye yanı sırra hekiminizin onayı ile ek destek almanızda fayda var.

Dr Mustafa KEBAT

Tetkik OSGB İş Sağlığı ve Eğitim Koordinatörü

Sınırlı Sorumluluk Beyanı:
Web sitemizin içeriği, ziyaretçiyi bilgilendirmeye yönelik hazırlanmıştır. Sitede yer alan bilgiler, hiçbir zaman bir hekim tedavisinin ya da konsültasyonunun yerini alamaz. Bu kaynaktan yola çıkarak, ilaç tedavisine başlanması ya da mevcut tedavinin değiştirilmesi kesinlikte tavsiye edilmez. Web sitemizin içeriği, asla kişisel teşhis ya da tedavi yönteminin seçimi için değerlendirilmemelidir. Sitede kanun içeriğine aykırı ilan ve reklam yapma kastı bulunmamaktadır.

Daha Fazla

HOMA-IR

HOMA-IR – ”Homeostatic Model Assessment” ”İnsülin Direncinin Homeostatik Modeli Değerlendirmesi”

İnsülin direnci, kas, yağ ve karaciğerdeki hücrelerin pankreas tarafından üretilen insüline iyi yanıt vermemesi sonucu bu hücrelerin kandan glikozu kolayca alamaması ve kan şekerini kontrolde tutamaması durumudur.

HOMA-IR vücuttaki insülin direncini ölçmek için kullanılır. Açlık glikoz ve açlık insülin seviyelerinden hesaplanır.

HOMA-IR = Açlık kan şekeri x Açlık insülin değeri ÷ 405

Yetişkinlerde normal açlık kan şekeri değeri 70 – 100 mg/dl

Yetişkinlerde normal açlık insülin değeri 2.0 – 24.9 uIU/mL

HOMA-IR (2.5 altı olmalı)

ÖRNEK:
Açlık glikoz 90 (70 – 100 mg/dl aralığında olduğu için normal diyoruz.)
Açlık insülin 15 ( 2.0 – 24.9 uIU/mL aralığında olduğu için normal diyoruz.)

İki değer de normal. Şimdi HOMA-IR yi hesaplayalım:

HOMA-IR = Açlık kan şekeri x Açlık insülin değeri ÷ 405

HOMA-IR = 90 × 15 ÷ 405

HOMA-IR = 1350 ÷ 405

HOMA-IR = 3,333

Dikkat edin. Kan şekeri 90 normal, İnsülin 15 normal olmasına rağmen HOMA-IR değeri 3,333

Eğer HOMA-IR 2.5 üzeri ise insülin direnciniz var demektir.

Genel olarak 5 yıldan fazla süren insülin direnci üç ana hastalığa yol açar.

  1. Diyabet
  2. Kalp hastalığı
  3. Hipertansiyon

İnsülin Direncinin En Sık 3 Belirtisi

  1. Bel bölgesinde yoğunlaşan kontrolsüz kilo alma
  2. Yorgunluk & bitkinlik & terleme atakları (hiperglisemi/hipoglisemi döngüsü)
  3. Sık sık yeme isteği, gece uykudan kalkıp atıştırıp geri yatma isteği

Kesin Tanı: Basit bir kan incelemesinde HOMA değerine baktıracaksınız.

Tedavi: Günde 100 gr’ın altında karbonhidrat tüketmeniz yeterli olacaktır.

Dr Mustafa KEBAT

Tetkik OSGB İş Sağlığı ve Eğitim Koordinatörü

Sınırlı Sorumluluk Beyanı:
Web sitemizin içeriği, ziyaretçiyi bilgilendirmeye yönelik hazırlanmıştır. Sitede yer alan bilgiler, hiçbir zaman bir hekim tedavisinin ya da konsültasyonunun yerini alamaz. Bu kaynaktan yola çıkarak, ilaç tedavisine başlanması ya da mevcut tedavinin değiştirilmesi kesinlikte tavsiye edilmez. Web sitemizin içeriği, asla kişisel teşhis ya da tedavi yönteminin seçimi için değerlendirilmemelidir. Sitede kanun içeriğine aykırı ilan ve reklam yapma kastı bulunmamaktadır.

Daha Fazla

Hangi vitamin hangisi ile kullanılmaz ?

⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️

DEMİR – KALSİYUM beraber alınmaz.

Kalsiyum demiri engeller.

Ayrıca gıdalardaki kalsiyum ve fitatlar da engeller.

Bu sebeple Demir ilacı / demir preparatları ile yemek arasında 4-5 saat olmalı. (Tercihen gece yatmadan aç alınmalı. Akşam 20.00 de son öğünden 4 saat sonra gece 24.00 de. Böylece sabaha kadar da yeme içme olmadığı için tam emilme olur.)

⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️

ÇİNKO-BAKIR beraber alınmaz.

Her ikiside aynı reseptöre bağlanır ve bakır baskın gelerek çinkoyu engeller.

Bakır aynı zamanda şampuanlarda çok kullanılan B5 (pantotenik asit) vitamini de engeller.

Maalesef sadece ikisinin bir arada olduğu tablet bile var. Alırken dikkat edin.

⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️

SELENYUM ve BAKIR bir arada kullanmaz.

Selenyum engellenir. C vitamini selenyum etkisini artırır..

⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️

MİDE İLAÇLARI ile Demir, Çinko, Magnezyum, B12 arasında 5 (beş) saat fark olmalı.

Bunların emilimi için mide asiti gerekli, eğer mide ilacı (PPI, ANTİ-ASİT, H2 antagonisti) kullanıyorsanız vücudunuzda bu vitamin ve mineraller eksilir.

⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️

METFORMİN ➖ B12 beraber alınmaz.

METFORMİN içeren Diyabet /obezite ilaçları B12 emilimini NET ENGELLER

Metformin Bağırsak duvarında (+,-) yönünü değiştirir ve B12 bağırsağa giremez.

METFORMİN kullanımından 8 saat sonra B12 kullanmak gerekir.

⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️

EUTHYROX – LEVITRON ve DEMİR beraber alınmaz.

Levotiroksin içeren hipertiroidi ilaçları ile DEMİR beraber kullanılmaz..

Ama bu kez Demir degil tiroit ilaçlarının emilimi engellenir

Sadece demir değil MİDE İLAÇLARI DA hipertiroidi ilaçlarını engeller.

⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️

ASPİRİNVitamin E, Omega-3, Vitamin K1 ile beraber kullanılmaz.

Vitamin E ve Omega-3 aspirin etkisini artırır, damarlarda sızıntıya neden olabilir. Aspirinle aralarında 7-8 saat fark olmalıdır.

Aspirin K1’in etkisini nötralize eder, K1 bir işe yaramaz, beraber kullanılmazlar.

⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️

E vitamini / Omega-3 ve K vitamini beraber alınmaz

E vitamini ve Omega-3 kanı sulandırırken K vitaminin pıhtılaştırma özelliğini engeller.

⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️

B12, D vitamini, B9, B6, C vitaminleri GECE ALINMAZ.

D vitamini melatonini engelleyerek uykusuzluk yapar. Diğerleri ise enerji metabolizmasına katılarak uykusuzluk yapar.

Yatma saati ile D vitamini arasında 12, diğerleri ile 5 saat fark olmalıdır.

Dr Mustafa KEBAT

Tetkik OSGB İş Sağlığı ve Eğitim Koordinatörü

Sınırlı Sorumluluk Beyanı:
Web sitemizin içeriği, ziyaretçiyi bilgilendirmeye yönelik hazırlanmıştır. Sitede yer alan bilgiler, hiçbir zaman bir hekim tedavisinin ya da konsültasyonunun yerini alamaz. Bu kaynaktan yola çıkarak, ilaç tedavisine başlanması ya da mevcut tedavinin değiştirilmesi kesinlikte tavsiye edilmez. Web sitemizin içeriği, asla kişisel teşhis ya da tedavi yönteminin seçimi için değerlendirilmemelidir. Sitede kanun içeriğine aykırı ilan ve reklam yapma kastı bulunmamaktadır.

Daha Fazla

Ne zaman diyet yapsam ….. oluyor! Ne yapmalıyım?

Bazı kişilerde duyarsınız ne zaman diyet yapsam

  • Şişkinlik, Gaz
  • İshal, karın ağrısı
  • Berrak düşünememe
  • Baş dönmesi
  • Halsizlik
  • Odaklanma sorunu
  • Cilt sorunları
  • Ağız kokusu vb gibi şikayetlerim oluyor derler…

Peki bu durum neden oluyor biliyor musunuz?

Bilmiyorsanız okumaya devam edin…

DİE-OFF SENDROMU

Die-off Sendromu: Mikrobiyotada bulunan bazı maya ya da bakterilerin ölürken dışarı saldığı toksinler ve proteinlere karşı vücudumuzun ortaya çıkardığı reaksiyondur.

Burada mekanizmayı ayrıntılandıralım:

⭐️ Bağırsaklarımızda trilyonlarca bakteri bulunur. Bunun çoğunluğu kalın bağırsaktadır.Kalın bağırsaktaki bu bakterileri aldığımız gıdalarla biz besleriz.Bu bakterilerin bazıları bizim için vitaminler, yağ asitleri vs üretir. Aramızda Kazan = Kazan (Simbiozis) ilişkisi var.

Lakin dünyanın gerçeği iyilerin olduğu her yerde kötüler de var. Dünyanın varoluşundan beri süregelen iyilerle kötülerin savaşı barsaklarda olmaması mümkün mü? Tabi ki barsaklarda da savaş var.

Biz iyileri beslerken tabi ki kötüler de nasibini alıp besleniyorlar. Bunlar beslenirken, örneğin brokoli salatası yediniz parçalayıp sindirirken kalın barsakta bakteriler vasıtası ile belirli gazlar çıkar (Metan, hidrojen). Bu gazları barsaklarımızdan doğal yollarla atarız. Buraya kadar sorun yok.

Örneğin: İnce bağırsağın ilk kısımlarında 1 mililitre sıvı içinde 10(10.000) den daha az bakteri bulunurken kalın bağırsakta ise mililitrede 10‘den (1.000.000.000) daha fazla bakteri yaşar.

İnce bağırsak florasındaki bakteriler gıdaların sindiriminde ve besin maddelerinin emiliminde önemli bir bir rol oynarlar. Ayrıca kısa zincirli yağ asidi sentezi, folat, B12 ve K2 vitamini gibi vitaminlerin sentezini de flora bakterileri yaparlar.  

Peki olurda bu bakteriler kalın bağırsaktan ince bağırsağa geçerse neler olur?

⭐️ İşte o zaman mideden gelen brokoliyi daha kalın bağırsağa geçmeden ince bağırsakta sindiriverir. O zaman gazlar ince bağırsakta oluşur ve karında şişkinlik, gaz olur. Yemekten 45 dakika sonra davul gibi şişeriz. Az da yesek fark etmez sonuç karında şişkinlik.

Kalından ince bağırsağa bakteri geçişine SİBO denir.

SIBO – ”Small Intestinal Bacterial Overgrowth” ”“İnce Bağırsakta Aşırı Bakteri Üremesi” : ince bağırsakta aşırı bakteri üremesi ile karakterize, malabsorbsiyon ve bağırsak geçirgenliği gibi birden fazla semptom ve komplikasyona yol açan bir durumdur.

SİBO Nasıl Meydana Gelir

1-İnce bağırsağın pH seviyesinin dengesi (Midenin asit salgısı, safra kesesi ve pankreasın alkali salgıları) koruyucu rol oynarken pH seviyesin değiştiren en önemli faktör mide asidinin azalmasıdır. (Mide koruyucu olarak bilinen PPİ lerinin kullanımı vb gibi) SİBO oluşumuna neden olur.

2-Bağırsağın boşalmasını ve süpürülerek temizlenmesini sağlayan “göç edici motor kompleks” (MMC) hareketlerinin yapılamaması. Açlık dönemlerindeki bağırsak hareketleri sindirim için değil, mide ve ince bağırsakların “temizliği” içindir. Az az ye sık sık ye ve benzeri teşviklerle sindirim sisteminin dinlenememesi temizlenememesine yol açar. SİBO oluşumuna neden olur.

3-İnce bağırsak ile kalın bağırsak arasında yer alan ve kalın bağırsak içeriğinin ince bağırsağa doğru geriye kaçışını engelleyen ileo-çekal kapağın görevini yapamaması. Kalın bağırsak basıncının normalden fazla artışı ve/veya“göç edici motor kompleks” veya kısaca MMC (Migrating Motor Complex) adı verilen periyodik bağırsak hareketlerinin sayısının azalması ile kalın barsaktan ince bağırsağa geri kaçış olur. (Yeteri kadar sindirilemeyen karbonhidratlar ve proteinler kalın bağırsağa geldiğinde bu gıdalarda kokuşma ortaya çıkar ve geri kaçışa sebebiyet verir. Bu duruma karbonhidrat ve proteinin öğün içinde birlikte alınması, sık beslenme ile hazım süreci bitmeden gelen yeni besinler, midede sindirimi yavaşlatan ilaçlar vb gibi sebep olur.) SİBO oluşumuna neden olur.

4-İmmün mekanizmanın (Bağırsak mukozası hücreleri tarafından salgılanan ve patojenik bakterileri engelleyen bağışıklık hücrelerinden zengin müsin salgısı) yeetersizliği. Otoimmun hastalıkların birçoğunda ve immünsupressif (bağışıklık sistemini baskılayan) ilaçlar ile meydana gelir. SİBO oluşumuna neden olur.

5-Pankreas ve safra salgılarının bakteri üremesini durdurucu (bakteriyostatik) özellikleri yeterli olmadığında. Hastalıklar veya ilaçlar ile bu salgıların veya içeriklerinin etkinliklerinin azalması SİBO oluşumuna neden olur.

Dönelim diyete bağlı gelişen durumlara:

⭐️Her canlı gibi bakteriler de ölümü tadacaktır.

⭐️Bağırsağımızdaki bakteriler de ölür ve sonucunda proteinler, toksinler bağırsağa dağılır ortam asidik halle gelir. Gaz artışı olur. Önce şişkinlik ardından ishal meydana gelir.

⭐️Bu süreçte bağırsak duvarı geçirgenliği artar ve yayılan toksinler bağırsak duvarından geçerek kana karışır.

⭐️Bu sırada vücudun bu bölgedeki ilk savunma hattı bağırsak duvarında bekçlik yapan bağışıklık hücreleri toksinlere saldırır.

⭐️Bu sürece inflamasyon denir. (Enfeksiyon değil) İnflamasyonun başlaması ile kana geçen toksinlerin peşine düşerler.

⭐️Damar duvarları (endotel) hasar görür. Bunların bazıları kan beyin bariyerini geçer ve nörolojik sorunlar meydana gelir.

⭐️Toksinler en çok Karaciğere gelir. Süper antioksidan GLUTATYON bunları yok etmeye başlar. Ardından safra ile bağlanarak atılmaya çalışılır. Lakin GLUTATYON yetmez.

⭐️Tiroit bezleri ve Tiroit peroksidaz etkilenir, cilt bariyeri etkilenir, sinirler etkilenir, hasar alır.

⭐️⭐️ İşte tüm bunlara DİE-OFF SENDROMU denir.

Gelelim diyetimize… haftası dolmadan başlayan bu şikayetlerle diyet bırakırız.

Sağlıklı olmak sağlıklı kalmak aslı amaç olmalı. Bu sebeple her ne maksatla olursa olsun sert, keskin an kilo verme hevesleri ile diyet YAPILMAMALI.

Gluten aniden kesilebilir. Histaminli gıdalar aniden kesilebilir. Lakin karbonhidratı kademeli olarak kesmelisiniz. Aksi halde çarpılırsınız.

Kısa süreli başarı elde ettiğinizi düşünseniz de arka planda vücudunuza özellikle sindirim sisteminize ciddi zarar verirsiniz.

⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️

DİE-OFF ya da başka bir sebeple toksin geçişi olmuşsa ne yapacağız? Toksinleri nasıl engelleyeceğiz?

Örneğin leblebi misali içilen Antibiyotik ve antifungal ilaçlarda bağırsakta bakteri ve mantarları öldürür. (HerxHimer sendromu)

Die-off ya da HerxHimer sendromu: Candida, Ülseratif kolit ve Pan kolit, Crohn, SİBO, Haşimato, Diyabet, Aşırı stresli bir yapı, Gastrit gibi hastalıklarda AŞIRI GEÇİRGEN BAĞIRSAK oluşur.

Sıklıkla kadınların hekim kontrolünde veya kontrolsüz olarak uygulanan Candida tedavisinde de DİE-OFF oluşur.

Biraz da toksinleri temizleyip bağırsak florasının normale dönmesi için ne yapacağız bakalım.

(Aşağıda yer alan bilgiler genel olup hekiminize danışmadan asla kullanmamalısınız)

⭐️⭐️⭐️⭐️ SIVI BENTONİT KİL

Bağırsak ortamında oluşan toksinleri ve bazı ağır metalleri kana geçmeden bağlayıp atar.

Günlük 2 yemek kaşığı kullanmak yeterlidir.

⭐️⭐️⭐️⭐️ HESPERİDİN ve BENFOTİAMİN

Kana geçen toksinlerin endotel hücrelere, sinirlere ve nöronlara zarar vermemesi için Hesperidin (1000 mg /gün) ve Benfotiamin (300 mg /gün)

⭐️⭐️⭐️⭐️ GLUTATYON ve RESVERETROL

Karaciger, böbrek, mitokondri oksidayonunu ve cilt hasarını önlemek için Glutatyon (1000 mg / gün), Resveratrol (600-700 mg / gün)

⭐️⭐️⭐️⭐️ Omega-3 DHA ve EPA formu

Eritrosit dahil hücre zarlarının oksidayonunu önlemek için Omega-3 ( 2000 mg /gün)

⭐️⭐️⭐️⭐️ B12 VİTAMİNİ

Bağırsaklarda ilk emilim sorunu B12 de sonra Demir, Çinko, Magnezyum ve B9 da olur. Diğerleri bir nebze daha emilir fakat B12’nin negatif iyon yükü sebebi ile emilimi direkt kesilir, bunu almak gerek.

⭐️⭐️⭐️⭐️ SU İÇMEK

Kilo ÷ 30 = su/L (7 yaş üzeri için)

Örneğin 70 kg birey için 75 ÷30 = 2.3 Litre su tüketimi şart. Toksinlerin hızlı atılımı için su önemlidir. Fakat suyu 4-5 litre günlük tüketim şeklinde abartmamak gerekir, sodyumu düşürür, elektrolit eksikliği oluşur ve zarar verir.

⭐️⭐️⭐️⭐️ DÜŞÜK EFOR

6-7 gün kadar yüksek efor sarfetmemek, mümkün oldukça dinlenmek önemlidir.

⭐️⭐️⭐️⭐️ BESLENME

Yüksek lifli besinler, yüksek şekerli besinler, baharatlı gıdalar ve süt ürünlerini bir süre tüketmemek gerekli.

Dr Mustafa KEBAT

Tetkik OSGB İş Sağlığı ve Eğitim Koordinatörü

Sınırlı Sorumluluk Beyanı:
Web sitemizin içeriği, ziyaretçiyi bilgilendirmeye yönelik hazırlanmıştır. Sitede yer alan bilgiler, hiçbir zaman bir hekim tedavisinin ya da konsültasyonunun yerini alamaz. Bu kaynaktan yola çıkarak, ilaç tedavisine başlanması ya da mevcut tedavinin değiştirilmesi kesinlikte tavsiye edilmez. Web sitemizin içeriği, asla kişisel teşhis ya da tedavi yönteminin seçimi için değerlendirilmemelidir. Sitede kanun içeriğine aykırı ilan ve reklam yapma kastı bulunmamaktadır.

Daha Fazla

KOŞMAK MI?…TEMPOLU YÜRÜMEK Mİ?

Cevabı baştan vereyim: Tabi ki tempolu yürümek.

Gelelim nedenine..

Anlaşılabilmesi için ”HÜCRE HASARI” nedir onu hatırlayalım.

Hücre hasarının en büyük nedenlerinden biri “İSKEMİ” dir.

İskemi; sıklıkla belirli bir dokudaki kan akışının zayıflaması veya tamamen kesilmesi sonucu dokunun başta oksijen olmak üzere hayati önem taşıyan moleküllere erişiminin engellenmesine bağlı olarak gelişen doku hasarına verilen isimdir.

İskemi ile birlikte;

  • Oksijen
  • Vitamin
  • Mineral
  • Glikoz
  • Aminoasit
  • Yağ asiti vs geçişinin azalıp dokuların beslenmemesidir.

Sistemimiz Nasıl Çalışıyor?

Hücrede Sodyum-potasyum pompası bulunur. Bu pompa 3 tane sodyumu dışarıya atar, 2 potasyum içeriye alır. AMA Bunları yapabilmek için enerji harcar. Yani ATP gerekir..

ATP (enerji) oluşması için ise mitokondriye OKSİJEN gerekir.

🏃‍♀️🏃🏃‍♂️🏃‍♀️🏃🏃‍♂️🏃‍♀️🏃🏃‍♂️🏃‍♀️🏃🏃‍♂️🏃‍♀️🏃🏃‍♂️🏃‍♀️🏃🏃‍♂️🏃‍♀️🏃🏃‍♂️🏃‍♀️🏃🏃‍♂️🏃‍♀️🏃🏃‍♂️🏃‍♀️🏃🏃‍♂️🏃‍♀️🏃🏃‍♂️🏃‍♀️🏃🏃‍♂️🏃‍♀️🏃🏃‍♂️ Koşuyoruz…

Koşarken daha çok enerji lazım. Enerjiyi üreten mitokondri olduğu için enerji santrali mitokondriye daha çok oksijen lazım

Bu durumda oksijeni daha çok alabilmek için solunum sayısı hızlanıyor. Oksijen yetmedikçe daha hızlı nefes alıyoruz. Kısa ve derin olmayan solunumlar başlıyor, Oksijen yetmedikçe Sodyum / potasyum pompası çalışmamaya başlıyor.

Hani 3 sodyum (NA) dışarı atıyordu ya pompa, oksijen yetersiliğinde sodyum (NA) dışarı atamıyor. Sodyum hücrede kalıyor. Bu durumda ne olacak?

Düşünün Sodyum ne yapar? Su tutar. su çeker.

Suyu hücre içine çekiyor.

Koşarken hem terleme hem suyun hücreye çekilmesi olduğunda SUSARIZ.

Su hücre içini şişirmeye başlar. Eyvah ki eyvah. Bu duruma HIDROPİK DEJENERASYON denir.

Hücre şişince içerde miyelin figür denilen fosfolipid yağ parçaları kopmaya başlar. (Bu süreçte halen hücre çeperi saglamdır)

Hücre şiştiği için hücre üzerindeki MİKROVİLLÜSLERDE ve RESEPTÖRLERDE kayıplar olur.

İnsülin reseptörü, D3, Magnezyum, çinko, B12 vb gibi hepsinin reseptörü var.

Hücre kendini kurtarmaya çalışır..

Oksijen olsa oksijenli solunum yapacaktık ama Oksijen yetersiz.

Oksijensiz solunuma yönelir.

Oksijensiz solunumla sadece 2 ATP elde etmek için glikozu yıkmaya başlar.

Oksijensiz solunumda son ürün. LAKTİK ASİT. (Kaslar taş gibi olur, ağrır. Ağır egzersiz sonrası oluşan ağrı)

Adı üstünde laktik ASİT. Hücre pH seviyesi düşer, asidik olur.

Hücre içinde protein üreten bir organel var. RİBOZOM. Bunlar protein üretemez hale gelir.

Protein üretilmeyince yağlar işaretlenip hücre dışına atılamaz. Kötü, çok kötü. Lipid birikimi var. Bu birikim en çok KARACİĞER ve KALP’te olur.

Buraya kadar olanlar. Eğer kısa süreli olursa, oksijen geri gelirse, oksijensiz halde zorlamazsak, geri döndürülebilir.

Diyelimki oksijensizlik devam ediyor.(IRREVERSIBLE) geri döndürülemez hücre hasarı.

İlk bulgu hücre membranı, bütünlüğü bozulur ve duvar çatlar.

İçeriye bol miktarda KALSİYUM girer ve enzimler aktifleşir ve yıkıma başlar. VE HÜCRE ÖLÜR

İLLE DE KOŞACAĞIM DİYORSANIZ

Nefes nefese kalmayın sakın.

Dikkat ederseniz en önemli konu hipoksi. Lakin damarın daralması/bozulması da bir hipoksi nedenidir.

Her yerde parmaktan ölçüm cihazları var. Hatta telefonlarla ble ölçülüyor. Satürasyonum 97 iyiyim diyemezsiniz. Çünkü arka plan var.

Diyelim kılcal damarlarınızda ENDOTEL HASAR var. Ve birçok organı besliyor o kılcallar.

İlk aklımıza gelen organın adı KALP olmalı.

Kalpte dokulara oksijen gitmiyor. Oksimetre isterse 100 göstersin. Kalpteki kılca damarlarıın durumunu GÖSTERMEZ.

Sonra genç kalp krizi geçirdi…!! Çünkü o kadar zorladı ki kendini

DEMİR ya da B12, B9 eksikliğine bağlı ANEMİ.

Özellikle demir eksikliğine bağlı anemide; Eritrosit içerisindeki Hemoglobin yetmiyor ve OKSİJEN TAŞIYAMIYOR. Görüldüğü gibi ANEMİ de önemli.

TRİGLİSERİT – LDL-a

Bunlar damarların içini tıkar. Oksijen yine geçmez. Ve bunların tıkama sebebi ise tükettiğimiz yağlar değil AĞIR KARBONHİDRATLAR

Bu oksijen yetersizliği endotel hasarları sebebi ile BEYINDE de olur ve beyin sisi dahil nörolojik semptomlar oluşur.

Daha Fazla

Hemogram- CBC – Tam Kan Sayımı Değerleri Ne Anlama Geliyor

İşyeri hekiminiz ”sizden bir tam kan sayımı alalım.” dediği zaman kanınızdaki hangi değerleri görmek istiyor? Bu değerlerin düşüklüğü veya yüksekliği ne anlama geliyor? Birlikte inceeleyelim.

Hemogram genellikle 18 parametre olarak istenir ve yapılır.Lakin kan üzerinde daha ayrıntılı bilgi gerektiğinde 24 parametre olarak yapılır.

24 Parametre

WBC, NE%, LYM%, MONO%, EO%, BA%, NE, LY, MO, EO, BA, RBC, HGB, HCT, MCV, MCH, MCHC, RDW_CV, RDW_SD, PLT, MPV, PCT, PDW, PLCR

1. WBC – ”White Blood Count” ”Akyuvarlar“Beyaz küre” ”Lökosit” Kırmızı Kan Hücreleri

Lökositler: Bağışıklık sisteminin bir parçası olup ve vücudun enfeksiyonlarla savaşmasında rol alırlar. Kemik iliğinde üretilir. WBC (Lökosit), toplam kan hacminin yaklaşık %1’ini oluşturur ve nötrofil, lenfosit, monosit, eozinofil ve bazofil olmak üzere beş farklı tipi vardır. 

1 Mikrolitre kan içerisinde, erişkinlerde hem Erkek hem de Kadınlarda 4500 – 11.000 arasında bulunurlar.

Lökositlerin, normal seviyeleri yaşa bağlı olarak bağışıklık sisteminin gelişimi ile birlikte değişiklik gösterir.

0 ila 1 ay: 9.000 – 30.000
2 ila 12 ay: 5.000 – 19.500
1 ila 3 yaş: 6.000 – 17.500
4 ila 5 yaş: 5.500 – 15.000
6 ila 15 yaş: 4.500 – 13.000
15 yaş ve üzeri: 4.000 – 10.000

LÖKOSİT NEDEN YÜKSELİR

  • Bakteriyel enfeksiyon ve iltihaplanmalarda yükselir.
  • Ateş, yaralanma, yanık veya ameliyatlarda yükselir.
  • Gebelikte yükselir
  • Alerjik reaksiyonlarda yükselir.
  • Lupus hastalığında yükselir.
  • Romatoid artritte yükselir.
  • Tiroid Hastalıklarında yükselir.
  • Lösemide yükselir.
  • Obezitede yükselir.
  • Kemik iliği tümörlerinde yükselir.
  • Sigara tüketiminde yükselir.
  • Kalp krizinde yükselir.
  • Doku hasarında yükselir.
  • Kronik böbrek yetmezliğinde yükselir.
  • Tüberkülozda yükselir.
  • Boğmacada yükselir.
  • Yüksek kan şekeri (Şeker koması) yükselir.

LÖKOSİT NEDEN DÜŞER

  • B12, Çinko ve Bakır eksikliği
  • HIV / AIDS
  • Şiddetli enfeksiyon ve iltihaplanmalar
  • Kemik iliği yetmezliği
  • Lenfoma
  • Dalak büyümesi
  • Bazı karaciğer hastalıkları
  • Kemoterapi
  • Bazı antibiyotik ilaçlar
  • Radyasyon tedavisi
  • Sıtma
  • Verem
  • Yoğun alkol tüketimi
  • Beslenme Eksiklikleri

WBC kendi arasında nötrofil, lenfosit, monosit, eozinofil ve bazofil  olmak üzere çeşitlere ayrılır ve kan tetkikinde ayrı ayrı bakılır. Şimdi onlara bakalım:

2. NE % – ”Neutrophil” ”Nötrofil

Nötrofil, özellikle bakteriyel ve mantar enfeksiyonlarına karşı savaşır. Bu enfeksiyonlarda yapımı ve dolayısı ile miktarı artar.

1 Mikrolitre kan içerisinde, yetişkinlerde 1.500 – 7.000  aralığındadır. 7.000’in üstünde ya da 2.500’ün altında yer alan nötrofil değeri riskli olarak kabul edilir. 

Mutlak nötrofil sayısı erişkin harici aralıkları aşağıdaki gibidir.

  • Yeni doğan: 6.000 – 26.000 mcL aralığında
  • 1 haftalık: 1.000 – 10.000 mcL aralığında
  • 6 aylık: 1.000 – 8.500 mcL aralığında
  • Çocuklarda: 1.000 – 8.000 mcL aralığında olmaktadır.

NÖTROFİL NEDEN YÜKSELİR

  • Enfeksiyonlarda yükselir.
  • Bakteri, mantar ve viral durumlarda yükselir.
  • Kalp krizinde yükselir.
  • Sigara ve tütün kullanımında yükselir.
  • Lösemide yükselir.
  • Steroid kullanımında yükselir.
  • Kan naklinde yükselir.
  • Stresde yükselir.
  • Yoğun egzersiz
  • Yaralanmada yükselir.
  • Bazı ilaç reaksiyonlarında yükselir.
  • Down Sendromunda yükselir.
  • Dalağın cerrahi müdahale ile çıkarılmasında yükselir.

NÖTROFİL NEDEN DÜŞER

  • Hepatitte düşer
  • Tüberkülozda düşer
  • Lyme Hastalında düşer
  • Kemoterapide düşer
  • Sepsiste düşer
  • Kemik iliği bozukluğunda düşer
  • B12 vitamini, folat, bakır gibi vitamin eksikliklerinde düşer.
  • Chron hastalığında düşer
  • Kelebek hastalığında (Lupus) düşer
  • Romatoid artritte düşer
  • Aşırı streste düşer
  • Yetersiz beslenmede düşer
  • Sigara ve tütün kullanımında düşer
  • Antibiyotikler ve psikiyatri ilaçlarında düşer.

Nötrofil düşüklüğü 3 farklı seviyede incelenir

Hafif nötropeni: 1.000 – 1.500 mcL

Orta nötropeni: 500 – 1.000 mcL

Ağır nötropeni: 500 mcL’nin altındaki değerlerdir.

3. LY % – ”Lymphocyte” ”Lenfosit”

Lenfosit, kemik iliğinde üretilir, vücudun özellikle viral enfeksiyonlarla savaşında yer alır. Lenfositler beyaz kan hücrelerinin %20 ila %40’ıdır. Lenfositler T Lenfositler ve B Lenfositler olarak iki ana gruba ayrılır.

T lenfosit hücreleri, vücuda giren yabancı maddelere karşı bağışıklık sisteminin tepsini kontrol etmeden etkilidir. Doğrudan tümörlere ya da enfekte olan hücrelere saldırarak onları öldürür.

B lenfosit hücreler, ürettiği antikorlar sayesinde virüsleri, bakterileri hedef alan proteinlerdir. Vücutta doğal olarak bulunan B lenfosit hücreleri, hafıza hücre görevi görerek önceden yer alan antijenleri hatırlar ve ona göre savunma oluşturur.

1 Mikrolitre kan içerisinde, yetişkinlerde 1000- 4800 mcL dir.

Çocuklarda normal değeri 1 Mikrolitre kan içerisinde 3000 – 9500 mcL dir.

LENFOSİT NEDEN YÜKSELİR

  • Hipotiroidizm (tiroid yetersizliği) yükselir.
  • Tüberkülozda yükselir.
  • Hepatitte yükselir.
  • HIV ve AIDS de yükselir.
  • Lçsemi yada lenfoma gibi kan kanserinde yükselir.
  • Frengi (Sifiliz) yükselir.
  • Enfeksiyöz mononükleoz (Öpücük Hastalığı) yükselir.
  • Boğmaca, toksoplazmoz ya da sitomegalovirüs gibi enfeksiyonlarda yükselir.

LENFOSİT NEDEN DÜŞER

  • Romatoid Artrit gibi otoimmün hastalıklarda düşer.
  • Vitamin ve mineral eksikliğinde düşer.
  • Kanser tedavisinde uygulanan ilaçlarla düşer.
  • Böbrek rahatsızlıklarında düşer.
  • Genetik ve kalıtsal hastalıklarda düşer.
  • Multipl Skleroz gibi beyin- sinir hastalıklarında düşer.
  • Kortizonlu ilaç alımında düşer.
  • HIV ve AIDS gibi hastalıklarda düşer..
  • Enfeksiyonllarda düşer.
  • Vücudun lenfosit üretim konusunda yetersiz olmasında düşer.
  • Toksinlerin lenfositleri tok etmesinde düşer.
  • Çölyak, Chron gibi bağırsak hastalıklarında düşer.

4. MO % – ”Monocyte” ”Monosit”

Monosit, Kemik iliğinde üretilir, beyaz hücre sayısının %2 ila %8 aralığında olup, vücuda zarar verebilecek ölü ve hasarlı hücreleri, mikroorganizmaları temizlemekle ve diğer kan hücrelerini uyarmakla görevlidir. Dokularda bulundukları yere göre Makrofaj (yiyici) ve dendritik hücre olarak adlandırılır ve görev yapar.

1 Mikrolitre kan içerisinde, yetişkinlerde 200 ila 800 mcL dir.

MONOSİT NEDEN YÜKSELİR

  • Otoimmün hastalıklarda yükselir.
  • Kan bozukluklarında yükselir.
  • Kanser (lösemi, lenfoma) da yükselir.
  • Kardiyovasküler hastalıklarda yükselir.
  • Enfeksiyonlarda. yükselir.
  • Enfllamatuar bozukluklarda yükselir.

MONOSİT NEDEN DÜŞER

  • Kan enfeksiyonlarında düşer.
  • HIV düşer.
  • Kemoterapi reaksiyonunda düşer.
  • Anemide düşer.
  • Yanık yaralanmalarında düşer.

5. EO % – ”Eosinophile” ”Eozinofil”

Eozinofil, parazitik enfeksiyon, alerjik reaksiyon veya kanser gibi hastalıklarla vücudun savaşmasına yardımcı olan, kemik iliğinde üretilen bir tür beyaz kan hücresidir.

1 Mikrolitre kan içerisinde yetişkinlerde < 500 hücre/mcL dir.

EOZİNOFİL NEDEN YÜKSELİR

  • Akut hipereozinofilik sendromda yükselir.
  • Astım ya da saman nezlesi gibi alerjik bir bozukluklarda yükselir.
  • Otoimmün problemlerlerde yükselir.
  • Bir parazit ya da mantarın neden olduğu bir enfeksiyonlarda yükselir.
  • Çölyak Hastalığında yükselir.
  • Astımda yükselir.
  • Egzemada yükselir.
  • Lösemi ve diğer kan hastalıklarında yükselir.
  • Mikrobik hastalıklarda yükselir.
  • Chron hastalığında yükselir.
  • Kanser türlerinde yükselir.

EOZİNOFİL NEDEN DÜŞER

  • Yoğun strese maruz kalmakla düşer.
  • Vücutta steroid artışı yaşanmasında düşer.
  • Kan şekerinde düşüklüğünde düşer.
  • Alkol zehirlenmesinde düşer.
  • Doğum kontrol hapı kullanımında düşer.
  • Cushing Sendromunda düşer.
  • Östrojen ve kortikosteroid barındıran ilaç kullanımında düşer.
  • Karaciğer problemlerinde düşer.
  • Böbrek hastalıklarında düşer.

6. BA % – ”Basophile” bazofil”

Bazofil, kemik iliğinde üretilerek vücuttaki birçok dokuda yer alır, tüm hücrelerin yaklaşık %1’ini oluşturan beyaz kan hücreleridir.

1 Mikrolitre kan içerisinde yetişkinlerde 0-300 ml de yüksek olması beklenir.

BAZOFİL NEDEN YÜKSELİR

  • Su Çiçeğinde yükselir.
  • Tüberkülozda yükselir.
  • Saman nezlesinde yükselir.
  • Allerjik rinitte yükselir.
  • Romatizmal eklem iltihabında yükselir.
  • Sedef hastalığında yükselir.
  • İnflamatuar bağırsak hastalığında yükselir.
  • Hashimoto tiroiditte yükselir.
  • Hipotirodide yükselir.
  • Lösemide ve Lenfomada yükselir.

BAZOFİL NEDEN DÜŞER

  • Uzun süreli steroid ilaçları kullanımında düşer.
  • Radyasyon ve kemoterapi tedavilerinde düşer.
  • Akut enfeksiyonlarda düşer.
  • Stres reaksiyonunda düşer.
  • Kandaki yüksek tiroid seviyesi (hipertiroid) de düşer.
  • Kalp krizinde düşer.
  • Gebelikte düşer.

7. NE ♯ –

8. LY ♯ –

9. MO ♯ –

10. EO ♯ –

11. BA ♯ –

12. RBC – “Red Blood Cells” ”Alyuvarlar” ”Eritrosit” ”Kırmızı Kan Hücreleri

Eritrositler: kan hücreleri arasında en baskın olanı ve tüm hücrelerin yaklaşık %99’luk kısmını oluşturlar.

Kemik iliğinde üretilir ve içerisinde oksijen taşıyan HGB (hemoglobin) vasıtası ile akciğerlerden vücuttaki her hücreye oksijen taşır.

1 litre kanda

Erkekte 4.35 – 5.65 trilyon

Kadında 3.90 – 5.13 trilyon RBC bulunur. (Tahlillerde trilyon yazmaz, sadece rakamlar yazar)

ERİTROSİT NEDEN YÜKSELİR

  • Temel olarak yetersiz oksijen alımında yükselir (Yakın dönemin çılgınlığı Sürekli maske takmak gibi)
  • Ağır egzersizde yükselir
  • Uyku apnesi olanlarda yükselir
  • Fazla susuzlukta yükselir
  • Kalp, Akciger hastalıklarında yükselir
  • Sigara içenlerde yükselir

Yükselir Çünkü:

  • İçerisinde oksijen taşıyan hemoglobin var. Eğer oksijen alımını engelleyen bir durum varsa Kemik iliği bu açığı kapatmak icin fazladan RBC (Eritrosit) üretir. Aslında amaç hemoglobin sayısını artırmaktır.
  • Aynı mantıkla ağır egzersizde kaslar fazla çalışıp, fazla oksijene ihtiyac duyar ve kemik iliği fazladan RBC (Eritrosit) üretir.
  • Uyku apnesinde kişi uyurken solunumu bazen keser, solunup yapmaz ve dokularında kanında oksijen seviyesi düşer, kemik iliği RBC (Eritrosit) üretir.
  • Vücuda oksijen girişini azaltan tütün ve türevleri (Sigara vb gib) tüketimi arttıkça dokularında kanında oksijen seviyesi düşer, kemik iliği RBC (Eritrosit) üretir.

ERİTROSİT NEDEN DÜŞER

  • Demir, B12, B9, B6 eksikliğinde düşer. (Bunların eksikliği anemi (kansızlık) nedenidir.
  • Folat eksikliğinde düşer.
  • Kadınlarda adet doneminde düşer.
  • Bağırsak sisteminde kanamalarda düşer.
  • Bazı ilaçlarla düşer.
  • Kronik böbrek hastalığında düşer.
  • Kanserlerde düşer.
  • Ülseratif kolitte düşer.
  • Romatoid artritte düşer.
  • Lenfoma ve lösemilerde düşer.
  • Miyelodisplazide düşer.
  • Multipl miyelomada düşer.
  • Kemik iliği hastalıklarında düşer. (Aplastik anemi gibi)
  • Kalıtsal olabilen bazı anemi türlerinde düşer. (Talasemi veya orak hücreli anemi gibi)
  • Gebelikte düşer.
  • Ani ağır kan kaybında düşer.

RBC (Eritrosit) üretilmesi için Demir, Folat, B12, B9, B6 gereklidir.

RBC (Eritrosit) içindeki oksijen taşıyan Hemoglobin (HGB) üretimi içinde demir gerekli. Demir eksikse hemoglobin olmadığı icin RBC de düşer.

13. HGB – ”Hemoglobin”

Hemoglobin, eritrosite kırmızı rengini veren, akciğerden aldığı oksijenin dokulara taşımasını ve dokulardan alınan karbondioksitin de akciğere taşınmasını sağlayan demir açısından zengin bir proteindir.

Hemoglobin normal değerleri yaşa göre değişir.

  • Yenidoğan için: 13, 5 – 24 gr/dL
  • 0-3 yaş kategorisindeki bebekler için: 11 – 13 gr/dL
  • 3-11 yaş kategorisindeki çocuklar için: 12 – 14 gr/dL
  • Yetişkin erkekler için: 13, 5 – 17, 5 gr/dL
  • Yetişkin kadınlar için: 12, 5 – 15, 5 gr/dL

HEMOGLOBİN NEDEN YÜKSELİR

  • Polisitemi vera – Nadir görülen kan kanseri sebepli yükselir.
  • Kalp böbrek veya akciğer hastalıkları sebepli yükselir.
  • Dehidrasyon – vücudun aldığından daha fazla su kaybetmesi sebepli yükselir.
  • Tütün ürünleri kullanımında yükselir.
  • Karaciğer veya böbrek kanserinde yükselir.
  • Yüksek rakımlarda yaşamakla yükselir.
  • Kronik akciğer hastalığı (KOAH) da yükselir.

HEMOGLOBİN NEDEN DÜŞER

  • Demir eksikliği anemisi 
  • Vitamin eksikliği anemileri (B12 vitamini veya folik asit eksikliği) 
  • Gebeliğe bağlı anemi 
  • Ailesel akdeniz anemisi (talasemi) 
  • Bağışıklık sisteminin otoimmün etkisiyle gelişen aplastik anemiler 
  • Kırmızı kan hücrelerinin kan dolaşımında veya dalakta parçalanmasıyla gelişen hemolitik anemiler 
  • Hemoglobin proteininin genetik olarak anormal yapıda olduğu orak hücreli anemi 
  • Kanser tedavisi için uygulanan kemoterapiler 
  • Akut kan kaybı 
  • Sepsis 
  • Böbrek hastalıkları 
  • Lösemi, lenfoma veya multipl myelom gibi kan hücresi üretimini olumsuz etkileyen hastalıklar 
  • Diğer kronik hastalıklar 
  • Kullanılan bazı ilaçlar 
  • Dengesiz ve sağlıksız beslenme 
  • Tütün ürünlerinin yoğun kullanımı 

13. HCT – Hemotokrit

Hematokrit (HCT), santrifüjleme yoluyla ölçülen, kırmızı kan hücrelerinin (eritrosit) hacminin toplam kan hacmine oranıdır.

HEMOTOKRİT NEDEN YÜKSELİR

  • Polisitemi
  • Dehidrasyon
  • Kalp hastalıkları
  • Akciğerlerde yara izi veya kalınlaşma
  • Uyku apnesi
  • Karbonmonoksit zehirlenmesi
  • Sigara tüketimi
  • Yüksek sıcaklıklara maruz kalmak
  • Kortizonlu ilaçlar

HEMOTOKRİT NEDEN DÜŞER

  • Yaralanma veya hastalık sonucu oluşan kan kaybı
  • Hemolitik anemi
  • Hiponatremi
  • Böbrek hastalıkları
  • Tiroid hastalıkları
  • Lösemi
  • Demir, B6 ve B12 vitamini eksiklikleri
  • Kemoterapi tedavisi
  • Dalak büyümesi

14. MCV – ”Mean Corpuscular Volume” ”Ortalama Korpüsküler Hacim”

Kırmızı kan hücrelerinin (alyuvar) ortalama boyutunu ifade eder.

Yetişkinlerde 80-100 fl değer aralığı ideal olup,

Yenidoğan bebeklerde bu değerin 96-108 fl aralığında olması beklenir.

MCV NEDEN YÜKSELİR

  • B12 eksikliği
  • Folik asit eksikliği
  • Karaciğer hastalığı
  • Alkol tüketimi
  • Miyelodisplastik sendromu
  • Kullanılan ilaçlar (Kanser, şeker, sıtma gibi ilaçlar)

MCV NEDEN DÜŞER

  • Demir eksikliği anemisi
  • Talasemi (Akdeniz anemisi)
  • Kurşun zehirlenmesi
  • Kronik hastalık anemisi
  • Sideroblastik anemi

15. MCH – “Mean Corpuscular Hemoglobin” “Ortalama Eritrosit Hemoglobini”

MCH, Eritrositlerde bulunan bir protein olan hemoglobinin miktarını belirler. Eritrosit içinde oksijen taşıma kapasitesidir.

MCH değeri, ortalama 27-31 pikogram (pg) aralığında olmalıdır.

MCH NEDEN YÜKSELİR

  • Böbrek hastalıklarında v
  • Böbrek Kanserinde yükselir.
  • Karaciğer hastalıklarınde yükselir.
  • Tiroid bezi yetersizliğinde yükselir.
  • Kronik Obstürktif Akciğer Hastalığı (KOAH) da yükselir.
  • Alkol tüketiminde yükselir.
  • Kök hücre bozukluğunda yükselir.
  • Genetik kökenli anemilerlerde yükselir.
  • Şiddetli yanıklarda yükselir.
  • Doğuştan kalp hastalıklarında yükselir.
  • Bazı ilaçların kullanımında yükselir.
  • Yüksek rakımlı bir bölgede yaşamakla yükselir.
  • Yüksek Kolesterolde yükselir.
  • Yüksek trigliseritte yükselir.

MCH NEDEN DÜŞER

  • Demir eksikliği anemisinde düşer.
  • Otoimmün hastalıklarda düşer.
  • Beslenme eksikliği (B12 ve Folik asit eksikliği) de düşer.
  • Kan kaybı veya yaralanmalarda düşer.
  • Böbrek hastalığında düşer.
  • Karaciğer hastalığında düşer.
  • Talasemi de düşer.

16. MCHC – “Mean Corpuscular Hemoglobin Concentration” “Ortalama Eritrosit Hemoglobin Konsantrasyonu”

MCHC, kırmızı kan hücresi hacmindeki ortalama hemoglobin konsantrasyonunu belirleyen bir değerdir. Eritrosit içerisindeki HGB miktarı / yoğunluğunu verir.

MCHC’nin ortalama referans aralığı 32 – 36 gram/desilitre (g/dL) veya 320 – 360 gram/litre (g/L) aralığında olmalıdır.

MCHC NEDEN YÜKSELİR

  • Hemolitik anemi
  • Vitamin B ve folat eksikliği
  • Herediter Sferositoz
  • Karaciğer hastalığı
  • Hipertiroid
  • Ciddi yanık vakaları
  • Orak hücre hastalığı

MCHC NEDEN DÜŞER

  • Demir eksikliği ve demir eksikliği anemisi
  • Akdeniz anemisi taşıyıcılığı ve akdeniz anemisi hastalığı
  • Kronik hastalık anemisi
  • Sideroblastik anemi
  • Kronik inflamasyon
  • Çölyak hastalığı
  • Böbrek hastalıkları
  • Kurşun zehirlenmesi

18. RDW-CV”Red Cell Distribution Width – Coefficient of Variation” ”Kırmızı Hücre Dağılım Genişliği” kırmızı kan hücrelerinin dağılım eğrisinin genişliğini ve ortalama hücre boyutlarında ki değişkenliğin ölçümüdür. Ortalama hücre boyutunun standart sapması kırmızı hücrelerin MCV’sine bölünmesi ve yüzdeye dönüştürmek için 100 ile çarpılması ile bulunur. RDW-CV için normal bir aralık yaklaşık %11,0 – 15,0’dir.

19. RDW-SD – ”Red Cell Distribution Width – Standard Deviation” ”Kırmızı Hücre Dağılım Genişliği” Kırmızı hücre dağılım eğrisinin genişliğinin femtolitre (fL ) cinsinden gerçek bir ölçümüdür.

RDW normal değeri yetişkin erkeklerde % 11.8 ila 14.5 yetişkin kadınlarda %12 ila 16 arasıdır.

RDW-SD NEDEN YÜKSELİR

  • Folat eksikliği
  • Kronik karaciğer hastalıkları
  • Alkol kullanımı
  • Sferositoz
  • Sigara kullanımı

RDW-SD NEDEN DÜŞER

  • Böbrek hastalığı
  • Vücutta geçmeyen iltihaplanma durumu
  • İlaçların kullanımı  k
  • Kanser
  • Diyabet
  • Karaciğer hastalıkları
  • AIDS

20. PLT – ”Platelet” ”Trombosit” ”Kan Pulcukları”

Trombosit, Kemik iliğinde bulunan megakaryosit adı verilen çok büyük hücrelerin kana geçerken parçalanması ile oluşurlar. Kanamayı yavaşlatmak, durdurmak ve yaraların iyileşmesine yardımcı olmak için kümeleşerek tepki veren ve böylece kan pıhtısı oluşturan kan bileşenleridir.

1 Mikrolitre kan içerisinde yetişkinlerde 150 bin ile 400 bin arasında bulunur

TROMBOSİTLER NEDEN YÜKSELİR

  • Hemolitik anemisine ve demir eksikliği anemisi ne bağlı yükselir.
  • Mide, bağırsak, lenfoma ve yumurtalık gibi kanserlere bağlı yükselir.
  • Akciğer, sindirim sistemi, üriner ve genital enfeksiyonlara bağlı yükselir.
  • Kronik inflamatuar hastalıklara bağlı yükselir.
  • Gıda alerjisi, egzama, alerjik astım ve alerjik rinit (saman nezlesi) bağlı yükselir.
  • Splenektomi,dalağın cerrahi müdahale ile çıkarılma işlemine bağlı yükselir.
  • Asplenia, Dalak eksikliğine bağlı yükselir.
  • İlaçlara bağlı yükselir.

TROMBOSİTLER NEDEN DÜŞER

  • Kemik iliği hastalıklarında düşer.
  • Otoimmün hastalıklarda düşer.
  • Alkol ve ilaçlarda düşer.
  • Enfeksiyonlarda düşer.
  • Gebelikte düşer.
  • Kan Naklinde düşer.
  • Folik asit eksikliğinde düşer.
  • B12 eksikliğine bağlı meydana gelen anemilerde düşer.
  • Zehirlenme, toksik maddelerle düşer.
  • Kemoterapi yada radyoterapi tedavilerinde düşer.

21. MPV – ”Mean Platelet Volume” ”Ortalama Trombosit Hacmi”

MPV, Trombosit (PLT) ortalama hacmini/büyüklüğünü gösterir. Trombositler ilk üretildiginde hacmi büyüktür, sonra küçülür.

MPV NEDEN YÜKSELİR

  • Diyabet (şeker hastalığın) yükselir
  • Kalp damar hastalığında yükselir.
  • Kanserlerde yükselir
  • Chron hastalığında yükselir
  • Hipertiroidide yükselir.
  • Hipertansiyon (yüksek tansiyon) da yükselir
  • B12 veya D vitamin ve folat eksikliğinde yükselir
  • Karaciğer hastalıklarında yükselir.
  • Sepsiste yükselir
  • Gebelik zehirlenmesi (preeklampsi)nde yükselir.

MPV NEDEN DÜŞER

  • Aplastik anemide düşer.
  • Lupusda düşer.
  • İlik hipoplazisinde düşer.
  • Wiskott-Aldrich sendromunda düşer.
  • Birincil veya ikincil trombositozda düşer.
  • Kemik iliği yetmezliğinde düşer.
  • Demir eksikliğinde düşer.
  • Anemi (Kansızlık) da düşer.
  • Kronik böbrek yetmezliğinde düşer.
  • Genetik koşullarda düşer.

22. PCT –

23. PDW – ”Platelet Distribution Width” ” Trombosit Dağılım Genişliği”

PDW, Toplam Trombosit (PLT) boyutlarinin birbirine yakınlığını ifade eder. PDW yükseldiğinde PLT büyüklükleri aasında ciddi fark oluşur.(Biri Karpuz gibi biri ceviz gibi olur) Bu durumda hem pıhtı hem kemik iliğinde sorun akla gelir.

PDW NEDEN YÜKSELİR

  • Doğum kontrol hapı kullanımında yükselir.
  • Veremde yükselir.
  • Anemide yükselir.
  • Artitte yükselir.
  • Çeşitli kanser türlerinde yükselir.
  • Enfeksiyonlarda yükselir.
  • Diyabette yükselir.
  • Kalp ve damar hastalıklarında yükselir.
  • Solunum yyolu hastalıklarında yükselir.
  • Pulmoner embolide yükselirr.

PDW NEDEN DÜŞER

  • Kemik iliğini baskılayan lösemide düşer.
  • Radyoterapide düşer.
  • Kemoterapide düşer.
  • Pıhtılaşma sorunlarında düşer.
  • Aplastik anemide düşer.
  • Trombositozda düşer.

24. PLCR –

Daha Fazla

Vardiyalı Çalışma, Uyku ve Biyolojik Saat Yönetimi

Vardiyalı Çalışma Uyumsuzluğu
Çalışanların en ideal şekilde dinlenmesi, vücudunun vardiyalı çalışmaya uymasının yanı sıra, iş performansından ve iş güvenliğinden ödün vermeden zorlu çalışma koşullarına uzun süreli dayanma yeteneğini önemli ölçüde arttırır.

Vardiyalı çalışmaya uyumsuzluk, çalışanın vücudunun işleyişinin uyku ve çalışma döngülerindeki hızlı değişime adapte olamamasından kaynaklanır.

Çalışanın gece veya gündüz çalışmasına uyum sağlaması için, biyolojik saatinin düzenlediği vücut işleyişi ve zihinsel aktiviteleri ayarlaması gerekir.

Biyolojik saat, çalışanın uyku ve uyanıklık döngülerini, günlük enerji ve zihinsel kaynakların mevcudiyetini düzenleyen sinir sistemini ve hormanal sistemini yöneten mekanizmadır.

Çalışanların vardiyalı çalışma programlarına uyumsuzluğu ve uyku eksikliği sonucunda;

  • Enerjisinde düşme
  • Dayanıklılığının azalması
  • Görev saatleri sırasında performansında düşüş
  • Motivasyonun eksilme
  • İş arkadaşlarıyla iletişiminin azalması ve belirsizliği
  • Ayrıntılara dikkatinin azalması
  • İlgisizlik
  • İçe kapanıklık
  • Depresyon
  • Güven duygusunun azalması

Vardiyalı çalışma uyumsuzluğuna maruz kalan çalışanlarda, kardiyovasküler hastalık, gastrointestinal bozukluklar ve uyku bozuklukları gibi diğer sağlık sorunları belgelenmiştir

Düzenli ve yeterli olmayan uyku ve gün ışığına maruz kalma güven duygusunu azaltır.

Sabah uyanmaya ve gün ışığını görmeye alışkın çalışan (örneğin, 07:00’de) gündüz görev saatlerinde çalışmaya ve gece saatlerinde uyumaya adapte olmuştur. Biyolojik saatleri gün odaklıdır; yani normal iş günü ve akşam saatlerinde enerji ve zihinsel kaynaklar sağlamak üzere ayarlanmıştır.

Gün boyunca iki uyanıklık ve enerji kullanılabilirliği zirvesi gerçekleşecektir: biri sabah, biri akşamın erken saatlerinde. Gün odaklı personel normalde uyandıktan hemen sonra, tekrar öğleden sonra ve tekrar akşamın geç saatlerinde enerji ve uyanıklıkta azalmalar yaşayacaktır. Personel her gün yedi ila sekiz saat boyunca kaliteli uyku (sessiz ve karanlık ortamlarda kesintisiz uyku) uyursa enerjisini kullanılabilirliği alışkanlığı tutarlı bir şekilde korunacaktır.

Ancak uyku süresi günde altı saatten daha aza düşerse veya parlak ışıklar, gürültü veya hareket tarafından sık sık kesintiye uğrarsa, günlük bir uyku borcu birikmeye başlayacaktır. Bu uyku borcu ile çalışanda ilk olarak şunların bozulması görülecektir.

  • Uyanıklık
  • Karar verme yeteneği
  • Mantıksal yetenek gerektiren zihinsel işlevlerin performansı

Bir haftalık çalışma dönemimde devam eden uyku borcu, gündüzleri artan uykululuk ve zihinsel ve psikomotor performansının bozulmasıyla sonuçlanacaktır. Ve performans azaldıkça güvensizlik hissiyatı da artacaktır.

Uyku süresi yanısıra, vücudun biyolojik saatinin istikrarı da hem uyanıklığı hem de performansı doğrudan etkiler.

Biyolojik saatin günlük ayarında sık sık yaşanan kesintiler uyanıklık ve performansın bozulmasına neden olur. Örneğin, Pazartesi, Çarşamba ve Cuma günleri 07:00’de uyanmayı gerektiren ancak Salı, Perşembe ve Cumartesi günleri 03:30’da uyanmayı gerektiren bir nöbet programıyla çalışmak.

Uyanma saatlerinin 03.30’da olması gereken günlerde, saat gün ışığına normalden daha erken (yaklaşık 05.00’te) maruz kalacak ve bu da uyanma ve yatma saatlerinin öne alınmasına neden olacaktır.

Buna karşılık, biyolojik saatin sabahın erken saatlerindeki gün ışığı dozunu almadığı günlerde, yatma ve uyanma saatlerinin daha geç bir saate kaymasına izin verilir. Vücut saatindeki bu ilerleme günde yaklaşık yarım ila bir saat olabilir.

Vücudun zamanlama mekanizmasındaki bu değişiklikler, çekirdek vücut sıcaklığı (genellikle gün ışığı saatlerinde yüksek ve gece saatlerinde düşük) ve hormon ve nörotransmitter üretimi ve salınımı gibi diğer fizyolojik ritimlerin günlük zirve ve çukurlarının hizalanmasını etkiler.

Genel olarak, biyolojik saatin daha erken uyanma saatleri nedeniyle gün ışığına maruziyette iki saat ilerleme gibi yeni bir rejime yeniden uyum sağlaması yaklaşık üç gün sürer. Bu yeniden ayarlama, yeni uyku/uyanma programı günden güne tutarlıysa gerçekleşir. Ancak, girdiler tutarsızsa, saatin zamanlaması, kontrolündeki fizyolojik ritimlerin artık öngörülebilir bir desende ifade edilmeyeceği şekilde düzensiz hale gelebilir. Çalışanlarda etkileri şu şekilde sonuçlanır:

  • Uyku hali
  • Uykusuzluk
  • Zihinsel ve motor görevlerde performans bozulması

Çalışan gece vardiyasında çalıştığında ve vardiyanın sonunda gün ışığına maruz kalmayı kontrol etmediğinde biyolojik saate tutarsızlık sık görülür.

Örneğin, gece boyunca altı saatlik bir nöbet (örneğin, 24:00’te başlayarak), ardından altı saatlik izin (06:0012:00’den itibaren) ve ardından yaklaşık 12:00’de başlayan altı saatlik bir nöbet öngören bir nöbet programı jet lag benzeri semptomlara neden olabilir. Bu özel çalışma programında, personel (örneğin, mühendislik) normal ışık altında veya loş ışıklı ortamlarda (örneğin, gece gemide) çalışıyorsa, gün doğumundan sonra gün ışığına maruz kalmak biyolojik saati gündüz yönüne ayarlayacaktır. Gündüz yönünde, biyolojik saat beyni ve enerji döngülerini gece boyunca çalışmaya değil, uykuya yatkın hale getirir. Yorgunluk kaynaklı performans bozulması gece saatlerinde meydana gelecektir.

Vardiyalı çalışma uyumsuzluğunun önlenmesi

En iyi ihtimalle, uyku, biyolojik saatin iç saatine göre ayarlanan bir saatte gerçekleşmelidir. Bu saat sistemi uykuya dalma ve uyanma saatlerini düzenler.

Evrimsel baskılar ve fizyolojik özellikler nedeniyle, insan vücudu gün ışığında çalışmaya ve gece saatlerinde uyumaya yatkındır. Vücudun saat sistemi, yerel gün doğumu ve gün batımı ve gün ışığı süresiyle senkronize bir uyku programı sürdürür.

Enerji döngüleri, gün boyunca yüksek ve düşük uyanıklık seviyelerinin deneyimini düzenler. Uyanıklık sabahın ortasında zirveye ulaşır, öğleden sonra saatlerinde düşer, akşamın erken saatlerinde tekrar zirveye ulaşır ve gecenin erken saatlerinde azalmaya başlar ve gecenin ortasında günlük düşük seviyelere ulaşır.

Bu zirvelerin ve vadilerin tam zamanları, biyolojik saat sistemine gelen belirli girdilere bağlıdır; yani uyanma saatleri, yatma saatleri, yemek saatleri ve daha da önemlisi gün ışığına maruz kalma süresi (veya yapay ışığa maruz kalma).

Günlük tutarlılığı kolaylaştıran düzenli çalışma programlarına maruz kalan çalışan, iyi senkronize edilmiş bir biyolojik saatin faydalarından yararlanacaktır.

Bu faydalar arasında düzenli enerji geri kazanım döngüleri ve öngörülebilir uyanıklık zirveleri ve çukurları bulunur. Buna karşılık, gündüzden geceye sık sık geçişler gerektiren çalışma programları enerji geri kazanım süreçlerini bozmaya ve dolayısıyla dayanıklılığı düşürmeye eğilimlidir.

Biyolojik saati ayarlamak, belirli bir gün ışığı (veya yapay ışık) maruziyeti programı uygulamayı ve tutarlı bir uyku programı sürdürmeyi gerektirir. Gece çalışması sırasında dayanıklılık bozulmasını en aza indirmenin bir yolu, biyolojik saatin senkronizasyonunu gündüzden geceye yönlendirmeyi tersine çevirmektir. Saatin zamanlamasının enerji kaynaklarını gece boyunca zirveye sıfırlaması için, çalışma gün ışığının etkilerini taklit eden parlak ışıklar (yaklaşık 1000 lüks veya daha fazla) altında yapılmalıdır. Uyku karanlık ve gürültüsüz bir ortamda gerçekleşmelidir. Gün ışığına (veya parlak ışığa) maruz kalma sürelerinin kontrol edilememesi, dayanıklılık bozulmasına önemli ölçüde katkıda bulunur.

Parlak, yapay ışık kullanımı çalışma ortamıyla uyumlu değilse (örneğin, bir kesicinin köprüsünde veya geceleri bir helikopterin kokpitinde), biyolojik saati gece yönüne kaydırmak için belirli bir ışık ve uyku yönetimi programı tasarlanabilir. Işık maruziyeti programlarıyla denemeler yapmak, istemeden kronik dayanıklılık bozulmasına ve jet lag benzeri semptomlara neden olabileceğinden, sirkadiyen ritimler ve uyku yönetimi alanlarında çalışan profesyonellerin bu ışık ve uyku yönetimi programlarını geliştirmeleri önerilir.

Bozulan uykunun (yedi ila sekiz saatten az) biyolojik saat düzensizliğiyle birleşmesinin sinerjik etkileri, dayanıklılık bozulmasına, jet lag benzeri semptomlara ve sinirlilik, depresyon ve hatta psikoz gibi psikolojik uyumsuzluk semptomlarının şiddetlenmesine yol açabilir. Bu durumla ilişkili diğer fizyolojik semptomlar arasında kardiyovasküler hastalık ve gastrointestinal bozukluklar bulunur.

Sınırlı Sorumluluk Beyanı:
Web sitemizin içeriği, ziyaretçiyi bilgilendirmeye yönelik hazırlanmıştır. Sitede yer alan bilgiler, hiçbir zaman bir hekim tedavisinin ya da konsültasyonunun yerini alamaz. Bu kaynaktan yola çıkarak, ilaç tedavisine başlanması ya da mevcut tedavinin değiştirilmesi kesinlikte tavsiye edilmez. Web sitemizin içeriği, asla kişisel teşhis ya da tedavi yönteminin seçimi için değerlendirilmemelidir. Sitede kanun içeriğine aykırı ilan ve reklam yapma kastı bulunmamaktadır.

Daha Fazla

Haydi Kolajen Üretelim

Yunanca’da “kolla” kelimesinden gelmektedir. Tutkal anlamına gelen bu kelime gibi kolajenler dokuların bir arada tutulması için tutkal görevi görür.

Memelilerde ve dolayısı ile vücudumuzda en çok bulunan proteindir. Şimdiye kadar tespit edilen 28 farklı kolajen tipi vardır. Deri, Kemik, Tendon, Damarlar, Göz, Diş, Saç, Tırnak gibi bir çok doku ve organda bulunur. Kemik yapımında oldukça önemlidir.

İnsan 18-20 yaş sonrası her yıl %2 civarında kolajen kaybeder.

Kadınlarda menopoz sonrası kayıp %17 civarına çıkar ve cilt sarkmaya başlar.

Bitkisel kolajen olmaz. (Kanmayın. Bitkilerde kolajen olmaz) Sadece bitkiler vasıtası ile aldıklarımız kolajen sentezini destekleyebilir.

Sırası ile Balık, Tavşan, Tavuk, Sığır etlerinden alınan aminoasitler ile en iyi kolajen elde edilir.

Her yerde duyduğunuz farklı amaçlarla üretilmiş birçok ürün çeşidi de olan bu protein yapıyı Haydi şimdi birlikte yapalım..

İlk olarak ana malzemeleri alalım bunlar Glisin, Prolin ve Hidroksiprolin aminoasitleridir.

Bu 3 aminoasidin herbirini de iplik gibi düşünün. Bu 3 ipliği elimizde birleştirelim sonra da yine elimizde C VİTAMİNİ de kullanarak sola doğru bükelim.

Elde ettiğimize PROKOLOJEN denir. Yani…

Kolajen üretiminin ilk safhası olan prokolojen oluşumunda C vitamini önemlidir. C vitamini eksikse kolajen yapımı da azalır.

Burada hemen kolajen takviyelerine bakalım: Takviyelerde Glisin, Prolin ve Hidroksiprolin aminoasitleri var. Kolajeni hazmetmek (sindirim sisteminde parçalamak ve kan dolaşımına geçirmek) zordur. O sebeple kapsül ve tabletler bu üç aminoasidi içerir.

Kemik suyunun yararı çok olsa da kolajen içeriğinin sindirimi düşük olduğu için kolajen açısından yararı maalesef düşüktür.

Kolajen yapımına devam edelim.

En son üç aminoasidi sola bükerken C vitamini de kullanmış ve prokolajen yapmıştık.

Şimdi bu üçlü demetlerden 15 (on beş) tanesini yan yana koyup ÇİNKO ve MAGNEZYUM desteği ile bu sefer de sağa doğru bükelim.

İşte size KOLAJEN elde ettik.

Yani bu safhada da ÇİNKO ve MAGNEZYUM eksik ise kolajen üretimi azalır.

Kolajen ürettik. Siz rahatladınız hemen de lakin iş öyle değil.

Kolajen elde ettik de sola büktük sağa büktük ya bunlar çözülüverirse. Bir şeyler yapmak lazım. (Endüstride bu durumlarda reçine kullanılır da vücudumuza uygun değil) İşte burada glukoz (Bildiğiniz şeker) devreye giriyor. Eliniz şekerlenince yapış yapış olur ya aynen kolajen lifinin üzerine sıvanınca ipler çözülemiyor. (Şeker çok da zararlı değilmiş demeyin her gıdadan alıyoruz abartmayın sakın)

İşimiz bitti mi? Tabi ki haaayırrr..

Yaptığımız kolajenin elastikiyetini vermedik. Eeee gerdirmedik de.. İşimiz var

Gerdirmek için bize kanca lazım. Kancayı da kilitlemek gerek. Kanca da kilit de vücudumuz içindeki enzimatik sistemler lakin o sistemlerin çalışması için de VİTAMİN A, SELENYUM ve VİTAMİN E gerekli.

EK BİLGİ: Aslında BAKIR da olması gerekli lakin dozajının ayarı çok bilinmeyenli denklem gibi.. O sebeple bilin fakat hekiminiz kontrolü olmadan asla kullanmayın.

Kolajen Tipleri

  • Tip I Kolajen: Vücuttaki en yaygın kolajen türü olan Tip 1 kolajen, cilt, kemikler, tendonlar, deri ve dişler gibi yapıların temel bileşeninde yer alır. Ayrıca saçların güçlü ve elastik olmasında da önemli bir rol oynar. Tip I kolajen, üçlü sarmal yapıya sahip olan alfa zincirlerden oluşur.
  • Tip II Kolajen: Kıkırdak dokusunun ana bileşeni olan Tip 2 kolajen, eklem sağlığı için önemlidir ve eklem kıkırdağının esnekliğini ve dayanıklılığını sağlar. Tip 2 kolajen, tip 1’den farklı olarak sadece alfa zincirlerden oluşur.
  • Tip III Kolajen: Cilt, kan damarları, iç organlar ve bağ dokusunda bulunur. Bağ dokusunun yapısal destekleyicisidir ve tip 1 kolajen ile birlikte çalışarak dokuların dayanıklılığını sağlar.
  • Tip IV Kolajen: Bazal lamina adı verilen ince bir tabakada bulunan bir kolajen türüdür. Bazal lamina tabakası, hücreleri destekler ve organların ve dokuların yüzeyini kaplar. Özellikle böbrekler, akciğerler ve kan damarları gibi filtrasyon görevi olan organlarda bulunur.
  • Tip V Kolajen: Kornealarda ve bazı cilt ve saç katmanlarında bulunan bir kolajen türüdür.

Türkiye’ de ve avrupada genellikle Tip – 1, Tip – 2, Tip – 3 formları mevcut.

Amerika ve Japonyada ise Tip – 5 ve Tip – 10 formları ağırlıktadır.

Gelelim şimdilik 28 farklı tipi olan kolajenin hangi tipini hangi durumda kullanmalısınız?

Kolajenin deriden emilimi zayıftır. Kremleri, serumları bol miktarda satışta. %2.5’tan fazla emilmeyecek bir ürüne değer mi? En doğru karar tabi ki sizin. Alacaksanız da içeriklerinde C, E, A vitamini olmasına dikkat edin.

Tabletlerinde aminoasit içeriği yüksek oranda emilir. C vitamini, Çinko, Magnezyum, Vitamin A, Bakır, Vitamin E, Selenyum, miktarı vücutta yeterli ise Kolajen yapımı da en doğru şekilde gerçekleşir.

Peki yeme içme ile kolajen yapımı için yeterli aminoasit alamama durumunda hekiminize danışarak aşağıdaki dozları alabilirsiniz;

Cildiniz İçin Kolajen

(Tip-1, Tip-3, Tip-10 un bir arada bulunması daha etkilidir.) kullanmak istiyorsanız:

Sabah – Akşam Günlük Toplam 1000 – 2000 mg kullanabilirsiniz.

Ciltteki etkisi kişiye bağlı olmakla birlikte 6 – 10 Haftada kendisini gösterir.

Eklem Ağrısı – Kemik Erimesi İçin Kolajen

(Tip-1, Tip-2 ve Tip-5 daha etkilidir.) kullanmak istiyorsanız:

Sabah – Akşam Günlük Toplam 4000 mg kullanabilirsiniz.

Etkisini 4. haftadan itibaren gösterir.

Kas Gelişimi İçin Kolajen

(Tip-1, Tip-2 ve Tip-5 daha etkilidir.) kullanmak istiyorsanız:

Sabah – Akşam Günlük Toplam 10.000 mg kullanabilirsiniz.

Etkisini 10. haftadan itibaren gösterir.

Yara İyileşmesi İçin Kolajen

(Tip-1, Tip-2 ve Tip-5 daha etkilidir.) kullanmak istiyorsanız:

Sabah – Akşam Günlük Toplam 2000 – 4000 mg kullanabilirsiniz.

Etkisini 8. haftadan itibaren gösterir.

Son dönemde yapılan çalışmalarda 12 haftalık Kolajen kullanımı ile:

🔴 Elastisite artışı %17

🔴 Kırışıklık azalması %19

🔴 Nem oranı artmış

🔴 Kemik erimesi azalmış

🔴 Kıkırdak yapı, bağ doku hasarı azalmış

🔴 Bağırsak duvarı hasarları oranı düşmüş olduğu bulunmuştur.

İdeal olan kolajen takviyesi Tip-1, Tip-2 , Tip-3, Tip-5 ve Tip-10 olmasıdır.

C vitamini, Çinko, Magnezyum, Vitamin A, Vitamin E, Selenyum takviyesi de almalısınız.

(Hekimize danışarak tabi ki)

Daha sonra Kolajen ile ilgili farklı bilgiler yer alan yazılarımızı yine buradan okuyabilirsiniz.

Dr Mustafa KEBAT

Tetkik OSGB İş Sağlığı ve Eğitim Koordinatörü

Sınırlı Sorumluluk Beyanı:
Web sitemizin içeriği, ziyaretçiyi bilgilendirmeye yönelik hazırlanmıştır. Sitede yer alan bilgiler, hiçbir zaman bir hekim tedavisinin ya da konsültasyonunun yerini alamaz. Bu kaynaktan yola çıkarak, ilaç tedavisine başlanması ya da mevcut tedavinin değiştirilmesi kesinlikte tavsiye edilmez. Web sitemizin içeriği, asla kişisel teşhis ya da tedavi yönteminin seçimi için değerlendirilmemelidir. Sitede kanun içeriğine aykırı ilan ve reklam yapma kastı bulunmamaktadır.

Merak edenler için İngilizce anlatımı ile kolejenin..

https://www.youtube.com/watch?app=desktop&v=H3oAFvYsuq8

Daha Fazla

DOMPERİDON

Domperidon,(İlacın etken maddesidir) mide bulantısını, kusmayı ve gastroparezi (Mide tembelliği) gibi bazı mide-bağırsak sorunlarını tedavi etmek için kullanılan bir dopamin antagonisti ilaçtır.

EK BİLGİ Gastroparezi: Gecikmiş mide boşalması olarak da adlandırılan gastroparezi, midenin zayıf kas kasılmalarından oluşan, gıda ve sıvının uzun süre midede kalmasıyla sonuçlanan tıbbi bir hastalıktır.

Çalışanlarımız tarafından maalesef uygunsuz kullanılan ilaçlardan biri.

Mide bulantısı için hiç düşünmeden kullandıkları hatta fazlaca kullandıkları bu ilaç bakın çalışanlarımızda nasıl yan etki ile karşılaşmamıza sebep oluyor.

Domperidon etken madde olan ilaçlar, antiemetik (bulantı önleyici) ve bağırsaktaki spazm (kasılma – ağrı), kabızlık için kullanılır.

İlaç bağırsaklarda Dopamin D2 reseptorü ANTAGONİSTİ’dir. Yani bu reseptörü domperidon ile durduruyoruz içerdeki dışkı pasajı ilerliyor kabızlık ve spazm geçiyor.

Aynı Reseptörden Bulantı yapan merkezde de var onu da durdurup bulantıyıda kesiyor.

Buraya kadar gayet güzel hatta ilacın molekülü oldukça büyük olduğu için kan beyin bariyerini geçemez. Bu da merkezi sinir sisteminde istemediğimiz etkilerin olmamasını sağlar. Ne güzel değil mi!

Ammaaa…

Hipofiz bezi beyinde “kan beyin bariyeri dışındadır.

Domperidon etkn maddesi hipofiz bezine etki eder. Hipofizden Süt salınımını sağlayan PROLAKTİN ve oksitosin salgılanır.

Domperidon vücuda girdiğinde kan yolu ile hipofiz bezine gider ve PROLAKTİN seviyesini YÜKSELTİR.

Artan prolaktin süt bezlerini uyararak süt üretimine neden olur ve dolayısı ile kadınlarda memeden süt gelmesi ile sonuçlanır.

Domperidon etken maddeli ilacın işyeri hekimi takibinde kesilmesi ile çalışan kısa sürede sağlığına kavuşur.

Maalesef aynı bilinçsiz tavır ile domperidon etken maddeli ilaç anne sütünü arttırmak maksadı ile de kullanılmaktadır. Ki bu da çalışan annenin sağlığı açısından çok risklidir.

Aynı şekilde domperidon etken madde hayvanlarda süt verimini artırmak adına bu kullanılmaktadır. Bu durum da insan sağlığı açısından ciddi bir tehlikedir.

Dr Mustafa KEBAT

Tetkik OSGB İş Sağlığı ve Eğitim Koordinatörü

Sınırlı Sorumluluk Beyanı:
Web sitemizin içeriği, ziyaretçiyi bilgilendirmeye yönelik hazırlanmıştır. Sitede yer alan bilgiler, hiçbir zaman bir hekim tedavisinin ya da konsültasyonunun yerini alamaz. Bu kaynaktan yola çıkarak, ilaç tedavisine başlanması ya da mevcut tedavinin değiştirilmesi kesinlikte tavsiye edilmez. Web sitemizin içeriği, asla kişisel teşhis ya da tedavi yönteminin seçimi için değerlendirilmemelidir. Sitede kanun içeriğine aykırı ilan ve reklam yapma kastı bulunmamaktadır.

Daha Fazla

Çalışanlarda Vardiya Gecikmesi

Vücudumuz iç (biyolojik) saati vasıtası ile uyku uyanıklığını, beden ısısını, belirli hormonlarının azalma ve artma periyotlarını kontrol eder.

Vücudumuzun iç (biyolojik) saati ile kontrol edilen – ayarlanan, biyolojisinin ve davranışlarının düzenine Sirkadiyen Ritm denir.

Sirkadiyen ritm olarak da adlandırabileceğimiz vücudumuzun iç (biyolojik) saati, zihinsel ve fiziksel enerjisini gündüzleri yüksek seviyede sağlarken geceleri uyku hali de diyebileceğimiz dinlenme durumuna geçirir. Vücut saatimizin düzeni günlük tutarlı zamanlarda gün ışığına maruz kalması ile sabit kalabilir. Bu süreç zihinsel uyanıklığın zamanlamasını, beden derecesini de belirler.

Melatonin, gece boyunca üretilen, uykuyu ve vücut saatinin zamanlamasını düzenleyen hormondur. Örneğin melatonin zihinsel uyanıklık ile ters orantılıdır.

Uyumsuzluğun (Desenkronizasyonun) Sonuçları

Desenkronizasyon, (Uyumsuzluk) çalışanların uyku ve çalışma saatlerinde düzenlerindeki değişimler veya seyahat etmeleri durumunda zaman farklılıkları (ülkeler arası hatta kıtalar arası seyahatlerde saat farklılıkları) nedeniyle vücutlarının fizyolojik işlevlerinin yeni zaman dilimi sebebiyle işlevlerin bozulması anlamına gelir.

Çalışanın vücudunun (fizyolojisinin) senkronizasyonu yani uyumsuzluğu, jet lag’in (zaman dilimleri arasında seyahat) veya vardiya gecikmesinin (vardiya çalışması) sonucu ortaya çıkan sonuçlardan örnekler;

  • Yapılan ölçümlerde çalışanların gece vardiyasında uyanıklık ve tepki süreleri gündüz vardiyasına göre daha kötüdür.
  • Uzun yol şoförleri (Tır ve Kamyon şoförleri) gündüz saatlerine göre 24:00 ile 02:00 arasında iki kat daha fazla kazaya karışmaktadırlar.
  • Gece vardiyasında çalışan Tren (Lokomotif) operatörleri yol güzergah uyarı sinyallerini daha yüksek oranda kaçırmaktadırlar.
  • Havacılarda gece ve gündüz uçuş simülatörleri ile yapılan çalışmalarda; gündüze göre, gece el-göz koordinasyonlarının daha zayıf, dikkat ve hesaplama becerileri daha düşük ve uçuş performanslarının da daha kötü olduğu sonucu elde edilmiştir.

Uyumsuzluk (Desenkronizasyon) Kontrolleri

Çalışanlarda vardiya gecikmesi veya jet (lag) gecikmesi gelişirse, çalışanın sirkadiyen ritminin normale dönebilmesi için birkaç hafta boyunca tutarlı bir uyku programına uyması gerekir. Başka bir deyişle, desenkronizasyon semptomlarının sadece birkaç günlük normal uykuyla ortadan kalkması olası değildir.

Genel öneriler

  • Çalışan seyahati ile farklı bir saat dilimine vardığında veya vardiyalı çalışma değişikliği yaptıktan sonra, uyku, uyanma, gün ışığına maruz kalma ve şekerlemeler için her zamanki düzenine göre hareket etmelidir.
  • Mesai harici günlerinde uyku/uyanma düzenlerini değiştirmekten kaçınmalıdır.
  • Çalışanlar her zaman tamamen karanlık odalarda uyumalıdır. Eğer çalışanın gündüz saatlerinde uyuması gerekiyorsa, siyah, kumaştan bir uyku maskesi takmalıdır.
  • Günde en az altı saat kesintisiz uyumaya çalışmalıdır.
  • Çalışan uyandığında kendisini dinlenmiş ve uyanık hissetmek için kaç saat uykuya ihtiyacı olduğunu bilmelidir.
  • Çalışanlar öğleden sonraki saatlerde uykulu hissediyorlarsa, daha fazla uykuya ihtiyaçları olduğunu bilmelidirler.
  • Çalışan uyku zamanında çevresel gürültüleri kontrol edilemiyorsa, bunları bir vantilatör, bir jeneratör, piyasada satılan bir ses maskeleme cihazı veya benzeri bir cihaz sesiyle maskelemeli veya uygun bir kulak tıkacı kullanmalıdır.
  • Çalışan, yeni bir yerde göreve başladığında veya çalışma programı değiştiğinde en az üç gün boyunca yağ içeriği yüksek gıdalardan – beslenmeden kaçınmalıdır. Vücudu yeni zaman programına alışana kadar sindirim sistemini yormamalıdır.

Öğle uykusu ve sirkadiyen desenkronizasyon

Öğle uykusu (Şekerleme) bazı durumlarda önerilir:

  • Çalışan iş veya vardiya sebebi ile gündüzden geceye geçtiğinde her zaman öğle uykusu uyumalıdır, Uyku süresince dört ila beş saatten fazla uyuyamamalı ve ertesi gece çalışmalıdırlar.
  • Çalışanın bir sonraki uyku zamanı ertesi gece olacaksa 1 – 2 saatten uzun öğle uykusu (şekerleme) yapmamalıdırlar. Unutulmaması gereken gün içinde uyumak ertesi gecenin uykusunun başlangıcını ve süresini etkileyebilir.
  • Çalışanlarına hızlı vardiya rotasyonları uygulayan işletmelerde, (personel gece görev saatlerine geçiş sırasında oluşan uyku kaybını telafi etmek için) personel sorumluları çalışanların izin zamanlarında öğle uykusu uyumaları için teşvik etmelidir.
  • Çalışanlar gündüz vardiyasından gece vardiyasına geçtiğinde, şekerleme yapma fırsatları ortaya çıkar. Bu saatleri doğru değerlendirmelidirler: – Öğleden sonra (örn. 15:00 ile 17:00 saatleri arasında) – Akşam (örn. 16:00 ile 19:00 saatleri arasında) gece vardiyasına başlamadan önce (örn. 21:00 ile 05:00 saatleri arasında)

Öğle uykularının canlandırıcı etkisinin etkileri üzerine yapılan araştırmalar şunları göstermektedir:

  • Öğleden sonra alınan 2 saatlik bir öğle uykusu (örneğin, 15:00 ila 17:00 saatleri arasında), akşam alınan iki saatlik bir öğle uykusundan (örneğin, 19:00 ila 21:00 saatleri arasında) daha fazla uyanıklık iyileşmesiyle sonuçlanmaktadır.
  • Öğleden sonra (örneğin, saat 15:00’te) yapılan şekerlemeler, saat 03:00’te alınan şekerlemelerden daha fazla toplam rüya görme süresi (REM uykusu) içerir.
  • Aynı günün ilerleyen saatlerinde gündüz görev saatlerinden gece görev saatlerine geçildiğinde, saat 15:00’te yapılan şekerleme, belirlenen uyku süresinde oluşan uyku kaybını telafi edebilir.
  • Öğleden sonra yapılan şekerlemeler, gece görevine başlamadan önce akşam yapılan şekerlemelerden daha dinlendirici olabilir. Ancak, gece yarısından sonra bir çalışma döneminde yapılan şekerlemeler, daha erken yapılan şekerlemelerden daha az dinlendirici olabilir ve bir saate kadar performans düşüşüne neden olabilir. Bu husus, gece yarısından sonra yapılan bir şekerlemenin değerini sınırlar.

Zaman Dilimleri Arasında Seyahat Etmeden Önce Çalışanın ön Adaptasyonu

Çalışanın yeni bir zaman dilimine veya vardiyaya adapte olabilmesi ciddi bir ön koordinasyon ve iş birliği gerektirir. Ön adaptasyon için, çalışanın günlük uyku saatlerini yeni dönemde uyması gereken saatlere göre bir kaç gün önceden yaşamaya başlamalıdır. Bu süreci saatleri yavaş yavaş kaydırarak yapmalıdır.

  • Ön adaptasyona için ayrılan gün sayısı ve günlük kaydırılan saat sayısı, geçilecek zaman dilimlerinin sayısı ve alınan önceden bildirim miktarı dahil olmak üzere birçok faktöre bağlıdır.
  • Faz kaymasının büyüklüğü günde altı saati geçmemeli ve günde iki ila dört saat arasında değişmelidir.
  • Çalışanlar ön adaptasyondayken rutin mesai saatleri haricinde muhasebe bölümüne ve insan kaynaklarına ulaşabilmeli, yeni uyku ve yaşam sürecne göre yemekler vb gibi ihtiyaçları sağlanmalıdır. Bu desteği alamayan çalışanın ön adaptasyonu doğru yaşayabilmesi pek mümkün değildir.
  • Çalışana ön adaptasyonu doğru yaşayabilmesi için (aile üyeleri, arkadaşları vb gibi insani iletişimleri doğru yönetebilmesi için) uyum teknikleri öğretilmelidir.

Zamanlanmış Işık Maruziyeti

Yeni zaman dilimine veya vardiyasına adaptasyonu hızlandırması doğal veya yapay gün ışığına maruziyeti doğru planlayarak mümkündür. Bunun için:

  • Vücudun zamanlama mekanizmasını etkilemek için 1000 lüksün (şafak ışığı parlaklığı) üzerindeki ışık seviyeleri gereklidir. En az bir saat süren maruziyetler, uyku döngüsünü ve diğer fizyolojik ritimleri yeniden senkronize etmede etkilidir.
  • Gece uyumaya, gündüz çalışmaya ve gece yatmaya alışkın olan kişiler için (örneğin, 22.00’de), 03.00 ile gün doğumu arasındaki gün ışığına veya yeterince parlak ışığa maruziyet, uyku başlangıcını her gün yaklaşık bir ila üç saat daha erken başlatacaktır.
  • 03.00 ile gün doğumu arasındaki zaman dilimi, ileri vücut zaman dilimi olarak adlandırılır. Çünkü bu dönemdeki ışık maruziyeti daha erken uyanma ve yatma saatleriyle sonuçlanır. İlerlemenin tam miktarını tahmin etmek, çoğu saha durumunda elde edilmesi pratik olmayacak fizyolojik ritimler (örneğin, çekirdek vücut sıcaklığı veya melatonin üretimi) hakkında bilgi gerektirir.
  • Doğuya doğru seyahatte, ilk üç gün boyunca ileri vücut zaman diliminde (seyahat edenin seyahatten önce yaşadığı zaman diliminden hesaplanan saat zamanları) gün ışığına maruz kalmak, yeniden senkronizasyon sürecini hızlandıracaktır. Gün ışığından, varış yerindeki ilk üç ardışık gün boyunca gün doğumu ile yerel saatle 11:00 arasında (bu saat zamanları varış yerinin zaman dilimi kullanılarak hesaplanır) kaçınılmalıdır.
    İlerleme bölgesi günden güne daha erken saatlere kayacaktır; fizyolojik ritimler hakkında veri olmadan iki günlük ilerlemeden sonra zaman aralığını doğru bir şekilde tahmin etmek zordur. Bu nedenle, üçüncü günden sonra, gün ışığına maruz kalma, başlangıç ​​zaman diliminde olduğu gibi uyandıktan hemen sonra gerçekleşecek şekilde koordine edilmelidir.
  • Batıya doğru seyahatte, gün batımı ile 03.00 (gecikmeli vücut zaman dilimi) arasında gün ışığı veya parlak ışık maruziyeti aramak uyku başlangıcını geciktirmeye yardımcı olacaktır. Gecikmenin süresi, ışık maruziyetinin süresine bağlıdır. Çoğu durumda, bir ila üç saatlik maruziyet süreleri, bireysel farklılıklara bağlı olarak bir saat veya daha fazla önemli gecikmelere neden olacaktır.
  • Uygun ekipman mevcut olduğu takdirde, vardiya değişiklikleri veya seyahat öncesinde veya sırasında uyku değişikliklerini etkilemek için yapay parlak ışıklar kullanılabilir. Parlak ışık bankaları ticari tedarikçilerden temin edilebilir ve etkili görünmektedir. Gece vardiyasında çalışanlar için parlak bir şekilde aydınlatılmış bir çalışma alanı sağlamak faydalı olabilir.
  • Koyu renkli güneş gözlükleri takmak, istenmeyen gün ışığına maruz kalmayı en aza indirebilir (yukarıdaki doğuya doğru seyahate bakın). Çok koyu renkli güneş gözlükleri ticari kaynaklardan sipariş edilebilir. Bunlar mevcut değilse, geleneksel güneş gözlükleri ışık maruziyetini azaltabilir.

Sınırlı Sorumluluk Beyanı:
Web sitemizin içeriği, ziyaretçiyi bilgilendirmeye yönelik hazırlanmıştır. Sitede yer alan bilgiler, hiçbir zaman bir hekim tedavisinin ya da konsültasyonunun yerini alamaz. Bu kaynaktan yola çıkarak, ilaç tedavisine başlanması ya da mevcut tedavinin değiştirilmesi kesinlikte tavsiye edilmez. Web sitemizin içeriği, asla kişisel teşhis ya da tedavi yönteminin seçimi için değerlendirilmemelidir. Sitede kanun içeriğine aykırı ilan ve reklam yapma kastı bulunmamaktadır.

Daha Fazla