Trigeminal nevralji ani, şiddetli yüz ağrısıdır. Genellikle keskin, vurucu bir ağrı veya çene, diş veya diş etlerinde elektrik çarpması gibi bir şey olarak tanımlanır.
Trigeminal nevralji, kafa içinde bulunan 12 kraniyal sinir arasından 5. ve en büyük olanı Trigeminal sinirin tek ya da çift taraflı etkilenmesiyle karakterize hafif dokunma, konuşma, diş fırçalama, tıraş olma ya da makyaj yapma veya çiğneme ile oluşan çok ufak bir uyarımın meydana getirdiği nöropatik (sinirle alakalı) ağrı ile karakterize bozukluktur. Bu ağrı sürecinde kişinin güçten düşmesine yol açabilir. Ağrı, başlangıçta çoğunlukla tek taraflı olsa da ara sıra ortaya çıkabilir.
15000′ kişide 1 kişide görülür. Teşhisi çok karışan bir hastalık olması sebebi ile muhtemelen bu istatistikten daha sık yaşanmaktadır.
50 yaş üstü bireylerde daha fazla olup, kadınlarda erkeklere oranla 3 kat daha fazla görülür.
Trigeminal nevralji ilk defa M.S. 1. yüzyılda ilk kez tanımlandı. ilk defa 1773 yılında Fotbergilli tarafından Trigeminal nevralji adı verilmiştir.
Trigeminal sinir, yüzdeki duyuyu algılamayı, ısırma ve çiğneme gibi hareketlerin motor fonksiyonunu sağlar. Oftalmik, maksiller ve mandibular sinir olarak üçe ayrılır.
Trigeminal nevraljide sinirin dallarından herhangi biri, ikisi ya da üçü birden tutulabilir. Yüzün sağ tarafı daha çok etkilenir. Ağrı tipi genellikle keskin, vurucu ağrı veya çene, diş, diş etlerine elektrik şoku verilmesinde hissedilen ağrı olarak tanımlanır. Genellikle kısa, tahmin edilemeyecek zamanlarda gelir, iki veya birkaç dakika sürer ve başladığı gibi aniden biter.
Muayene ve tetkikler sonrasında trigeminal nevraljinin kökeni bulunamadığında “idiyopatik” kabul edilir.
Patofizyolojisi kesin olarak netleşmemiş olsa da genel kabul edilen sebepler şu şekilde sıralanabilir.
Trigeminal kökte ya da yakınlarında plak oluşumuna neden olan demiyelinizasyon
Damarsal bozukluktan dolayı sinir üzerine oluşan basınç
Dental (diş ile ilişkili) ve gingival (diş eti ile ilişkili)
Santral beyin lezyonları
Viral lezyonlar
Trigeminal Nevralji Nedenleri
Trigeminal sinire baskı yapan tümör
Miyelin kılıfının zarar görmesi
Felç veya yüz travması
Yüksek Tansiyon
Sigara tüketimi
Genetik faktör
MS hastalığı
Yaşlılık
Trigeminal Nevralji
Ağrı atakları, yıldırım çarpması veya elektrik şoku gibi olup birkaç saniyeden birkaç dakikaya kadar sürer
Ağrıların başlaması diş fırçalama, yutkunma, çiğneme, tıraş olma ya da makyaj yapma, dokunma, hava akımı, konuşma, esneme gibi sebepler olabilir.
Ağrı, sadece trigeminal sinirin dallandığı alandadır.
Ağrı genellikle tek taraflı ve yine genellikle sağ tarafta gelişir.
Az sayıda da olsa çift taraflı trigeminal nevralji gelişen hastalarda ağrı krizleri genel olarak sıra ile birbirini izler yani bir tarafta önce olur, biterken diğer tarafta da olur.
Ağrı krizleri sırasında trigeminal sinire ait diğer duyu ve motor fonksiyonlarında değişiklik olmaz.
Trigeminal nevralji, yaşam kalitesini düşüren nörolojik kökenli ağrıya ne kadar erken müdahale edilirse o derece azalır. Diş kaynaklı ağrılarla karıştırıldığı için genellikle diş hekimlerine başvuran hastalara zaman zaman diş çekimi veya kanal tedavisi gibi uygulamalar yapılmaktadır.
Trigeminal Nevralji Tedavisi
Epilepsi tedavisinde kullanılan bir antikonvülzan ilaç olan karbamazepin trigeminal nevraljiyi ilk tercih olup ilaçların yan etkilerine tahammül edemeyen yada ilaçlardan fayda görmeyen kişilerde cerrahi yöntemler de uygulanmaktadır.
Karbamazepin, voltaj kapılı sodyum kanallarının açılıp aksiyon potansiyelinin oluşmasını engelleyerek beyin hücrelerinin daha az cevap vermesini sağlayarak ağrıyı da azaltır.
⭐️⭐️ Uygulama parametresi: trigeminal nevraljinin tanısal değerlendirmesi ve tedavisi (kanıta dayalı bir inceleme): Amerikan Nöroloji Akademisi ve Avrupa Nörolojik Topluluklar Federasyonu Kalite Standartları Alt Komitesi raporu https://pubmed.ncbi.nlm.nih.gov/18716236/
Dr Mustafa KEBAT
Tetkik OSGB İş Sağlığı ve Eğitim Koordinatörü
Sınırlı Sorumluluk Beyanı: Web sitemizin içeriği, ziyaretçiyi bilgilendirmeye yönelik hazırlanmıştır. Sitede yer alan bilgiler, hiçbir zaman bir hekim tedavisinin ya da konsültasyonunun yerini alamaz. Bu kaynaktan yola çıkarak, ilaç tedavisine başlanması ya da mevcut tedavinin değiştirilmesi kesinlikte tavsiye edilmez. Web sitemizin içeriği, asla kişisel teşhis ya da tedavi yönteminin seçimi için değerlendirilmemelidir. Sitede kanun içeriğine aykırı ilan ve reklam yapma kastı bulunmamaktadır.
K1 vitamini değeri yüksek olan bu besinler pıhtılaşmayı tetikler. Özelikle coumadin ve türevi ilaçları kullanırken ilaç etkisini azaltır.
Kanın sulanması kanın akışkanlığını artırması demektir.
Kan sulandırıcılar; vücudun pıhtılaşma faktörleri adı verilen proteinleri yapmak için ihtiyaç duyduğu K vitamininin işleyişinine karşı gelerek yada trombositlerin birbirine ve kan damarlarının duvarlarına yapışmasını ve pıhtı oluşturmasını sağlayan proteinleri engelleyerek etki ederler.
⭐️⭐️ Normal yetişkin erkeklerde somon diyetinin kan pıhtılaşması, trombosit agregasyonu ve yağ asitleri üzerindeki etkisi https://pubmed.ncbi.nlm.nih.gov/1904973/
Sınırlı Sorumluluk Beyanı: Web sitemizin içeriği, ziyaretçiyi bilgilendirmeye yönelik hazırlanmıştır. Sitede yer alan bilgiler, hiçbir zaman bir hekim tedavisinin ya da konsültasyonunun yerini alamaz. Bu kaynaktan yola çıkarak, ilaç tedavisine başlanması ya da mevcut tedavinin değiştirilmesi kesinlikte tavsiye edilmez. Web sitemizin içeriği, asla kişisel teşhis ya da tedavi yönteminin seçimi için değerlendirilmemelidir. Sitede kanun içeriğine aykırı ilan ve reklam yapma kastı bulunmamaktad
Siyah sarımsak (Allium sativum) 45-90°C sıcaklık, %50-90 (Kim kaynakta 65-80 °C ‘de %70-80) bağıl nemdeki kontrollü ortamlarda beyaz sarımsağın siyah renk alana kadar yaklaşık 30-90 gün bekletilmesi ile üretilir.
İlk olarak hepimizin bildiği beyaz sarımsaktan biraz bahsedeyim.
Sarımsak (Allium sativum L.), içeriğindeki allisin, alliin ve ajoen sülfür bileşenlerinden ötürü antimikrobiyel, antifungal, anti-inflamatuar vb özelliklere sahip sağlık üzerine birçok faydaları olan soğansı bitkiler grubunda yer alan bir bitkidir. En iyi kalitede sarımsak selenyum ve germanyum açısından zengin topraklarda yetişmektedir
Sarımsağın içeriğinde bulunan allicin, yalnızca sarımsağın hücre duvarları hasar gördüğünde (rendelendiğinde veya kesildiğinde) kükürtlü bir amino asit olan alliin’in alliinaz enzimi ile parçalanması ile oluşur.
SİYAH SARIMSAK
Sarımsaktaki Allinaz enzimi sıcakta inhibe olur (etkisiz hale gelir) ve alliin’in allicin’e dönüşmez… Bu “istenmeyen koku ve tadı” engeller.
49 çift kör çalışmada 9901 kişi üzerinde yapılan bu çalışmada;
Kolesterol ilaçları – statinler, B12, B6, Folik asit, vitamin K vb gibi kan sulandırıcılar ile karşılaştırılmış ve bunların içinde ateroskleroza karşı en etkili olanın siyah sarımsak olduğu görülmüş.
Ateroskleroz, kalsiyum birikimi nedeniyle damar kireçlenmesi ve yüksek kolesterol ile çeperin daralması sonucu sertleşme ve tıkanma.
Yapılan çalışmalar siyah sarımsağın aterosklerozu tedavi etmede oldukça etkili olduuunu gösteriyor
Ateroskleroz tüm damarlarımızda olabilir. En kritik olduğu yer kalbi ve beyni besleyen damarlarda olmasıdır.
Sonuç Olarak
Damar sertleşmesi (ateroskleroz) riskiniz varsa, kireçlenmeniz varsa günlük dört (4) diş siyah sarımsak mutlaka tüketin. Yutmayın. Ezdikten sonra tüketin.
B12, B6, B9, L-arjinin ile beraber kullanıldığında etkisi daha çok artmaktadır.
Bidiğiniz gibi ayrıca antibiyotik ve antiviral etkileri de mevcut.
⭐️⭐️ Erkek Sıçanlarda Yüksek Yağ/Sakaroz Diyetiyle Oluşan Metabolik ve Vasküler Değişikliklerde Eskitilmiş Siyah Sarımsak Özütünün Faydalı Etkileri https://pubmed.ncbi.nlm.nih.gov/30642033/
Sınırlı Sorumluluk Beyanı: Web sitemizin içeriği, ziyaretçiyi bilgilendirmeye yönelik hazırlanmıştır. Sitede yer alan bilgiler, hiçbir zaman bir hekim tedavisinin ya da konsültasyonunun yerini alamaz. Bu kaynaktan yola çıkarak, ilaç tedavisine başlanması ya da mevcut tedavinin değiştirilmesi kesinlikte tavsiye edilmez. Web sitemizin içeriği, asla kişisel teşhis ya da tedavi yönteminin seçimi için değerlendirilmemelidir. Sitede kanun içeriğine aykırı ilan ve reklam yapma kastı bulunmamaktadır.
Dalıcının sağlık durumunun dalışa uygunluğu değerlendirebilmek için; sualtının yoğun ve viskoz bir ortam olduğunu, derinliğin artışı ile birlikte dalıcının basınca maruziyetindeki değişimi, ortam (özellikle düşen) sıcaklıklığının insanlar üzerindeki etkisi bilmek gerekir.
Bilinmelidir ki dalıcının bazı tıbbi ve psikolojik durumları tüplü dalışa kesin veya geçici süreyle engel teşkü etse de sportif – keyif amaçlı dalışların kuralları, ticari veya askeri amaçlı dalışın katı kurallarından daha esnektir.
Scuba (Su altı tüplü dalış) dalışlarda gerekli tüm şartlar yerine getirildiğinde amatör dalıcılar için de profesyonel dalgıçlar için de riskler düşüktür.
Risklerin düşürülmesi için gereken şartların başında kişinin sağlık durumu gelir.
Bu sebeple dalış yapacak amatörlere de ve profesyonellere de sağlık durumlarının su altındaki şartlara uygun olup olmadığı açısından doğru bir değerlendirme – muayeneye yapımalıdır.
Dalış öncesi muayenenin amacı, dalış yapacak kişinin sualtı dalışını sağlığı açısından tehlikeye düşürecek bir sağlık sorunu olup olmadığını araştırmaktır.
Ayrıca dalıcıların su altına adaptasyonu için disiplinli olması ve uygun ekipmanla dalış yapması gerekir.
Her ne maksatla olursa olsun dalıcılar su altına ilk kez dalışın öncesinde ve sonra da yıllık periyodik olarak scuba dalışı konusunda hekimlik tecrübesi olan;
KBB
Göğüs Hastalıkları
Kalp Damar, Psikiyatri
Nöroloji
Dahilliye (Endokrin-Kan-Sindirim Sistemi açısından değerlendirecek)
Göz uzmanları değerlendirmelidir.
Dalıcının sorunu varsa ayrıca;
Ortopedi
Plastik Cerrahi
Cerrahi vb gibi bölümler değerlendirmelidir.
Tüm hekimlerin raporları ile birlikte Su Altı Uzmanı Hekim tarafından son değerlendirme yapılmalıdır.
Boğulma dalıcılar arasında en sık ölüm nedenidir.
Arteriyal Gaz Embolisi (AGE) (Akciğer barotravması sebepli) ölümlerin kabaca %30 ile ikinci sıradadır.
Solunum sistemi açısından bakıldığında dalış için en önemli iki faktör yeterli solunum kapasitesine sahip olmak ve akciğerde hava hapsinin olmamasıdır.
Normal koşullarda dalış esnasında harcanan efor çok fazla değildir. Ancak bazı durumlarda dalıcı çok fazla efor harcamak zorunda kalabilir. Efor esnasında solunum işi artacağından dalıcının solunum kapasitesinin artan solunum yükünü karşılayacak düzeyde olması gerekir.
Dalış yapacak kişinin sedanter yaşamı içerisinde farkında olmadığı lakin dalış sırasında zorlanma ile anlaşılacak sınırda hatta düşük solunum kapasitesi ciddi bir sorundur. Bu hususun dalış sırasında yaşayarak değil önceden muayene ve Solunum Fonksiyon Testi (Solunum kapasitesinin ölçülmesi) ile tespit edilmesi yaşamsal önemdedir.
Egzersiz kapasitesini engellemeyen ve dalıcının rutin yaşamında şikayet yaratmayan akciğer hastalıkları da dalış için risklidir. Hava hapsine neden olan herhangi bir akciğer hastalığı çıkışta pulmoner barotravmaya neden olabilir (çıkış hızı 10-15m/dakika’ dan az olsa bile).
Dalış Öncesi Akciğer Muayenesi
Akciğere Yönelik Detaylı Anamnez
Kişinin tıbbi durumu değerlendirmenin en iyi yolu her zaman için hikayesinin (anamnezin) doğru ve yeterli alınması ile başlar. Bu sebeple dalıcının sağlığı ile ilgili özgeçmişi ve ailevi geçmişleri çok iyi sorgulanmalı ve cevapları dinlenmelidir. Örneğin; Pnömotoraks, Göğüs Cerrahisi, KOAH, Astım, Tüberküloz, Sarkodoz, Kistik Fibrozis, Bronşektaz, Pulmoner enfeksiyon, fibrozis, vs hikayesi var mı_
Akciğer Grafisi
Anamnezinde ve fizik muayenesinde herhangi bir sorun bulunmayan sağlıklı dalıcılarda düz akciğer grafisi yeterlidir. Lakin hekimin inceleme gereği gördüğü durumlarda ek grafiler gerekebilir.
Daha önce ciddi akciğer hastalığı geçirmiş olan dalıcıların düz akciğer grafi ve lateral akciğer grafi (kalbin arkasında kalan bölgeyi görmek için) ile değerlendirilmesi daha doğrudur.
Dalıcının geçmişinde tüberküloz hikayesi varsa akciğer grafisi normal değerlendirilse bile muhakkak akciğer tomografisi ile hava hapsine yol açan skar doku veya kaviter lezyonlar açısından değerlendirilmelidir.
Anamnezinde akciğerle ilişkili bir hastalık veya cerrahi girişim olan dalıcıların akciğer grafisi normal olsa bile özellikle yüksek rezolüsyonlu akciğer tomografisi (HRCT) ile değerlendirilmelidirler.
Solunum Fonksiyon Testi
Anamnezinde akciğer hastalığı olmayanlar dalıcılarda;
FVC (Zorlu Vital Kapasite) – Alabildiğiniz kadar nefes aldıktan sonra kuvvetli ve hızlı bir şekilde dışarı verilen hava miktarıdır. Sağlıklı kişiler normal olarak akciğer hacimlerinin %80’ini 6 saniye ya da daha kısa sürede ekshale edebilir.
FEV1 (1. Saniye Zorlu Ekspirasyon Hacmi ) – FVC testinin birinci saniyesinde verilen hava miktarıdır. Sağlıklı kişilerde birinci saniyede vital kapasitenin %70–80’i dışarı atılır.
FEV1/FVC (Obstrüksiyon varlığını saptamada kullanılan bir parametredir) – Sağlıklı bir bireyde normal değeri %70–80‘dir ancak yaşla birlikte FEV1‘in, FVC’ye göre daha hızlı düşmesine bağlı olarak oran azalır.
değerlerinin ölçülmesi ve değerlendirilmesi yeterlidir.
Dalıcının solunum kapasitesi dalış esnasında gerekebilecek ağır eforu karşılayacak düzeyde olmalıdır. Dalış izni verilebilmesi için dalıcının solunum fonksiyon testinin normal sınırlarda olması gerekir.
Tüplü dalış sırasında soğuk-kuru havanın irritasyonuyla hava yolu darlığı gelişebilir.
Bu sebeple; Astımlı ve Astım şüphesi olan dalıcıların Solunum Fonksiyon Testi normal sınırlarda değerlendirilmesi yeterli değildir. Subklinik hava yolu duyarlılığı göz ardı edilmemelidir. Astımın tetiklenebileceği şartlarla (Soğuk-kuru havayla, hipertonik solüsyonla, Egzersizle vb gibi) hava yolu provokasyonu yapılmalıdır. Ventilasyon kapasitesi normalin altında olan astım hastası dalıcılar Göğüs Hastalıkları uzmanı tarafından daha ayrıntılı değerlendirilmeli ve onayı olmadan dalış izni verilmemelidir.
Akım-volüm eğrisi, özellikle ekspirasyon eğrisi (FEF25-75, FEF50 ve FEF25) uç hava yolları hakkında detaylı bilgi verdiği için değerlendirmede önemlidir.
Akciğer barotravması geçirenlerde, VC ve FEV1 ölçümlerinin korunduğu, ancak soluk verme sonundaki akımların bozuk olduğu görülmüştür.
Solunum Fonksiyon Testinde Normal Kabul Edilen Değerler
Vital kapasite (VC),bir kişinin maksimum inhalasyondan sonra akciğerlerinden dışarı atabileceği maksimum hava miktarıdır.
50 yaşın üstündeki sigara içen dalıcı adaylarında, hava yollarının uç kısımları hakkında bilgi veren değer FEF25-75 ölçülmelidir.
FEF25-75(Zorlu vital kapasite manevrasının %50’sindeki ortalama akım hızıdır)
FEF25-75 Orta ve küçük çaplı bronşlardaki obstrüksiyon hakkında bilgi verir. Obstrüktif hastalığın erken dönemlerinde azalmaya başlar.
FEV1 /FVC oranının sınırda olduğu bir dönemde FEF25-75 hava yolu obstrüksiyonunu göstermede yardımcı olur.
Restriktif hastalıkların derecesi arttıkça FEF25-75 değerinde de dolaylı azalmalar izlenebilir.
Sigara sadece dalıcılar için değil tüm insanlar için akciğer hastalıkları gelişimi için ciddi bir risk faktörüdür. Bu sebeple burada bir kez de biz sigarayı bırakmalarını kendi sağlıkları için isteyelim.
Solunum kaslarını etkileyen durumlarda (obezite, kortizon kullanımı, nöromusküler hastalıklar)
Hava yolu direnci (vücut pletismografisiyle)
Astımda provokasyon testi sonrası ölçülebilir
Yüksek Rezolüsyonlu Bilgisayarlı Akciğer Tomografisi
Hikayede hava hapsine neden olabilecek durumlar varsa veya SFT değeleri düşük ise (Torakotomi, Pnömotoraks, Geçirilmiş Tüberküloz gibi)
Akciğer Barotravması
Dalışın iniş bölümünde basıncın artışı ve hacmin daralmasına bağlı akciğerde gelişen hasara – tabloya iniş barotravması veya akciğer sıkışması (squeeze) ve dalışın yüzeye çıkış bölümünde basınç azalmasına ve hacim genişlemesine bağlı akciğerde gelişen hasara – tabloya çıkış barotravması veya genleşme-patlamadenir.
Bu ayrıtılandırdığımız basınç/hacim değişikliklerine bağlı olarak akciğerlerde meydana gelen hasara – tabloya genel olarak da Akciğer Barotravmasıdenir.
Barotravmanın fiziksel temeli Boyle yasası ile açıklanır. Bu kanuna göre sabit sıcaklık altında gazların hacimleri ile basınçları ters orantılıdır.
Boyle Yasası matematiksel olarak şu şekilde ifade edilebilir;
Basınç hacimle ters orantılıdır.
Veya PV = k Basınç ve hacmin çarpımı sabit bir sayıdır (burada k olarak gösterilir)
Burada P – gazın basıncı V– gazın hacmi ve k – belirli bir sıcaklık ve gaz miktarı için sabittir.
Boyle yasası, belirli bir gaz kütlesinin sıcaklığı sabit olduğunda, basıncı ve hacminin çarpımının da sabit olduğunu belirtir. Aynı maddeyi iki farklı koşul kümesi altında karşılaştırırken, yasa şu şekilde ifade edilebilir:
Bir gazın hacmi arttıkça basıncının orantılı olarak azaldığını ve bunun tersinin de geçerli olduğunu göstermektedir.
Dalışın her 10 metresinde basınç 1 atmosfer artar.
Bu hesaba göre su yüzeyindeki herhangi bir hava boşluğunun hacmi 10. metresinde yarıya, 20 m de üçte birine, 30 m de dörtte birine iner. Dalıcının vücudunun gaz içeren boşluklarının hacmi de aynı şekilde küçülür ve yüzeye çıkış esnasında da basınç azaldığından gaz boşlukları genişler.
Sıvılar ve katılar basınç değişikliklerinden gazlar gibi etkilenmezler. Bu sebeple dalıcı vücudundaki katı ve sıvı kısımlarda hacim değişim olmaz. Yani dalış sırasında basınç artışı ile vücudun küçülmesi sadece çizgi filimlerde olur, gerçek hayatta olmaz.
Genellikle derinlikler endişe verici görülse de aslında ilk 10 m de en büyük hacim değişikliği olur ve hava boşluğunun hacmi 10. metresinde yarıya iner. Bu sebeple sığ dalışlar bile oldukça tehlikelidir.
Akciğerin İniş Barotravması (Akciğer Sıkışması)
Serbest dalışlarda (maske ve şnorkelle yapılan dalış) görülür ve nadirdir.
Serbest dalışlarda yukarıda da belirtildiği gibi ilk 10 metrede en büyük hava değişimi olur ve bu sırasında akciğerdeki hava, dalınan derinlikteki basınca orantılı biçimde küçülür (10. metresinde yarıya iner).
Akciğerlerdeki hava rezidüel volüme (Rezidüel volüm (RV) insanda elde edilebilen en düşük akciğer volümü olup, derin ekspirasyonun (hava vermenin) bitiminde akciğer- lerde kalan hava volümü olarak tanımlanır. “RV= FRC – ERV veya RV= TLC – IVC” formüllerinden hesaplanır.) kadar küçüldüğünde ise dalış sınırına gelinmiş olur. Bu kritik bir eşiktir. Vücut dalıcının bu durumu anlayabileceği anlık bir bulgu vermez.
Daha derine dalma girişimi yani akciğerin rezidüel volümün altına sıkıştırılması, akciğer dokusunda hasara, ödeme ve alveol içi kanamaya yol açabilir. Kabaca her insan için soluk tutarak dalış yapabileceği derinlik sınırı total akciğer kapasitesi / rezidüel volüm (TAK/RV) oranı ile belirlenir.
Serbest dalış yapanlar için kişiye özel hesaplanacak olan bu orana göre soluk tutarak kendi derinlik sınırlarına ulaşmaları çok nadir bir durum olsa da rekor amacı ile yapılan dalışlar derinlik sınırı total akciğer kapasitesi / rezidüel volüm (TAK/RV) oranı açıklanamaz.
Örneğin; 2007 yılında ağırlık kullanarak iniş yapılan ve yüzeye balon yardımıyla çıkılan ‘limitsiz’ yarış dalında Avustralyalı serbest dalıcı Herbert Nitsch 253.2 metreye ulaşmayı başardı. 2024 yılında halen bu rekor kırılamamıştır.
Memeli Dalış Refleksi
Serbest dalışta vücudun artan basınca karşı oluşturduğu en önemli adaptif cevap memeli dalış refleksidir.
⭐️ Bradikardi, memeli dalış refleksinin ilk tepkisidir. Bradikardi: Kalp hızının normalin altına düşmesidir.
Yüzün suyla teması, basıncın artması ve çevre sıcaklığının azalması gibi dalışa başlama sinyalleri alan beyin (Beşinci (V) kranial sinir (trigeminal sinir) tarafından sağlanan burun boşluğu ve yüzün diğer bölgelerindeki ıslaklığa duyarlı duyusal reseptörler bilgiyi beyne iletir. Onuncu (X) kranial sinir ( Vagus siniri) – otonom sinir sisteminin bir parçasıdır – daha sonra bradikardi üretir) kalp atım hızını yavaşlatır. Bu yavaşlama, %10-25 arasında değişmektedir.
Kalp kası sürekli olarak aktif olması nedeniyle daha fazla enerji ve oksijen tüketmekte olup, dakikada kalp atım sayısının düşmesiyle oksijen tasarrufu sağlanabilmektedir.
Su altında geçen süre uzadıkça ve daha derine gidildikçe kalp daha da yavaş atmaya başlar ve vücut bu olağan dışı şartlara adapte olmaya başlar.
⭐️ Periferik Vazokonstriksiyon, memeli dalış refleksinin ikinci tepkisidir.
Periferik Vazokonstriksiyon: Kalpten uzak – kol ve bacaklardaki kan damarlarının daralması – büzülmesi.
Serbest dalışa bağlı (periferik vazokonstriksiyon ile) uç organlardaki damarların büzüşmesiyle kanın önce ayak ve el parmaklarında, daha sonra el ve ayaklarda, sonra da kol ve bacaklardaki kan dolaşımının kısıtlanmasıyla bu bölgelerdeki dolaşım azaltılır, böylece vücutta daha fazla oksijene ihtiyaç duyan beyin gibi önemli organların dolaşımı artırılmış olur.
⭐️ Toraks içine kan göllenmesi, memeli dalış refleksinin üçüncü tepkisidir.
Toraks içine kan göllenmesi: Periferdeki kanın önemli bir bölümünün göğüs boşluğu ve akciğerlere toplanmasıdır.
Memeli dalış refleksi ile gelen önemli adaptasyonlardan birisidir.
Periferdeki kanın önemli bir bölümünün göğüs boşluğu ve akciğerlere kayması, akciğer içindeki damarların genişleyerek bir hacim oluşturması, böylece rezidüel akciğer hacminin (uzun bir soluk verme sonrası akciğerde kalan hava miktarı) düşmesidir.
Böylece serbest dalışta derinlere inildikçe artan çevre basıncı ile akciğerlerin rezidüel hacme kadar hacimce küçülmesi daha derinlerde oluşur, (derinlik sınırı total akciğer kapasitesi / rezidüel volüm (TAK/RV) oranı arttığı için) akciğer içinde negatif basınç oluşması daha geç ortaya çıkar, serbest dalışlarda görülebilen kapillerlerden alveol içine plazma sızması ya da alveol içi kanama daha geç görülmektedir. Bu sayede serbest dalgıcın akciğerler ile çevre basıncını eşitleyerek akciğer dokusunda hasar görülmeksizin daha derinlere ulaşabilmesi mümkün olur.
Merkeze doğru oluşan kan transferi, suya girildiği an değil derinlik belirli bir seviyenin üzerine çıkınca gerçekleşmektedir.
1950’li yıllara kadar memeli dalış refleksinin sadece balinalar gibi deniz canlılarında olduğu sanılıyordu ki bu fizyolojik adaptasyonun insanda da mümkün olduğunun keşfinden sonra, serbest dalışla su altındaki ulaşılması güç derinliklerin keşfi de gecikmemiştir.
Teorik olarak; derinlik sınırına ulaşmadan da akciğer hasarı oluşabilir.
Bu durum çıkışa yakın veya çıkış sırasında dipteyken ağız kapalı zorlu nefes alma ve diyafram kasılması (Müller manevrası) yapanlarda görülür. Bu hareketler sırasında toraks içine göllenen kan vasküler basıncı arttırarak alveol içine kanamaya neden olabilir.
Akciğerin Çıkış Barotravması (Genleşme-Patlama)
Tüplü dalışlarda dipte alınan basınçlı havanın dışarıya verilmeden çıkılması sonucu oluşur. Dipte alınan hava çıkış sırasında genleşir ve dışarı verilmediği taktirde büyük hacimlere ulaşır. Hava hacmindeki artış akciğer dokusunu yırtarak çıkış baro travmasına (genleşme – patlamaya) neden olur.
Genelikle paniğe kapılan dalıcının yüzeye kontrolsüz çıkışı sırasında soluk vermemesi yada yeterli soluk verememesi sebebi ile akciğerdeki havanın basıncın azalması ile genleşmesi sonucu çıkış baro travması meydana gelir.
Akciğer çıkış barotravması dört değişik klinik formda görülebilir
Alveoler yırtılma
Arteriyal (atardamar) Gaz Embolisi (AGE)
Mediyastinal Amfizem
Pnömotoraks
Aslında ilk olarak gerçekleşen Alveol Yırtılmasını takiben hava bronkovasküler alanda ilerleyerek Arteriyel Gaz Embolisine sebep olur ardından gelişen Mediyastinal Amfizeme veya Pnömotoraksa neden olabilir. Mediyastende ilerleyen hava ek olarak cilt altı amfizem‘ine veya pnömoperikardiyum‘a yol açabilir.
DALIŞ İÇİN AKCİĞERE AİT RİSK FAKTÖRLERİ
Kronik Obstrüktif Akciğer Hastalığı (KOAH)
Kronik bronşit ve amfizeme bağlı olarak hava yolu tıkanıklığı ile seyreden bir hastalıktır. Hava yolu tıkanıklığı genellikle ilerleyici ve geriye dönüşümsüzdür (irreversibl). Ancak KOAH hava yolu duyarlılığıyla birlikte olabilir ve kısmen reversibl olabilir. Kronik bronşitin tanımı öksürüğe ait başka bir neden olmaksızın birbirini izleyen iki yıl boyunca ve her yıl en az üç ay süre ile devam eden ve balgamla beraber olabilen kronik öksürüktür. Amfizem ise terminal bronşiyollerin gerisinde kalan hava yollarının ve hava keseciklerinin (alveol) duvar harabiyeti ile birlikte kalıcı genişlemesidir.
KOAH’da bilinen en önemli risk faktörü sigaradır. Sigaraya göre diğer risk faktörlerinin (alfa 1 antitripsin eksikliği, toz-duman ve gazlarla temas, hava kirliliği, çocukluk çağı solunum enfeksiyonları gibi) katkısı çok daha azdır.
KOAH’da oluşan patolojik değişiklikler hem hava yollarını ve hem de akciğer dokusunu etkiler. Düz kas kütlesinde artış, enflamasyon, ödeme ve sekresyon (mukus) artışı büyük ve küçük hava yollarında daralmaya neden olur.
Akciğer dokusunda meydana gelen değişikliler ise bronşiyolleri ve alveolleri içine alan kalıcı genişlemelerin neden olduğu hava kesecikleridir (bül, bleb). Bu yapısal değişiklikler çoğunlukla irreversibl ve kısmen reversibl hava yolu tıkanıklığına neden olmaktadır. Bu değişiklikler ve akciğer esnekliğindeki azalma nedeniyle soluk verme esnasında küçük hava yolları erkenden kapanır ve akciğerdeki hava tam boşalamaz. Böylece soluk verme sonunda akciğerde normaldekinden daha fazla hava kalır (rezidüel volüm artar).
Solunum fonksiyon testinde küçük hava yollarındaki tıkanıklık (maksimum ekspirasyon ortası akım hızında yani FEF 25-75% de azalma) en erken bulgudur. Bu nedenle değerlendirmede sadece zorlu vital kapasite (FVC) veya birinci saniyedeki zorlu ekspiratuar volümün (FEV1) ölçümü yetersizdir.
Tanıda anamnez, fizik muayene, solunum fonksiyon testi ve akciğer grafi bulguları önemlidir. Düz akciğer grafisi hafif KOAH olgularında genellikle normaldir. Akciğer tomografisi amfizemi, akciğer dokusundaki ince cidarlı havayla dolu boşlukları (bül) ve plevra yaprakları arasındaki küçük havalı alanları (bleb) göstermek açısından önemlidir.
KOAH’da astımdan farklı olarak her zaman için hava yolu darlığı vardır. Havalanma artışı, akciğer elastik yapısındaki azalmaya bağlı soluk verme esnasında meydana gelen bronşiyal kollapsın neden olduğu tıkanıklık ve büllöz akciğer dokusu nedeniyle bu kişiler için dalış kesin yasaktır.
Pnömotoraks
Pnömotoraks plevra boşluğunda hava toplanmasıdır. Daha önceden pnömotoraks (PT) geçirmiş kişiler için dalış kararı verirken pnömotoraksın meydana geliş şekli önemlidir. Pnömotoraks meydana geliş şekline göre başlıca üçe ayrılır.
Spontan Pnömotoraks:Travma veya başka bir nedenden kaynaklanmayan, kendiliğinden gelişen pnömotoraksa denir. En sık neden konjenital apikal bleblerdir. Genç, uzun boylu, zayıf kişilerde ve sigara içenlerde sık görülür. Kendi içinde ikiye ayrılır.
Primer spontan pnömotoraks: Herhangi bir akciğer hastalığı olmayan sağlıklı kişilerde kendiliğinden gelişir.
Sekonder spontan pnömotoraks: Altta yatan bir akciğer hastalığına bağlı gelişir. KOAH, astım, bronşektazi ve interstisyel akciğer hastalıklarında pnömotoraks riski yüksektir.
Travmatik Pnömotoraks:Göğüs duvarına yönelik delici veya künt travmalara bağlı pnömotoraksa denir.
İyatrojenik Pnömotoraks:İnvaziv girişimlere (transtorasik iğne aspirasyonu, torasentez, mekanik ventilasyon, torakotomi gibi) bağlı gelişen pnömotoraks.
***Pnömotorak her üç şekli de tansiyon pnömotoraksa dönüşebilir. Bu durumda plevra boşluğuna giren hava dışarı çıkamaz ve giderek artan hava hacmi kalbi ve madiyasteni karşı tarafa iterek hayatı tehdit eden tabloyu oluşturur. Su altında gelişen bir pnömotoraks yukarı çıkış esnasında çevre basıncı azalacağından tansiyon pnömotoraksına dönebilir.
Spontan pnömotoraksda olay tekrarlayabilir.
Bu nedenle Spontan Pnömotoraks geçirenlerde dalış kesinlikle yasaktır.
Primer spontan pnömotoraks geçiren kişilerde neden bilinmez ve tekrarlama riski yüksektir. İkinci atak sıklıkla ilk 6 ay ile 2 yıl içinde görülür ve tekrarlama ihtimali %30 (%16-50 arasında) dur. İkinci ataktan sonra tekrarlama riski daha da artar (%75’lere ulaşır). Sekonder spontan pnömotoraksda neden altta yatan bir akciğer hastalığıdır ve bu kişilerde de tekrarlama ihtimali yüksektir. (%39-47)
Travmatik veya iyatrojenik pnömotoraksda neden bellidir ve iyileşme tam olduysa tekrarlama ihtimali yoktur. Tedavi sonrasında akciğer dokusunda hasar yoksa veya hava hapsine neden olan yapışıklıklar oluşmadıysa bu kişiler dalabilirler. Bu kararın verilebilmesi için detaylı akciğer muayenesi, solunum fonksiyonları ve radyolojik değerlendirme yapılmalıdır. Akciğer grafisi normal olabilir ancak bu yeterli değildir. Bu nedenle akciğer dokusunun yapışıklıklar veya hava hapsi lezyonları açısından daha iyi değerlendirilmesi için akciğer tomografisiyle (özellikle yüksek rezolüsyonlu tomografi: HRCT) karar vermek daha doğrudur.
Astım
Astım hava yollarının kronik enflamatuar bir hastalığıdır. Bu enflamasyon çeşitli uyaranlara (allerjenler, egzersiz, soğuk, enfeksiyon, ilaç gibi) karşı hava yolu duyarlılığına neden olur. Mevcut hava yolu duyarlılığı da kendiliğinden veya ilaçlarla geri dönüşümlü (reversibl) yaygın hava yolu daralmasına yol açar. Bu özelliği ile KOAH’dan ayrılır. Nefes darlığı, hırıltı, göğüste daralma hissi, öksürük ve az miktarda balgam çıkarma şeklindeki yakınmalar tekrarlayıcı özelliktedir. Bu yakınmaların çeşitli uyaranlarla ortaya çıkması astım için tipiktir. Ancak astım her zaman tipik hikaye ve klinik bulgularla seyretmez. Astım sadece öksürükle seyredebileceği gibi yalnızca egzersizle, soğuk ve kuru havayla ortaya çıkabilir.
Astımda hava yollarındaki düz kasların kasılması, ödem ve artan sekresyon hava yollarında daralmaya neden olur. Bu durumda daralan hava yollarının gerisinde kalan hava dışarı çıkamaz ve hava hapsi oluşur. Su altında yukarı çıkış esnasında Boyle kanununa göre tıkanıklığın gerisindeki hava genişleyeceği ve çıkış yolu bulamayacağı için akciğer çıkış baro travmasına neden olabilir. Astımda akciğer dokusunun elastik yapısı bozulduğu için çok düşük basıçlarda bile yırtılarak arteryal gaz embolisine neden olabilir.
Astımlı dalıcıda egzersiz kapasitesinin düşük olması, ventilasyonun eşit dağılmaması, hava yolu tıkanıklığına ve mukus tıkaça bağlı hava hapsinin olması çıkış sırasında barotravma riskini arttırır.
Egzersizle oluşan astım
SCUBA dalışı veya serbest dalış için ayrı bir önem taşır. Egzersiz sırasında hava yollarındaki ısı ve sıvı kaybı hava yollarını daraltarak öksürük, nefes darlığı ve hırıltıya neden olur. Isınmadan yapılan ağır egzersiz sırasında hiperventilasyonla birlikte ağızdan soluk alınıp verilir. Bu nedenle içeri giren soğuk hava bronşları kurutarak daralmaya neden olur. Halbuki, ısınma hareketinden sonra burun yoluyla solunduğunda, soğuk hava burundan geçerken nemlendirilmiş ve ısıtılmış olur. Egzersiz esnasında soğuk ve kuru hava soluyan kişilerde hava yolu daralması daha kısa sürede gelişmektedir. Genellikle 10 derece eğimli ve saatte 3-3.5 mil hızla çalışan treadmill aletinde 6-8 dakikalık yürüyüş veya bisiklet ergometresini 6 dakika kullanmak egzersiz astımını ortaya çıkartır.
Treadmill veya bisiklet ergometrisi hava yolunda daralmaya yol açmazsa soğuk/kuru hava kullanarak egzersiz testi yapılır. Egzersizle veya soğuk-kuru havayla ortaya çıkan astım dalış için kesin olarak yasaktır.
Astımlılarda muayene bulguları ve solunum fonksiyon testi (SFT) tamamen normal olabilir fakat subklinik hava yolu darlığı ve duyarlılığı bulunabilir. Bu kişiler çeşitli uyaranlarla karşılaştıklarında mevcut hava yolu duyarlılığı nedeniyle yakınmalar ortaya çıkabilir ve solunum fonksiyonları bozulabilir. Bu nedenle solunum muayenesi ve solunum fonksiyonları tamamen normal olan astımlı dalıcılarda hava yolu duyarlılığının derecesi ve kişinin hangi uyaranlarla tetiklendiği önemlidir.
Hava yolu duyarlılığını değerlendirmek için çeşitli ajanlarla hava yolu uyarılarak daralma olup olmadığı test edilir. Bu amaçla farmakolojik ajanlar (Histamin ve metakolin), allerjenler, hipertonik solüsyonlar ve fiziksel uyaranlar (egzersiz ve soğuk/kuru hava) kullanılır. Bu testler öncesinde bazal FEV1 değeri ölçülür ve testten sonra belli aralıklarla FEV1 ölçümleri tekrarlanır. FEV1’de belli bir değerin üzerinde azalma varsa test pozitif kabul edilirek sonlandırılır.
Hipertonik solüsyon inhalasyonu
Özellikle %4.5’lik serum fizyolojikle yapılan teste yanıt verenlerde egzersize bağlı astım vardır. Bu ozmolarite deniz suyunun biraz üzerindedir ve SCUBA dalış yapan astımlılar için sıklıkla kullanılır.
Bazal FEV1 değeri saptandıktan sonra ultrasonik nebülizatörle %4.5’lik serum fizyolojik inhalasyonu yapılır. İnhalasyondan 60 ve 90 saniye sonra FEV1 ölçümü tekrarlanır. FEV1 de bazal değere göre %15 (ideali %20) ve üzeri düşüş varsa test pozitif kabul edilir.
Soğuk/kuru hava inhalasyonu
Test için en uygun olanı kuru komprese havadır. Bazal FEV1 değeri ölçüldükten sonra 3 dakika süren periyodlarla ve her seferinde artan dakika ventilasyonla kuru hava solutulur. Her periyod sonrası oda havasında FEV1 30., 90. saniyelerde, 3. ve 5. dakikalarda tekrarlanır. FEV1’de %20 ve üzeri azalma varsa test pozitif kabul edilerek sonlandırılır.
Egzersiz
Astım tanısında egzersiz testi çok duyarlı değil fakat oldukça özgündür. Sıklıkla treadmill veya bisiklet ergometrisiyle yapılır ve egzersiz süresi 6-8 dakika kadardır. Test esnasında oda sıcaklığında komprese hava solutulur. Test öncesi ve sonrası 1, 3, 5, 10, ve 15. dakikalarda FEV1 ölçülür. FEV1 de en az %15lik düşük anormal kabul edilir.
Astımlı dalıcılarda dalış neden daha risklidir?
Astımda hava yolları aşırı duyarlıdır ve çeşitli uyaranlarla astım ortaya çıkabilir veya şiddetlenebilir. SCUBA dalışında kullanılan kuru-soğuk hava astımı tetikleyebilir. Diğer taraftan dalış sırasında yapılan ağır egzersiz hava yollarında daralmaya neden olabilir. Kazayla akciğere kaçan tuzlu su veya tatlı su da hava yollarını irrite ederek daralmaya neden olabilir. Dalıcının su altındaki emosyonel durumu (stres ve panik) da astım atağını başlatabilir veya hızlı çıkışa neden olarak sorun yaratabilir. Bu nedenle astımlı dalcılar hastalıkları ve bunun neden olabileceği dalış problemleri konusunda detaylı olarak bilgilendirilmelidir.
Astımlılar dalabilir mi?
Astımı olan kişi uyaran faktörlerle karşılaştığında sorun yaşayabilir. Dalıcıların su altında egzersiz yaptıklarını ve soğuk-kuru hava soluduklarını düşünürsek, astım dalış için bir risk faktörüdür ve dalış izni verilirken çok dikkatli değerlendirme yapılması gerekir.
Yakın zamana kadar astım dalış için kesin engel kabul ediliyordu. Astımda hava hapsinin ve buna bağlı atardamar gaz embolisi riskinin çok daha fazla olduğu ileri sürülüyordu. Bu nedenle çocukluk döneminde astım hikayesi olan ve sonrasında hiçbir sorun yaşamamış erişkinlere bile dalış izni verilmiyordu. Ancak astımla ilgili bilgilerin artması ve tedavide çok etkili ilaçların kullanıma girmesiyle bu karar çok tartışılır hale gelmiştir. Astımlılarda dalışa bağlı travma riskinin yüksek olduğu daha çok teorik bilgiler doğrultusunda söylenmektedir. Bu konuda mevcut veriler çok yetersizdir. Daha net konuşabilmek için dalış yapanlarda astımlıların yüzdesini bilmek gerekir. Astımlı dalıcıların birçoğu dalış yasağı nedeniyle hastalıklarını gizleme eğiliminde olduklarından astımlı dalıcı yüzdesini kesin olarak söylemek mümkün değildir. Diğer taraftan astıma bağlı dalış riskini belirlemek için ileriye yönelik kontrol grubu içeren çalışmalar yapmanın etik olmadığını da unutmamak gerekir.
Bazı ülkelerde hafif astımı olanlar dalabilirken, diğer birçok ülkede astımlılara hiçbir şekilde dalış izni verilmemektedir. Ancak bu ülkelerde sigara içenler dalabilmektedir. Hiç sigara içmemiş hafif astımı olan dalıcıyla karşılaştırıldığında, sigara içen ve uç hava yolu hastalığı bulunan dalıcıda pulmoner barotravma riskinin daha yüksek olduğunu söyleyebiliriz.
Amerikada aktif dalanların %4-7’sinin astımlı olduğu tahmin edilmektedir. DAN (Divers Alert Network) tarafından oluşturulan verilere bakıldığında dalış kazalarının astımlı dalıcılarda bir artış gösterdiği ancak istatistik olarak anlamlılık yaratmadığı görülmektedir. Diğer taraftan solunum fonksiyon testleri normal olan ve egzersiz veya soğuk hava inhalasyonu ile hava yolu duyarlılık yanıtı hafif olan astımlılarda akciğer barotravma riski astımı olmayan dalıcılardakine benzer bulunmuştur. Son olarak Sualtı ve Hiperbarik Tıp Topluluğunun (Undersea and Hyperbaric Medical Society) 1995 yılında astım ve dalışla ilgili toplantısında bazı astımlıların dalabileceği belirtilmiştir.
Çocukluk çağında astım tanısı konan ancak sonraki yıllarda hiçbir yakınması olmayan ve tedavi gerekmeyen kişiler dalış öncesi muayeneleri (fizik muayene ve solunum fonksiyon testleri) normalse dalabilirler. Bununla beraber bu kişilerin bir daha astımla ilgili hiçbir sorun yaşamayacaklarını söylemek mümkün değildir. Bu nedenle dalış izni verirken mutlaka astımdan kaynaklanan dalış riskleri anlatılmalı ve dalıcının bu konuda bilgilendirildiğini gösteren yazılı onam (informed consent) alınmalıdır. Böylece hastalığına bağlı dalış risklerini iyi bilen astımlı dalıcı çok daha dikkatli dalacağından dalış travmaları azalacaktır.
Astım açısından problemsiz seyreden ve dalış izni verilen dalıcıda herhangi bir nedenden dolayı astım atağı gelişirse bu kişi atak geçtikten sonra ve solunum fonksiyon testi normale döndüyse dalabilir.
Dalışa bağlı akciğer kaynaklı travmalar nasıl önlenebilir?
Dalıcı adayının sualtı fizyolojisini ve dalışa bağlı riskleri bilen tecrübeli bir hekim tarafından değerlendirilmesi son derece önemlidir. Detaylı bir sorgulama, fizik muayene, solunum fonksiyon testi ve akciğer grafisi ile akciğerden kaynaklanabilecek dalış kazalarını minimuma indirmek mümkündür. Akciğere yönelik özel durumlar söz konusuysa aday mutlaka Göğüs Hastalıkları bölümüyle konsülte edilmelidir. Dalış izni verildikten sonra periyodik olarak akciğer muayenesi tekrarlanmalıdır. Unutulmaması gereken diğer önemli bir nokta da dalıcının sigara içmemesinin sağlanması veya içiyorsa bıraktırılmasıdır.
DALIŞA KESİN ENGEL DURUMLAR
Spontan pnömotoraks hikayesi
KOAH (Kronik ve kalıcı morfolojik değişiklikler ve irreversibl hava yolu tıkanıklığı)
Akciğer barotravmasına bağlı hava embolisi hikayesi
Aktif astım (Düzenli ilaç kullanımına rağmen yakınması olanlar)
Fiziksel kapasiteyi etkileyen hastalıklar. (Kas hastalıkları, Plevra hastalıkları, İnterstisyel Fibrazis vb gibi)
DALIŞA GÖRECELİ ENGEL DURUMLAR
Hafif astım / tedavi altında stabil seyreden astım (Solunum fonksiyon testi normal sınırlarda olmalı)
İyatrojenik veya travmatik pnömotoraks (Hava hapsine yol açan radyolojik sekel olmamalı)
Fibrotik doku veya yapışıklılklarla iyileşmiş akciğer enfeksiyonları veya travması (Fibrotik doku veya yapışıklıklar hava hapsine yol açmamalı)
Sigara kullanımı (Solunum fonksiyon testinde uç hava yollarında tıkanıklık olmamalı ve bu kişiler KOAH açısından değerlendirilmeli)
DALIŞA GEÇİCİ ENGEL DURUMLAR
Akut bronşit (viral veya bakteriyal) (Tedavi sonlandırıldıktan ve şikayetler kaybolduktan sonra dalabilir)
Pnömoni (Klinik ve radyolojik tam iyileşmeden sonra dalabilir)
Tüberküloz (Tedavi sonlandırıldıktan sonra hava hapsine neden olabilecek sekeller için radyolojik inceleme yapılmalı)
Astım atağı (hafif astımı olan veya stabil seyreden kişilerde) (Klinik olarak kontrol altına alındıktan ve solunum fonksiyon testi normale döndükten sonra dalabilir)
Profesyonel sualtıadamlarının solunum sistemlerinde restriktif ve obstriktif bir kısıtlılık, hava hapsine yol açacak bir lezyon (kist, kavern, kavite v.b.) bulunmamalıdır.
Yukarıdaki Tüm Bilgiler farkındalık yaratmak maksadı ile olup hekiminizin muayenesi veya görüşleri yerini tutamaz.
Bu sebeple hekiminize / hekimlerinize düzenli periyodik muayene olun ve yönlendirmelerine uyun.
Sağlıklı dalışlar dilerim.
⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️
Dr Mustafa KEBAT
Tetkik OSGB İş Sağlığı ve Eğitim Koordinatörü
Sınırlı Sorumluluk Beyanı: Web sitemizin içeriği, ziyaretçiyi bilgilendirmeye yönelik hazırlanmıştır. Sitede yer alan bilgiler, hiçbir zaman bir hekim tedavisinin ya da konsültasyonunun yerini alamaz. Bu kaynaktan yola çıkarak, ilaç tedavisine başlanması ya da mevcut tedavinin değiştirilmesi kesinlikte tavsiye edilmez. Web sitemizin içeriği, asla kişisel teşhis ya da tedavi yönteminin seçimi için değerlendirilmemelidir. Sitede kanun içeriğine aykırı ilan ve reklam yapma kastı bulunmamaktadır.
Çalışanımız evinde akşam yemeğinden iki saat sonra (saat 22.00 gibi) kanepede uzanırken, çocuklarının yaptığı patates kızarmasından canı çekti ve büyük bir tabak yedi.(Tokluk halinde karbonhidrat aldı.) Zaten toktu ve karnı iyice şişti. Ardından tekrar kanepeye uzandı. Maalesef bunu sık sık yapıyordu.
Gece saat 23.50 civarı göğsünde ve sol koluna vuran ağrı sonrası fenalaştı. Ambulansla hastaneye götürülürken yolda kalbi durdu. Yapılan müdahale ile hastaneye sağ olarak ulaştırıldı. Kalp krizi geçirdiği için yatışı yapıldı. Hastanede üç gün yattıktan sonra taburcu edildi.
Şimdi…
Çalışanımızda gelişen bu durumu baştan inceleyelim..
Çalışanımız karbonhidrattan zengin beslenmesi sonucunda karaciğerinde bir lipid (yağ) paketi olan VLDL oluştu.
Çünkü..
Tokluk durumunda karbonhidrat alımı ya da sürekli ağır karbonhidrat tüketimi VLDL üretimini artırır. (obezite, damar sertliği, damar tıkanıklığı)
VLDL – Very Low Density Lipoprotein – Çok Düşük Yoğunluklu Lipoprotein: Karaciğerde bulunan lipid gruplarının yağ dokusuna ve kaslara taşınmasında görev alır.
Karaciğerde VLDL üzerine bir tane plaka takılır. Buna Apolipoprotein B100 (Apo B100) denir.
Apolipoprotein B vücudunuzda yağ ve kolesterolü taşımaya yardımcı olan bir proteindir. İki tür Apolipoprotein B vardır. Bağırsaklarınızda üretilen apo B-48 ve karaciğerinizde üretilen apo B-100.Apo B-48, yağ ve kolesterolü karaciğerinize taşır, burada yeniden paketlenir ve apo B-100 ile birleştirilir. Buradan vücudunuzun her yerine yayılır.
Aynı zamanda yine karaciğerde mikrozomal TAG transfer proteini (MTP) ile bu VLDL ye Trigliserit katılır. TAG ve Apo B100 takılı VLDL’yi kana salınır.
Kanda HDL ile karşılaşır.(Halk arasında iyi kolesterol adı ile bilinir) HDL de Apo E ve Apo C2 isimli iki tane plakayı VLDL‘ye takar.
Damar duvarında endotel hücrelerinde lipopretein lipaz ve heparan sülfat iki enzim var. Bu enzimler HDL’nin taktığı Apo C2 ile aktif olur ve VLDL’yi tutarak sindirirler. VLDL küçülür.
Damar duvarındaki endotelde meydana gelen hasarlarda VLDL sindirimi bozulur ve VLDL kanda kalır. Endotelde hasar oluşumunu önlemek önemlidir. Bu hasarı önlemek için Hesperidin ve Resveratrol kullanımı çok önemlidir.
Küçülen VLDL’den Apo C2 tekrar HDL’ye geri gider.
Apo E ve ilk takılan Apo B100 ortada kaldı mı?
Tabi ki hayır...
Karaciğer küçülen VLDL’nin bir kısmını Apo E kısmından tutarak geri çeker ve hayatını sonlandırır.
VLDL’nin bir kısmını karaciğer çekti, kalan kısmı ise ilerler. Önce IDL sonra ise LDL oluşur.
Oooo halk arasından kötü kolesterol olarak bilinenlerden biri daha ortaya çıktı. LDL
LDL üzerinde ilk başlarda karaciğerde takılan Apo B100 plakası takılı kalmış durumdadır. Hem karaciğerde, hem periferik dokularda Apo B100 reseptörü (giriş kapıları) var.
Apo B100 reseptörü ile eşleşen LDL üzerindeki Apo B100 plakası ile LDL’ yi hücreye alır.
Eğer Apo B100 reseptörleri azalırsa veya oksitlenirler. ve bozulurlarsa LDL kanda yükselir. Karaciğerde ve perifer dokularda hücreye giremez kanda serbestçe dolaşır.
Bazı insanlarda bu Apo B100 reseptörleri doğuştan (genetik olarak) bozuktur. Bunlara tip-2 hiperlipidemi hastası diyoruz. Bu hastalığın görülme olasılığı oldukça düşüktür.
Fakat Apo B100 reseptörleri doğuştan sağlıklı olduğu halde biz insanların hataları ile bozulması çok sık görülmektedir.
Mesela; sürekli ağır karbonhidrat ile beslenmemiz, tok olduğumuz halde karbonhidrat almamız LDL miktarını artırır.
Sürekli LDL yüksekliği Apo B100 reseptörlerini duyarsız hale getirir ve bir sür sonra LDL üzerindeki Apo B100 plakasını tanımamazlıktan gelmeye başlar.
Antioksidan (glutatyon) eksikliğinde, Omega-3, selenyum eksikliğinde reseptörlerin sayısı azalır ve oksitlenir. Yine LDL kanda kalır ve kan seviyesi yükselir.
PCSK9 isimli enzimimiz Apo B100 reseptörlerini yıkar – parçalar.
Bu Apo B100 reseptörleri olmazsa LDL kana giremez ve kanda yüksek seviyede kalır.
Eğer bu PCSK9 enzimimizi bir miktar engellersek Apo B100 reseptörleri sayısı fazla olur ve kandaki LDL gidip ona yapışır hücreye girer.
PCSK9’u durdurmak için Evolocumab, Alirocumab gibi monoklonal antikor ilaçları var. Lakin henüz yeni ve herkese de reçete edilmiyorlar.
FAKAT
BENFOTİAMIN ilacı PCSK9 enzimini inhibe ederek hücrelerdeki giriş kapısını (Apo B100 reseptörü) yakmasını engeller.
Çoban Çantası Bitkisi Kökü ekstresi PCSK9 enzimini bir miktar inhibe eder ve kandaki LDL hücrelere daha rahat girer.
Altınmühür bitkisi kökleri ekstreside Benfotiamin kadar olmasa da PCSK9’u inhibe eder.
Eveeeet….PCSK9 ‘u inhibe ettik. Hücre üzerindeki Apo B100 reseptörleri de sağlam. Döndük yine LDL üzerinde karaciğerde takılan Apo B100 plakasına. Apo B100 reseptörleri görüp LDL’yi kana çeker.
FAKAT
Ya plaka okunmuyorsa, küflenmişse, oksitlenmişse ?
Mümkün mü?
Malesef yine biz insanlardan kaynaklı mümkün. Eğer;
Beslenme şeklimiz kötü, fast-food, kızartma ve ağır karbonhidrat ağırlıklı ise
Sigara ve alkol kullanıyorsak
Aşırı geçirgen bağırsak sendromu varsa
Ülseratif kolit, crohn, diyebet, SİBO varsa
Stresli bir hayatımız varsa
Gece tok yatıyorsak
Ağır meyal, tarım ilacı, kirli havaya maruz kalıyorsak,
LDL oksitlenir. Oksidasyon oluşur.
Oksidasyonu önlemenin yolu var mı?
Tabi ki var.
Öncelikle hayat tarzımızı (doğruları yapmaya başlayarak) değiştirmek.
Yukarda listelediğim yanlışlardan yaptıklarınız var ise önce onları düzeltmekle başlamalısınız.
Antioksidan içerikli beslenmelisiniz. Hatta bellki antioksidan takviye kullanmalısınız.
LDL oksidasyonunu önlemek için;
Glutatyon
Resveratrol
Omega-3
Vitamin C çok önemlidir.
Eğer bu oksidayon önlenmezse okside LDL damar duvarına yapışır ve damar tıkanıklığına neden olur.
Bu okside LDL‘yi yok etmek için damar içinde makrofajlar harekete geçer. SR-A reseptörü ile okside LDL’yi yakalar ve fagosite eder, yer, eritir.
Lakin bu durum köpük hücreye neden olur.
İşte köpük hücre nedenli kalp krizinin en büyük sebebi budur.
Çalışanımızın kalp krizi geçirmesinin bir nedenini okudunuz.. Bu nedene eşlik eden pek çoğunu da ileriki yazılarda okuyabilirsiniz.
Sonuç Olarak Çalışanlarımıza Tavsiyeler
Özellikle tok iken karbonhidrat alınmamalı.
Açken beslenme ve öğünlerde karbonhidrat miktarı azaltılmalıdır.
Damarlarda endotel hasarı ve oksidasyon olursa, VLDL sindirilip LDL ‘ye dönüşemez. Bu sıkıntıdır, endotel hasar için flavonoidlerden Hesperidin ve Resveratrol kullanımı önemlidir.
PCSK9 hücrelerdeki LDL’nin gireceği kapıyı bozar. Bu PCSK9 ‘u önlemek için; Benfotiamin, Çoban Çantası kökü ekstresi, Altın mühür kökü ekstresi kullanılabilir.
LDL oksidasyonu makrofajları harekete geçirir. Makrofajlar bunları yok ederken köpük hücre oluşur ve kalp krizine neden olur. Ayrıca okside LDL damarları tıkar, bunu önlemek için; Aşırı geçirgen bağırsak önlenmeli. Gece asla tok uyunmamalıdır. Glutatyon, Resveratrol, Omega-3, Vitamin C, LDL oksidasyonunu önlemede önemlidir.
HDL…okside LDL yi temizlemede gorevlidir. Bu gorevi Paraoksonaz enzimi ile yapar. Bu enzimin aktivitesi ve sentezi için Kalsiyum, Benfotiamin, N-asetil sistein, Alfa lipoik asit, Glutatyon, melatonin kullanımı önemlidir.
Bilim insanlarının Hepatit C virüsünün karaciğerde yağlanma yapmasından ilham alarak kolesterol ilacı yaptıklarını biliyor muydunuz?
Hepatit C virüsü TAG transfer proteini (MTP) bozar. Dolayısı ile TAG karaciğerde kalır, Trigliserit içine giremediği için VLDL tamamlanıp kana salınamaz ve kanda LDL düşer. Bu durumda yağlar organda kaldığı için karaciğerde yağlanma oluşur. (Hepatit C de karaciğer yağlanma yapar)
Yani anlayacağınız bulunan bu ilacı (Lomitapid)ve benzer etki mekanizmalı kolesterol düşürücüleri kullananların aralıklarla karaciğerlerini kontrol ettirmeleri gerekir.
Bunun harici yöne kolesterol ilacı olan STATİNLER ise Karaciğerde “Koenzim Q10 ” sentezini bloke ederek mitokondride enerji üretimini düşürür.
Dr Mustafa KEBAT
Tetkik OSGB İş Sağlığı ve Eğitim Koordinatörü
Sınırlı Sorumluluk Beyanı: Web sitemizin içeriği, ziyaretçiyi bilgilendirmeye yönelik hazırlanmıştır. Sitede yer alan bilgiler, hiçbir zaman bir hekim tedavisinin ya da konsültasyonunun yerini alamaz. Bu kaynaktan yola çıkarak, ilaç tedavisine başlanması ya da mevcut tedavinin değiştirilmesi kesinlikte tavsiye edilmez. Web sitemizin içeriği, asla kişisel teşhis ya da tedavi yönteminin seçimi için değerlendirilmemelidir. Sitede kanun içeriğine aykırı ilan ve reklam yapma kastı bulunmamaktadır.
Zaman zaman, yemek yedikten sonra yaklaşık 1-3 saat içerisinde aşağıdaki şikayetleri yaşıyor musunuz?
Terleme
Bulanık görme
Tükenmişlik hissi
Konsantre olamama
Baş ağrısı, baş dönmesi
Ağır uyku hali, el-kol titremesi
El ve ayaklarda cansızlık denilen güçsüzlük
Bu durum topumda yaygın olmasına rağmen genellikle çok veya ağır yemek yemeğe yada yemeğin içindekilere bağlanır. Aslında kanda glikoz (şeker) seviyesinin düşmesinden kaynaklanan bir durumdur. Ve bu durumun ana sebebi de son yıllarda çok popüler olan bazı yanlış yeme davranışlarıdır.
Aklınıza şu soru gelebilir daha yeni yemek yemişim kan şekerim yükselmesi gerekirken yemekten 1 (Bir) saat sonra niye düşsün?
Bu sorunuzu vücutta neler olduğunu inceleyerek cevaplayalım.
Yemeğimizi yedik, midemizde ve barsaklarımızda karbonhidratlar amilaz enzimi ile disakkarite kadar parçalanır.
Disakkarit, iki monosakkaritin glikozit bağı ile birleşmesi ile oluşan şekerdir. Monosakkaritler gibi suda çözünürler ve basit şekerlerdir. Maltoz (malt şekeri), sakkaroz (çay şekeri) ve laktoz (süt şekeri) disakkaritlere örnek verilebilir.
Sakkarit kelimesi, “şeker” anlamına gelen Eski Yunanca’da σάκχαρον (sákkharon) kelimesinden gelmektedir.
En son bağırsağımızda geldiğinde “Maltoz, sakkaroz, laktoz” disakkaritleri de ikiye parçalanır ve glikoz olarak emilir ve kana karışır.
Lakin glikozun kanda olması yetmez. Glikozu hücre içine almamız lazım ki, mitokondride enerjiye dönüşsün ve vücudumuz ihtiyacı olan enerjiye ulaşsın.
Glikozun vücuda girmesi ile birlikte pankreasımız insülin salgılar. İnsülin kas hücresinin kapısını (Glut-4) açar, glikoz içeriye girer ve enerjiye dönüşüm döngüsü başlar.
NAD, glikoz ile parçalanan hidrojeni (H) alır, mitokondriye taşır ve burada enerjiyi elde eder.
Normal işleyen sistemin kısa ve basit özeti bu…
Lakin kişide ne Tip-2, ne Tip-1 diyabet olmamasına rağmen yemekten bir süre sonra glikoz aniden düşüyordu.. Çünkü..
Alınan gıdalar çok hızlı sindirildi ve aşırı insülin salgılandı…
Konunun özü bu ve de çok da önemli
Besinler hızlıca sindirildiğinde kana da çok hızlı glikoz geliyor. Pankreas bu durumda ani uyarılarak gereğinden fazla insülin salgılıyor. Bunun sonucu olarak da glikoz çok hızlı hücre içine alınıyor. Tabi ki kandaki şekerde önce 70 mg/dl ardından da kritik sınır olan 55 mg/dl nin altına düşüyor.
Kan şekeri 55 mg/dl nin altına düştüğünde;
Terleme
Bulanık görme
Tükenmişlik hissi
Konsantre olamama
Baş ağrısı, baş dönmesi
Ağır uyku hali, el-kol titremesi
El ve ayaklarda cansızlık denilen güçsüzlük gibi bulguların hepsi veya bir kısmı görüldüğü gibi aynı zamanda açlık da hissedilir.
Acıkınca bir daha yediğimizde yine hızlı sindirilir ve bbu döngü devam eder. Tabi ki kana gelen glikozun enerjiye çevrilemeyen kısmı yağa dönüşür ve kilo alırız.
Burada merak edilecek önemli bir husus da hangi gıdaların hızlı sindirileceğidir❓❓❓
Tabi ki tahmin ettiğiniz gibi Karbonhidratlar
Yukarıda ”popüler olan bazı yanlış yeme davranışları” yazmıştım. Şimmdii oraya geliyoruz.
Kan şekeri sık düşenlere veya başka bir deyişle bu şikayetleri olanlara ne tavsiye ediliyor❓Popüler diyetlerde de sık duyduğunuz ”AZ AZ YE SIK SIK YE” cümlelerini hatırlayın.
Mantıkları ne; ”sık yersen her şekerin düştüğünde yemiş olursun ve semptomlar görülmez” İnsanlara nasıl zararlı olurum diye kafa yorsanız en iyi sonuç olarak bu cümleye ulaşırsınız.
Kulağınıza hoş gelse de sağlığınız için hiç de hoş değil.
Bu ”AZ AZ YE SIK SIK YE” tavsiyesi kişinin kısa vadede sorununu çözse de tedavi olmadığı gibi her yemek yediğimizde insülin salınımına sebep olduğu için hücrelerin zaman içerisinde insüline duyarsız hale gelmesine ve insülini tanımaz olmasına yol açıyor.
İşte bu duruma İNSULİN DİRENCİ denir. Kendi kendinize neler yaptığınıza bakın.
İnsülin Direnci ile başlayan süreç kişiyi TİP-2 DİYABET’e götürür. Nereden nereye getirdiniz kendinizi.
”AZ AZ YE SIK SIK YE” ile başladığının yanlış beslenme ile insülin direnci gelişti artık glikozu hücreye sokamaz olduğumuz için de şeker hastası oluyoruz.
Yani anlayacağınız Reaktif hipoglisemi var diye ”AZ AZ YE SIK SIK YE” gibi vücudumuza zararlı beslenme şekli uygulanmaz.
Bu güne kadar bilmiyordunuz. Lakin artık biliyorsunuz.
Çözüm olarak ne yapmalısınız? Şimdi de çözümü okuyun..
Yukarıdaki sakıncalı beslenmenin mekanizmasında hızlı sindirilme vardı. Yerine yavaş sindirilen bir besin tüketseydik, hızlı parçalanamayacak kana glikoz hızlı girmeyecek, insülin ani ve çok salınmadığı için de glikoz hücreye hızlı giremeyecek ve kanda glikoz (şeker) düşüklüğü olmayacaktı.
Buradan yola çıktığımızda hızlı sindirilen karbonhidratları azaltıp yavaş sindirilen protein ve sağlıklı yağ tüketimini arttırmak gerekiyor.
Yağ olarak kuyruk yağı, hayvani iç yağ, tereyağı ve zeytinyağı düşünmelisiniz.
Sabahları 2 yemek kaşığı Zeytin yağı + 1/2 tatlı kaşığı Tereyağı karışımını tüketen kisilerde Reaktif hipoglisemi semptomlarının oldukça azaldığı görülmektedir.
Protein olarak ilk akla gelmesi gereken yumurtadır. Yumurtayı beslenmemizde eksik etmememiz gerekiyor, en sağlıklı ve geç sindirilip hızlı insülin salgılatmayan besinlerin başında gelir.
Diğer proteinler; ET,BALIK,TAVUK vb gibi..
Kuru fasulye ,mercimek, nohut, buğday, çavdar vs gibi bakliyat ve hububatlar protein yanında karbonhihidrat içerir ve hızlı sindirilir. Bu sebeple yumurta, et, tavuk, balık önemli.
Meyvelerin %90’dan fazlası karbonhidrat. Bu sebeple çok tüketmemek gerekiyor.
Sebzeler; özellikle yeşil yapraklı ve renkli sebzeler.
Marul
Bamya
Brokoli
Lahana
Ispanak
Semiz otu
Maydonoz
Karnabahar
Taze fasulye vb gibi sebzeleri proteinlerle birlikte almak gerekir.
Süt ve Süt ürünleri şeker içerir ve %3 yağı hariç diğerleri ile aynı etkiyi gösterir. Özellikle sek süt %4.8 şeker içerdiği için uzak durmak gerekir.
Takviye alımını da düşünürsek;
Mitokondri sahibi olmayan hücrelerin glikozu kullanmasnda ve oksidasyonu engellemede ALFA LİPOİK ASİT önemlidir.
Hücre zarlarının oksidasyonu ve elastikiyeti, insülin direnci ve Omega-3/6 dengesi için OMEGA-3 önemlidir.
Tüm hücrelerin oksidasyonunu, pankreastaki Beta hücreleri ve Langerhans adacıklarının oksidasyonunu önlemede GLUTATYON ve RESVERATROL oldukça onemlidir.
İnsülin reseptörlerinin duyarlılığı için VİTAMİN E ve KROM önemlidir. (glut-4)
Besinlerin enerji olarak kullanılması için şart olan, gençliğin sırrı olarak bilinen SIRT6 genlerini aktive eden, glutatyon ile beraber önemli takviyelerden birisi NAD+ dir.NAD yaş ile beraber azalır.
Dr Mustafa KEBAT
Tetkik OSGB İş Sağlığı ve Eğitim Koordinatörü
Sınırlı Sorumluluk Beyanı: Web sitemizin içeriği, ziyaretçiyi bilgilendirmeye yönelik hazırlanmıştır. Sitede yer alan bilgiler, hiçbir zaman bir hekim tedavisinin ya da konsültasyonunun yerini alamaz. Bu kaynaktan yola çıkarak, ilaç tedavisine başlanması ya da mevcut tedavinin değiştirilmesi kesinlikte tavsiye edilmez. Web sitemizin içeriği, asla kişisel teşhis ya da tedavi yönteminin seçimi için değerlendirilmemelidir. Sitede kanun içeriğine aykırı ilan ve reklam yapma kastı bulunmamaktadır.
1.Ultradian Ritimler Gün içerisinde birden fazla döngüsü olan ritimlerdir. Solunum sayısı, nabız, yeme, içme, mide hareketleri, idrar çıkarma ve defekasyon, REM/non-REM uyku dönemleri başlıca örneklerdir.
2.Sirkannular Ritimler Yaklaşık bir yıl süren memelilerdeki doğum ve kuş göçleri gibi döngüleri kapsayan ritimlerdir.
3.İnfradiyen Ritimler Haftalar veya aylar süren döngüleri içeren ritimlerdir. Adet (mensturasyon) döngüsü ve 21-28 günlük testosteron salınım (erkeklerde) döngüsü yer alır.
4.Sirkadiyen RitimlerCirca = yaklaşık ve dies = bir gün latince karşılığıdır. Dünyanın kendi ekseni etrafında yaklaşık 24 saat süren dönüşünün canlılar üzerinde oluşturduğu biyokimyasal, fizyolojik ve davranışsal ritimlerin tekrar edilmesi olarak tanımlanmaktadır.
⭐️⭐️ Jeffrey C. Hall, Michael Rosbasch ve Michael Young bu endojenik ritmi kontrol eden mekanizmaları keşfederek Nobel Ödülü sahibi oldular.
Sirkadiyen sistem birbirleri ile ilişkili olan iki ana bölümden oluşur.
Bu sistemlerden ilki Hipotalamusun üst kiyazmatik çekirdeğinde (SCN, Suprakiazmatik Nükleus) yer alan merkezi saat; ikincisi ise karaciğer, pankreas, bağırsaklar, iskelet kası ve adipoz doku gibi diğer vücut dokularında yer alan bir dizi periferik saattir.
Hipotalamus, sinir sistemini endokrin sisteme bağlayan, vücut için hayati işleve sahip olan vücut ısısı, kalp atış hızı ve açlığı düzenleyen hormonların üretimi ve salımından sorumlu beynin merkezinde yer alan küçük bir alandır.
Suprakiasmatik Çekirdek veya Çekirdekler ( SCN ), optik kiazmanın hemen üzerinde yer alan hipotalamustaki beynin küçük bir bölgesidir. Memelilerde başlıca sirkadiyen ritim düzenleyicisidir ve sirkadiyen ritimleri oluşturmaktan sorumludur. Işığa duyarlı retinal ganglion hücrelerinden gelen ışık girdilerinin alınması, vücudun alt hücresel saatlerini koordine etmesini ve ortama uyum sağlamasını sağlar. Oluşturduğu nöronal ve hormonal aktiviteler, yaklaşık 24 saatlik bir döngüde birçok farklı vücut fonksiyonunu düzenler.
Biyolojik yeni döngülerin başlayabilmesi için ritm sıfırlanmalıdır. Biyolojik ritmini sıfırlayan uyaranlara zeitgeber denir.
Işık en önemli zeitgeberlerden biridir.
Düzenli zeitgeberlerin düzeni ile günlük yirmi dört saatimizi endojen saatimiz, senkronize eder.
Beslenme düzeni, sıcaklık, iş hayatı, egzersiz, jet lag de zeitgeberlerdendir.
Biyolojik ritimlerin düzenlenmesinde yer alan çevresel ipuçlarına “zeitgeber” (Almanca zeit=zaman geber=verici) veya “ritim verici” adı verilmektedir. Bu ritim verici faktörler arasında en önemlisi ışıktır. Ay, mevsimler, güneş durumu da önemli faktörler arasındadır.
Genel olarak insan vücudunun 24 saatlik sirkadiyen ritmi aşağıdaki gibidir
05:00 – 07:00 kortizol sizi uyandırmak için yükselir
09:00 Testosteron zirvesi
10:00 – 11:00 en yüksek uyanıklık
14:00 – 15:00 motor koordinasyonun en güzel olduğu saatler
16:00 – 17:00 en yüksek kas kuvveti ve gücü
18:00 – 19:00 en yüksek tansiyon ve vücut ısısı
22:00 – 23:00 melatonin üretimi artmaya başlar
23:00 – 02:00 arası büyüme hormonunun en yüksek salgılandığı dönem
01:00 – 02:00 arası en derin uyku
04:00 En düşük vücut ısısı
03:00 – 06:00 En fazla REM uykusu
⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️
Bilimsel Yazı Sevenler Aşağıdaki Yazılarla Devam Edebilirler
Sınırlı Sorumluluk Beyanı: Web sitemizin içeriği, ziyaretçiyi bilgilendirmeye yönelik hazırlanmıştır. Sitede yer alan bilgiler, hiçbir zaman bir hekim tedavisinin ya da konsültasyonunun yerini alamaz. Bu kaynaktan yola çıkarak, ilaç tedavisine başlanması ya da mevcut tedavinin değiştirilmesi kesinlikte tavsiye edilmez. Web sitemizin içeriği, asla kişisel teşhis ya da tedavi yönteminin seçimi için değerlendirilmemelidir. Sitede kanun içeriğine aykırı ilan ve reklam yapma kastı bulunmamaktadır.
D-Dimer, çapraz bağlı fibrinin en küçük yıkım ürünüdür.
Koagulasyon ve fibrinolizin global bir aktivasyonunu yansıtır ve bu nedenle trombotik aktivitenin indirekt bir belirtecidir.
D-dimer; venöz tromboembolizm (VTE) tanısı, ilk trombotik olay (arteryal ve venöz) ve tekrarlayan VTE riski artmış bireylerin tesbiti, gebelik ve yaygın damar içi pıhtılaşma (DIC) takibi gibi bir dizi trombozla ilişkili klinik tablonun tanı ve takibinde en değerli laboratuvar testi olarak kabul edilebilir.
Bazı ilaçlar, toksinler, bakteri-virüsler, bazı aşılar, beslenme alışkanlıkları damarlarda hasara neden olur.
Damarlarımızda kan içerisinde sadece alyuvar, akyuvar, trombosit, vitamin, mineral, aminoasitler vs dolaşmaz.
Toksinler
Fazla kolesterol/Trigliserit
Kullanılan ilaç molekülleri
Otoimmun tepkiye neden olan antikorlar
Bazı aşılar ile oluşturulan antikorlar ve aşıya ait moleküller de dolaşır
Bunların bazıları damar iç duvarına (endotel hücrelere) hasar verir.
Bu etkenlerin haricinde;
Diyabet
Hipertansiyon
Romatizmal hastalıklar
Sigara, alkol de damarlara hasar verir
Endotelde oluşan hasar alanın onarılması için trombositler (platet) harekete geçerek bu yaralı yer üzerinde toplanır.
Kanda PLT bakarız. Kan tetkikinde trombosit (PLT) yüksekse (450-500 üzeri) pıhtılaşmayı düşünürüz.
Bir bahçe hortumunun iç kısmı hasar almış, su dışarıya çıkmasın diye içeriden sakız yapıştırdığımızı düşünün. Trombosit bu sakız.
Fakat tek başına yetmiyor, dağılır gider bunu sağlamlaştırmak için üzerine bir ağ öreriz. Buna Fibrin Ağ denir.
Kanda Fibrinojen yükselir ve biz yine pıhtılaşma düşünürüz.
Haliyle bu yaralı alanda onarım olunca bir yükseklik oluşur. (Fibrinoid Nekroz)
Bu yüksekliği traşlarız.
Bu traşlama sonrası ortamda kalan son ürün D-DİMER. İşte D-dimer dedigimiz mevzu kısaca bundan ibaret.
D-DİMER yüksekse pıhtılaşmayı düşünürüz.
D-dimer kanda sıfır olsun isteriz ama mutlaka bir miktar olur. Çünkü Damarlarımızda minimal hasarlar hep oluşur. Yaş ilerledikçe hasar çoğalır.
D-DİMER 0 ile 0.5 mg/L arası normaldir.
Şimdi Kana bakıyoruz pıhtılaşma var. Örneğin aspirin veriyoruz. Trombositlerin toplanmasını engelliyoruz ve pıhtı oluşmuyor.
Oh Süper değil mi?
Aklınıza geldiğine kanım sulansın iyi gelir diye aspirin kullanıyorsunuz zaten.
Peki ya damarlarınızda hasar varsa, hasar ne olacak? Trombositler bir birine yapışmaz, toplanmazsa hasarlı yeri onaramayız.
Akıllı olan; Hasarın Oluşmasını Önler..
Hasarı önlemediğimiz sürece o trombositler toplanacak, pıhtı atacak, d-dimer yükselecek. Kaçış yok
Hasarlı alan çoğaldıkça ve büyüdükçe damar dışına sızma olacak, beyin kanaması gibi hiç istemediğimiz durumlar oluşacak. Çünkü hasarlı damarın yırtılma ihtimali hep vardır..
Ne Yapmamız Gerekiyor ?
1 – En Önemlisi Beslenme
Karbonhidrat ağırlıklı beslenme alışkanlıkları bırakılmalıdır.
Geceleri 19.00 sonrası enerji değeri olan gıda ve sıvı alımı yapılmamalıdır.
Günlük 16 saat açlık periyodu olmalıdır. Tercihen 19.00 – 11.00 arası.
Fazla meyve tüketimi olmayacak. Fazla meyve TRİGLİSERİT yükseltir.
2 – Düzenli Yapılacak Testler ile Sağlığın Takibi Yapılmalıdır
HbA1c
Açlık insulin ve glikoz
HOMA-IR
LDL
TRİGLİSERİT devamlı kontrol altında tutmalıdır.
PLT
D-DIMER
aPTT
Fibrinojen
Faktör 8, 9, 10
Troponin I
CK ise belirli aralıklarla baktırılmalıdır.
3 – Antioksidan Beslenme ve Takviyeler
Glutatyon ve Resveratrol
Serbest radikaller damar duvarına (endotel) zarar verir. Bu serbest radikalleri antioksidanlar ile önlemek gerekir. Damar için Bunlardan en önemlileri Glutatyon ve Resveratrol. Bunları uygun dozlarda kullanmak gerekir.
Damarlarda bu duvarların yapısı büyük oranda Colajen proteininden oluşur. Uygun colajen kullanımı sadece cilt, kemik yapı değil damarlar için de önemlidir.
Hesperidin
“Amacımız hasarı onarmak” Hesperidin endotel hasarın onarılmasında oldukça önemlidir.
“İskemi – Reperfüzyon” (dokulara kan, oksijen, gerekli moleküller gidip onarılması), inflamasyon oluşumunda nötrofil birikimini önlemek için kullanılır.
4- Vitamin ve Mineraller
Vitaminler enerji vermez. Lakin enzimlerin çalışması, metabolik olayların olması için eksik olmaması şart.
Canlılarda oksijenin diğer moleküllerle olan reaktivitesi oldukça sınırlıdır. Bunun adı SPİN Kısıtlaması.
Endotel hasarını onarmada özellikle aşağıdakiler önemlidir.
Çinko (glukonat)
Magnezyum (Sitrat, Glisinat)
Selenyum
Demir (sadece eksikse)
Alfa lipoik asit
Vitamin D3
Vitamin B12
Vitamin B9
Vitamin B6
Vitamin C
5 – Egzersiz
İnsan vücudu hareketsiz kalmaya uygun değildir. Lakin “Ağır egzersize de” uygun değil.
Haftada üç gün (birer gün arayla) hafif aç olarak 40 dakikalık tempolu yürüyüş yapılmalıdır.
D-DİMER’ın arttığı Patolojik (Hastalık Sebepli) ve Fizyolojik (Doğal) Sebepler
Özet olarak;
Kan sulandırıcılar pıhtılaşmayı önlemek için kullanılır.
FAKAT
Endotel (damar iç duvarı) hasarını önlemek için de “yaralı bölgede” pıhtılaşma olması gerekir.
Yani kan sulandırıcı kullanmak pıhtılaşmayı önlerken, damarlarda sürekli olan hasarların iyileşmesini engeller. (Bu sebeple damar dışına sızıntı çok olur)
Bu nedenle asıl olan Hasarın Oluşmasını Önlemek olmalıdır.
Özellikle Hipertansiyon, diyabet, bazı otoimmun ve enfeksiyona bağlı hastalıklar, bazı ilaç ve aşılara bağlı hasarların önlenmesi gerek.
⭐️⭐️⭐️⭐️
Bilimsel Yazı Sevenler Devam Edebilirler
D-dimer, kan pıhtılaşma ve parçalanma sürecinin bir yan ürünüdür ve bir kan örneğinin analizi yoluyla ölçülebilir. D-dimer, bir kan pıhtısı parçalanmaya başladığında serbest kalır.
Daha spesifik olarak, kandaki trombositler bir D alt birimine bağlıdır. Kan pıhtıları oluştuğunda, iki trombosit arasındaki D grubu bir bağ oluşturur. D-Dimerler (fibrin gibi diğer faktörlerle birlikte) aracılığıyla birbirine bağlanan birçok trombosit bir pıhtı oluşturur.
Vücudun iyileşme sürecinin bir parçası olarak, oluşan pıhtılar oluştukları anda parçalanmaya başlar. Pıhtı bağları koptuğunda, D-dimer (D==D) trombositten (P) ayrılır:
Ç–P–D + Ç–P–D → Ç–P–D==Ç–P–D → Ç–P + Ç==Ç + Ç–D
Duyarlılık ve özgüllük, istenen test türüne göre değişir. Ancak, D-dimerler düşük riskli popülasyonlarda pulmoner emboli veya derin ven trombozunu tespit etmek için yüksek duyarlılığa ancak düşük özgüllüğe sahiptir.
⭐️ Hastadan flebotomi yoluyla kan alınır ve sodyum sitrat içeren bir şişeye alınarak ters çevrilerek karıştırılarak laboratuvarda analiz edilmek üzere saklanır.
Normal bir D-dimer 0,50’den düşük kabul edilir.
Pozitif bir D-dimer 0,50 veya daha yüksektir. Bu bir tarama testi olduğundan, pozitif bir D-dimer pozitif bir taramadır. Bir D-dimer için mutlaka kritik bir seviye yoktur.
Yanlış negatifler ve yanlış pozitifler meydana gelebilir. Yanlış negatiflerin sıklığı nedeniyle, bir D-dimer yalnızca pulmoner emboli (PE) için düşük şüphe veya derin ven trombozu (DVT) olarak da bilinen venöz tromboembolizm (VTE) için düşük şüphe durumunda kullanılmalıdır. Ayrıca, yaygın intravasküler koagülasyonun (DIC) değerlendirilmesinde de rol oynar.
Dikkat çekici bir şekilde, PE, DVT veya DIC yokluğunda hastalarda yüksek D-dimer’e neden olabilecek birkaç fizyolojik durum veya tıbbi durum vardır.
Bunlara hamilelik, malignite, sigara içimi, travma, enfeksiyon veya sepsis dahildir, ancak bunlarla sınırlı değildir. Ayrıca, yaşlı hastalar, hareketsiz hastalar, otoimmün bozuklukları olan hastalar veya yakın zamanda ameliyat geçiren hastalarda yüksek D-dimer olabilir. Dikkat çekici bir şekilde, patoloji olmasa bile bir D-dimer yaşla birlikte artabileceğinden, D-dimerler için yaşa göre ayarlanmış kesme değerlerinin kullanılmasını öneren yeni araştırmalar var. D-dimer testinin zamanlaması yanlış negatife yol açabilir. Örneğin, antikoagülan aldıktan sonra alınan kan negatif olabilir. Örnekleme çok erken yapılırsa, pıhtı oluşumu sırasında veya pıhtı organize olduğunda.
Pulmoner Emboli (PE) İçin D-Dimer
Pulmoner emboli, pulmoner damarlar içinde bulunan ve pıhtının aşağı akışında kan akışının azalmasına neden olan bir kan pıhtısını ifade eder. Bazı hastalarda az semptoma neden olan küçük pulmoner emboli olabilirken, bazılarında ana pulmoner arteri veya arterleri tıkayan büyük pulmoner emboli olabilir. Pulmoner emboli iki taraflı olarak ana pulmoner arterlerde yer aldığında eyer embolisi olarak adlandırılır. Eyer embolisi olan bir hastada kardiyopulmoner arrest ve ölüm riski yüksektir. D-dimer elde etmek, göğüs ağrısı, nefes darlığı veya hipoksi gibi semptom veya bulgular gösteren hastalarda ayırıcı tanıyı araştırmada yardımcı olabilir.
Wells Kriterlerine göre hastalar PE için düşük riskli, orta riskli veya yüksek riskli olarak risk sınıflandırmasına tabi tutulabilir. Wells Kriterleri, derin ven trombozu (DVT) belirtileri veya semptomları, PE için klinik şüphe, taşikardi varlığı, yakın zamanda immobilizasyon (yakın zamanda ameliyat), daha önce teşhis edilmiş PE veya DVT, hemoptizi ve malignite dahil olmak üzere PE’nin çeşitli risk faktörlerini veya semptomlarını dikkate alır. Başka bir puanlama sistemi Cenevre Skoru veya revize edilmiş Cenevre Skoru’dur (rGeneva). Hastaları PE için düşük riskli, orta riskli veya yüksek riskli olarak sınıflandırır. Bu skor hastanın yaşını (65 yaşından büyükse), önceki PE veya DVT’yi, yakın zamandaki ameliyatı veya alt ekstremite kırığını, aktif maligniteyi, hemoptiziyi, tek taraflı ekstremite subjektif ağrısını, palpasyona karşı tek taraflı ekstremite hassasiyetini ve yüksek kalp hızını dikkate alır.
Wells Kriterleri veya Cenevre/rCenevre skorlarına sahip bir hastayı puanladıktan sonra D-dimer siparişi verip vermemeniz ve sonuçlarla ne yapacağınız konusunda lütfen ekteki tablo 1 ve 2’ye bakın.
Özetle, düşük riskli hastalarda D-dimer istenmeli ve negatif D-dimer düşük riskli hastalarda PE’yi makul bir şekilde ekarte edebilir. Yüksek riskli hastalarda (PE için yüksek klinik şüpheniz olanlar dahil), tarama testi olarak D-dimer’den geçmek yerine görüntüleme yapılmalıdır. Orta riskli hastalarda, bir D-dimer elde edilebilir (negatif D-dimer PE’yi ekarte eder) veya klinik şüphe yüksek kalırsa doğrudan görüntülemeye geçilebilir.
PE riski yüksek olan veya D-dimer pozitifliği olan hastalarda ileri değerlendirme için görüntüleme BT anjiyogramı veya ventilasyon-perfüzyon taramasını içermelidir.
PE için düşük risk taşıdığı belirlenen kişilerde pulmoner emboliyi ekarte etmek için tasarlanmış ek bir puanlama sistemi vardır, buna Pulmoner Emboli Eleme Kuralı (PERC) kuralı denir. Bir hasta PERC kuralında listelenen özelliklerden veya belirtilerden hiçbirine sahip değilse, PE’yi ekarte etmek için D-dimer elde etmek gerekmez. Bu hastalarda D-dimer elde etme ihtiyacını ortadan kaldırmak, yanlış pozitiflerin sayısını azaltacak ve böylece pulmoner emboliyi radyografik olarak eleştirmek için radyasyona maruz kalmayı gerektiren hasta sayısını azaltacaktır.
Derin Ven Trombozu (DVT) İçin D-Dimer
DVT, kollar veya bacaklardaki derin venöz sistemde bulunan bir kan pıhtısıdır. En sık bacaklarda bulunurlar. DVT semptomları arasında eritem, ağrı, şişlik ve etkilenen ekstremitede artan sıcaklık yer alabilir. Ayrıca DVT için Wells Kriterleri olan bir risk sınıflandırma puanı da vardır. Bu puanlama sistemi yakın zamanda geçirilmiş kötü huylu tümörleri, yakın zamanda geçirilmiş immobilizasyonu (yakın zamanda geçirilmiş cerrahi müdahaleler dahil), asimetrik bacak şişliğini, kollateral damarların varlığını, şüpheli damarların bulunduğu yer boyunca hassasiyeti, daha önce teşhis edilmiş DVT’yi ve DVT için yüksek klinik şüpheyi dikkate alır. Bu puanlama sistemiyle, kişi DVT “olası” veya “olası değil” olarak sınıflandırılabilir veya düşük riskli, orta riskli veya yüksek riskli olarak daha da ayrılabilir. Her iki durumda da, düşük riskli veya “olası değil” gruplarında negatif D-Dimer ile DVT ekarte edilebilir. Orta riskli, yüksek riskli veya “olası” gruplarında, pozitif bir D-Dimer, DVT’yi değerlendirmek için Ultrason ile görüntüleme gerektirir. Ancak yine de, DVT için yüksek klinik şüphe varsa, D-Dimer elde etmeden ultrason istenebilir.
Yaygın İntravasküler Koagülasyon (DIC) İçin D-Dimer
Yaygın intravasküler koagülasyon, koagülasyon kaskadı ile ilgili bir sorundan kaynaklanır. Bu, yavaş gelişirse aşırı pıhtı oluşumuna veya süreç başlangıçta akutsa kanamaya yol açabilir. DIC’nin yüksek bir ölüm oranı vardır. DIC’nin tanısal çalışmasında istenebilecek birçok farklı çalışmadan biri de D-dimer’dir. Bir hasta DIC’deyse D-dimer önemli ölçüde yükselecektir. Birinin sipariş etmeyi düşünebileceği diğer laboratuvarlar arasında fibrinojen (normalden düşük), trombosit sayısı (düşük), PT/INR (normalden uzun süreliye) ve PTT (normal veya yüksek) yer alır. Bu laboratuvarlar ayrıca, iyileşme ve umarım DIC ile normal değerlere doğru eğilim göstermeleri gerektiğinden DIC tedavisine verilen yanıtı izlemeye yardımcı olabilir. https://www.ncbi.nlm.nih.gov/books/NBK431064/
Yukarıdaki Tüm Bilgiler farkındalık yaratmak maksadı ile olup hekiminizin muayenesi veya görüşleri yerini tutamaz.
Bu sebeple hekiminize / hekimlerinize düzenli periyodik muayene olun ve yönlendirmelerine uyun.
Sağlıklı günler dilerim.
⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️
Dr Mustafa KEBAT
Tetkik OSGB İş Sağlığı ve Eğitim Koordinatörü
Sınırlı Sorumluluk Beyanı: Web sitemizin içeriği, ziyaretçiyi bilgilendirmeye yönelik hazırlanmıştır. Sitede yer alan bilgiler, hiçbir zaman bir hekim tedavisinin ya da konsültasyonunun yerini alamaz. Bu kaynaktan yola çıkarak, ilaç tedavisine başlanması ya da mevcut tedavinin değiştirilmesi kesinlikte tavsiye edilmez. Web sitemizin içeriği, asla kişisel teşhis ya da tedavi yönteminin seçimi için değerlendirilmemelidir. Sitede kanun içeriğine aykırı ilan ve reklam yapma kastı bulunmamaktadır.
Dalıcının sağlık durumunun dalışa uygunluğu değerlendirebilmek için; sualtının yoğun ve viskoz bir ortam olduğunu, derinliğin artışı ile birlikte dalıcının basınca maruziyetindeki değişimi, ortam (özellikle düşen) sıcaklıklığının insanlar üzerindeki etkisi bilmek gerekir.
Bilinmelidir ki dalıcının bazı tıbbi ve psikolojik durumları tüplü dalışa kesin veya geçici süreyle engel teşkü etse de sportif – keyif amaçlı dalışların kuralları, ticari veya askeri amaçlı dalışın katı kurallarından daha esnektir.
Scuba (Su altı tüplü dalış) dalışlarda gerekli tüm şartlar yerine getirildiğinde amatör dalıcılar için de profesyonel dalgıçlar için de riskler düşüktür.
Risklerin düşürülmesi için gereken şartların başında kişinin sağlık durumu gelir.
Bu sebeple dalış yapacak amatörlere de ve profesyonellere de sağlık durumlarının su altındaki şartlara uygun olup olmadığı açısından doğru bir değerlendirme – muayeneye yapımalıdır.
Dalış öncesi muayenenin amacı, dalış yapacak kişinin sualtı dalışını sağlığı açısından tehlikeye düşürecek bir sağlık sorunu olup olmadığını araştırmaktır.
Ayrıca dalıcıların su altına adaptasyonu için disiplinli olması ve uygun ekipmanla dalış yapması gerekir.
Her ne maksatla olursa olsun dalıcılar su altına ilk kez dalışın öncesinde ve sonra da yıllık periyodik olarak scuba dalışı konusunda hekimlik tecrübesi olan;
KBB
Göğüs Hastalıkları
Kalp Damar, Psikiyatri
Nöroloji
Dahilliye (Endokrin-Kan-Sindirim Sistemi açısından değerlendirecek)
Göz uzmanları değerlendirmelidir.
Dalıcını sorunu varsa ayrıca;
Ortopedi
Plastik Cerrahi
Cerrahi vb gibi bölümler değerlendirmelidir.
Tüm hekimlerin raporları ile birlikte Su Altı Uzmanı Hekim tarafından son değerlendirme yapılmalıdır.
Dalış sırasında dalıcının Kulak Burun Boğaz bölgesindeki bir sorunun denge kaybına veya basınç eşitleyememe gibi bir duruma yol açması hem kendisi hem de dalış eşi için hayati bir sorun teşkil eder.
Kulak Burun Boğaz bölgesi hastalıkları veya yetersizlikleri normal şartlarda fark edilmemiş olabilir. Önceden herhangi bir belirti vermemiş olan bir durum su altında ortaya çıkabilir. Su altında gelişebilecek bir sorun ise dalıcının zor anlar geçirmesine hatta boğulmasına neden olabilir.
Dalışlarda en yoğun ve sık sorunların yaşandığı Kulak Burun Boğaz bölgesidir.
KULAK-BURUN-BOĞAZ MUAYENESİ
Anamnez
Dalış için sağlık muayenesi olan kişilerin tümünün sağlık özgeçmişi ayrıntılı olarak sorgulanmalıdır.
Fizik Muayene
Dalış için sağlık muayenesi olan kişilerin tümünün;
Dış kulak yolu; Gözle ve otoskop ile dış Kulak yolu, Timpanik zarı ve Tuba Eustachi fonksiyonu açısından değerlendirilmelidir.
Otoskop ile oto-inflamasyon açısından zar hareketinin gözlenmelidir.
Gerek görülürse;
Timpanometrik ve Odyometrik inceleme,
Hiperbarik odada 50 psi basıncı dengeleme testi yapılır.
Burun ve sinüsler açısından: Nazal endoskopi ve nazofarenks endoskopisi yapılması burun pasajlarını, sinüs girişlerini ve tuba Eustachi ağzını tehdit eden bir patoloji açısından önemlidir.
Larenks, Solunum yolları ve Boyun açısından: İndirekt larengoskopi ve boyun palpasyonu yapılması uygun olur.
Odyolojik İncelemeler
Timpanometrik tetkik (Orta kulak basınç ölçümü) hem zarda gözle görülemeyen yada gözden kaçan olası bir deliği hem de kulağın eşitleme yetersizliği hususunda bilgi vereceği için değerli bir yöntemdir.
Odyometrik tetkik, (İşitme ölçümü) şart olmamakla beraber, hem olası bir orta kulak patolojisini hem de olası bir işitme kaybını hususunda bilgi vereceği için değerli bir yöntemdir.
Radyolojik İncelemeler
Water’s pozisyonundaparanazal sinüslerin grafileri hava hapsine neden olacak bulguları değerlendirmek değerlendirilmelidir.
Schüller grafi,de (kulağın radyolojik incelenmesinde) ”havalanma bozukluğu” olduğunda ya da teşhisinde radyolojik “kronik mastoidit” olan dalıcının otoskopik ve diğer muayene bulguları normal ise dalışa engel bir durum oluşturmaz. Lakin çocukluktan başlayan tuba Eustachi fonksiyonu bozukluğunu gösterir.
Laboratuar İncelemeleri
Hemogram (CBC /Tam Kan Sayımı)
Rutin Kan Kimyası (Kan Şekeri, ALT, AST vb gibi)
Tam İdrar tahlilleri
Dalıcının metabolik hastalıkları, kansızlıkları (anemi) ve enfeksiyon hastalıklarını da araştırmak için gereklidir.
Dalış için gerekli Kulak-Burun-Boğaz muayenesi ve tanı yöntemleri standartları aşağıda gösterilmiştir.
Dalıcılarda KBB Muayenesi ve Tanı Yöntemleri Özeti
Dalıcının Durumu Tanı yöntemi
Normal görünümde dış kulak yolu ve kulak zarı Otoskopi
Normal burun ve tuba Eustachi fonksiyonu Eşitleme manevraları ve timpanometrik tetkik
Yeterli işitme Odyometri
Normal periferik vestibüler fonksiyon Anamnez, fizik muayene, gerekirse kalorik test
Stapez ameliyatı hikayesi olmaması Anamnez
Dalışta Yaşanan Kulak – Burun – Boğaz Sorunları
Dalışlarda meydana gelen tüm sorunların %50 si Kulak-Burun-Boğaz kaynaklı olup vücudun en çok etkilenen sistemidir.
Barotravma, Kulak-Burun-Boğaz sorunlarının temel nedenidir.
Barotravma, dış basınç değişikliklerine bağlı olarak vücut içindeki kapalı hava boşluklarında, değişen gaz hacmine bağlı meydana gelen doku hasarı ile seyreden klinik (tıbbi) bir durumdur.
Dalış sırasında en sık görülen sağlık sorunu sebebi Barotravma olup en çok etkilenen yer orta kulaktır.
Dalışta en çok etkilenen kapalı hava boşlukları kemiklerin içindeki boşlukları sırası ile aşağıdaki gibidir.
Orta kulak, kulak zarı hariç, sert bir boşluktur. Bu nedenle basınç arttığında, hacmin azalmasının tek yolu kulak zarının orta kulak boşluğuna doğru eğilmesidir (boşluğa gaz eklenmediği sürece).
Kulak zarı sınırlarına kadar gerildikten sonra, orta kulak boşluğu hacminde daha fazla azalma mümkün değildir; eğer alçalma devam ederse, orta kulak boşluğundaki basınç çevresinden daha düşük kalır.
Orta düzeyde bir basınç farkı, kulak zarından ve orta kulak boşluğunu kaplayan mukozadan sıvı sızmasına ve kanamaya neden olur (Kulak Barotravması O’Neil Derece 1).
Basınç farkı 5 PSI’ye (0,35 bar) ulaştığında, bazı dalgıçlarda kulak zarı yırtılabilir;
10 PSI’den (0,75 bar) daha büyük bir basınç farkında, çoğu dalgıçta yırtılma meydana gelir (Kulak Barotravması O’Neil Derece 2).
Ayrıca, ani ve büyük basınç değişiklikleri iç kulak yaralanmasına neden olabilir.
Normal bir orta kulağın ek gaz kaynağıyla yalnızca bir fiziksel iletişimi vardır ve bu da burun boşluğuna (Rinofarenks) bağlanan östaki borusudur.
Normal koşullar altında östaki boruları kapalıdır, ancak her yutkunduğumuzda veya esnediğimizde boğazımızdaki kaslar orta kulağımızı havalandırmak ve basıncı telafi etmek için yeterli olan küçük bir geçici açıklığa izin verir.
Hiçbir şey kulaklarımızı ve östaki borularımızı tüplü dalış ve nefes tutma dalışından daha fazla zorlayamaz.
Yükselişte, çevredeki basınç azalır ve gazın orta kulak boşluğunu terk etmesinin bir yolu yoksa, ortadaki basınç daha yüksek kalır.
Orta kulaktaki basınç, çevredeki basıncı 15-80 santimetre su (cm H 2 O) aştığında, bu da 0,5-2,5 fit suda bir yükselişe karşılık gelir, östaki boruları açılır ve fazla gaz dışarı çıkar. Kulaklarınız aynı oranda eşitlenmezse ve basınç farkı yaklaşık 66 cm H 2 O’ya (2 fit) ulaşırsa, eşit olmayan basınç uyarısına bağlı baş dönmesi (Alternobarik vertigo) meydana gelebilir.
Güvenli bir tüplü dalgıç olmak ve orta kulak yaralanmalarından kaçınmak (Barotravma ve Alternobarik vertigo oluşumunu anlamak) için Boyle yasasının etkilerini anlamanız ve östaki boruları aracılığıyla orta kulaklarınıza havayı aktif olarak nasıl alacağınızı öğrenmeniz önemlidir.
Boyle Yasası matematiksel olarak şu şekilde ifade edilebilir;
Basınç hacimle ters orantılıdır.
Veya PV = k Basınç ve hacmin çarpımı sabit bir sayıdır (burada k olarak gösterilir)
Burada P – gazın basıncı V– gazın hacmi ve k – belirli bir sıcaklık ve gaz miktarı için sabittir.
Boyle yasası, belirli bir gaz kütlesinin sıcaklığı sabit olduğunda, basıncı ve hacminin çarpımının da sabit olduğunu belirtir. Aynı maddeyi iki farklı koşul kümesi altında karşılaştırırken, yasa şu şekilde ifade edilebilir:
Bir gazın hacmi arttıkça basıncının orantılı olarak azaldığını ve bunun tersinin de geçerli olduğunu göstermektedir.
Dalışın her 10 metresinde basınç 1 atmosfer artar.
Bu hesaba göre su yüzeyindeki herhangi bir hava boşluğunun hacmi 10. metresinde yarıya, 20 m de üçte birine, 30 m de dörtte birine iner.
Genellikle derinlikler endişe verici görülse de aslında ilk 10 m de en büyük hacim değişikliği olur. Bu sebeple sığ dalışlar bile oldukça tehlikelidir.
Atrofik kulak zarı, ya da stapes ameliyatı olmuş olanlar, aktif allerjik nezlesi, üst solunum yolu enfeksiyonu, septum deviasyonu, nazal polipozis gibi hastalıkları olanlar sığ sularda da risk altındadırlar.
Kulak-Burun-Boğaz yollarında barotravma’ya bağlı olarak oluşabilecek sorunlar;
Dış ve Orta Kulak barotravması
İç Kulak barotravması Paranazal sinüs barotravması
Diş barotravması
Alternobarik vertigo
Dalışlarda basınç değişimlerinden en sık etkilenen bölgeler orta kulak ve sinüslerdir.
Eustachi borusu tıkanıklığı ya da sinüs girişlerinin tıkanıklığı durumlarında dalışlarda kulağı eşitlemenin (basıncı) mümkün değildir.
Eustachi borusu tıkanıklığı ya da sinüs girişlerinin tıkanıklığı ilaç tedavisi ya da cerrahi tedavi ile giderilmesi gereken geçici bir dalış engeli durumlarıdır.
Dalışta Kulak – Burun – Boğaz Sahasına Ait Risk Faktörler
Dış Kulak Yolu Buşonu
Serumen, dış kulak yolunun sağlığı açısından çok gerekli kulağın doğal salgısıdır.
Lakin bazı durumlarda aşırı serumen oluşması ya da yeterince dışarıya atılamaması sebebiyle dış kulak yolunda birikip, buşon (tıkaç) oluşturabilir. Sıklıkla kulağı temizlemek maksadı ile yapılan eylemler daha da fazla tıkanmasına yol açar.
Dalış sırasında kulağa kaçan su hali hazırda dış kulak yolunda var olan buşon tarafından emilerek dış kulak yolu iltihaplarına yol açabilir.
Yine kulak yolunun tam tıkanıklığında dalış yapılan ortam suyunun serinliği tıkalı kulak yolu ile tıkalı olmayan kulak yolu arasında ısı farkına ve dolayısı ile baş dönmesine yol açar.
Buşon ile kulak zarı arasındaki alanda sıkışan havanın hacmi dış kulak yolu barotravmasına yol açmak açar.
Rutin her dalışta dış kulak yoluna su ile dolar. Dalıcı farklı manevralara orta kulak basıncını çevredeki su basıncına eşitlemeye çalışır. Muvaffak olduğunda da sorun yaşamaz.
Ancak, dalıcının dış kulak yolunda tıkayıcı herhangi bir madde (buşon,yabancı cisim, kulak tıkacı, vs..) varsa, yukarıda da bahsi geçen (bu tıkaç ile kulak zarı arasında hapsolmuş) havalı alan oluşur. Yüzeyde herhangi bir sorun yoktur.
Fakat dalıcı dalış esnasında alçalma safhasında çevre basıncı artacağından bu alandaki hapsolmuş havalı alanın hacmi azalır ve kulak zarı dışarı doğru (bu havalı alana doğru) itilmiş olur.
Bu durum ağrı, kanama ve zarda yırtılmaya neden olabilir.
Bunun için gerekli basınç farkı sadece 150 mmHg kadardır ve 2 m lik derinlikte oluşabilir.
Çözümü, dalış öncesi aile hekimi veya işyeri hekimi tarafından muayene edilmesi gerekli gördüğü takdirde buşon’un çıkarılmasıdır. Aile hekimi veya işyeri hekimi gerekli gördüğü durumlarda KBB uzmanına da muayene olunması gerekebilir.
İşitme Kayıpları
İşitme eşiği sınırı amatör dalıcılar için önemli değildir. Lakin rutin konuşmaları işitip anlayabilecek “yeterli işitme”sinin olması gerekmektedir. Tabi ki dalış öncesi hayatında işitme kaybı olan dalıcılara dalış etkinliğinin işitme sistemi üzerine zararlı etkileri olabileceği bilgisi verilmelidir. Özellikle bir kulağı işitme kayıplı olan tek kulağı ile işiten dalıcılara işitmelerinin kötüleşebileceği konusundaki riskler anlatılmalıdır. Özellikle işitme yetenekleri ile hayatlarını kazananlar, mesleklerini icra edenler (Müzisyenler, Ses – Sonar Operatörleri, Pilotllar vb gibi) için bu bilgilendirme önemli bir husustur.
Dalış yapanlarda İşitmenin bozul sebepleri;
Barotravma
İç kulak dekompresyon hastalığı
Basınca bağlı koklear dejenerasyon
Kulak Zarında Çökmeler ve Retraksiyon Poşları
Eustachi borusu fonksiyon bozukluğu ve/veya geçirilmiş orta kulak hastalığı olduğunu gösterir. Ki bu durum dalış için göreceli bir yasak oluşturur.
Dış Kulak Yolu Ekzostozları
Egzostoz dış kulak yolunun zara yakın olan kemik kısmındaki düzensizliktir.
Daha çok soğuk sularda yüzen ve dalan kimselerde oluştuğu varsayılır. Dış kulak yolunun kısmi tıkanması yoluyla serumen birikmesini ve onunla ilgili problemleri kolaylaştırır. Geniş ve tıkayıcı ekzostoz’lar cerrahi müdahale ile giderilebilir.
Kulak Zarı Delinmesi ve Timpanoplasti Ameliyatı
Kulak zarının delinmesi ya da yokluğu, dalışa kesin enge bir durumdur.
Çünkü; kulak zarı dış kulak yolu ile orta ve iç kulağı ayıran bir bariyerdir. Olmaması yada delik olması orta ve iç kulağa su kaçması ile enfeksiyona neden olur. Aynı zamanda sağlam kulak ile arasında basınç farkı ve/veya ısı farkı oluşması nedeniyle şiddetli baş dönmesi bulantı ve kusmaya neden olması sebebiyle su altında hayatı tehdit edicidir.
Geçici kulak zarı delinmelerinde, yırtılmalarında ise iyileşmenin düzeyi değerlendirilmeli, klinik iyileşme izlenmeli ve ilk 4-6 hafta dalış geçici olarak engellenmelidir.
Timpanoplasti, (zardaki deliğin kapatılması ameliyatı) sonrasında bazı KBB uzmanları dalışı yasaklarken, diğer bir kısmı da dalışa onay verirler. (Onay veren KBB Uzmanları, ameliyat sonrasında, bilinçli ve tecrübeli dalgıcın, orta kulak sıkışmasına engel olabileceği ve dalışa devam edebileceği yorumunu yapmaktadır.)
Orta Kulak Operasyonları
Orta kulağın büyük ameliyatları dalışa kesin engel bir durumdur.
Diğer orta kulak ameliyatları sonrasında, özellikle ameliyatı yapan KBB uzmanı mümkün değilse başka KBB uzmanı dalış yapıp yapamayacağı kararı vermelidir.
Basit masteidektomi geçirilmiş olması dalış için aykırılık oluşturmaz.
Effüzyonlu Otit (Orta kulakta sıvı birikmesi) ve Grommet (kulak havalandırma tüpleri)
Effüzyon (orta kulak sıvıları) oluşma sebepleri;
Eustachi borusunun iyi çalışmaması.
Orta kulağın iyi havalanamaması ve basıncın düzenlenememesi. Dalış yasaktır.
Kulak zarına havalandırma tüpü takılması durumunda da hem açık olan tüpten orta kulağa su kaçıp enfeksiyona ya da baş dönmesine neden olabileceği, hem de tüpün tıkalı olabileceği ve bu durumda basıncın dengelenemeyeceği nedenleriyle dalış önerilmez.
Otoskleroz ve Stapedektomi Ameliyatı
Otoskeroz, kulak zarında delik, kulakta ağrı ya da akıntı olmadan, işitmenin genç / orta yaşlarda bozulmasıyla ve sesin iç kulağa iletiminin engellenmesiyle karakterize bu durumda, Stapedektomi operasyonu ile hareket yeteneğini kaybeden stapes (özengi) kemikciği çıkarılıp yerine protez (piston) konur.
Bu ameliyattan sonra hastanın işitmesinin tam düzelmesine ve hiçbir denge şikayeti olmamasına rağmen kesin dalış yasağı vardır.
Aksi halde dalış derinliği ile artan dış ortam basıncı, takılan pistonu iç kulağa iterek, çok şiddetli baş dönmesi, bulantı ve kusma sonucunda hayatı tehdit edici bir durum oluşturabileceği gibi; olası bir kulak enfeksiyonu da işitmede tam ve geri dönmez kayıplara (sağırlığa) yol açabilir.
Yuvarlak Pencere Yırtılması
Dalışlarda iniş sırasında şiddetli Valsalva manevrası ile ya da yükselme sırasında orta kulak basıncının dengelenememesi sonucu oldukça nadiren meydana gelir. Sualtında olduğunda dalıcının hayatını tehdit eden ciddi bir risktir. Acil bir kulak ameliyatı gerekir.
Meydana geldiğinde işitmede kayıp, şiddetli baş dönmesi, bulantı ve kusma ile seyreder.
Yırtık tamiri sonucunda işitme ve denge sorunları tamamen giderilebilir.
Ameliyat başarılı da olsa da; KBB hekimlerinin bir kısmı dalış önermezken. (Dalış yasağına rağmen dalışa devam edenlerin sorun yaşamaması sebebi ile) bazı KBB hekimleri dalışa izin vermektedir.
İç Kulak Dekompresyon Hastalığı
Dekompresyon hastalığı iç kulakta da oluşabilir ve gerek işitmede gerek dengede kalıcı bozukluklara yol açabilir. Sportif dalışlar açısından sorun olmasa da profesyonel dalışlar önerilmez.
Meniere Hastalığı – Ani işitme kaybı (İç kulak hastalıkları)
Meniere hastalığı, iç kulaktaki endolenf sıvısının miktarındaki artış nedeniyle baş dönmesine yani denge bozukluğu ve iştime kaybına yol açabilen bir iç kulak hastalığıdır.
Ani işitme kaybı, daha önce herhangi bir problem olmadan, 72 saat içinde gelişen, işitme testinde birbirini takip eden üç frekansta en az 30 dB ‘den fazla kayıp görülen ve işitme siniriyle iç kulak dokusu üzerinde hasar oluşmasına denir.
Kulak işitme organı olduğu gibi iç kulak aynı zamanda denge organıdır. Bu sebeple iç kulağın tüm hastalıklarında dalış tehlikeli olması sebebi ile kesin dalış yasağı vardır.
Yarık Damak
Damak Yarığı olanlar (tamir edilmiş de olsa), sık rastlanan tuba Eustachi fonksiyon bozuklukları nedeniyle dalış öncesi dikkatli kontrolden geçirilmelidirler.
Burun İçi Tıkanıklıkları
Septum Deviasyonu (Burun orta bölme eğriliği) ve Konka hipertrofileri gibi burun içi tıkayıcı nedenlerle cerrahi girişim de gerekebilir. Dalışa Göreceli Engeldir.
Allerjik Nezle
Allerji, burun ve kulak içinde ödem meydana getirerek kulakta ve sinüslerde barotravmalar açısından dalışta belirgin risk oluşturur. Dalışa Göreceli Engeldir.
Polipler
Polipler, (Sinüslerdeki) hem kulak hem de sinüs barotravmaları açısından dalışta belirgin risk oluşturur. Dalışa Göreceli Engeldir.
Üst Solunum Yolları Enfeksiyonu ve Sinüzit
Nezle durumunda orta kulak ve sinüs sıkışmaları dikkate alınarak dalış önerilmez. Dalışa Göreceli Engeldir.
Üst Solunum Yolları Enfeksiyonu olan dalıcılar hem orta kulak ve sinüs sıkışmaları dikkate alınarak hem de olası bronş ve Akciğer sıkışmaları nedenleriyle dalış yapmamalıdır. Dalışa Göreceli Engeldir.
Sinüs barotravması en çok tutulan sinüsler, klinik açıdan maksiller sinüsler, radyolojik açıdan frontal sinüslerdir.
Dalışın alçalma safhasında, sinüs ostium’unun tıkanıklığı nedeniyle oluşur. Sinüs boşluğunda oluşan göreceli vakum ödem ve kanamaya yol açar. Ağrı ortaya çıkar. Yükselme safhasında, sinüslerde genişleyen havanın bu kanı dışarı atmasına bağlı olarak burundan kan gelir.
Trakeostomi
Soluk borusuna bir çok sebeple delik açılması (Trakeostomi) gerekebilir. Yine Gırtlak kanseri sonrasında gırtlağın çıkarılması (Total Larenjektomi) gibi durumlarda dalış sporu zaten olanaksızdır.
Felç ve Kanser
Yüz Siniri Felçleri Ve Baş-Boyun Kanserleri Radyoterapisi sonrasında dalış sporuna devam edilmesi önerilmez.
Diş Sorunları
Diş çürükleri, diş eti abseleri, dolgu ve kaplama altı boşluklar, kanal tedavisi sonrası oluşan boşluklar, tam ya da kısmi hareketli protezler gibi durumlarda dişin içine hava girmesi yoluyla, derinlikte oluşacak basınç değişikliklerinde sıkışma ve ağrı yapabilecek hastalıklarda dalış yasaklanmalıdır.
⭐️⭐️ Dişi olmayan dalgıçlar regülatörü rahat kavramak için özel ağızlık yaptırmalıdır.
KBB MUAYENESİ SONUÇLARINA GÖRE DALIŞ ONAY DURUMU
Dalış nedeniyle sakatlık ve ölüm şeklinde yüksek risk olan tıbbi bulgularda kesin dalış yasağı vardır ve “dalışa kesin engel durumlar” başlığı altında aşağıda ayrıntılandırılmıştır.
Zamanla ya da uygun tedavi ile normale dönebilecek olanlar veeya belli koşullarda dalış yapılabilecek tıbbi durumlarda göreceli dalış yasağı vardır ve “dalışa göreceli engel durumlar” başlığı altında aşağıda ayrıntılandırılmıştır.
Zamanla kendiliğinden veya ilaç tedavisi ile ya da cerrahi tedavi ile iyileşecek geçici tıbbi durumlar düzelene kadar dalış yasaklanmalı, düzelme sonrası dalış yapılmalıdır ve “dalışa geçici engel durumlar” başlığı altında aşağıda ayrıntılandırılmıştır.
DALIŞA KESİN ENGEL DURUMLAR
Kulak
Kronik orta kulak hastalıkları (Kolesteatoma…vs)
İç kulak hastalıkları (Meniere hastalığı…vb)
Geçirilmiş yuvarlak pencere yırtıkları
Geçirilmiş ossiküloplasti ameliyatları
Geçirilmiş Stapedektomi ameliyatı
Geçirilmiş iç kulak ameliyatları
Baş-boyun
Trakeostomi (Boyunda solunum deliği) varlığı
Üst solunum yolları darlıkları ve tıkanıklıkları
Larengosel (Gırtlak hava kistleri)
Larenjektomi ameliyatları
Gırtlakta paralizi
Gırtlakta stenoz
Gırtlakta tümör
DALIŞA GÖRECELİ ENGEL DURUMLAR
Kulak
Orta kulak basıncını dengeleme sorunları (Yüzeyde ya da dalışın ilk metrelerinde eşitleme problemi olması)
Kulak zarı havalandırma tüpleri (Grommet kısa süreli kulak tüpü)
Kulak zarı delikleri
Effüzyonlu otit
Burun ve sinüsler
Septum deviasyonu
Allerjik nezle
Nazal polip
Ü.S.Y.E.
Sinüzit
Nezle
Grip
DALIŞA GEÇİCİ ENGEL DURUMLAR
Kulak
Orta kulak basıncı dengelenme sorunları (Eustachi borusu fonksiyon bozuklukları)
Geçirilmiş kulak kepçesi donmaları, tekrarlayan dış kulak iltihapları
Aşırı ince (monomenik) timpan zarı, timpan zarı retraksiyonları
Yukarıdaki Tüm Bilgiler farkındalık yaratmak maksadı ile olup hekiminizin muayenesi veya görüşleri yerini tutamaz.
Bu sebeple hekiminize / hekimlerinize düzenli periyodik muayene olun ve yönlendirmelerine uyun.
Sağlıklı dalışlar dilerim.
⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️
Dr Mustafa KEBAT
Tetkik OSGB İş Sağlığı ve Eğitim Koordinatörü
Sınırlı Sorumluluk Beyanı: Web sitemizin içeriği, ziyaretçiyi bilgilendirmeye yönelik hazırlanmıştır. Sitede yer alan bilgiler, hiçbir zaman bir hekim tedavisinin ya da konsültasyonunun yerini alamaz. Bu kaynaktan yola çıkarak, ilaç tedavisine başlanması ya da mevcut tedavinin değiştirilmesi kesinlikte tavsiye edilmez. Web sitemizin içeriği, asla kişisel teşhis ya da tedavi yönteminin seçimi için değerlendirilmemelidir. Sitede kanun içeriğine aykırı ilan ve reklam yapma kastı bulunmamaktadır.
(a) bendindeki “Gıda ile taşınabilen bir hastalığı olan veya bu hastalığın taşıyıcısı durumundaki kişiler ile ishali bulunanlar.”
hükmü ve
(b) bendindeki “Vücudun görünür kısımlarında açık/enfekte yara, deri enfeksiyonu ve benzeri halkta tiksintiye yol açabilecek deri lezyonları bulunanlar; cüzzam, frengi ve verem hastalığına yakalananlar.”
hükmü ile
(c) bendindeki “30/5/2007 tarihli ve 26537 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Bulaşıcı Hastalıklar Sürveyans ve Kontrol Esasları Yönetmeliğinde (https://www.mevzuat.gov.tr/mevzuat?MevzuatNo=11347&MevzuatTur=7&MevzuatTertip=5) genel hatları ile yer alan, hijyen ilkelerine uyulmadığı durumlarda halk sağlığı açısından problem oluşturabilecek hastalığı bulunanlar.”
hükmünü dikkate almalıdırlar.
Ayrıca
İşyeri Hekimleri Hijyen Yönetmeliğine konu olan sektör ve işlerde faaliyet gösteren firmalara yaptıkları ziyaretlerde 29.12.2012 tarih ve 28512 sayılı Resmî Gazete de yayınlanan İş Sağlığı Ve Güvenliği Hizmetleri Yönetmeliği’nin (https://www.mevzuat.gov.tr/mevzuat?MevzuatNo=16924&MevzuatTur=7&MevzuatTertip=5) 4. Maddesinin ( e ) bendi konusu olan ve 20.07.2013 tarih ve 28713 sayılı Resmî Gazete de yayınlanan İşyeri Hekimi Ve Diğer Sağlık Personelinin Görev, Yetki, Sorumluluk Ve Eğitimleri Hakkında Yönetmeliği’ nin (https://www.mevzuat.gov.tr/mevzuat?MevzuatNo=18615&MevzuatTur=7&MevzuatTertip=5.) 11. Maddesinin (4) bendi gereği de yükümlülüğü olan Onaylı Defter‘ e ” Hijyen Eğitimi Yönetmeliği’ne göre iş yerinde doğrudan hizmetin içinde olan tüm çalışanların hijyen eğitimi belgelerinin olması gerektiğini ve yükümlülükleri yerine getirmeyen işletmelerin hakkında 1593 sayılı Umumi Hıfzıssıhha Kanunu’nun 282’nci maddesine göre işlem yapılacağını,fiilleri ayrıca suç oluşturmadığı takdirde, durumu bu maddelere uygun bulunmayan çalışanların her biri ayrı ayrı aykırılıklar olarak değerlendirileceğini ve her birisi için cezai işlemler de ayrı ayrı uygulanacağını ” işveren ve/veya vekiline bildirimi özetle yazmalıdır.
NOT: ( 1593 sayılı Umumi Hıfzıssıhha Kanunu Madde 282. — Bu kanunda yazılı olan yasaklara aykırı hareket edenler veya zorunluluklara uymayanlar hakkında, kanunda ayrıca bir ceza hükmü gösterilmediği ve fiilleri Türk Ceza Kanu nunda daha ağır cezayı gerektirmediği takdirde 2 aya kadar hafif hapis ve 2024 yılı için 100 liradan 500 liraya kadar hafif para cezası verilir.)
Bu yazı görev, yetki ve sorumluluğa vakıf sayın meslektaşlarıma hatırlatma maksadı ile hazırlanmış olup, son kararın kendilerine ait olduğunun bilinciyle saygılarımızı sunarız.
Eğitim 8 saatliktir. Eğitim sonrasında verilen sertifika ömür boyu geçerli olup e-devlette kayıtlıdır. Sertifikanın kaybedilmesi halinde e-devletten yenisini kendiniz de çıkartılabilirsiniz.
Sınırlı Sorumluluk Beyanı: Web sitemizin içeriği, ziyaretçiyi bilgilendirmeye yönelik hazırlanmıştır. Sitede yer alan bilgiler, hiçbir zaman bir hekim tedavisinin ya da konsültasyonunun yerini alamaz. Bu kaynaktan yola çıkarak, ilaç tedavisine başlanması ya da mevcut tedavinin değiştirilmesi kesinlikte tavsiye edilmez. Web sitemizin içeriği, asla kişisel teşhis ya da tedavi yönteminin seçimi için değerlendirilmemelidir. Sitede kanun içeriğine aykırı ilan ve reklam yapma kastı bulunmamaktadır.