Ne Yersek, Beynimiz Öyle Çalışıyor

🧠 🧠 🧠
Ne Yersek, Beynimiz Öyle Çalışıyor – Araştırmadan Çarpıcı Bulgular

Son yıllarda “ne yersek oyuz” sözü sadece bir deyim değil, bilimsel bir gerçek haline geldi. Yeni yayınlanan uluslararası bir araştırma, beslenme şeklimizin beyin damar sağlığı ve zihinsel performans üzerindeki etkilerini gözler önüne serdi.

Araştırma, Kanada, Çin, Polonya ve Türkiye dahil dört ülkeden 9.886 orta yaşlı bireyin 8 yıllık sağlık verilerini inceledi.

Katılımcıların beslenme alışkanlıkları detaylı anketlerle ölçüldü. Ardından beyin MR’larıyla damar kaynaklı hasarlar (sessiz beyin enfarktı ve beyaz madde lezyonları) incelendi. Zihinsel performans ise MoCA ve DSST gibi nöropsikolojik testlerle değerlendirildi.

Peki sonuç ne mi çıktı?

Fazla Karbonhidrat, Sessiz Hasar

Araştırmaya göre, karbonhidrat ağırlıklı beslenen kişilerde sessiz beyin enfarktı ve beyaz madde hasarı daha sık görülüyor. Bu tür hasarlar, fark edilmeden ilerleyip zamanla hafıza sorunlarına, dikkat eksikliğine ve hatta demansa zemin hazırlayabiliyor.

Ayrıca bu kişilerin zihinsel test puanları da daha düşük çıktı. Yani fazla ekmek, pilav, makarna, tatlı gibi karbonhidrat ağırlıklı beslenmek, beynin hem damar sağlığını hem de düşünme gücünü olumsuz etkileyebiliyor.

Yağlar Sandığınız Gibi Değil

Toplam yağ tüketimi fazla olan kişilerde ise beyin damar hasarı daha az görüldü. Ancak burada hangi yağın tüketildiği büyük fark yaratıyor.

✅ Doymuş Yağlar (Tereyağı, doğal hayvansal yağlar)
  • Sessiz beyin enfarktı riskini azaltıyor.
  • Özellikle doğal, katkısız köy tereyağı gibi kaynaklardan alındığında olumlu etkiler gösteriyor.

✅ Tekli Doymamış Yağlar (Zeytinyağı, avokado, badem, fındık)
  • Hem damar kaynaklı beyin hasarını azaltıyor hem de zihinsel performansı artırıyor.
  • Zeytinyağı ile yapılmış bir salata, sadece kalbe değil, beyne de iyi geliyor.

✅ Çoklu Doymamış Yağlar (Omega-3 ve Omega-6 içeren yağlar – balık, ceviz, keten tohumu)
  • Daha yüksek zihinsel test puanlarıyla ilişkilendirildi.
  • Özellikle balık tüketimi, hafıza ve odaklanma becerilerini destekliyor.

❗ Karbonhidratı Azalt, Yağ Kalitesini Artır

Araştırmanın genel sonucu oldukça net: Fazla karbonhidrat tüketmek beyin damarlarına zarar verebilirken, kaliteli yağlar (özellikle zeytinyağı ve doğal tereyağı) hem damar sağlığını koruyor hem de zihinsel performansı destekliyor.

Yani sadece “az yağlı beslen” demek artık yeterli değil. Hangi yağı ne kadar ve nasıl tükettiğimiz çok daha önemli hale geldi.

🍽️ 🍽️ 🍽️
Peki Ne Yapmalı?

Mutfağınızda bulunması gereken üç temel yağ:

  • 🐄 Kuyruk Yağı: Saklama koşularına uyarsanız uzun süre
  • 🧈 Hakiki köy tereyağı: Doğal ve katkısız olmasına dikkat edin.
  • ☘️ Soğuk sıkım zeytinyağı: Rafine edilmemiş, doğal üretim tercih edin.

Ve unutmayın: “Tatlı yiyelim tatlı konuşalım” diyen atalarımızı çok seviyoruz ama bu araştırmadan sonra belki de “Yağlı yiyelim, sağlıklı düşünelim” demek daha yerinde olur.

Dr. Mustafa KEBAT

⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️

Doğal Yaşayın

Doğal Beslenin

Aklınıza Mukayet Olun

⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️

Sayın okuyucu,

Aşağıdaki linkten yazımızda yer alan konu hakkında sorularınızı ve görüşlerinizi, merak ettiğiniz ve yazılarımıza konu olmasını istediğiniz hususları iletebilirsiniz.

Bilginin paylaştıkça çoğalacağı düşüncesi ve sizlere daha iyi hizmet verme azmi ile her gün daha da iyiye ilerlemede bizlere yorumlarınız ve katkılarınız ile yardımcı olursanız çok seviniriz. https://g.page/r/CTHRtqI0z0gjEAE/review

⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️

Bilimsel Yazı Sevenler Devam Edebilirler

⭐️⭐️ Bu bilgiler, 2010–2018 yılları arasında toplanan verilerle yapılan ve dört ülkeden 9.886 kişinin incelendiği bilimsel çalışmadan alınmıştır: https://www.thelancet.com/journals/eclinm/article/PIIS2589-5370(25)00265-2/fulltext

⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️

Dr Mustafa KEBAT

Tetkik OSGB İş Sağlığı ve Eğitim Koordinatörü

Sınırlı Sorumluluk Beyanı:
Bu sitede yer alan içerikler yalnızca genel bilgilendirme amacı taşır. Paylaşılan bilgiler, bir hekim muayenesinin, tedavisinin veya profesyonel danışmanlığın yerini tutmaz. Buradaki bilgiler esas alınarak herhangi bir ilaç tedavisine başlanması, mevcut tedavinin değiştirilmesi ya da bırakılması uygun değildir.

Aynı şekilde, iş sağlığı ve güvenliği ile ilgili içerikler, bir iş güvenliği uzmanı, mühendis veya teknik ekip tarafından yapılması gereken değerlendirme ve kararların yerine geçemez. Bu bilgiler temel alınarak saha risk değerlendirmesi yapılması ya da mevcut sistemin değiştirilmesi önerilmez.

Sitede herhangi bir yasa dışı ilan ya da yönlendirme yapılması amacı bulunmamaktadır. İçerikler, sadece farkındalık yaratmak ve bilinçlendirme sağlamak amacıyla sunulmuştur.

⭐️⭐️⭐️

Daha Fazla

Gizli Laboratuvara Yolculuk – Küçük Gençlere

Cumartesi öğleden sonraydı. Hafta sonu olmasına rağmen Hatice öğretmenin özel dersi vardı.
Hatice öğretmen derse başlamadan Mert’e bir soru sordu:

“Vücudun en büyük laboratuvarı hangisidir?”

Anne ve babası yan odadan dinliyorlardı. Birbirlerine baktılar. Her ikisi de cevabı düşünmeye başlamışken Mert hemen cevap verdi.
“Ben biliyorum öğretmenim! Kimya laboratuvarı!”
Hatice öğretmen gülümsedi:
— “Fena değil Mert, ama hayır. Bahsettiğim laboratuvar senin içinde.”
Mert şaşırdı:
— “Benim içimde mi? Ama ben laboratuvar değilim ki! Midem var, akciğerim var… Ama tüp, mikroskop, deney falan yok bende!”

Anne ve baba diğer odada merakla konuşmaları dinliyorlardı. Hatice öğretmen Mert’e göz kırptı.
— “Mert, aslında hepsi sende var. Vücudun kendi başına çalışan kocaman bir bilim laboratuvarı. İstersen bir konuk çağırayım, sana göstersin.”

Hatice öğretmen, avuçlarını birbirine vurdu:
“Sihirli Profesör Glukom!”

Bir anda oturma odasında ışıklar titredi, tavanın ortasında parlak bir kıvılcım belirdi. Toz bulutu döne döne şekil aldı.
Mavi bir cüppe, yuvarlak gözlükler, elinde minik bir sihirli değnek ile…
Karşınızda Sihirli Profesör Glukom!

Profesör tok bir sesle konuştu:
— “Selam Mert! Vücudun içindeki mucizelere hoş geldin. Hemen başlayalım mı?”
Hatice öğretmen, Mert’i gösterdi.
— “Mert bugün biraz fazla cips ve çikolata yemiş. Derste de dikkati dağınık.”
Profesör kaşlarını kaldırdı:
— “Öyle mi? O zaman onu küçük bir geziye çıkaralım!”

Mert geri adım attı.
— “Gezmek mi? Nereye?”
— “Kendi vücudunun içine, genç adam!”

Profesör cebinden küçük, şeffaf bir küre çıkardı. Kürenin içinde minik ışıklar dönüyordu.
— “Bu, NanoSeyahat Küresi. İçine adım atınca boyun hücre büyüklüğüne küçülür.”
Mert korku ve merakla karışık bir sesle,
— “Ama… orada nefes alabilir miyim?” diye sordu.
Profesör gülümsedi.
— “Tabii ki! Bu küre sana oksijen de sağlar. Hadi bakalım, Hatice öğretmen, bize katılacak mısınız?”

Hatice öğretmen gülümsedi:
— “Elbette! Öğrencilerim gibi ben de kendi bedenimi tanımak isterim.”

Üçü de kürenin içine adım attı.
Bir anda etraflarındaki dünya dönmeye başladı.
Sanki bir kaydıraktan aşağı kayıyorlardı.
Renkler birbirine karıştı, kulaklarında kalp atışları gibi bir ritim duyuldu.
Sonra… durdular.

Mert gözlerini açtığında etrafında ışıl ışıl kablolar gördü.
Her yerden kıvılcımlar çıkıyordu. Küçük elektrik sinyalleri tık tık tık diye ses çıkarıyordu.
— “Profesör, neredeyiz biz?”
Profesör parmağını havaya kaldırdı.
— “Beyindeyiz! Nöron ağlarının tam ortasındayız.”

O anda bir nöronun üzerinden küçük bir elektrik kıvılcımı geçti.
Mert ağzı açık izliyordu.
— “Bu elektrik ne? Şimşek gibi!”
— “Bu senin düşünmen, öğrenmen, dikkatini toplaman demek. Her düşündüğünde beyninde milyonlarca nöron böyle kıvılcım gönderir.”

Tam o sırada etraflarındaki kıvılcımlar birden düzensizleşti. Bazıları söndü, bazıları karıştı.
Bir nöron bağıra bağıra yaklaştı:
— “Yetişin! Şeker seli geliyor!”

Uzakta devasa bir nehir gibi şeker kristalleri akıyordu.
Bütün nöron yolları bu yapışkan maddeyle kaplanmaya başladı.
Profesör kaşlarını çattı:
— “İşte bu yüzden dikkatini toplayamıyorsun Mert! Fazla şeker, nöronların arasındaki bağlantıyı bozuyor.”
Mert şaşırdı:
— “Ama ben sadece iki çikolata ve bir meyveli içecek içtim.”
Profesör:
— “Beyin için fazla bile. Şeker, beynin enerji sistemini tıkar. Bir süre enerji verir, sonra çökertir. Dikkatin dağılır, uykun gelir, sinirlenirsin.”

Mert düşünceli bir sesle:
— “O zaman ben dün ödev yaparken neden birden uykum geldi, anladım!”

Profesör elindeki değneği salladı, şeker nehri durdu.
— “Ama bu geçici. Eğer her gün bu kadar şeker yersen, beyin yolların kalıcı olarak tembelleşir. Bu da derslerde unutkanlık ve yavaş düşünme demektir.”
Mert:
— “Yani beynim aslında bir trafik ağı gibi, ama şeker trafik sıkışıklığı yaratıyor!”
Profesör:
— “Harika tanım! Evet, glikoz fazlalığı sinyal yollarını tıkar.”

Tam o sırada Hatice öğretmen dikkatle etrafa baktı.
Bazı nöronlar solgun görünüyordu.
— “Profesör, bazıları neden soluk renkli?”
Profesör:
— “İyi gözlem! Onlara oksijen ulaşamıyor çünkü kanda şeker fazlası varsa, oksijen taşıyıcı hemoglobinle yarışa girer. Bu da beyne daha az oksijen gitmesi demektir.
Sonuç: baş ağrısı, dalgınlık, unutkanlık.”

Mert korkuyla sordu:
— “Yani fazla şeker beynimi hem yavaşlatıyor hem havasız mı bırakıyor?”
— “Aynen öyle.”

Profesör parmağını şıklattı. Ekranda Mert’in beyni canlandı.
İki durum yan yana gösterildi:
Birinde Mert sabah kahvaltıda süt, yumurta, ceviz yemişti.
Beyin parlak, kıvılcımlar düzenliydi.
Diğerinde çikolata ve meyveli içecek…
Kıvılcımlar düzensiz, nöronlar panik içindeydi.

— “Beyin oksijenle ve yavaş sindirilen karbonhidratlarla (tam tahıl, sebze, meyve) çalışmayı sever. Hızlı şekerlerle değil.”

Mert derin bir nefes aldı.
— “Demek ki beynim de dengeli yemek istiyor.”
— “Kesinlikle. Beyin ne kadar şeker alırsa, o kadar dikkatini kaybeder. Kısa süreli enerjiyle kandırır ama uzun vadede seni yorar.”

Profesör saatine baktı:
— “Beyinde fazla kaldık, şimdi kalbe geçelim. Orada şekerin bir başka oyununu göreceğiz.”
Küre yeniden parlamaya başladı.
Etraf döndü, nöron yolları arkada kalırken kalp ritminin sesi kulaklarında yankılandı:
Dum-tak, dum-tak…

Mert artık bu yolculuğun gerçekten büyüleyici olduğunu anlamıştı.
“Benim içimde bu kadar şey oluyorsa,” dedi kendi kendine,
“ben bundan sonra yediğime içtiğime daha çok dikkat etmeliyim.”

Profesör gülümseyerek omzuna dokundu:
— “Harika başlangıç, Mert. Unutma, vücudun senin laboratuvarın. Deney yanlış olursa, sonucu da sen yaşarsın.”

“Hazır mısın Mert? Bu kez kalbine gidiyoruz.”

Bir anlık parıltı, bir anlık sessizlik…
Sonra Mert, kendini devasa bir kırmızı tünelin içinde buldu.
Duvarları kaslarla kaplıydı; her atımda dev dalgalarla kasılıp gevşiyor, içinden kan yerine ışık akıyordu.
Etrafına bakındı — tünelin ortasında kocaman bir kalp odası vardı.
Tavandan sarkan enerji kabloları, sürekli parlayan piller, dönüp duran küçük jeneratörler…

“İnanılmaz!” dedi Mert.
“Kalbimin içinde bir enerji santrali var!”

O sırada yan taraftan birkaç minik yaratık göründü.
Hepsi pembe renkliydi, üzerlerinde “ATP” yazıyordu.
Bir tanesi elinde küçük bir pil taşıyordu.

“Merhaba Mert! Biz kalp kas hücreleriyiz,” dedi biri.
“Günde yaklaşık 100.000 kez kasılıp gevşiyoruz. Yani hiç durmuyoruz! Bu yüzden senin gönderdiğin enerjiye çok ihtiyacımız var.”

Mert şaşırdı.
“Enerjiyi ben mi gönderiyorum?”

“Tabii!” diye güldü bir diğeri.
“Yediğin her şey, bizim yakıtımız olur. Ama son yıllarda bize gelen enerji… biraz garip.”

Kalp kaslarından biri elindeki pilin içini gösterdi.
Pilin içi kararmıştı, kenarlarında “yağ kristalleri” birikmişti.

“Eskiden meyveden, sebzeden, evde pişmiş yemeklerden enerji alırdık. Şimdi senin gönderdiğin enerji… şekerli, yapışkan ve plastik kokuyor.
Biz bu enerjiyi yakmaya çalışırken çok fazla oksijen harcıyoruz.
Bu da bizi yoruyor, bazen ritmimiz bozuluyor.”

Kalp odasının içinde bir üretim bandı vardı.
Bir tarafında “doğal enerji kaynakları” (elma, ekmek, yumurta, su) hareket ediyor,
diğer tarafında “paketli enerji kutuları” (gazlı içecek, cips, şekerleme) sıralanıyordu.

Kalp hücreleri doğal gıdaları işleyince ortalık ışıl ışıl parlıyordu.
Ama paketli kutular gelince duman çıkıyor, sistem tıkanıyordu.

“Bak!” dedi kalp hücrelerinden biri.
“Bunlar geldiğinde bizim mitokondriler fazla çalışmak zorunda kalıyor.
İçlerinde ısı artıyor, bazıları yanıyor! Bu yüzden senin kalbin bazen çarpıyor ya da halsiz hissediyorsun.”

Mert gözlerini açtı:
“Yani bu, ben fazla abur cubur yediğimde kalbim daha çok çalışmak zorunda mı kalıyor?”

“Evet,” dedi hücreler hep bir ağızdan.
“Biz durmadan kasılıp gevşiyoruz, ama enerji kaynağın kötü olunca her atım bizi biraz daha yıpratıyor.
Ve sen büyüdükçe bu yorgunluk birikiyor.”

Birden üretim hattındaki ışıklar sönmeye başladı.
Alarm çaldı.
Tavandan aşağıya büyük bir ekran indi.
Üzerinde kırmızı bir yazı parladı:

⚠️ Uyarı: Glikoz fazlası! Oksijen yetersizliği! Kalp aşırı yükte!

Kalp odasının içindeki ışıklar sönüyor, titreşim yavaşlıyordu.
Hücreler birbirine sesleniyordu:

“Laktik asit birikiyor!”
“ATP yetmiyor!”
“Oksijen gelmiyor!”

Mert panikledi. “Ne oluyor size?”
Bir hücre nefes nefese cevap verdi:

“Senin gönderdiğin şekerli içeceklerle glikoz seviyesi çok arttı.
Biz enerjiyi yakmak için oksijen istiyoruz, ama yetişemiyoruz.
Bu yüzden ‘asidoz’ başlıyor, kalp yoruluyor!”

Bir köşede yaşlı bir hücre oturuyordu.
Elinde küçük bir parça lif vardı.
“Ben eskiden çok güçlüydüm,” dedi.
“Senin küçükken yediğin taze gıdalar bana denge verirdi.
Ama son yıllarda aldığım enerji yapay oldu.
Kas liflerimiz artık şekerden yapılmış bir yapıştırıcı gibi oldu.
Bize ‘glikasyon’ diyorlar… Sertleşiyoruz, elastikliğimizi kaybediyoruz.”

Mert sessizce dinledi.
Bir anda kalbinin dışından “tık tık tık” sesleri duyuldu.
Bu, kendi kalp atışıydı.

“Benim her atışımda siz mi bu kadar çalışıyorsunuz?” diye sordu.
“Evet,” dedi yaşlı hücre, “ve biz bunu senin için yapıyoruz.”

Hücrelerden biri küçük bir cihaz çıkardı.
Üzerinde “ATP Üretim Döngüsü” yazıyordu.
Cihazın ekranında bir yol haritası belirdi:

  1. Glikoz içeri girer
  2. Oksijenle birleşir
  3. Mitokondride enerjiye dönüşür (ATP)
  4. Kas kasılması gerçekleşir

Ama eğer glikoz çok fazlaysa, 3. adımda sistem tıkanıyor.
Oksijen yetmiyor, “laktik asit” birikiyor, kalp yoruluyor.

“İşte bu yüzden,” dedi hücre, “biz senin enerjini dengeyle istiyoruz.
Fazlası, eksik kadar tehlikeli.”

Mert derin bir nefes aldı.
Kendini laboratuvarın ortasında gibi hissediyordu.
Şimdi her atımın bir bedeli olduğunu anlamıştı.

“Yani siz bana hayat veriyorsunuz, ama ben bazen size zarar veriyorum…”

Hücreler gülümsedi.
“Sen bizi neyle beslersen, biz de seni onunla yaşatırız.
Kalp karşılıksız verir, ama enerjiyi seçmek senin elinde.”

Mert’in elinde bir elma belirdi — içinden ışık sızıyordu.
Onu kalp odasının enerji hattına bıraktı.
Bir anda her şey yeniden aydınlandı.
Hücreler şarkı söylemeye başladı, kalp ritmi düzeldi.

“İşte bu!” dedi biri.
“Gerçek enerji bu, Mert!”

Işıklar bir kez daha parladı, Mert yeniden odasında belirdi.
Elini kalbinin üzerine koydu.
Artık her atımın, kalp kaslarının çabası olduğunu biliyordu.

“Demek kalp, sadece sevgiyle değil, enerjiyle de yaşarmış…”

Mert gülümsedi.
Her sabah kahvaltısında yumurta, peynir, zeytin ve biraz da yeşil yapraklı bitkilerden yemeye karar verdi.
Kalbinin içinde yankılanan o minik ses ise şunu fısıldadı:

“Teşekkürler, Mert. Bugün biraz daha kolay attık.”

Hatice öğretmen heyecanla seslendi:

“Mert, şimdi de akciğerlerine gidiyoruz! Hazır mısın?”

Birden etrafı ışık halkaları sardı. Mert kendini devasa bir nefes tünelinde buldu.
Tünelin duvarları pembemsi, balon gibi kabarmış alveollerle doluydu.
Hepsi yumuşacık, ama içten içe bir enerjiye sahipti.

Mert’e ilk yaklaşan, küçük bir baloncuğa benzeyen alveol oldu.

“Merhaba Mert! Ben Alvi, senin akciğer alveol hücrenim.
Bizim işimiz, havadaki oksijeni yakalamak ve kanına iletmek. Kalbinle birlikte çalışıyoruz.”

Mert merakla sordu:
“Peki biz bu oksijeni neden kullanıyoruz?”

“Enerji üretmek için!” dedi Alvi neşeyle.
“Sen her koştuğunda, zıpladığında ya da düşünürken kalbin ve bizim gönderdiğimiz oksijen ATP üretmek için birlikte dans ediyor. Biz olmasak kalbin yorulur, senin vücudun çalışamaz.”

Mert gözlerini açtı, kalbiyle akciğerlerinin birbirine bakıp el salladığını hayal etti.
İşte o anda nefesle ritim kavramı kafasında netleşti: her nefes bir enerji notası, her kalp atışı bir melodi gibiydi.

Alvi, Mert’e bir simülasyon gösterdi:

  • Önce Mert elma yedi, doğal glikoz enerjiye dönüştü.
  • Alveoller oksijeni topladı, kanla kalbe iletti.
  • Kalp kasları ATP üretti ve Mert rahatça yürüyebildi.

Sonra Alvi uyarıda bulundu:

“Ama bak, makarna, pilav, paketli gıda ve şekerli yiyecek – içecekler geldiğinde ne oluyor?”

Ekranda kırmızı ışıklar yanmaya başladı.
Glukoz fazlalığı, alveollerin oksijeni yeterince yetiştirememesine sebep oldu.
Kalp hücreleri daha hızlı atıyor, ama enerji verimsizdi.

Mert panikledi:
“Demek makarna, pilav, paketli gıda ve şekerli yiyecek – içecekler sadece kalbi yormuyor, oksijeni de etkiliyor!”

“Aynen öyle,” dedi Alvi.
“Biz birlikte çalışmazsak, enerji üretimi aksar, sen çabuk yorulursun, derslerinde konsantre olamazsın.”

Alvi Mert’e bir ipucu verdi:

“Bak, doğru nefes almak kalp ritminle uyum içinde olmalı.
Derin ve yavaş nefesler, kanını oksijenle doldurur, kalbini rahatlatır.
Kısa ve hızlı nefesler, kalbi zorlar ve enerji krizi yaratır.”

Mert denemek istedi.
Derin bir nefes aldı… ve kalbi hafifçe huzurlu bir şekilde atmaya başladı.

“Vay canına!” dedi.
“Demek nefes ve kalp dans ediyor!”

Alvi güldü:

“Biz bu dansı sen farkında olmadan yapıyoruz. Ama fark ettiğinde daha iyi beslenir ve daha az yorulursun.”

Alvi, Mert’i bir enerji tüneline götürdü.
Tünelde farklı renklerde dalgalar vardı:

  • Yeşil dalga → Doğal gıdadan gelen enerji
  • Kırmızı dalga → Paketli gıdadan gelen enerji
  • Sarı dalga → Oksijenin katkısı

“Bak, yeşil dalgalar kalbi ve kasları düzgün çalıştırıyor. Kırmızı dalgalar ise sistemi tıkıyor, oksijeni verimli kullanamıyoruz. Sarı dalgalar ise nefesle geliyor, bizim yardımımız.”

Mert anladı: “Yani dengeli beslenip, doğru nefes alırsam kalbim ve vücudum enerjiyi verimli kullanıyor. Ama şekerli ve paketli gıdalar bu dansı bozuyor.”

Alvi Mert’e son bir mesaj verdi:

“Günde birkaç derin nefes al, bol su iç, doğal ve taze beslen.
Paketli ve şekerli gıdaları sınırlarsan hem kalbin hem akciğerlerin mutlu olur.
Böylece derslerinde ve oyunlarda enerjin hep yüksek olur!”

Mert kafasını salladı:
“Tamam, Alvi! Artık paketli ve şekerlii gıdaları düşünerek yiyeceğim ve nefesimi ihmal etmeyeceğim.”

Işık halkaları tekrar parladı ve Mert kendi odasında belirdi.
Kalbi huzurlu bir ritimle atıyor, nefesi derin ve dengeliydi.

“Demek nefesle kalp birlikte dans ediyor,” diye fısıldadı kendi kendine.
“Artık hem oyun hem ders zamanı daha güçlüyüm.”

Mert, nefes ve kalp dansını öğrendikten sonra Hatice öğretmen bir kez daha ellerini çırptı.

“Mert, şimdi beynine gidiyoruz! Dikkatini topla, çünkü burada şeker tuzakları seni bekliyor!”

Bir anda Mert kendini renkli, dalgalı bir şehir gibi görünen bir ortamda buldu.
Bu şehirin sokakları nöronlarla doluydu; elektrik sinyalleri gibi ışıklar yanıp sönüyordu.

“Hoş geldin Mert!” dedi bir nöron, ışıldayan dendritleriyle.
“Ben Nöri, beynindeki bir nöronum. İşimiz düşünmek, öğrenmek, hatırlamak ve karar vermek.”

Mert merakla etrafa baktı.

“Vay canına! Bu kadar ışık ve enerji var… ama şekerin bu şehirle ne ilgisi var?”

Nöri güldü:

“Her şeyin ilgisi var, Mert! Biz enerjiye ihtiyaç duyarız. Ama fazla şeker, tam tersi etki yaratıyor. Gel sana göstereyim.”

Bir simülasyon başladı:

  1. Mert, çikolata ve şekerli içecekler yedi.
  2. Beyin hücrelerine enerji çok hızlı geldi.
  3. Ama bir süre sonra nöronlar yorulmaya başladı, ışıklar titredi, sinyaller düzensizleşti.

“İşte şeker tuzağı!” dedi Nöri.
“Başta çok enerji verir gibi görünüyor ama kısa süreli. Sonra sinyaller yavaşlar, dikkat dağılır, öğrenmek zorlaşır.”

Mert şaşkın:

“Yani ders çalışırken şeker yemek, önce enerji verir ama sonra beni daha mı yavaşlatıyor?”

“Aynen öyle,” dedi Nöri.
“Vücudun için enerji patlaması ama beyin için kısa süreli bir şeker tuzağı.”

Nöri Mert’e şekerin beynin farklı bölümlerini nasıl etkilediğini gösterdi:

  • Prefrontal korteks (düşünme ve karar verme merkezi): Fazla şeker, sinyalleri yavaşlatır, konsantrasyonu düşürür.
  • Hipokampus (hafıza): Şeker patlaması sonrası hatırlama güçleşir, öğrenilen bilgiler kısa sürede unutulur.
  • Dopamin sistemi (ödül merkezi): Şeker, kısa süreli mutluluk sağlar ama sürekli tüketim bağımlılık etkisi yaratır.

Mert bir çizelge gördü:

DurumEnerji HissiKonsantrasyonÖğrenme Kapasitesi
Doğal glikoz (meyve, sebze)DengeliYüksekSürdürülebilir
Paketli şeker & çikolataAni yükselmeDüşüşKısa süreli, verimsiz

“Gördün mü Mert,” dedi Nöri, “dengeli enerji beynini daha akıllı yapıyor. Paketli şeker sadece kısa bir şeker patlaması veriyor, sonra nöronlar yoruluyor.”

Nöri, Mert’e beyin dostu birkaç öneri verdi:

  1. Doğal besinleri tercih et: Meyve, sebze ve tam tahıllar enerji sağlar ama nöronları yormaz.
  2. Şekerli içecekleri sınırlı tüket: Enerji dalgalanması olmadan ders çalışmak daha kolay.
  3. Ara öğünlerde protein ekle: Ceviz, fındık veya yoğurt nöronlara sürekli enerji verir.
  4. Su iç: Dehidrasyon dikkat ve öğrenmeyi olumsuz etkiler.

“Bak Mert, biz nöronlar daima enerjiyi dengeli isteriz,” dedi Nöri.
“Şeker tuzaklarına düşersen, dikkatin dağılır ve öğrenme yavaşlar.”

Mert, beyin şehri turunun sonunda ışıklarla dolu nöronları izledi.

“Demek paketli gıdalar sadece bedeni değil, beynimi de etkiliyor,” dedi.
“Artık ders çalışırken enerjimi dengeli kullanacağım.”

Nöri, Mert’i son kez uyardı:

“Hatırlasın ki şeker kısa süreli mutluluk verir, ama uzun vadeli başarı ve dikkat dengeli beslenmeden gelir. Şimdi enerji patlamalarından kaç ve beynini mutlu et!”

Mert bir kez daha Hatice öğretmenin yanındaydı.
Bu kez aklı daha berraktı; hem kalbi hem akciğerleri hem de beyni şekerin tuzaklarını görmüştü.

Mert, beyin ve şeker tuzağı macerasından sonra Hatice öğretmenin yanına geri döndü.

“Hazır mısın Mert?” dedi öğretmen.
“Şimdi kas hücrelerine gidiyoruz. Enerji deposu neler yapıyor, beraber göreceğiz!”

Hatice öğretmen ellerini çırptığında bir ışık hüzmesi Mert’i sardı ve bir anda kendini kas lifleriyle dolu devasa bir spor salonunda buldu. Her kas lifi, canlı ve parlak renklerle ışıldıyordu. Burası, vücudun enerji deposu olan kasların merkeziydi.

“Hoş geldin, Mert!” dedi bir kas hücresi, kollarını açarak.
“Ben Kasper, kas hücrelerinden biriyim. Görevimiz hareketi sağlamak, dayanıklılığı desteklemek ve enerji depolamak.”

Mert gözlerini ovuşturdu:

“Vay canına! Kaslar bu kadar canlı mıymış? Enerjiyi nasıl depoluyorsunuz?”

Kasper gülümsedi:

“Bak sana göstereceğim. Ama önce şunu bilmelisin: Kaslarımızın enerjisi doğru beslenmeyle çok güçlü olur. Yanlış beslenirsek performansımız düşer, çabuk yoruluruz ve hareketlerimiz zayıflar.”

Mert etrafa baktı ve birçok farklı kas hücresini fark etti.

  • Uzun, güçlü lifler sprint ve kısa süreli güç gerektiren hareketlerden sorumluydu.
  • İnce lifler ise uzun süreli, dayanıklılık gerektiren aktivitelerde çalışıyordu.

Kasper anlattı:

“Biz kas hücreleri, enerji için glikozu ve yağları kullanırız. Ama önceliğimiz glikozdur. Şekerli ve paketli gıdalar enerji verir ama kısa sürede tüketilir ve kasları yorar.”

Mert hemen sordu:

“Yani çikolata yediğimde kaslarım daha mı hızlı çalışıyor?”

Kasper başını salladı:

“Kısa süreli enerji verir ama çok çabuk tükenir. Ayrıca glikoz patlaması sonrası kaslarda yorgunluk hissi artar. Biz sürdürülebilir enerji isteriz, yani dengeli beslenme şart.”

Kasper, Mert’i dev bir enerji deposunun içine götürdü. Depoda glikoz ve yağ molekülleri yan yana dizilmişti.

“Bak, bu bizim enerji stoklarımız,” dedi Kasper.
“Glikoz kısa süreli patlama verir, yağ ise uzun süreli enerji sağlar. Ama yanlış beslenme depolarımızı dengesiz yapar.”

Mert merakla sordu:

“Peki yanlış beslenme nasıl oluyor?”

Kasper yanıtladı:

“Eğer çok paketli gıda ve şeker alırsan, glikoz deposu hızla dolar ama yağa dönüşmeden önce kas lifleri yorulur. Kaslar sürekli patlama enerjisi ister, ama uzun süre dayanamaz.”

“O zaman sürekli şeker yemek zararlı mı?” diye sordu Mert.
“Evet,” dedi Kasper. “Sadece çabuk enerji verir, kasın gerçek gücünü göstermez. Ayrıca aşırı şeker insülin dalgalanmalarına yol açar ve kaslar yeterince enerji alamaz.”

Mert: “Kardiyo yaparken kaslarım neden çabuk yoruluyor?”
Kasper: “Çünkü uzun süreli hareket için yağ ve kompleks karbonhidrat enerji verir. Eğer sadece şeker yersen, enerji bir süre sonra biter ve kaslar yorulur.”

Mert: “Peki protein ne işe yarıyor?”
Kasper: “Protein kaslarımızın yapı taşıdır. Egzersiz sırasında kaslar küçük hasar alır; protein onları onarır ve güçlendirir. Yeterli protein almazsan, kasların büyüyemez ve zayıf kalır.”

Mert: “Ya suyun önemi nedir?”
Kasper: “Kaslar su ile doludur. Su, hem glikoz ve minerallerin taşınmasını sağlar hem de kas liflerinin düzgün çalışmasına yardımcı olur. Susuzluk yorgunluk ve kramplara yol açar.”

Mert: “Ya paketli gıdalar?”
Kasper: “Hızlı enerji verir ama aynı zamanda tuz ve katkı maddeleri içerir. Fazlası kasların çalışmasını bozabilir, ödem ve kas sertliği yaratabilir.

Kasper, Mert’e kas enerji sistemlerini gösterdi:

  1. Fosfajen Sistemi: Sprint ve kısa patlamalar için enerji sağlar. Hızlı ama çabuk tükenir.
  2. Anaerobik Glikoliz: Orta yoğunlukta kısa süreli enerji üretir. Laktik asit birikir, bu da kaslarda yanma hissi yaratır.
  3. Aerobik Sistem: Uzun süreli, dayanıklılık gerektiren aktivitelerde enerji verir. Yağ ve glikozu dengeli kullanır.

Mert şaşkın:

“Vay be! Kaslar sadece hareket değil, enerji yönetimi de yapıyor.”

Kasper başını salladı:

“Evet, doğru beslenme ve düzenli egzersiz ile bu sistemleri dengeli çalıştırırsın. Aksi halde kaslar yorgun ve güçsüz kalır.”

Kasper, Mert’i sanal bir simülasyona götürdü. Mert paketli gıdalar ve şekerli içecekler yedi. Simülasyonda kas lifleri titredi, renkleri soldu ve küçük alarm ışıkları yanıp söndü.

“Gördün mü, Mert?” dedi Kasper.
“Kaslar sadece hızlı enerji aldığında kısa süreli güçlü olur. Ama sürekli paketli gıda ile beslenirsen, dayanıklılık azalır, kas liflerin yorulur, hatta hasar görür.”

Mert endişeyle:

“Yani ders çalışmak ve spor yapmak için sağlıklı beslenmem şart mı?”

“Kesinlikle!” dedi Kasper.
“Dengeli karbonhidrat, protein ve yağ ile kaslar güçlü ve dayanıklı kalır. Enerji deposu dolu olduğunda hem fiziksel performans hem öğrenme kapasitesi artar.”

Mert, profesör ve Hatice öğretmenle birlikte kas depolarını inceledikten sonra şunları kavradı:

  • Paketli gıdalar kısa süreli enerji verir ama uzun vadede kasları yorar.
  • Düzenli protein, su ve kompleks karbonhidrat tüketmek kas gücünü ve dayanıklılığı artırır.
  • Aerobik ve anaerobik enerji sistemlerini dengeli kullanmak kasların verimli çalışmasını sağlar.
  • Sağlıklı kaslar, hem spor hem ders performansını doğrudan etkiler.

Kasper, Mert’e son bir uyarıda bulundu:

“Unutma Mert! Kaslar, enerji depoları ve dengeli beslenme sayesinde hem fiziksel hem zihinsel performansını artırır. Yani hareket ederken ve ders çalışırken enerjini dengeli kullan, kasların sana teşekkür edecek!”

Mert, artık kaslarının enerji depolarını ve sağlıklı beslenmenin önemini biliyordu ve bunu günlük hayatında uygulamaya karar verdi.

Hatice Öğretmen, Mert ve Profesör, kasların içindeki enerji deposundan çıkarken bir anda etraflarındaki ortam değişti. Devasa bir tünelin içinde dönüyorlardı. Etraflarında hareket eden sıvılar, dalgalanan duvarlar vardı. Hafif bir koku yayıldı.

Mert: “Burası da neresi böyle? Deniz gibi ama… garip kokuyor!”
Profesör: “Tebrikler Mert! Şu anda vücudun en yoğun çalışan yerlerinden birindeyiz: sindirim sistemi! Şimdi mide ve bağırsaklara doğru bir yolculuğa çıkacağız.”

Profesör bastonunu salladı, etraflarındaki görüntü büyüdü. Duvarlar kasılıp gevşiyor, yiyecekler tünel boyunca ilerliyordu. Mert, okulda öğrendiği mide ve bağırsak resimlerinin bu kadar canlı ve hareketli olabileceğini hiç düşünmemişti.

Bir anda mideye vardılar. Burası dev bir balon gibiydi ama içi fokur fokur kaynıyordu.
Mert’in burnuna güçlü bir koku geldi.

Mert: “Burada lav gibi bir şey kaynıyor!”
Profesör: “O lav değil, hidroklorik asit. Yani mide asidi! Yediklerini parçalayarak vücudun kullanabileceği hale getiriyor.”

Mert aşağıya baktı. Az önce yediği cips parçaları hâlâ midede dönüp duruyordu. Ancak onlar, elma ya da sebzeler kadar kolay çözülmüyordu.

Profesör: “Fark ettin mi Mert? Cips gibi yağlı ve işlenmiş gıdalar midede daha uzun kalır. Çünkü içindeki yapay yağlar ve katkı maddeleri, sindirimi yavaşlatır.”
Mert: “Ama ben onları yediğimde tok hissediyorum!”
Profesör: “Doğru. Ama bu ‘sahte tokluk’. Yani mide dolu gibi hissediyor ama aslında vücut gerçek enerjiye ulaşamıyor. Bu yüzden kısa süre sonra yine acıkıyorsun.”

Profesör, Mert’e dönüp ciddileşti.

Profesör: “Mert, bakalım ne kadar öğrendin. Sana birkaç soru soracağım.”
Mert: “Hazırım Profesör!”

Profesör: “Sence midede sindirim hangi tür gıdalarda daha kolay olur: doğal gıdalarda mı, yoksa paketli gıdalarda mı?”
Mert: “Sanırım doğal gıdalarda. Çünkü katkı maddeleri yok.”
Profesör: “Harika! Paketli gıdalardaki koruyucular ve yapay yağlar midede çözülmeyi geciktirir. Hatta bazıları bağırsaklara geçene kadar bile tam parçalanmaz.”

Profesör: “Peki mide asidi ne işe yarıyor, hatırlıyor musun?”
Mert: “Yediklerimizi parçalıyor, ama fazla asit olursa mide yanıyor.”
Profesör: “Aferin! İşte o yanma hissi, genellikle paketli ve kızartılmış yiyeceklerle artar. Çünkü onlar midede fazla asit üretimini tetikler.”

Bir süre sonra mide kasları kasıldı ve bir anda Mert ve Hatice öğretmen kendilerini kıvrımlı, tüp gibi bir tünelde buldular. Duvarlar dalga dalga hareket ediyor, sanki canlıymış gibi nefes alıp veriyordu.

Tünelin duvarlarında minicik çıkıntılar vardı; her biri ince tüyler gibi görünüyordu.

Profesör: “Bu tüylerin adı villus. İnce bağırsağın iç yüzeyini kaplarlar. Görevleri, yediğimiz gıdalardan besinleri emip kana taşımaktır.”

Mert tüylerin arasına baktı; bazı yerlerde canlılık vardı, bazı yerlerde kararmış bölgeler görünüyordu.

Mert: “Profesör, bazı villuslar sönmüş gibi. Neden böyle?”
Profesör: “Çünkü işlenmiş ve katkılı gıdalar buraya zarar verir. Yüksek tuz, yağ ve yapay renklendiriciler villusları tembelleştirir. Onlar yeterince çalışmazsa, vitamin ve mineraller kana geçemez.”

Mert şaşkınlıkla sordu:

Mert: “Yani ben ne kadar yediğim değil, neyi emebildiğim önemli?”
Profesör: “Kesinlikle! Bazen çok yemek yersin ama besin alamazsın. İşte bu yüzden bazı insanlar sürekli yorgun hisseder, çünkü kaslar ve beyin yeterli yakıtı alamaz.”

Profesör yutkundu önemli bir başka konuya geçmeye hazırlanıyordu.

Profesör: “Burası vücudun en meşgul fabrikasıdır. Her milimetresinde milyonlarca işçi var. Onlara ‘mikrobiyota’ diyoruz. Aslında bunlar bakteriler ama merak etme, iyi kalpliler.”

Mert: “İyi kalpli bakteri mi olur profesör? Ben hep bakterilerden korkardım!”

Profesör: “İşte büyük bir yanılgı! Her bakterinin kötü olmadığını bilmelisin. Vücudumuzdaki bakterilerin çoğu, tam tersine bizim için çalışıyor. Mesela bu dost bakteriler, yediğin yiyecekleri küçük parçalara ayırarak sindirime yardım ediyor, bağışıklık sistemini güçlendiriyor, hatta ruh halini bile etkiliyor!”

Hatice Öğretmen: “Yani bağırsaklar sadece yediklerimizi sindirmiyor, aslında bütün vücudu etkiliyor öyle mi?”

Profesör: “Kesinlikle! Hatta bilim insanları bağırsaklara ‘ikinci beyin’ diyorlar. Çünkü burada sinir hücreleri, nörotransmiterler ve sinyaller var. Beyinle sürekli mesajlaşıyorlar. Eğer bağırsaklardaki denge bozulursa, beyin de bundan etkileniyor.”

Birden bağırsak duvarlarının rengi değişmeye başladı. Önceden canlı bir pembe olan doku, solgun ve yorgun görünüyordu.

Mert: “Profesör! Ne oluyor? Neden duvarlar karardı?”

Profesör: “Güzel gözlem! Şimdi bağırsak duvarlarının nasıl zarar gördüğünü göstereceğim. Hatırlıyor musun, sen sık sık cips, çikolata ve gazlı içecek tükettiğini söylemiştin?”

Mert: “Evet ama onlar çok lezzetliydi!”

Profesör: “Lezzetli olabilir, ama vücudun için birer sabotajcı gibiler. Paketli gıdalardaki katkı maddeleri, koruyucular, yapay tatlandırıcılar ve fazla tuz, bağırsak duvarındaki iyi bakterilerin sayısını azaltır. Bunun sonucunda kötü bakteriler çoğalır. Bu durum ‘disbiyozis’ adını alır.”

Mert: “Yani içimde savaş mı çıkıyor?”

Profesör: “Evet! İyi ve kötü bakteriler arasında tam bir savaş. Kötüler kazanırsa, bağırsak geçirgenliği artar. Bu durumda, normalde kana karışmaması gereken maddeler kana karışır. Vücut da bunları düşman zannedip bağışıklık sistemini sürekli alarma geçirir. Bu da ‘kronik iltihaplanma’ demek.”

Hatice Öğretmen: “O yüzden bazı çocuklar sürekli halsiz, yorgun, dikkatsiz ve sinirli oluyorlar, değil mi?”

Profesör: “Tam isabet! Çünkü bu iltihaplanma sadece bağırsaklarda kalmaz; beyni, kasları, kalbi bile etkiler. Hatta dikkat eksikliği, öğrenme güçlüğü, sık hastalanma gibi sonuçlara yol açabilir.”

Profesör parmağını şıklattı, bir anda renkler değişti. Bağırsak duvarları yeniden canlandı, bakteriler dans etmeye başladı.

Mert: “Ne oldu şimdi Profesör? Hepsi ne kadar mutlu görünüyor!”

Profesör: “Çünkü onlara en sevdikleri yemeği verdim: lif! Lifli gıdalar, yani sebzeler, meyveler, tam tahıllar, baklagiller, bu dost bakterilerin enerjisini sağlar. Onlar lifleri fermente ederek kısa zincirli yağ asitleri üretirler. Bu maddeler bağırsağın yüzeyini korur, enerji verir, hatta beyin fonksiyonlarını bile destekler.”

Mert: “Yani brokoli, elma, mercimek… hepsi bakterilerimin yemeği mi?”

Profesör: “Aynen öyle! Sen lifli gıdaları yedikçe, içindeki bakteriler sana teşekkür ediyor. Bu sayede senin hem sindirimin hem de ruh halin dengede kalıyor.”

Hatice Öğretmen: “O zaman çocuklara ‘sebze ye’ derken aslında farkında olmadan milyonlarca bakterinin doymasını da sağlıyoruz!”

Profesör: “Harika tespit! Siz tam bir bilim kadınısınız Hatice Öğretmenim”

Profesör elindeki büyüteci çıkararak Mert’e gösterdi. Şeker molekülleri etrafta dans ediyor, etrafa yapışkan bir madde bırakıyordu.

Profesör: “Bak Mert, bunlar fazla şekerin sonuçları. Şeker, kötü bakteriler için bir ziyafettir. Onlar çoğaldıkça iyi bakterileri kovar, bağırsak dengesini bozar. Ayrıca bağırsak duvarındaki mukus tabakasını inceltir. Sonra bağırsaklar ‘sızıntılı’ hale gelir.”

Mert: “Sızıntılı mı? Yani deliniyor mu?”

Profesör: “Tam olarak delik açılmaz ama hücreler arasındaki sıkı bağlar gevşer. Bu durumda zararlı maddeler kana karışır, bağışıklık sistemi sürekli alarmda kalır. Vücut bunu kronik stres gibi algılar.”

Hatice Öğretmen: “Bu yüzden şekerli beslenen çocuklarda hem sık hastalanma hem de duygusal dengesizlikler görülebiliyor.”

Profesör: “Kesinlikle. Çünkü bağırsak-beyin hattı bozuluyor. Serotonin hormonunun %90’ı bağırsaklarda üretilir. Şeker dengesi bozulduğunda serotonin üretimi de düşer, bu da mutsuzluk ve isteksizlik yaratır.”

Mert: “Yani ben çikolata yerken aslında beynimi kandırıyorum ama sonra daha da mutsuz oluyorum…”

Profesör: “Aferin! Şimdi öğrendiğini fark ettin. Şeker seni kısa süreli mutlu eder, sonra enerjini ve moralini çalar.”

Mert: “Yani bağırsaklarım mutlu değilse ben de mutlu olamam mı?”
Profesör: “Tam isabet! Bilim insanları buna ‘beyin-bağırsak hattı’ diyor. Sindirim sistemin sinirlerle doğrudan beynine bağlı. Sağlıksız beslenme sadece mideni değil, ruh halini de etkiler.”

Profesör, küçük bir sihirle bağırsak duvarına berrak bir su damlası gönderdi. Damla yavaşça süzülüp bakterilerin arasına karıştı. Bir anda ortam canlandı.

Profesör: “Su, sindirimin gizli kahramanıdır. Yeterli su içilmezse, sindirim yavaşlar, toksinler vücuttan atılamaz, bağırsak hareketleri durur. Bu da kabızlık, şişkinlik ve toksin birikimi anlamına gelir.”

Mert: “Ben genelde su yerine meyve suyu içiyorum…”

Profesör: “Meyve suyu su değildir Mert! O da gizli şeker deposudur. Vücudun saf, katkısız, şekersiz suya ihtiyacı vardır. Her hücre, görevini yapabilmek için su ister.”

Hatice Öğretmen: “Bu yüzden teneffüslerde çocuklara su şişelerini yanlarında taşımalarını istiyorum. Meğer ne kadar doğru bir davranışmış!”

Mert: Bağırsaklardaki mucizevi ekibi hayranlıkla izledi. Küçük bakteriler ona el sallıyor, “bizi unutma!” diye bağırıyorlardı.

Mert: “Profesör… sanırım ben bu kadar önemli bir sistemin içinde yaşadığımı hiç fark etmemiştim. Onları sürekli çöp gıdalarla üzmüşüm.”

Profesör: “Önemli olan hatanı fark etmen Mert. Vücudun affedicidir, ona doğru şeyleri verdiğinde kendini onarır.

Profesör bastonunu yere vurdu. Bir anda etraflarında hologramlar belirdi: hamburger, cips, gazlı içecekler, dondurma…
Hepsi sırayla açılıp içindeki maddeleri gösteriyordu.

Profesör: “Bak Mert, şimdi bazı paketli gıdaların içeriğine bakalım.”

  • Cips: Aşırı tuz, trans yağ, patatesin doğal yapısını bozan nişasta.
  • Gazlı İçecek: 330 ml kutuda ortalama 10 çay kaşığı şeker!
  • Bisküvi: Raf ömrünü uzatan palm yağı ve yapay tatlandırıcılar.

Mert ağzı açık kaldı.

Mert: “Ben bunları seviyorum ama bu kadar çok zararlı madde olduğunu bilmiyordum.”
Profesör: “İşte bu yüzden buna gıda tuzağı diyoruz. Tat seni kandırır, beyin dopamin salgılar, yani ‘mutlu oluyormuşsun’ gibi hissedersin. Ama aslında vücudun enerji ve hücre hasarıyla uğraşır.”

Mert: “Söz veriyorum profesör, artık paketli gıdalardan uzak duracağım. Okul kantininde meyve suyu yerine su alacağım, çikolatayı da sadece özel günlerde yiyeceğim.”

Profesör: “İşte bu! Gerçek sihir bu kararda gizli Mert. En güçlü büyü, kendi bilincini değiştirebilmektir.”

Profesör: “Şimdi küçük bir test yapalım Mert.

Mert: Gözlerini iri iri açarak… ”Tabi ki” dedi

Profesör: “Bir hamburgeri yediğinde önce hangi organ çalışmaya başlar?”
Mert: “Ağız! Çünkü tükürükte enzim var!”
Profesör: “Mükemmel! Peki, midede ne olur?”
Mert: “Asitle parçalanır ve kimus hâline gelir.”
Profesör: “Bravo! Şimdi son soru: Paketli gıdalar sindirimi kolaylaştırır mı zorlaştırır mı?”
Mert: “Zorlaştırır! Çünkü lif yok, enzimler dengesiz çalışıyor.”

Profesör:Diyelim ki kahvaltıda mısır gevreği yedin, sonra okulda gazlı içecek içtin. Öğleden sonra ne hissedersin?”
Mert: “Hmm… önce enerjik olurum, sonra uykum gelir.”
Profesör: “Harika gözlem! Çünkü kan şekeri hızla yükselir, sonra birden düşer. Bu da dikkat dağınıklığı, halsizlik ve sinirli ruh hali yaratır.”

Profesör: “Peki sağlıklı bir kahvaltı yapsan—örneğin tam tahıllı ekmek, yumurta ve süt—fark ne olur?”
Mert: “Enerjim daha uzun sürer, sanırım derste de uykum gelmez.”
Profesör: “Kesinlikle! İşte sindirim sistemi bunu ister: dengeli, lifli, doğal gıdalar.”

Hatice Öğretmen: “Yani bugün öğrendiklerimiz sadece mideyle ilgili değil, aynı zamanda bütün yaşam tarzımızla ilgili.”

Profesör: “Evet çok doğru Hatice öğretmenim! Sindirim sistemin sağlıklıysa, beyin, kalp, kaslar ve bağışıklık da sağlıklı olur. Vücut bir orkestradır çocuklar; her enstrüman uyum içinde çalarsa müzik güzelleşir.”

Sihirli profesör, parlak yeşil kristallerle süslü değneğini bir kez daha havaya kaldırdı.
Renkli bir girdap döndü, ardından Mert ve Hatice öğretmen kendilerini devasa bir fabrikanın ortasında buldular. Tavandan aşağı doğru borular sarkıyor, makineler pıtır pıtır çalışıyor, her yerden tıkırtı ve cızırtı sesleri geliyordu.

Profesör (gülümseyerek):
“Hoş geldiniz, vücudun en çalışkan işçisinin mekânına: Karaciğer’e!”

Mert (şaşkın):
“Burası mı karaciğer? Ben onu yumuşak, sessiz bir şey sanıyordum… ama burası resmen fabrika gibi!”

Profesör:
“Harika gözlem! Çünkü gerçekten de karaciğer vücudun kimya laboratuvarıdır. Günün 24 saati, hiç durmadan çalışır. Temizlik yapar, enerji üretir, depoları düzenler ve toksinleri zararsız hâle getirir. O olmasa, vücut birkaç gün bile dayanamazdı.”

Profesör bir boruya yaklaştı. İçinden sarımsı bir sıvı akıyordu.

Mert:
“Bu ne profesör? Altın rengi gibi ama biraz da bulanık.”

Profesör:
“Bu, safra. Karaciğerin ürettiği bir sıvıdır. Yağları parçalamaya yardım eder. Ama senin gibi sık sık cips, hamburger, soslu patates gibi yağlı gıdalar yersen, karaciğer bu kadar yağı işleyecek kadar çok safra üretmek zorunda kalır.”

Hatice Öğretmen:
“Yani fazla yağlı yemek, karaciğeri fazla mesaiye mi bırakıyor?”

Profesör:
“Aynen öyle. Karaciğerin küçük işçileri olan hepatositler, gelen her yağ molekülünü parçalamak için enerji harcar. Eğer yağ çok fazlaysa, parçalayamadıkları karaciğerin içine depolanır. Buna ‘yağlanma’ diyoruz. Yani karaciğer yavaş yavaş kendi içinde yağla kaplanmaya başlar.”

Mert (kaygıyla):
“Yani karaciğerim obez mi oluyor profesör?”

Profesör (gülerek):
“Bir bakıma evet! Ama fark şu: karaciğer yağlanırsa, bu sadece görüntüyü değil, bütün vücudun kimyasını bozar. Çünkü artık toksinleri temizleyemez, kanı yeterince filtreleyemez.

Profesör Mert’e elindeki sihirli gözlüğü uzattı.
“Şimdi şu boruların içine bir bak bakalım.”

Mert gözlüğü taktı. Boruların içinde gri, dumanlı bir sıvı akıyordu. Küçük hücreler bu sıvıyı yakalıyor, içindeki kötü parçacıkları parçalayıp temizliyordu.

Mert:
“Bu da ne profesör? Sanki süpürgeyle toz topluyorlar!”

Profesör:
“İşte karaciğerin temizlik birimi! Bu sıvı, kandır. Kanın içinde ilaç kalıntıları, gıda katkıları, boya maddeleri, hatta nefesinle bile aldığın kirleticiler dolaşır. Karaciğer bunların hepsini yakalayıp temizler.”

Hatice Öğretmen:
“Yani bir tür filtre gibi çalışıyor.”

Profesör:
“Evet, ama sıradan bir filtre değil. Bu, akıllı bir laboratuvar filtresi. Zararlı maddeyi tanır, onu kimyasal olarak dönüştürür, zararsız hâle getirir. Bu işlem sırasında binlerce enzim kullanır. Ancak dikkat edin: Eğer vücuda sürekli paketli, katkılı, kızartılmış ya da şekerli gıda girerse, bu enzimler tıpkı fazla mesai yapan işçiler gibi yorulur.”

Mert:
“Peki o zaman ne olur?”

Profesör:
“O zaman toksinler kanda birikmeye başlar. Ciltte sivilce çıkar, enerji düşer, dikkat dağılır. Beyin sislenir. Hatta uzun vadede, organlar bu kimyasallardan zarar görmeye başlar.”

Hatice Öğretmen:
“Yani çocukların sürekli yorgun, isteksiz, sinirli olmasının altında bu da olabilir mi?”

Profesör:
“Kesinlikle! Çünkü karaciğerin arınma gücü, zihinsel berraklıkla da ilişkilidir.”

Profesör bir başka odaya geçti. Burada her yerde renkli toplar parlıyordu.

Mert:
“Bu toplar da ne? Çok tatlı görünüyorlar.”

Profesör:
“Tatlı oldukları doğru! Bunlar glikoz molekülleri. Karaciğerin enerji deposunda saklanırlar. Ama eğer sen sürekli şekerli yiyecekler tüketirsen, karaciğerin deposu dolar taşar. Glikoz, glikojene dönüşemez ve yağ olarak depolanır.”

Mert:
“Yani çikolata yedikçe yağ mı üretiyorum?”

Profesör:
“Doğru! Üstelik sadece göbekte değil, karaciğerin içinde bile. Karaciğer yağlandıkça tembelleşir. Hormon dengeleri bozulur, vücut insüline duyarsız hale gelir. Bu, ileride şeker hastalığına giden bir yoldur.”

Hatice Öğretmen:
“Yani çocuk yaşta fazla şeker tüketimi, yetişkinlikte diyabet riskini artırıyor.”

Profesör:
“Kesinlikle! O yüzden diyorum ki, en tehlikeli şey tatlı değil, ‘sürekli tatlı’. Bazen tatlı yemekte sakınca yok ama her gün, her teneffüs tatlı yersen karaciğerin alarm verir.”

Profesör bir düğmeye bastı. Hemen yan taraftaki odada küçük ampuller yanıp sönmeye başladı. Ampuller “ilaç, boya, asit, gazlı içecek” yazılı tüplerle doluydu.

Mert:
“Bunlar da mı karaciğere geliyor?”

Profesör:
“Maalesef evet. İçtiğin gazlı içecekler, boyalı şekerli içecekler, hatta gereksiz yere alınan ilaçlar bile karaciğere ek yük bindirir. Çünkü bunların hepsi kimyasal madde taşır. Karaciğer bunları parçalayabilmek için ekstra enerji harcar.”

Hatice Öğretmen:
“O zaman su içmek, karaciğerin en iyi yardımcısı diyebiliriz.”

Profesör:
“Bravo! Saf su, karaciğerin yıkama sıvısı gibidir. Ayrıca taze sebze, yeşil yapraklı bitkiler ve limon gibi C vitamini içeren gıdalar da karaciğerin temizlik enzimlerini destekler.”

Birden karaciğerin duvarında minik pırıltılar belirdi. Hasar gören hücrelerin yenileri oluşuyordu.

Mert:
“Profesör! Hücreler kendilerini onarıyor!”

Profesör (gururla):
“Evet! Karaciğerin en büyüleyici özelliği budur: yenilenme kapasitesi. Vücuttaki tek organ, hatta parçası alınsa bile yeniden büyüyebilir. Ama bu mucize sınırsız değildir. Eğer onu sürekli yanlış beslenmeyle, katkılı gıdalarla yüklersen, yenilenme hızı düşer.”

Hatice Öğretmen:
“Yani karaciğer aslında sabırlı ama sonsuz sabırlı değil.”

Profesör:
“Aynen öyle. Ona ara sıra dinlenme fırsatı vermek gerek. Bu da şu demektir: fazla yağ, fazla şeker, fazla katkıdan uzak durmak; bol su içmek ve sebze ağırlıklı beslenmek.”

Mert (gülerek):
“Yani karaciğerime izin günü vermeliyim, değil mi profesör?”

Profesör:
“Bravo! İşte gerçek bir bilim insanı gibi düşündün. Evet Mert, bazen karaciğerin de tatil yapmalı. Bu sayede kendini toparlayabilir.”

Profesör, Mert’in omzuna dokundu.
“Bak Mert, karaciğer sadece fiziksel bir laboratuvar değildir. O aynı zamanda duygusal bir merkez gibidir. Vücut toksinlerle dolduğunda, kişi çabuk sinirlenir, huzursuz olur, sabırsızlaşır. Ama karaciğer temiz olduğunda zihin sakinleşir, enerji artar.”

Mert:
“Yani sinirli olmamın sebebi bazen sadece stres değil, yanlış beslenme de olabilir!”

Profesör:
“Kesinlikle. Karaciğerin temizliği, zihnin berraklığını belirler. Bazen çocuklar dikkatini toplayamıyor, sebepsizce sinirleniyor, ders çalışmak istemiyor. İşte o zaman karaciğere bakmak gerekir.”

Hatice Öğretmen:
“Demek ki davranışların, beslenmeyle bu kadar bağlantılı olabileceğini hiç düşünmemiştim.”

Profesör:
“Bilim büyüktür Hatice Hanım. Her duygunun bir biyokimyasal izi vardır.”

Mert derin bir nefes aldı. Gözleri kararlıydı.
“Profesör, söz veriyorum. Artık karaciğerimi yormayacağım. Paketli gıdalara, gazlı içeceklere, gereksiz atıştırmalıklara veda ediyorum.”

Profesör (gülümseyerek):
“Bu cümleyi duymak bana dünyaları verdi Mert. Çünkü bir karaciğerin sağlıklı olması, bir hayatın sağlıklı olması demektir.”

Hatice Öğretmen:
“Ben de artık çocuklara ‘karaciğerinizi üzmeyin’ diyeceğim. Belki bu onlara daha etkili bir ders olur.”

Profesör:
“Kesinlikle! Unutmayın, karaciğer sadece bir organ değil; vücudun temizlik, enerji ve denge merkezi.”

Mert, masasında duran annesinin hazırladığı limonlu su şişesini hatırladı ve gülümsedi.

Mert (kendi kendine):
“Bugün karaciğerim mutlu olacak!”

Profesör’ün sözleri hâlâ kulaklarındaydı:

“Vücudun en sessiz organları, en çok teşekkür edilmeyi hak edenlerdir.”

Profesör: ”Haydi bakalım geri dönelim. Mert’in sınavları yaklaşıyor. Çok çalışması lazım.” dedi ve asasını yere vurdu. Gözleri kamaştıran bir ışık ortalığı kapladı.. Ve hemen ardından Mert kendisini evleriniin salonunda ve Hatice öğretmenin karşısında otururken buldu.

Mert hâlâ biraz şaşkındı. Sanki rüya görmüş gibiydi ama gördükleri o kadar gerçekti ki unutması mümkün değildi. O sırada merakla beklemekte olan annesi Yüksel hanım mutfaktan seslendi:
— Hoş geldin oğlum! Hoşgeldiniz Hatice öğretmenim, karnınız da acıkmıştır! dedi.

Mert annesine doğru koştu, gözleri bir an mutfağın tezgâhındaki cips paketine takıldı. Eskiden olsa hemen koşup açardı ama bu kez derin bir nefes aldı.
— Anne, baba… Çok önemli şeyler öğrendim. Size anlatmam lazım!

Annesi ve babası şaşkınlıkla birbirine baktılar. Hatice öğretmen de gülümseyerek Mert’in ekledi.
— Bugün sihirli profesörle çok özel bir derse çıktık, dedi Hatice öğretmen gülümseyerek.
Mert hemen söze girdi:
— Evet! Profesör bizi küçülttü ve vücudumun içine götürdü! Önce ağzımdan mideye, sonra kana, sonra da beyne kadar gezdik!

Babası gülerek sordu:
— Vücudunun içine mi? Bu da nereden çıktı bakalım?

Mert ciddiyetle devam etti:
— Gerçekti baba! Gözlerimle gördüm. Ben cips, çikolata, makarna ve gazlı içecek içtiğimde midem nasıl yoruluyormuş, karaciğer nasıl zehirleri temizlemek için uğraşıyormuş… Hepsini gördüm. Beynime giden enerji şekerden dolayı karmakarışık oluyordu. Dikkatim dağılıyor, derste hiçbir şeyi hatırlayamıyormuşum.

Annesi yavaşça tezgâhtaki cips paketini eline aldı, sonra gözleriyle Mert’e baktı.
— Peki oğlum, sen şimdi ne yapmayı düşünüyorsun?

Mert gözlerini kararlı bir şekilde kocaman açtı:
— Artık gerçek yiyecekler yemek istiyorum anne. Meyve, sebze, yumurta, yoğurt, et… Profesör dedi ki, “Beyin sağlıklı besinleri sevmezse öğrenemez.” Ben de öğrenmek istiyorum. Lütfen bana yardım edin.

Hatice öğretmen gülümsedi, eliyle Mert’in omzuna dokundu:
— Aferin Mert. İşte öğrenmenin en güzel yolu: Görmek, anlamak ve değiştirmek.

Baba da gülümseyerek Mert’in yanına oturdu:
— Söz oğlum, biz de sana yardım edeceğiz. Hatta birlikte sağlıklı yemekler yaparız.

O akşam mutfakta artık cips yerine taze sebzeler doğranıyor, gazlı içecek yerine limonlu su hazırlanıyordu. Mert, tabağındaki renkli yiyeceklere bakarken içinden “Teşekkür ederim Profesör!” dedi. Çünkü artık sadece karnını değil, beynini de doğru beslemeyi öğrenmişti.

Dr.Mustafa KEBAT

⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️

Sayın okuyucu,

Yukarıda yer alan hikaye firmalarımız Tetkik OSGB – Tetkik Danışmanlık tarafından sosyal sorumluluğumuz olan çocuklarımızı bilgilendirmek, okumaya, çalışmaya, doğal hayata heveslendirmek ülkemize ve geleceğimize yararlı bireyler olabilmelerine katkı sağlamak maksadı ile yayınlanmıştır.

Dr Mustafa KEBAT

Aşağıdaki linkten yazımızda yer alan konu hakkında sorularınızı ve görüşlerinizi, merak ettiğiniz ve yazılarımıza konu olmasını istediğiniz hususları iletebilirsiniz. Varsa hatalarımızı bildirmeniz daha faydalı olmamıza desteğiniz bizim için çok değerli.

Bilginin paylaştıkça çoğalacağı düşüncesi ve sizlere daha iyi hizmet verme azmi ile her gün daha da iyiye ilerlemede bizlere yorumlarınız ve katkılarınız ile yardımcı olursanız çok seviniriz. https://g.page/r/CTHRtqI0z0gjEAE/review

⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️

Doğal Yaşayın

Doğal Beslenin

Aklınıza Mukayet Olun

⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️

Dr Mustafa KEBAT

Tetkik OSGB İş Sağlığı ve Eğitim Koordinatörü

Sınırlı Sorumluluk Beyanı:
Web sitemizin içeriği, ziyaretçiyi bilgilendirmeye yönelik hazırlanmıştır. Sitede yer alan bilgiler, hiçbir zaman bir hekim tedavisinin ya da konsültasyonunun yerini alamaz. Bu kaynaktan yola çıkarak, ilaç tedavisine başlanması ya da mevcut tedavinin değiştirilmesi kesinlikte tavsiye edilmez. Web sitemizin içeriği, asla kişisel teşhis ya da tedavi yönteminin seçimi için değerlendirilmemelidir.

Ayrıca, sitede yer alan bilgiler, hiçbir zaman bir iş güvenliği uzmanının, ilgili mühendisin ya da teknik ekibin yetki ve kararlarının yerini alamaz. Bu kaynaktan yola çıkarak, çalışma sahanız içerisindeki tehlike – risk belirlemesi ya da mevcut işleyişin değiştirilmesi kesinlikte tavsiye edilmez. Web sitemizin içeriği, asla firmanızın işleyişine müdahil olma ya da sorumlularınızın vereceği kararların yerine tutması olarak değerlendirilmemelidir. Sitede kanun içeriğine aykırı ilan ve reklam yapma kastı bulunmamaktadır.

⭐️⭐️⭐️⭐️

Daha Fazla

Beyin – Deri ve Su? – Küçük Gençlere

Bir sabah dördüncü sınıf öğrencileri sınıflarında sıralarına oturmuştu. Hatice öğretmen tahtaya kocaman bir güneş çizmiş, altına da “Merak etmek öğrenmenin anahtarıdır” yazmıştı. Çocukların gözleri parlıyordu çünkü bu derslerde sık sık sürprizler olurdu.

O sırada Nilda elini kaldırdı.

Nilda: “Öğretmenim, ben dün eve giderken çok susamıştım. Su içince kendimi çok iyi hissettim. Merak ediyorum… Neden su içmeliyiz? Yani suyun vücudumuzda tam olarak ne yaptığı bana çok gizemli geliyor.”

Sınıf bir anda sessizleşti. Çünkü bu soru herkesin aklında vardı ama kimse böylesine doğrudan sormamıştı.

Hatice öğretmen gülümseyerek:
“Harika bir soru Nilda! Demek ki bugünkü dersimizin konusu belli oldu. Ama sıradan bir ders değil bu. Sizce yine biraz sihire ihtiyaç duyar mıyız?”

Çocukların hepsi bir ağızdan bağırdı:
Çınar, Elif, Atlas, Defne Yaz, Mila, Aziz ve diğerleri: “Evet öğretmenim! Sihir! Sihir!”

Hatice öğretmen ellerini üç kez birbirine çarptı. Birden sınıfta hafif bir rüzgâr esmeye başladı, pencerelerden içeri sanki gökkuşağı renklerinde ışıklar doldu. Ve puf! Karşılarında uzun beyaz sakallı, mavi şapkalı, elinde su damlası şeklinde asası olan Sihirli Profesör Su belirdi.

Profesör Su: “Merhaba küçük kaşifler! Ben Profesör Su. Dünyadaki en değerli sıvının sırrını öğrenmek için geldim. Nilda’nın sorusu çok önemli: Neden su içmeliyiz? Cevabını bulmak için sizi sihirli bir yolculuğa çıkarmaya geldim. Hazır mısınız?”

Çocuklar heyecanla ayağa fırladılar.
Mercan: “Ben hazırım! Ama lütfen bu kez gerçekten vücudumuzun içine gidelim, görmek istiyorum!”
Profesör Su: “Tam da öyle olacak. İlk durağımız beyniniz. Çünkü suyun en çok iş yaptığı, en hassas olduğu organlardan biridir.”

Ve profesör asasını havaya kaldırdı. Birden bütün sınıf küçücük su damlalarına dönüştü. Ardından kendilerini kocaman kıvrımlı, ışıl ışıl bir yapının içinde buldular: Beyin!

Çocuklar etrafa bakınca inanamadılar. Her yerde elektrik kıvılcımları gibi ışıklar parlıyor, kabloları andıran uzun yollar boyunca minik sinyaller “fırt fırt” diye geçiyordu.

Zehra: “Vay canına! Bu sanki dev bir şehir gibi. Yollar, ışıklar, sinyaller var.”
Profesör Su: “Çok doğru Zehra. Beyniniz aslında bir şehir gibi. Buradaki binalara nöron denir. Yani sinir hücreleri. Sizin düşünmenizi, konuşmanızı, gülmenizi, oyun oynamanızı sağlayan her şey bu nöronlarda olur. Ve tahmin edin bakalım bu şehirde yolların düzgün çalışması için en önemli şey nedir?”

Ege hemen atladı: “Elektrik mi?”
Profesör Su: “Kısmen doğru. Elektrik sinyalleri burada çok önemli. Ama bu elektriklerin düzgün iletilmesi için ortamın dengede olması gerekir. İşte burada ben, yani su devreye girerim.”

Çocuklar şaşkın bakışlarla birbirine döndüler.

Tibet: “Ama profesör, suyla elektrik birbirine karışınca tehlikeli olur derler. Burada nasıl oluyor da işe yarıyor?”
Profesör Su: “Çok akıllıca bir soru Tibet. Evet, dışarıda suyla elektrik karışınca tehlike olur. Ama vücudunuzun içinde su, elektrik sinyallerinin güvenli şekilde ilerlemesini sağlar. Çünkü suda elektrolitler vardır. Elektrolitler, yani sodyum, potasyum gibi mineraller, elektrik sinyallerinin nöronlardan diğerine atlamasını kolaylaştırır. Yani ben su olarak hem taşıyıcıyım hem de düzenleyiciyim.”

Nilda heyecanla: “Yani biz yeterince su içmezsek beynimizde bu sinyaller yavaşlıyor mu?”
Profesör Su: “Kesinlikle! Buna dehidrasyon denir. Yani susuz kalma. Susuz kaldığınızda beyninizdeki elektriksel iletişim bozulur. Sonuçta başınız döner, dikkatiniz azalır, ders çalışırken odaklanamazsınız. Hatta çok uzun süre susuz kalırsanız hayal görmeye bile başlayabilirsiniz.”

Ela ürpererek: “Yani su içmezsek beynimiz yanlış sinyaller gönderiyor. Peki ya hafızamız?”
Profesör Su: “Hafızanız da büyük ölçüde sudan etkilenir. Çünkü beynin içinde beyin omurilik sıvısı diye özel bir sıvı vardır. Bu sıvı beyninizi yastık gibi korur, aynı zamanda besin ve sinyalleri taşır. Eğer yeterli su içmezseniz bu sıvı azalır, beyniniz adeta ‘susuz’ kalır.”

Defne Yaz: “Ben ders çalışırken bazen çok susuyorum ama su içmeyi unutuyorum. Sonra da soruları çözerken kafam karışıyor. Bu, beynimin susuz kalmasıyla mı ilgili?”
Profesör Su: “Evet Defne Yaz. Düşüncelerinin berrak olması için beyninin berrak bir suya ihtiyacı var. Tıpkı kirli bir gölette balıkların göremediği gibi, susuz kalmış beyinde de bilgiler birbirine karışır.”

Atlas: “Peki profesör, beynimizin yüzde kaçı sudan oluşuyor?”
Profesör Su: “Harika bir soru Atlas. İnsan beyninin yaklaşık yüzde 75’i sudur. Yani beyninizin büyük kısmı sudan yapılmış diyebiliriz. Eğer su miktarı azalırsa, bu dev şehirde trafik kazaları olur, yollar kapanır.”

Asya Naz: “Benim aklıma bir şey geldi. Peki su sadece iletim için mi önemli, yoksa başka şeyler de yapıyor mu?”
Profesör Su: “Elbette çok şey yapar. Örneğin beynin sıcaklığını ayarlar. Siz koştuğunuzda, oyun oynadığınızda beyniniz ısınır. İşte su, bu ısının dengede kalmasını sağlar. Ayrıca su, toksinleri yani zararlı maddeleri beyinden uzaklaştırır. Adeta çöp kamyonu gibi çalışır.”

Ali gülerek: “Yani su beynimizin hem elektrik teknisyeni hem de çöpçüsü hem de klima sistemi mi?”
Profesör Su kahkahalarla: “Bravo Ali! Çok güzel özetledin.”

Kıvanç: “Profesör, siz biraz önce ‘elektrolit’ dediniz. O neydi tam olarak?”
Profesör Su: “Elektrolitler, suyun içinde çözünmüş minik şarjlı parçacıklardır. Sodyum, potasyum, kalsiyum gibi minerallerden oluşurlar. Bunlar olmasa nöronlar birbirine mesaj gönderemez. Mesela bilgisayarların kablosuz internete ihtiyacı vardır ya, işte nöronların da elektrolitlere ihtiyacı vardır.”

Mercan: “Peki elektrolitler bitince ne olur?”
Profesör Su: “O zaman kaslarınızda kramplar olur, beyniniz yavaşlar, hatta bayılabilirsiniz. Spor yaparken çok terlediğinizde elektrolit kaybedersiniz. O yüzden sporcular bol su içer.”

Eylül: “Ben bazen çok uzun süre bilgisayar oynuyorum, sonra başım ağrıyor. Su içince geçiyor. Bu tesadüf mü?”
Profesör Su: “Hayır, bu tamamen bilimsel bir sonuç. Uzun süre ekran karşısında kalınca beynin çok enerji harcar. Bu sırada su kaybedersin. Susuzluk baş ağrısına yol açar. Su içince beynin yeniden dengeye gelir.”

Mila: “Benim dedem bazen ‘çok su içmek lazım, yoksa beyin kurur’ diyor. Beyin gerçekten kurur mu?”
Profesör Su gülerek: “Deden çok doğru söylüyor. Tabii ki beyin üzüm gibi kuruyup buruşmaz. Ama yeterince su olmazsa beynin hacmi biraz küçülür. Bu da baş ağrısı, yorgunluk ve unutkanlık yapar.”

Profesör Su asasını salladı. Çocukların etrafında berrak bir şelale belirdi. Bu şelale beynin içinden akan suyu temsil ediyordu. Çocuklar büyülenmiş gibi baktılar.

Yaman: “Ben artık su içmeden derse başlayamam. Yoksa beynim çalışmaz.”
Aziz: “Ben de futbol oynarken yanımda mutlaka su şişesi taşıyacağım. Çünkü kaslarım kadar beynim de susuyor.”

Profesör Su: “Harika! Demek ki beynin sırrını çözdünüz. Su beynin çalışması, hafıza, dikkat, duygu ve hayalleriniz için vazgeçilmezdir. Şimdi dilerseniz bir sonraki durağa, yani cildinize yani derinize yolculuk yapabiliriz. Ama önce herkes bana söz versin: Susadığında asla su içmeyi unutmayacaksınız.”

Çocukların hepsi bir ağızdan bağırdı:
Söz veriyoruz Profesör!

Beyinden ayrılan çocuklar, Profesör Su’nun asasının bir kez daha parlamasıyla bir anda başka bir yere doğru sürüklendiklerini hissettiler. Önlerinde uçsuz bucaksız bir ova vardı. Bu ova kıvrımlı dağlarla, gözenek gibi açılan minik tünellerle doluydu. Üzerinde parlayan ışıklar, sanki milyonlarca küçük kristal damla gibiydi.

Ela şaşkınlıkla etrafına bakarak:
“Burası nereye benziyor biliyor musunuz? Sanki dev bir yeryüzü haritası gibi… Ama neden gözenekler var?”

Profesör Su gülümseyerek:
“Çok doğru gözlem Ela. Burası aslında sizin derinizin içinden bir kesit. Yani cildinizin büyütülmüş hâlini görüyorsunuz. İnsan vücudunun en büyük organı deridir. Ve tahmin edin bakalım derinizin en sadık dostu kimdir?”

Çınar: “Su! Çünkü sen bizi buraya getirdin, değil mi?”
Profesör Su: “Bravo Çınar. Evet, su. Çünkü deri, su sayesinde canlı, esnek ve koruyucu kalır.”

Zehra merakla: “Ama profesör, ben hep kalbin, beynin ya da akciğerin en önemli organ olduğunu düşünürdüm. Deri de organ mı?”

Profesör Su: “Harika soru Zehra. Evet, deri bir organdır ve vücudunuzun en büyük organıdır. Hepinizin üzerinde kocaman bir elbise gibi durur. Bu elbisenin görevi sadece sizi kaplamak değildir. Deri, mikropları dışarıda tutar, güneş ışığını düzenler, vücudun ısısını ayarlar ve dokunma duyunuzu sağlar. Bütün bunları yapabilmesi için suya ihtiyacı vardır.”

Ege ellerini kaldırarak:
“Yani öğretmenim, pardon profesörüm, biz su içmesek cildimiz görevlerini yapamaz mı?”

Profesör Su:
“Kesinlikle öyle Ege. Su, cildinizin hem içeriden hem dışarıdan çalışmasını sağlar. İçeriden kanla gelen su, cilt hücrelerini şişkin ve sağlıklı tutar. Dışarıdan ise terleme yoluyla suyu kullanır. Böylece vücudunuzun ısısını dengeler.

Çocuklar merakla cildin farklı katmanlarına bakıyorlardı.

Profesör Su asasını salladı ve dev bir ekran gibi üç katman belirdi:

  1. Epidermis (Üst tabaka)
  2. Dermis (Orta tabaka)
  3. Hipodermis (Alt tabaka)

Profesör Su:
“İşte bu üç katman sizin cildinizi oluşturur. Epidermis mikroplara karşı kalkan gibidir. Dermis içinde damarlar, sinirler, ter bezleri bulunur. Hipodermis ise yağ tabakasıdır, vücudu sıcak tutar. Ve bu üç tabakanın hepsinin sağlıklı çalışması için suya ihtiyacı vardır.”

Atlas şaşkınlıkla:
“Yani bizim derimiz aslında üç katlı bir apartman gibi mi?”
Profesör Su: “Aynen öyle Atlas. Ama bu apartmanın pencereleri gözeneklerdir. Bu pencerelerden hem su dışarı çıkar (terleme) hem de hava alışverişi olur.”

Defne Yaz: “Profesör, peki terleyince neden ıslanıyoruz? Ben koştuğumda tişörtüm sırılsıklam oluyor.”

Profesör Su:
“Çünkü terleme, derinizin suyu kullanarak vücut ısınızı dengelemesidir. Koşarken kaslarınız çalışır, ısınır. Eğer bu ısı artmaya devam ederse vücudunuz zarar görür. O yüzden derinizdeki ter bezleri suyu dışarı çıkarır. Su buharlaşırken vücudunuz serinler. İşte bu, dünyanın en doğal klima sistemidir.”

Yaman gülerek:
“Yani biz aslında yürüyen klimalarız ha!”

Profesör Su:
“Evet Yaman, tam da öyle. Ama klimanızın çalışması için yeterince su içmeniz gerekir. Eğer su içmezseniz terleyecek sıvınız kalmaz, vücudunuz aşırı ısınır ve bayılabilirsiniz. İşte bu yüzden yazın su içmek çok önemlidir.”

Nilda düşünceli:
“Peki profesör, derimizin ne kadarı sudan oluşuyor?”

Profesör Su:
“Çok güzel bir soru Nilda. İnsan derisinin yaklaşık yüzde 60’ı sudur. Bu su, hücrelerin içindeki sıvıda, kan damarlarında ve dokuların arasında bulunur. Eğer bu oran düşerse cildiniz kurur, çatlar, kaşınır. Aynı zamanda mikroplar daha kolay içeri girer.”

Asya Naz hemen ekledi:
“Benim annem hep ‘cildin kurumaması için bol su iç’ der. Meğer bilimselmiş!”

Profesör Su:
“Kesinlikle doğru bir tavsiye Asya Naz. Kozmetik kremler dışarıdan cildi nemlendirir ama gerçek nem içeriden gelir. Yani suyu içmek en etkili güzellik sırrıdır.”

Çocuklar deride dolaşırken birden yukarıdan parlak ışıklar geldi. Bu, güneş ışığının deriden süzülüşünü temsil ediyordu.

Mercan gözlerini kısarak:
“Profesör, güneş ışığı çok güçlü. Deri buna nasıl dayanıyor?”

Profesör Su:
“İşte burada da suyun rolü var. Su, hücreleri nemli tutarak UV ışınlarının zararını azaltır. Ayrıca derinizde melanin adlı bir pigment vardır. Bu madde sizi güneşin zararlı ışınlarından korur. Ama çok fazla güneşte kalırsanız, derinizdeki su buharlaşır, susuz kalır ve yanık oluşur.”

Ali merakla:
“Yani güneşte çok kalınca derimiz yanıyor çünkü suyumuz azalıyor mu?”
Profesör Su:
“Evet Ali, büyük oranda öyle. Güneşte fazla kalınca cildinizin suyu azalır, hücreler zarar görür. O yüzden yazın hem su içmek hem de gölgede dinlenmek çok önemlidir.”

Kıvanç: “Profesör, peki su cildimizi mikroplardan nasıl koruyor?”

Profesör Su:
“Çünkü su sayesinde ciltte ince bir tabaka oluşur: Asit mantosu denir. Bu tabaka cildi nemli tutar ve mikropların kolayca girmesini engeller. Eğer yeterince su içmezseniz bu tabaka zayıflar, yaralar daha zor iyileşir.”

Elif heyecanla:
“Demek ki su içmek sadece susuzluğu gidermiyor, bizi mikroplardan da koruyor!”

Profesör Su:
“Aynen öyle Elif. Siz dışarıdan ellerinizi yıkayarak mikropları temizlersiniz, içeriden de su içerek cildinizi güçlü tutarsınız.”

Eylül:
“Profesör, benim bazen dudaklarım çatlıyor. Annem ‘yeterince su içmiyorsun’ diyor. Gerçekten su içmek dudaklarımızı da onarıyor mu?”

Profesör Su:
“Evet Eylül. Dudaklarda yağ bezleri çok azdır, bu yüzden kuruması kolaydır. Eğer su içersen hücrelerin suyu emer, dudaklar pürüzsüzleşir. Ama susuz kalırsan çatlaklar oluşur. O yüzden kışın bile bol su içmek gerekir.”

Mila:
“Benim cildim bazen kaşınıyor. Kremler sürüyorum ama yine oluyor. Su bununla da ilgili mi?”

Profesör Su:
“Evet Mila, cilt kuruyunca savunma zayıflar, sinir uçları uyarılır ve kaşıntı olur. İçten suyla, dıştan kremle desteklersen cildin rahatlar.”

Aziz:
“Benim dedem yaşlı, onun cildi çok kırışık. Bu da suyla ilgili mi?”

Profesör Su:
“Çok güzel gözlem Aziz. Evet, yaşlandıkça derideki su miktarı azalır. Hücreler küçülür, elastikiyet kaybolur, kırışıklıklar artar. O yüzden gençken bol su içmek, cildin yaşlanmasını geciktirir.”

Tibet biraz daha meraklı:
“Profesör, siz hep hücrelerin su emdiğini söylüyorsunuz. Peki su hücrelerin içine nasıl giriyor?”

Profesör Su:
“Harika bir soru Tibet. İşte bu sürece osmos denir. Yani suyun çok olduğu yerden az olduğu yere doğru geçmesi. Hücreler bu şekilde su alır ve dengede kalır. Eğer dengede kalmazsa hücre ya şişer ya da büzüşür. İşte buna osmotik denge denir.”

Atlas:
“Yani biz su içince aslında hücrelerimiz küçük balonlar gibi şişiyor mu?”
Profesör Su:
“Evet Atlas! Hücreler minik balonlar gibidir. Yeterince suyla dolunca sağlıklı ve esnek kalırlar.”

Defne Ebrar:
“Ben bazen derste çok terliyorum ama su içmeye utanıyorum. Halbuki anladım ki içmezsem derim de zarar görüyor.”

Profesör Su:
“Evet Defne Ebrar, utanmana hiç gerek yok. Su içmek en doğal ihtiyaçtır. Derin senin en büyük organın ve sürekli senden su bekliyor.”

Can:
“Ben futbol oynarken çok terliyorum. Artık anladım ki terle kaybettiğim suyu hemen yerine koymam lazım.”

Profesör Su:
“Bravo Can. Terlediğinde su içmezsen hem beynin hem derin hem de kasların zarar görür.”

Profesör Su çocuklara son bir manzara gösterdi. Dev bir göl, gölün üzerinde parlayan milyonlarca su damlası… Bu, cildin yüzeyiydi. Damla damla suyun ışıldadığını gören çocuklar büyülendi.

Nilda:
“Ben artık su içmeyi sadece susadığımda değil, cildim için de yapacağım.”

Ela:
“Benim için su artık sadece içecek değil, görünmez bir krem gibi.”

Profesör Su gülümseyerek:
“Harikasınız çocuklar. Deriniz suyla canlı, esnek ve koruyucu kalır. Unutmayın, su sizin görünmez zırhınızı parlak ve güçlü tutar. Şimdi isterseniz bir sonraki durağa, yani karaciğerinize doğru yol alalım.”

Çocukların hepsi bir ağızdan bağırdı:
“Evettt! Hadi Profesör!”

Ve ışıklarla dolu yeni bir yolculuk başladı.

Küçük gençler, devamı bir sonraki yazıda…

Dr. Mustafa KEBAT

⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️

Sayın okuyucu,

Yukarıda yer alan hikaye firmalarımız Tetkik OSGB – Tetkik Danışmanlık tarafından sosyal sorumluluğumuz olan çocuklarımızı bilgilendirmek, okumaya, çalışmaya, doğal hayata heveslendirmek ülkemize ve geleceğimize yararlı bireyler olabilmelerine katkı sağlamak maksadı ile yayınlanmıştır.

Dr Mustafa KEBAT

Aşağıdaki linkten yazımızda yer alan konu hakkında sorularınızı ve görüşlerinizi, merak ettiğiniz ve yazılarımıza konu olmasını istediğiniz hususları iletebilirsiniz. Varsa hatalarımızı bildirmeniz daha faydalı olmamıza desteğiniz bizim için çok değerli.

Bilginin paylaştıkça çoğalacağı düşüncesi ve sizlere daha iyi hizmet verme azmi ile her gün daha da iyiye ilerlemede bizlere yorumlarınız ve katkılarınız ile yardımcı olursanız çok seviniriz. https://g.page/r/CTHRtqI0z0gjEAE/review

⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️

Doğal Yaşayın

Doğal Beslenin

Aklınıza Mukayet Olun

⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️

Dr Mustafa KEBAT

Tetkik OSGB İş Sağlığı ve Eğitim Koordinatörü

Sınırlı Sorumluluk Beyanı:
Web sitemizin içeriği, ziyaretçiyi bilgilendirmeye yönelik hazırlanmıştır. Sitede yer alan bilgiler, hiçbir zaman bir hekim tedavisinin ya da konsültasyonunun yerini alamaz. Bu kaynaktan yola çıkarak, ilaç tedavisine başlanması ya da mevcut tedavinin değiştirilmesi kesinlikte tavsiye edilmez. Web sitemizin içeriği, asla kişisel teşhis ya da tedavi yönteminin seçimi için değerlendirilmemelidir.

Ayrıca, sitede yer alan bilgiler, hiçbir zaman bir iş güvenliği uzmanının, ilgili mühendisin ya da teknik ekibin yetki ve kararlarının yerini alamaz. Bu kaynaktan yola çıkarak, çalışma sahanız içerisindeki tehlike – risk belirlemesi ya da mevcut işleyişin değiştirilmesi kesinlikte tavsiye edilmez. Web sitemizin içeriği, asla firmanızın işleyişine müdahil olma ya da sorumlularınızın vereceği kararların yerine tutması olarak değerlendirilmemelidir. Sitede kanun içeriğine aykırı ilan ve reklam yapma kastı bulunmamaktadır.

⭐️⭐️⭐️⭐️

Daha Fazla

Rastgeleliğin Beyinden Sonrası Kaostan Hafızaya

Beyin Rastgele Verileri Nasıl Anlamlı Hatıralara Dönüştürür?

Hayat, bir veri bombardımanı. Reklamlar, konuşmalar, görüntüler, sesler, duygular, dokunuşlar… Her an binlerce bilgi beynimize hücum ediyor.

Lakin bir düşünün: Tüm bu rastgele verilerden yalnızca bazıları hafızamıza kazınıyor. Peki beyin bu seçimi nasıl yapıyor?

Bu kadar dağınık bilgiyi nasıl düzenli, anlamlı ve kalıcı hale getiriyor?

İşte beynin bu olağanüstü organizasyon ustalığının perde arkası…

🧠 🧠 🧠
Dikkat – Beynin Bilgi Kapıcısı

Beyin çevreden gelen her veriyi kaydedemez. Zihnimiz, “önemli olanı” süzmek zorundadır. İşte burada dikkat devreye girer. Dikkat, beynin veri kapıcısıdır. Hangi bilgi içeri girecek, hangisi kapıdan dönecek buna karar verir. Bu süzgeç işlemini ön alın korteksi (prefrontal korteks) yapar.

🔍 Örnek: Kalabalık bir caddede yürürken bir arkadaşınızın yüzünü bir anda fark etmeniz… Onlarca insan arasından o tanıdık simayı seçen dikkatinizdir.

Örüntü Tanıma – Kaosta Düzen Bulmak

Beyin örüntüleri tanımada harikadır. Aynı bilgiyi farklı biçimlerde alsak bile, beyin bu tekrarları fark eder ve onları anlamlı desenlere dönüştürür. Bu görevi hipokampus üstlenir.

🔢 Örnek: Yeni bir telefon numarasını ezberlerken 0 530 568 42 75 diye parçalara ayırmamız… Beynin örüntü oluşturma çabasıdır bu.

Duygular – Bilgiyi Hafızaya Mıhlayan Güç

Bir olay sizi duygusal olarak etkilediyse, onu unutmanız neredeyse imkânsızdır. Amigdala, duygularla yüklü olayları çok daha güçlü işler. Bu yüzden duygu taşıyan bilgiler daha kalıcı olur.

🔥 Örnek: İlk aşık olduğunuz gün ne giydiğinizi hâlâ hatırlıyorsanız… Sebebi, o anın duygusal yoğunluğudur.

Sinaptik Plastikite – Bilgiyi Bağlamak

Öğrenmek, nöronlar arasında yeni bağlantılar kurmak demektir. Sık tekrar edilen bilgiler, bu bağlantıları güçlendirir. “Birlikte ateşleyen hücreler, birlikte bağ kurar” (Hebb Yasası) sözü işte bunu anlatır.

🧬 Örnek: Bir şarkıyı ne kadar çok dinlerseniz, sözleri o kadar kalıcı olur. Çünkü beyninizdeki nöronlar arasındaki bağlar güçlenir.

Tekrar ve Uyku – Hafızayı Sabitleyen İkili

Bir şeyi ne kadar çok tekrar ederseniz, beyniniz onu o kadar çok “önemli” olarak işaretler. Ancak sadece tekrar yetmez. Uyku, özellikle de REM uykusu, öğrenilen bilgiyi yerli yerine oturtur.

🌙 Uyarı: Uykusuz geçen bir gecenin ardından öğrendiğiniz bilgilerin zihninizde buharlaşması şaşırtıcı değil. Beyin, konsolidasyon yapamadığı için hafıza inşa edemez.

Anlam Yükleme – Beyin Hikâyeleri Sever

Beyin, tek başına duran kuru bilgileri sevmez. Onlara anlam, bağlam ve hikâye arar. Bilgileri bir yapbozun parçası gibi diğer bilgilerle ilişkilendirerek hatırlar.

📖 Örnek: “1789 Fransız Devrimi” sadece bir tarih değildir. Eğer onu bir halkın ayaklanışı, Bastille baskını ve özgürlük mücadelesiyle ilişkilendirirseniz, hafızanızda kalıcı olur.

Sonuç – Beynin Usta Editörü

Beyin, çevreden gelen bilgi selini şu adımlarla düzenler:

  • Dikkatle süzer
  • Duygularla renklendirir
  • Örüntü tanıyarak gruplar
  • Nöron bağlantılarını güçlendirir
  • Tekrar ve uyku ile pekiştirir
  • Hikâyeleştirerek kalıcı hale getirir

Bu süreç, sadece biyolojik değil; aynı zamanda evrimsel bir stratejidir. Hayatta kalmak için çevreden anlam çıkarma zorunluluğumuz vardı. Bugün bu strateji, bizi öğrenen, hatırlayan ve gelişen bireyler yapıyor.

Hafıza Bir Beceri, Tesadüf Değil

Gün içinde beynimize düşen milyonlarca bilginin arasından bazıları “anlamlı anılar” haline dönüşüyor. Bu rastlantısal değil. Bu, beynin dikkatle yönettiği, duyguyla işlediği, tekrarlarla pekiştirdiği, uyku ile sabitlediği, örüntüyle düzenlediği ve hikâyeye dönüştürdüğü bir mucize.

Bir bilgiyi unutulmaz kılmak istiyorsanız:
Dikkatinizi verin, duygunuzu katın, tekrar edin, uyuyun ve ona bir anlam yükleyin.

İşte o zaman beyniniz, dağınıklığın içinden bir hazine çıkaracaktır.

⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️

Doğal Yaşayın

Doğal Beslenin

Aklınıza Mukayet Olun

⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️

Sayın okuyucu,

Aşağıdaki linkten yazımızda yer alan konu hakkında sorularınızı ve görüşlerinizi, merak ettiğiniz ve yazılarımıza konu olmasını istediğiniz hususları iletebilirsiniz.

Bilginin paylaştıkça çoğalacağı düşüncesi ve sizlere daha iyi hizmet verme azmi ile her gün daha da iyiye ilerlemede bizlere yorumlarınız ve katkılarınız ile yardımcı olursanız çok seviniriz. https://g.page/r/CTHRtqI0z0gjEAE/review

⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️

Bilimsel Yazı Sevenler Devam Edebilirler

⭐️⭐️ Rastgele gürültü, sağlam çalışma belleği hesaplaması için önemli olan yavaş heterojen sinaptik dinamikleri teşvik eder https://www.pnas.org/doi/10.1073/pnas.2316745122

⭐️⭐️ İnsan serebral organoidleri ve bilinç: iki ucu keskin bir kılıç https://pmc.ncbi.nlm.nih.gov/articles/PMC7723930/

⭐️⭐️ Özellik Tabanlı Görsel Kısa Süreli Bellek Yaygın Olarak Dağıtılmıştır ve Hiyerarşik Olarak Organize Edilmiştir https://pubmed.ncbi.nlm.nih.gov/29909999/

⭐️⭐️ İnsan gelişimi: Mini beyin teknolojisindeki ilerlemeler https://pubmed.ncbi.nlm.nih.gov/28470206/

⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️

Dr Mustafa KEBAT

Tetkik OSGB İş Sağlığı ve Eğitim Koordinatörü

Sınırlı Sorumluluk Beyanı:
Web sitemizin içeriği, ziyaretçiyi bilgilendirmeye yönelik hazırlanmıştır. Sitede yer alan bilgiler, hiçbir zaman bir hekim tedavisinin ya da konsültasyonunun yerini alamaz. Bu kaynaktan yola çıkarak, ilaç tedavisine başlanması ya da mevcut tedavinin değiştirilmesi kesinlikte tavsiye edilmez. Web sitemizin içeriği, asla kişisel teşhis ya da tedavi yönteminin seçimi için değerlendirilmemelidir. Sitede kanun içeriğine aykırı ilan ve reklam yapma kastı bulunmamaktadır
.

Daha Fazla

Bilgisayar Oyunları Bizi Nasıl Trol’lüyor? – Küçük Gençlere

Sınıfta sessizlik vardı. Hatice öğretmen masasında gelecek dersin hazırlığını yapıyordu. Teneffüs bitmek üzereydi. Aziz ve Tibet, sıralarında heyecanla bir şeyler konuşuyorlardı. Sesleri biraz yükselince Hatice öğretmen başını kaldırdı.

“Aziz, Tibet… Bu kadar hararetle ne konuşuyorsunuz bakalım?” dedi gülümseyerek.

İkili birbirlerinin yüzüne baktı, sonra hafifçe başlarını öne eğdiler. Ardından bir ağızdan:

“Hatice öğretmenim… Bilgisayar oyunları beynimiz için neden zararlı?”

Tam o sırada zil çaldı. Teneffüste dışarıda olan öğrenciler sınıfa girmeye başladı. Hatice öğretmen ayağa kalktı, sınıfa döndü ve gülümsedi.

“Bu sorunun cevabını birlikte bulalım,” dedi. Sonra ellerini üç kez birbirine vurdu: şap! şap! şap!

Birden sınıf tahtasının önünde bir ışık parladı. Ardından sanki bir bulut gibi bir sis kapladı ortalığı. Öğrenciler şaşkınlıkla birbirlerine baktılar. Sis hızla dağılırken, kahkahalar atan bir adam belirdi. Üzerinde rengârenk bir cübbe, başında parlayan bir gözlük vardı. Elinde bir baston tutuyordu. Bastonun ucundan minik yıldızlar çıkıyordu.

“Merhaba çocuklar!” dedi neşeyle. “Ben Profesör Deha! Beyin bilimcisi, hayal gezgini ve oyun dedektifi!”

Sınıf bir anda neşeyle doldu. Öğrenciler hem şaşkın hem meraklıydı.

“Profesör Deha!” dedi Hatice öğretmen. “Aziz ve Tibet’in çok güzel bir sorusu var. Bilgisayar oyunları beynimize zarar verir mi?”

Profesör bastonunu yere vurdu. “Harika bir soru! Ama cevabı anlatmak yetmez… Göstermek gerek!”

Sonra bastonunu havaya kaldırdı. “Hazır mısınız çocuklar? Beynin içine sihirli bir yolculuğa çıkıyoruz!”

Sınıf bir anda alkışlarla doldu. Öğrenciler sırayla ayağa kalktı. Profesör bastonunu salladı ve bir ışık hüzmesi tüm sınıfı sardı. Gözlerini açtıklarında kendilerini dev bir beyin odasında buldular. Her yer kıvrımlı, yumuşak ve hafifçe parlıyordu. Küçük elektrik kıvılcımları oradan oraya zıplıyordu.

“Vay canına!” dedi Tibet. “Burası… beynin içi mi?”

“Evet!” dedi Profesör. “Şu anda beynin içinde dolaşıyoruz. Burası düşünme, öğrenme, karar verme ve hayal kurma merkeziniz!”

Dikkat Merkezi – Prefrontal Korteks

Profesör bastonunu salladı. Bir anda sınıf, parlak bir bölgeye ışınlandı. Burada minik kıvılcımlar zıplıyor, renkli ışıklar yanıp sönüyordu.

“Burası prefrontal korteks,” dedi Profesör. “Yani beynin dikkat, karar verme ve plan yapma merkezi.”

Aziz parmağıyla bir bölgeyi gösterdi. “Orada bir şeyler zıplıyor!”

“Harika gözlem!” dedi Profesör. “Bu bölge, ders dinlerken, matematik problemi çözerken ya da bir arkadaşımızı dinlerken çalışır. Ama bilgisayar oyunları bu bölgeyi çok farklı şekilde etkiler.”

“Nasıl yani?” dedi Defne, merakla.

Profesör bastonunu salladı. Bir ekran belirdi. Ekranda bir çocuk bilgisayar başında oyun oynuyordu. Yanında bir saat vardı. Saatin ibresi hızla dönüyordu.

“Bakın,” dedi Profesör. “Bu çocuk günde 4 saat oyun oynuyor. Beyni sürekli hızlı kararlar vermeye, ani tepkiler göstermeye alışıyor. Ama okulda dikkatli dinlemesi, sabırlı olması gerekiyor. İşte bu yüzden oyunlar dikkat merkezini yorabiliyor.”

“Yani oyun oynayınca dikkatimiz azalıyor mu?” dedi Tibet.

“Eğer uzun süre oynarsanız evet,” dedi Profesör. “Ama kısa süreli, aralarda oynanan oyunlar zararlı değil. Sorun, beynin dinlenmeye ve farklı şeyler öğrenmeye zaman bulamaması.”

Aziz düşündü. “Yani oyun oynarken beynimiz bazı bölgeleri çok çalıştırıyor ama diğerleri dinlenemiyor mu?”

“Bravo!” dedi Profesör. “İşte tam olarak bu. Beyin bir orkestra gibidir. Her bölge birlikte çalışmalı. Ama bazı oyunlar sadece birkaç bölgeyi aşırı çalıştırır. Bu da dengeyi bozar.”

Hatice öğretmen gülümsedi. “Çocuklar, şimdi ne öğrendik?”

Defne parmağını kaldırdı. “Oyunlar dikkatimizi azaltabilir.”

Tibet ekledi: “Beynimizin bazı bölgelerini çok çalıştırır, bazılarını ihmal eder.”

Aziz: “Ama oyunlar tamamen kötü değil. Dengeli olursa sorun olmaz!”

Profesör bastonunu havaya kaldırdı. “Harika özet! Şimdi bir sonraki durağımıza gidiyoruz: Hafıza merkezi!”

Hafıza Merkezi – Hipokampus

Profesör bastonunu yere vurdu. Bir anda sınıf, kıvrımlı ve spiral gibi dönen bir bölgeye ışınlandı. Duvarlar kitap sayfaları gibi kıvrılıyor, havada minik bilgi parçacıkları uçuşuyordu.

“Burası hipokampus,” dedi Profesör Deha. “Beynin öğrenme ve hafıza merkezi. Yeni bilgileri burada saklarız, eski bilgileri buradan hatırlarız.”

Zehra şaşkınlıkla etrafa baktı. “Burası sanki bir kütüphane gibi!”

“Çok doğru,” dedi Profesör. “Ama bu kütüphane sessizliğe ve düzene ihtiyaç duyar. Eğer çok fazla gürültü, çok fazla uyarı olursa, kitaplar karışır, bilgiler unutulur.”

Tibet elini kaldırdı. “Ben bazen ders çalıştıktan sonra hemen oyun oynuyorum. Sonra öğrendiklerimi unutuyorum.”

“İşte bu tam da burada olan bir şey,” dedi Profesör. “Oyunlar çok hızlı, çok renkli ve çok uyarıcıdır. Beyin, yeni bilgileri saklamaya çalışırken birden oyun bombardımanına uğrar.

Sonuç: bilgiler kaybolur.”

Aziz düşündü. “Yani oyunlar hafızamızı silmiyor ama saklamamızı zorlaştırıyor mu?”

“Bravo!” dedi Profesör. “Aynen öyle. Özellikle uzun süreli oyunlar, beynin bilgi depolama sistemini yorar. Bu yüzden ders çalıştıktan sonra biraz dinlenmek, yürümek ya da kitap okumak hafızayı güçlendirir.”

Defne parmağını kaldırdı. “Peki oyun oynarken hiç öğrenemiyor muyuz?”

“Bazı oyunlar öğretici olabilir,” dedi Profesör. “Ama dikkatli seçilmeli. Zeka geliştirici, strateji içeren oyunlar hafızayı destekleyebilir. Ama aşırı hızlı, şiddetli ve sürekli tekrar eden oyunlar hafızayı zayıflatabilir.”

Hatice öğretmen gülümsedi. “Çocuklar, şimdi ne öğrendik?”

Zehra: “Hafıza sessizliği sever.”

Tibet: “Oyunlar çok uyarıcı olursa bilgiler karışır.”

Aziz: “Ders sonrası oyun yerine dinlenmek daha iyi.”

Defne: “Bazı oyunlar faydalı olabilir ama dikkatli seçilmeli.”

Profesör bastonunu havaya kaldırdı. “Harika! Şimdi sırada duyguların merkezi var: Amigdala!”

Duyguların Merkezi – Amigdala

Profesör Deha bastonunu yere vurdu. Bir anda sınıf, sıcak ve kıpır kıpır bir bölgeye ışınlandı. Burası daha karanlık, daha yoğun bir alandı. Duvarlar hafifçe titreşiyor, havada renkli dalgalar dolaşıyordu.

“Burası amigdala,” dedi Profesör. “Beynin duygularla ilgilenen bölgesi. Korktuğumuzda, sinirlendiğimizde, heyecanlandığımızda burası çalışır.”

Tibet etrafa bakındı. “Burası biraz gergin gibi…”

“Çünkü burası duyguların kalbi,” dedi Profesör. “Bilgisayar oyunları özellikle bu bölgeyi çok etkiler. Özellikle şiddet içeren, hızlı ve rekabetçi oyunlar.”

Aziz merakla sordu: “Nasıl etkiliyor peki?”

Profesör bastonunu salladı. Bir ekran belirdi. Ekranda bir çocuk, korku dolu bir oyun oynuyordu. Oyunda canavarlar, patlamalar, karanlık tüneller vardı. Çocuğun kalbi hızlı atıyor, gözleri büyümüş, nefesi hızlanmıştı.

“Bu çocuk şu anda çok heyecanlı,” dedi Profesör. “Ama aynı zamanda gergin. Amigdala aşırı çalışıyor. Bu durum sık sık olursa, çocuk gerçek hayatta da daha sinirli, daha sabırsız olabilir.”

Zehra düşündü. “Ben bazen oyun oynadıktan sonra kardeşime bağırıyorum. Sonra neden sinirlendiğimi bile bilmiyorum.”

“İşte bu tam da amigdalanın etkisi,” dedi Profesör. “Oyun sırasında yaşanan duygular, oyun bittikten sonra da devam edebilir. Beyin, gerçek ile sanalı ayırt etmekte zorlanabilir.”

Defne elini kaldırdı. “Ama bazı oyunlar çok eğlenceli. Gülüyoruz, eğleniyoruz. O zaman ne oluyor?”

“Eğlenceli oyunlar da amigdalayı çalıştırır,” dedi Profesör. “Ama olumlu duygularla. Yani korku yerine neşe, öfke yerine kahkaha. Bu yüzden oyun seçimi çok önemli.”

Aziz sordu: “Peki ne kadar oynamalıyız ki amigdala yorulmasın?”

Profesör gülümsedi. “Günde yarım saatten fazla oynarsanız, amigdala çok fazla uyarılır. Özellikle yatmadan önce oyun oynamak, duyguların sakinleşmesini zorlaştırır.”

Hatice öğretmen araya girdi. “Çocuklar, şimdi ne öğrendik?”

Tibet: “Oyunlar duygularımızı etkiler.”

Zehra: “Korku ve öfke oyunlardan sonra da kalabilir.”

Defne: “Eğlenceli oyunlar daha iyi ama yine de dikkatli olmalıyız.”

Aziz: “Yatmadan önce oyun oynamak iyi değil.”

Profesör bastonunu havaya kaldırdı. “Harika! Şimdi sırada hareket merkezi var: Motor korteks!”

Hareket Merkezi – Motor Korteks

Profesör Deha bastonunu yere vurdu. Bir anda sınıf, geniş ve kıpır kıpır bir alana ışınlandı. Duvarlar sanki kas lifleri gibi dalgalanıyor, yerden minik titreşimler yükseliyordu. Her yerde hareket vardı: zıplayan sinyaller, koşan ışıklar, dönen daireler…

“Burası motor korteks,” dedi Profesör. “Yani beynin hareketleri yöneten bölgesi. Koşmak, yazmak, zıplamak, hatta gülmek bile buradan yönetilir.”

Tibet şaşkınlıkla etrafa baktı. “Burası çok canlı!”

“Çünkü bedenimiz sürekli hareket ediyor,” dedi Profesör. “Ama bilgisayar oyunları sırasında bedenimiz genellikle hareketsiz kalır. Beyin hareket sinyalleri göndermez çünkü kaslar kullanılmaz.”

Aziz düşündü. “Ama parmaklarımızla tuşlara basıyoruz. Bu da hareket değil mi?”

“Evet,” dedi Profesör. “Ama çok sınırlı bir hareket. Motor korteks, büyük kas gruplarını çalıştırmayı sever. Koşmak, zıplamak, yazmak gibi. Sadece parmaklarla oynamak, bu bölgeyi tembelleştirebilir.”

Zehra elini kaldırdı. “Ben bazen uzun süre oyun oynadıktan sonra kalkınca bacaklarım uyuşmuş oluyor.”

“İşte bu tam da burada yaşanan bir şey,” dedi Profesör. “Motor korteks yeterince sinyal göndermezse, kaslar zayıflar, koordinasyon bozulur. Uzun süre oturmak, bedenin doğal hareket ritmini bozar.”

Defne sordu: “Peki oyun oynarken hareket eden oyunlar var. Dans oyunları mesela. Onlar iyi mi?”

“Harika bir örnek!” dedi Profesör. “Dans, spor ve hareket gerektiren oyunlar motor korteksi çalıştırır. Bu tür oyunlar faydalı olabilir. Ama yine de denge önemli. Gerçek hareket, oyun hareketinden farklıdır.”

Hatice öğretmen gülümsedi. “Çocuklar, şimdi ne öğrendik?”

Tibet: “Motor korteks hareketleri yönetir.”

Aziz: “Oyun oynarken bedenimiz çok az hareket eder.”

Zehra: “Uzun süre oturmak kasları tembelleştirir.”

Defne: “Hareketli oyunlar daha iyi ama gerçek hareket daha önemlidir.”

Profesör bastonunu havaya kaldırdı. “Harika! Şimdi sırada beynin en gizemli bölgesi var: Ödül sistemi!”

Ödül Sistemi – Nucleus Accumbens

Profesör Deha bastonunu yere vurdu. Bir anda sınıf, rengârenk ışıklarla dolu bir bölgeye ışınlandı. Her yerde parlayan yıldızlar, zıplayan baloncuklar ve neşeyle dönen çarklar vardı. Ortam sanki bir lunapark gibiydi.

“Vay canına!” dedi Defne. “Burası çok eğlenceli!”

“Burası nucleus accumbens,” dedi Profesör. “Beynin ödül merkezi. Mutlu olduğumuzda, bir şeyi başardığımızda, bir sürprizle karşılaştığımızda burası çalışır.”

Tibet şaşkınlıkla etrafa baktı. “Ama burası oyun gibi!”

“Çünkü oyunlar tam da bu bölgeyi hedef alır,” dedi Profesör. “Her seviye geçildiğinde, her puan kazanıldığında, her ödül alındığında nucleus accumbens dopamin salgılar. Dopamin, ‘mutluluk kimyasalı’ olarak bilinir.”

Aziz merakla sordu: “Yani oyun oynarken mutlu oluyoruz çünkü dopamin salgılanıyor mu?”

“Kesinlikle!” dedi Profesör. “Ama dikkat! Eğer bu bölge çok sık uyarılırsa, beyin gerçek hayattaki ödülleri sıkıcı bulmaya başlar. Ödev bitirmek, kitap okumak, arkadaşla sohbet etmek… bunlar artık yeterince ‘eğlenceli’ gelmez.”

Zehra düşündü. “Ben bazen oyun oynamadığımda hiçbir şey yapmak istemiyorum. Her şey sıkıcı geliyor.”

“İşte bu nucleus accumbens’in aşırı uyarılmasıdır,” dedi Profesör. “Beyin sürekli yüksek dopamin ister. Bu da ‘bir tur daha oynayayım’ isteğini doğurur. Zamanla bağımlılık gelişebilir.”

Defne sordu: “Peki hiç mi oyun oynamamalıyız?”

“Hayır,” dedi Profesör. “Oyunlar eğlencelidir. Ama dengeli olmalı. Beyin, farklı ödülleri de tanımalı. Bir problemi çözmek, bir arkadaşına yardım etmek, bir hikâye yazmak… bunlar da dopamin salgılar. Ama daha doğal ve kalıcı şekilde.”

Hatice öğretmen gülümsedi. “Çocuklar, şimdi ne öğrendik?”

Tibet: “Oyunlar dopamin salgılar, bu da bizi mutlu eder.”

Aziz: “Ama çok fazla olursa gerçek hayat sıkıcı gelir.”

Zehra: “Oyun bağımlılığı nucleus accumbens’le ilgilidir.”

Defne: “Farklı ödüller de mutluluk verir, sadece oyun değil.”

Profesör bastonunu havaya kaldırdı. “Harika! Şimdi sırada görsel dikkat merkezi var: Oksipital lob!”

Görsel Dikkat Merkezi – Oksipital Lob

Profesör Deha bastonunu yere vurdu. Bir anda sınıf, ışıklarla dolu bir tünelin içine ışınlandı. Duvarlar ekran gibi parlıyordu. Renkler sürekli değişiyor, şekiller dönüyor, bazıları hızla kayboluyordu.

“Burası oksipital lob,” dedi Profesör. “Beynin görsel dikkat merkezi. Gördüğümüz her şey burada işlenir: renkler, şekiller, hareketler, yazılar…”

Aziz gözlerini kısarak etrafa baktı. “Burası biraz yorucu gibi…”

“Çünkü çok fazla görsel uyarı var,” dedi Profesör. “Bilgisayar oyunları özellikle bu bölgeyi çok çalıştırır. Sürekli değişen sahneler, parlayan efektler, hızlı geçişler… Oksipital lob hiç durmadan çalışır.”

Tibet sordu: “Bu kötü mü peki?”

“Fazlası zararlı olabilir,” dedi Profesör. “Bu bölge çok yorulursa, dikkat süresi kısalır. Gözler çabuk yorulur. Gerçek hayattaki daha yavaş görüntüler sıkıcı gelmeye başlar.”

Zehra düşündü. “Ben bazen ders kitabına bakarken hemen sıkılıyorum. Ama oyunda saatlerce ekrana bakabiliyorum.”

“İşte bu tam da burada yaşanan bir durum,” dedi Profesör. “Oyunlar çok hızlı ve parlak olduğu için beyin buna alışır. Sonra kitap sayfası ona ‘yavaş’ gelir. Bu da odaklanmayı zorlaştırır.”

Defne elini kaldırdı. “Peki gözlerimiz zarar görür mü?”

“Evet,” dedi Profesör. “Uzun süre ekrana bakmak göz kuruluğuna, baş ağrısına ve görsel yorgunluğa neden olabilir. Özellikle karanlıkta oyun oynamak daha da zararlıdır.”

Aziz sordu: “Ne yapmalıyız peki?”

“Her 30 dakikada bir 5 dakika ara vermek iyi bir başlangıç,” dedi Profesör. “Gözleri dinlendirmek, uzağa bakmak, biraz yürümek… Oksipital lobun nefes almasını sağlar.”

Hatice öğretmen gülümsedi. “Çocuklar, şimdi ne öğrendik?”

Tibet: “Oyunlar görsel dikkat merkezini çok çalıştırır.”

Zehra: “Kitaplar sıkıcı gelmeye başlayabilir.”

Defne: “Gözlerimiz yorulabilir, başımız ağrıyabilir.”

Aziz: “Ara vermek ve uzağa bakmak iyi gelir.”

Profesör bastonunu havaya kaldırdı. “Harika! Şimdi son durağımıza gidiyoruz: Uyku düzeni merkezi – Pineal bez!”

Uyku Düzeni – Pineal Bez

Profesör Deha bastonunu yere vurdu. Bir anda sınıf, loş ve huzurlu bir ortama ışınlandı. Duvarlar yumuşak mor ışıklarla parlıyor, havada minik yıldızlar süzülüyordu. Ortam sessizdi, sanki herkes uyuyormuş gibi…

“Burası pineal bez,” dedi Profesör. “Beynin uyku düzenini kontrol eden bölgesi. Melatonin adlı bir hormon salgılar. Bu hormon, gece geldiğinde bizi uykulu yapar.”

Zehra gözlerini ovuşturdu. “Burası beni uykulu yaptı bile…”

“Çünkü burası geceyi sever,” dedi Profesör. “Ama bilgisayar oyunları, özellikle gece oynandığında bu bölgeyi şaşırtır.”

Tibet sordu: “Nasıl yani?”

Profesör bastonunu salladı. Bir ekran belirdi. Ekranda bir çocuk gece yatağında, elinde tabletle oyun oynuyordu. Ekran çok parlaktı. Çocuğun gözleri açık, ama vücudu yorgundu.

“Bakın,” dedi Profesör. “Ekran ışığı pineal beze ‘gündüz’ sinyali gönderir. Melatonin salgılanmaz. Sonuç: uykuya geç kalma, sabah yorgun kalkma, gün boyu dikkat eksikliği.”

Aziz düşündü. “Ben bazen gece oyun oynuyorum. Sonra sabah kalkmak çok zor oluyor.”

“İşte bu tam da burada yaşanan bir şey,” dedi Profesör. “Pineal bez karanlık ister. Ekran ışığı onu kandırır. Bu yüzden yatmadan en az 1 saat önce ekranlardan uzak durmak gerekir.”

Defne sordu: “Peki oyun oynarsak hiç mi melatonin salgılanmaz?”

“Hayır,” dedi Profesör. “Ama gecikmeli olur. Uykuya geç kalırsınız, uyku kalitesi düşer. Beyin tam dinlenemez. Bu da hafıza, dikkat ve duygular üzerinde olumsuz etki yapar.”

Hatice öğretmen gülümsedi. “Çocuklar, şimdi ne öğrendik?”

Zehra: “Melatonin gece salgılanır, ekran ışığı bunu engeller.”

Aziz: “Gece oyun oynarsak sabah yorgun kalkarız.”

Defne: “Yatmadan önce ekranlardan uzak durmalıyız.”

Tibet: “Pineal bez uyku düzenini kontrol eder.”

Profesör bastonunu havaya kaldırdı. “Harika! Şimdi son durağımıza gidiyoruz: Sınıfa dönüş ve öğrendiklerimizi paylaşma zamanı!”

Profesör Deha bastonunu havaya kaldırdı. “Hazırsanız, son durağımıza dönüyoruz: sınıfınıza!”

Bir ışık hüzmesi çocukları sardı. Gözlerini açtıklarında kendilerini yine Hatice öğretmen’in sınıfında buldular. Her şey yerli yerindeydi ama çocukların gözlerinde bir şey değişmişti: merak yerini farkındalığa bırakmıştı.

Aziz sırasına oturdu, Tibet yanına geçti. Defne ve Zehra birbirlerine baktılar, sonra gülümsediler.

Hatice öğretmen ayağa kalktı. “Peki çocuklar… Bu sihirli yolculukta neler öğrendik?”

Aziz parmağını kaldırdı. “Prefrontal korteks dikkatimizi yönetiyor. Çok oyun oynarsak dikkatimiz dağılabilir.”

Tibet ekledi: “Hipokampus hafızamızı saklıyor. Ders çalıştıktan hemen sonra oyun oynarsak bilgiler karışabilir.”

Zehra: “Amigdala duygularımızı kontrol ediyor. Şiddetli oyunlar bizi sinirli yapabilir.”

Defne: “Motor korteks hareketlerimizi yönetiyor. Uzun süre oturmak kaslarımızı tembelleştirir.”

Aziz: “Nucleus accumbens bizi mutlu eder ama çok fazla oyun oynarsak gerçek hayat sıkıcı gelebilir.”

Tibet: “Oksipital lob görsel dikkatimizi sağlar. Ekranlar gözümüzü yorabilir.”

Zehra: “Pineal bez uyku düzenimizi kontrol eder. Gece oyun oynamak bizi uykusuz yapar.”

Hatice öğretmen gözleri dolu dolu gülümsedi. “Harika özetlediniz. Peki şimdi ne yapmalıyız?”

Profesör Deha bastonunu yere vurdu. “İşte şimdi sıra sizde! Bilgisayar oyunları kötü değildir. Ama onları nasıl, ne zaman ve ne kadar oynadığınız çok önemlidir.”

Defne düşündü. “Ben artık yatmadan önce oyun oynamayacağım.”

Aziz: “Ben oyun oynadıktan sonra biraz yürüyüş yapacağım.”

Tibet: “Ben oyun süremi yarım saatle sınırlayacağım.”

Zehra: “Ben oyunlardan sonra kitap okuyacağım ki beynim dengeyi bulsun.”

Profesör Deha gülümsedi. “İşte şimdi ışığınız büyüyor. Çünkü gölgeleri tanıdınız. Beyninizin içini keşfettiniz. Artık oyunları bilinçli oynayacaksınız.”

Hatice öğretmen alkışladı. “Teşekkür ederiz Profesör Deha. Bu sınıf artık sadece bilgili değil, bilinçli bir sınıf.”

Profesör bastonunu havaya kaldırdı. “Benim görevim tamamlandı. Ama unutmayın: her kararınızda, her oyun saatinde, beyniniz sizinle konuşur. Onu dinleyin.”

Bir ışık parladı. Profesör Deha kahkahalarla kayboldu. Sınıf sessizleşti. Ama bu sessizlik, düşünceli bir sessizlikti.

Aziz, Tibet, Defne, Zehra ve diğer sınıf arkadaşları birbirlerine baktılar. Artık sadece oyun oynayan çocuklar değil; beynini tanıyan, kararlarını bilinçle veren küçük bilim insanlarıydılar.

Ve o gün, sınıfın tahtasında şu cümle yazılıydı:

“Beynimizi tanıdıkça, oyunlarımız da bize iyi gelir.”

Dr. Mustafa KEBAT

Sayın okuyucu,

Yukarıda yer alan hikaye firmalarımız Tetkik OSGB – Tetkik Danışmanlık tarafından sosyal sorumluluğumuz olan çocuklarımızı bilgilendirmek, okumaya, çalışmaya, doğal hayata heveslendirmek ülkemize ve geleceğimize yararlı bireyler olabilmelerine katkı sağlamak maksadı ile yayınlanmıştır.

Aşağıdaki linkten yazımızda yer alan konu hakkında sorularınızı ve görüşlerinizi, merak ettiğiniz ve yazılarımıza konu olmasını istediğiniz hususları iletebilirsiniz. Varsa hatalarımızı bildirmeniz daha faydalı olmamıza desteğiniz bizim için çok değerli.

Bilginin paylaştıkça çoğalacağı düşüncesi ve sizlere daha iyi hizmet verme azmi ile her gün daha da iyiye ilerlemede bizlere yorumlarınız ve katkılarınız ile yardımcı olursanız çok seviniriz. https://g.page/r/CTHRtqI0z0gjEAE/review

⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️

Doğal Yaşayın

Doğal Beslenin

Aklınıza Mukayet Olun

⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️

Dr Mustafa KEBAT

Tetkik OSGB İş Sağlığı ve Eğitim Koordinatörü

Sınırlı Sorumluluk Beyanı:
Web sitemizin içeriği, ziyaretçiyi bilgilendirmeye yönelik hazırlanmıştır. Sitede yer alan bilgiler, hiçbir zaman bir hekim tedavisinin ya da konsültasyonunun yerini alamaz. Bu kaynaktan yola çıkarak, ilaç tedavisine başlanması ya da mevcut tedavinin değiştirilmesi kesinlikte tavsiye edilmez. Web sitemizin içeriği, asla kişisel teşhis ya da tedavi yönteminin seçimi için değerlendirilmemelidir.

Ayrıca, sitede yer alan bilgiler, hiçbir zaman bir iş güvenliği uzmanının, ilgili mühendisin ya da teknik ekibin yetki ve kararlarının yerini alamaz. Bu kaynaktan yola çıkarak, çalışma sahanız içerisindeki tehlike – risk belirlemesi ya da mevcut işleyişin değiştirilmesi kesinlikte tavsiye edilmez. Web sitemizin içeriği, asla firmanızın işleyişine müdahil olma ya da sorumlularınızın vereceği kararların yerine tutması olarak değerlendirilmemelidir. Sitede kanun içeriğine aykırı ilan ve reklam yapma kastı bulunmamaktadır.

⭐️⭐️⭐️⭐️

Daha Fazla

İnşaatta Çalışanlara Yönelik Nöroergonomi Uygulama Örnekleri

Neden Nöroergonomi?

İnşaat sektörü, fiziksel zorlukların yanı sıra yoğun zihinsel dikkat, hızlı karar verme ve çoklu görev becerilerini gerektiren yüksek riskli çalışma ortamlarından biridir. Kazaların %90’ından fazlasının insan hatasından kaynaklandığı bilinmektedir ve bu hataların büyük bir kısmı zihinsel yorgunluk, dikkat dağınıklığı ve bilişsel yüklenme gibi nörokognitif faktörlerle ilişkilidir.

Bu nedenle, yalnızca ergonomik tasarımlar değil, bireyin sinir sistemiyle uyumlu bir çalışma sistemi kurmayı hedefleyen nöroergonomi yaklaşımı, günümüz iş sağlığı ve güvenliği stratejileri içinde giderek daha önemli hâle gelmektedir.

İnşaat Ortamında Bilişsel Yük ve Riskler

İnşaat çalışanları sıklıkla:

  • Gürültülü ve karmaşık ortamlarda çalışmak,
  • Yükseklerde denge sağlamak,
  • Ekipman kullanımı sırasında hızlı kararlar vermek,
  • Aynı anda birden fazla duyusal uyarana maruz kalmak zorundadır.

Bu durumlar, sinir sisteminin dikkat, hafıza, motor planlama ve stresle baş etme yeteneklerini sürekli olarak sınar. Nöroergonomi, bu işlevlerin analiz edilerek uygun destek sistemlerinin devreye alınmasını sağlar.

🧠 🧠 🧠
Nöroergonomik Uygulamaların Faydaları
İnşaatta Çalışanlara Yönelik Nöroergonomi Uygulama Örnekleri
🔸 1. Dikkat ve Uyanıklık Takibi – Mental Yorgunluk Önleme
UygulamaAçıklama
Beyin dalgası takip sistemleri (mobil EEG)Vinç operatörleri veya yüksekte çalışanlarda mental yorgunluk izlenebilir. Düşük dikkat seviyesi anında uyarı sistemleri çalışır.
Uyarıcı ışık/dinamik ses modülleriSürekli tekrarlayan işlerde dikkat dağılmasını önlemek için çevresel uyarıcılar kullanılır (ör. kırmızı ışık değişimi).
Molalarda kısa nörobilişsel oyunlarMolalarda uygulanan 3-5 dakikalık hafıza ve dikkat oyunları ile zihinsel tazelenme sağlanır.

🔸 2. Zihinsel İş Yükü Ölçümü ve Görev Planlaması
UygulamaAçıklama
NASA-TLX anketleriyle iş yükü ölçümüOperatör, kaynakçı, vinç kullanıcısı gibi çalışanlardan alınan geri bildirimlerle zihinsel yük analiz edilir.
Yapay zekâ destekli görev rotasyonuAşırı zihinsel yük oluşturan görevler gün içine yayılır, bilişsel yorgunluk azaltılır.

🔸 3. Propriyosepsiyon ve Motor Kontrol Desteği
UygulamaAçıklama
VR simülasyonlarıyla yüksekte hareket eğitimleriGerçekçi sanal senaryolarla denge, refleks ve kas koordinasyonu çalışılır.
Titreşimli bileklik/kemerİş sırasında yanlış postür veya fazla eğilme algılandığında mikro-titreşimle uyarı verilir.

🔸 4. Stres Yönetimi ve Nörovejetatif Denge
UygulamaAçıklama
Biyofeedback cihazları ile stres izlemeKalp atım hızı değişkenliği (HRV) üzerinden stres seviyesi analiz edilir.
Molalarda kontrollü nefes egzersizi eğitimiParasempatik aktivasyonu artıran 3-5 dakikalık nefes ritmi çalışmalarıyla sakinlik sağlanır.

🔸 5. Karar Verme ve Hata Önleme Mekanizmaları
UygulamaAçıklama
Kritik görev öncesi bilişsel hazırlık protokolleriVinç kullanımı veya tehlikeli alan geçişi öncesi kısa görsel dikkat testleri uygulanır.
Nöro-reaksiyon testleriyle operatör seçimiDüşük reaksiyon süresi olan bireyler kritik görevlerde tercih edilir.

🔸 6. İş Güvenliği Eğitimlerinde Nöroergonomi
UygulamaAçıklama
360° VR iş güvenliği senaryolarıGerçek kazalara dayalı sanal ortam eğitimleriyle bilişsel içgörü gelişir.
Giyilebilir nörosensör destekli performans izlemeEğitim sırasında dikkat, stres ve karar verme süreçleri gerçek zamanlı analiz edilir.
🧠 🧠 🧠
İnşaatlarda Nöroergonomik Uygulamaların Faydaları

Nöroergonomi, insan beyninin bilgi işleme süreçlerini iş ortamlarıyla entegre eden bir disiplindir. İnşaat sektöründe bu yaklaşımın uygulanması, sadece fiziksel değil aynı zamanda zihinsel yükleri azaltmayı hedefler.

Yüksek dikkat gerektiren, tekrar eden veya riskli görevlerde beyin-davranış ilişkisini analiz ederek, kazaların önlenmesine, üretkenliğin artırılmasına ve tükenmişliğin azaltılmasına katkı sağlar.

Başlıca Faydaları:

Dikkat Yönetimi: Gürültü, kalabalık ve çoklu görev yükü gibi faktörler, dikkat dağınıklığı yaratır. Nöroergonomik tasarımlar (sinyal renklendirme, sessiz alanlar, dikkat molaları) bu riski azaltır.

Karar Verme Kalitesi: Yorgunluk veya bilişsel yük altında yanlış karar alma ihtimali artar. Uygun iş-zaman dengelemesi ve uyarıcı düzenlemeleriyle hata oranları düşer.

Yorgunluk Takibi: EEG sensörleri, göz izleme sistemleri gibi yeni teknolojilerle çalışanların zihinsel yorgunluğu izlenebilir.

İş Yeri Tasarımı: Renk, ışık, yükseklik gibi görsel unsurlar, algı yönetimi üzerinden düzenlenerek güvenlik artırılır.

Eğitim Etkinliği: Sanal gerçeklik (VR) ve simülasyonlar sayesinde, gerçek zamanlı tehlike senaryolarında zihinsel tepkiler test edilebilir.

Baretin Altındaki Zihin de Korunmalıdır

İnşaatlarda kask, tam vücut emniyet kemeri, çelik burunlu ayakkabı gibi kişisel koruyucular yaygındır. Ancak en büyük risk çoğu zaman çalışan zihninin yorulmuş ve dağılmış olmasıdır.

Nöroergonomik yaklaşımlar, iş sağlığı ve güvenliğini yalnızca fiziksel önlemlerle sınırlı bırakmaz; insan beyninin sınırlarını, reflekslerini, hata eğilimlerini dikkate alarak daha kapsayıcı bir koruma sağlar.

Çünkü bir çalışanın dengesi yalnızca iskelede değil, zihninde de kurulur.
Düşen sadece ayak değil, bazen odaktır, dikkattir, algıdır.

Ve bir kazayı engellemek bazen sadece doğru yerde duran bir bariyerle değil, doğru anda alınmış bir dikkat molasıyla mümkündür.

İnşaatlarda nöroergonomi, insanı merkeze alan, bilimle sahayı buluşturan ve geleceği bugüne taşıyan bir devrimdir.

⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️

Doğal Yaşayın

Doğal Beslenin

Aklınıza Mukayet Olun

⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️

Sayın okuyucu,

Aşağıdaki linkten yazımızda yer alan konu hakkında sorularınızı ve görüşlerinizi, merak ettiğiniz ve yazılarımıza konu olmasını istediğiniz hususları iletebilirsiniz.

Bilginin paylaştıkça çoğalacağı düşüncesi ve sizlere daha iyi hizmet verme azmi ile her gün daha da iyiye ilerlemede bizlere yorumlarınız ve katkılarınız ile yardımcı olursanız çok seviniriz. https://g.page/r/CTHRtqI0z0gjEAE/review

⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️

Bilimsel Yazı Sevenler Devam Edebilirler

⭐️⭐️ İnsan Zihinsel İş Yükü: Bir Araştırma ve Yeni Bir Kapsayıcı Tanım https://pmc.ncbi.nlm.nih.gov/articles/PMC9201728/#s4

⭐️⭐️ Hareket Halindeyken Nöroergonomi: İşyeri Değerlendirmesi ve Tasarımı için Mobil EEG’nin Potansiyelinin Değerlendirilmesi https://pmc.ncbi.nlm.nih.gov/articles/PMC9846382/

⭐️⭐️ Nöroergonomi: Fiziksel ve bilişsel çalışmalara yönelik uygulamaların gözden geçirilmesi https://pmc.ncbi.nlm.nih.gov/articles/PMC3870317/https://pmc.ncbi.nlm.nih.gov/articles/PMC3870317/

⭐️⭐️ Zihinsel İş Yükü, Katılım ve İnsan Performansına Nöroergonomi Yaklaşımı https://pmc.ncbi.nlm.nih.gov/articles/PMC7154497/https://pmc.ncbi.nlm.nih.gov/articles/PMC7154497/

⭐️⭐️ Çalışanların Psikolojik Güvenlik Algısı ve Politik Taktik Davranışları http://chrome-extension://efaidnbmnnnibpcajpcglclefindmkaj/https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/1193579?utm_source=chatgpt.com

⭐️⭐️ Acil durum ve güvenlik yönetiminde nöroteknolojinin kullanımıyla daha güvenli bir çalışma ortamı yaratmak https://pubmed.ncbi.nlm.nih.gov/37270412/

⭐️⭐️ Beyinden işyerine: fNIRS’in bilişsel çalışmalarda ve işçi güvenliğindeki rolü https://pmc.ncbi.nlm.nih.gov/articles/PMC10634210/

⭐️⭐️ Nörogüvenlik bilimi: Güvenlik sorunlarının sinirsel mekanizmalarını ortaya çıkarmak için ortaya çıkan yeni bir disiplin https://www.frontiersin.org/journals/neuroscience/articles/10.3389/fnins.2023.1190995/full

⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️

Dr Mustafa KEBAT

Tetkik OSGB İş Sağlığı ve Eğitim Koordinatörü

Sınırlı Sorumluluk Beyanı:
Web sitemizin içeriği, ziyaretçiyi bilgilendirmeye yönelik hazırlanmıştır. Sitede yer alan bilgiler, hiçbir zaman bir hekim tedavisinin ya da konsültasyonunun yerini alamaz. Bu kaynaktan yola çıkarak, ilaç tedavisine başlanması ya da mevcut tedavinin değiştirilmesi kesinlikte tavsiye edilmez. Web sitemizin içeriği, asla kişisel teşhis ya da tedavi yönteminin seçimi için değerlendirilmemelidir. Sitede kanun içeriğine aykırı ilan ve reklam yapma kastı bulunmamaktadır
.

Daha Fazla

Kaybolan Kod – Beyin Takımının Macerası – Küçük Gençlere

Kaybolan Kod – Beyin Takımının Macerası
Sınıfta Bir Sabah

Sabahın ilk dersiydi. Hatice Öğretmen tahtaya bir şekil çizmeye başladı. Kıvrımlı, dallı budaklı bir yapı…

“Bu bir nöron,” dedi gülümseyerek. “Bugün beynimizle ilgili biraz farklı bir şey konuşacağız.”

Efe gözlerini kısıp baktı. “Öğretmenim, bu biraz internete benziyor. Her şey birbirine bağlı gibi.”

Hatice Öğretmen başını salladı. “Harika bir benzetme Efe! Beynimizde milyonlarca nöron var. Ama önemli olan, bu nöronların nasıl iletişim kurduğu.”

Elif parmak kaldırdı. “Yani nöronlar konuşuyor mu?”

“Bir nevi,” dedi öğretmen. “Birlikte çalıştıklarında aralarında bağ oluşur. Buna Hebb Kuralı denir. Ne kadar çok birlikte ateşlenirlerse, o kadar güçlü bağ kurarlar.”

Cem kaşlarını kaldırdı. “Peki biz insanlar da birlikte çalışınca daha mı güçlü oluruz?”

Hatice Öğretmen göz kırptı. “Kesinlikle. Beyin bir takım gibidir. Siz de bir takımsınız. Birlikte öğrenir, birlikte gelişirsiniz.”

Zeynep mırıldandı: “O zaman biz de bir beyin takımıyız…”

Gizemli Mesaj

Ertesi gün okulda tuhaf şeyler olmaya başladı. Akıllı tahtalar dondu, tabletler kilitlendi. Beden dersindeki çipli toplar bile çalışmıyordu.

Öğrenciler koridorda fısıldaşıyordu. “Elektrikler mi gitti?” “Yoksa virüs mü bulaştı?”

Tam o sırada okulun bilişim laboratuvarından bir mesaj yayıldı:

“HAFIZA KODU KAYIP. TAKIM BAĞI ZAYIF. SİSTEM GÜNCELLENEMİYOR.”

Sınıfta sessizlik oldu. Elif fısıldadı: “Bu… biraz korkunç.”

Hatice Öğretmen sakince ayağa kalktı. “Bir ekip kurmamız gerekiyor. Bu sorunu birlikte çözebiliriz.”

Efe hemen parmak kaldırdı. “Ben varım!”

Zeynep, Cem ve Elif de sırayla ayağa kalktı. “Biz de!”

Hatice Öğretmen tahtaya yazdı: BEYİN TAKIMI: Efe, Elif, Cem, Zeynep

Duygusal Kodlayıcı

Bilişim laboratuvarına girdiklerinde ekran bir anda parladı. Gizemli bir ses duyuldu:

“İlk bölüme ulaştınız. Kodların ilki: DUYGU. Gerçek bağ ancak kalpten geçer.”

Bir video açıldı. Zeynep’in yüzü ekranda belirdi. Geçen hafta Cem’in doğum gününü unutmuştu. Cem o gün çok üzgün görünüyordu.

Zeynep başını eğdi. “Cem… O gün annem hastanedeydi. Sana söyleyemedim. Doğum gününü unutmadım ama… çok karışıktı.”

Cem gözlerini kıstı, sonra gülümsedi. “Bunu duymak bile yeter. Teşekkür ederim Zeynep.”

Ekran parladı:

✅ DUYGUSAL BAĞ KODU YÜKLENDİ

Elif fısıldadı: “Gerçek bağ… kalpten geçiyor demek ki.”

Örüntü Avcıları

Takım bu kez okul kütüphanesine yönlendirildi. Raflar arasında gizemli kitaplar dizilmişti. Bazılarının isimleri karışık harflerle yazılmıştı.

Elif bir kitap çekti. “Bakın, bu kitapta ‘yolculuk’ kelimesi geçiyor.”

Efe başka birini buldu. “Burada da ‘hayal’ var!”

Zeynep heyecanlandı. “Hepsinde ortak kelimeler var: yolculuk, hayal, zor karar…”

Cem parmaklarıyla saydı. “Bu bir örüntü! Hikayelerde hep bir karar, bir cesaret ve bir son var.”

Bilgisayar sesi devreye girdi:

“Harika! Beyin örüntü tanıyarak öğrenir. İkinci kod yükleniyor…”

✅ ANLAMLI BAĞLANTI KODU YÜKLENDİ

Hatice Öğretmen uzaktan izliyordu. Gülümsedi. “Örüntüleri fark etmek, öğrenmenin kalbidir.”

Tekrar Döngüsü

Spor salonuna geldiklerinde zemin ekranı devreye girdi. Semboller yanıp sönüyordu. Kurallar basitti:

“Sembol tekrar edince hep birlikte ‘EVET!’ diyeceksiniz. Fark etmezseniz sistem kapanır.”

İlk denemede herkes farklı zamanlarda bağırdı. Efe erken söyledi, Zeynep geç kaldı.

Elif ellerini kaldırdı. “Durun! Göz teması kuralım. Bir ritim yakalayalım.”

Cem başını salladı. “Tamam. Derin nefes alın. Sakin olun.”

Sembol tekrar ettiğinde hepsi birden bağırdı: “EVET!”

Ekran parladı:

✅ TEKRAR VE İLETİŞİM KODU YÜKLENDİ

Zeynep gülümsedi. “Birlikte hareket edince… gerçekten bağ kuruyoruz.”

Hafızanın Kalbi

Takım son bölmeye ulaştığında ekran açıldı:

“HAFIZA KODU TAMAMLANDI. TAKIM BAĞI YÜKSEK. SİSTEM YÜKSELİYOR…”

Hatice Öğretmen içeri girdi. “Beyin sadece bilgiyle değil, bağ kurarak öğrenir. Siz birlikte ateşlendiniz, birlikte bağlandınız. Bu, hayat boyu yanınızda taşıyacağınız bir öğretidir.”

Efe başını salladı. “Yani biz bir nöron gibi miyiz?”

Elif gülümsedi. “Ama birlikteyken daha güçlüyüz.”

Cem ekledi. “Birlikte öğrenmek… daha anlamlı.”

Zeynep son noktayı koydu: “Artık biz sıradan öğrenciler değiliz. Biz bir Beyin Takımıyız.”

Dr. Mustafa KEBAT

Sayın okuyucu,

Yukarıda yer alan hikaye firmalarımız Tetkik OSGB – Tetkik Danışmanlık tarafından sosyal sorumluluğumuz olan çocuklarımızı bilgilendirmek, okumaya, çalışmaya, doğal hayata heveslendirmek ülkemize ve geleceğimize yararlı bireyler olabilmelerine katkı sağlamak maksadı ile yayınlanmıştır.

Aşağıdaki linkten yazımızda yer alan konu hakkında sorularınızı ve görüşlerinizi, merak ettiğiniz ve yazılarımıza konu olmasını istediğiniz hususları iletebilirsiniz. Varsa hatalarımızı bildirmeniz daha faydalı olmamıza desteğiniz bizim için çok değerli.

Bilginin paylaştıkça çoğalacağı düşüncesi ve sizlere daha iyi hizmet verme azmi ile her gün daha da iyiye ilerlemede bizlere yorumlarınız ve katkılarınız ile yardımcı olursanız çok seviniriz. https://g.page/r/CTHRtqI0z0gjEAE/review

⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️

Doğal Yaşayın

Doğal Beslenin

Aklınıza Mukayet Olun

⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️

Dr Mustafa KEBAT

Tetkik OSGB İş Sağlığı ve Eğitim Koordinatörü

Sınırlı Sorumluluk Beyanı:
Web sitemizin içeriği, ziyaretçiyi bilgilendirmeye yönelik hazırlanmıştır. Sitede yer alan bilgiler, hiçbir zaman bir hekim tedavisinin ya da konsültasyonunun yerini alamaz. Bu kaynaktan yola çıkarak, ilaç tedavisine başlanması ya da mevcut tedavinin değiştirilmesi kesinlikte tavsiye edilmez. Web sitemizin içeriği, asla kişisel teşhis ya da tedavi yönteminin seçimi için değerlendirilmemelidir.

Ayrıca, sitede yer alan bilgiler, hiçbir zaman bir iş güvenliği uzmanının, ilgili mühendisin ya da teknik ekibin yetki ve kararlarının yerini alamaz. Bu kaynaktan yola çıkarak, çalışma sahanız içerisindeki tehlike – risk belirlemesi ya da mevcut işleyişin değiştirilmesi kesinlikte tavsiye edilmez. Web sitemizin içeriği, asla firmanızın işleyişine müdahil olma ya da sorumlularınızın vereceği kararların yerine tutması olarak değerlendirilmemelidir. Sitede kanun içeriğine aykırı ilan ve reklam yapma kastı bulunmamaktadır.

⭐️⭐️⭐️⭐️

Daha Fazla

Dengenizi Geliştirin, Kazaları Önleyin!

🧠 🧠 🧠
Propriyoseptif Egzersizlerle Bedeninize Zihinsel Dayanıklılık Katın

Hiç durduğunuz yerde sendelediğiniz oldu mu?
Ya da basit bir merdiven inişinde dengenizi kaybettiniz mi?

Aslında bu, kaslarınızın değil beyninizin sizi tutamamasıdır.
Ve bu sorun, sadece yaşlıların değil; her gün işe giden, ayakta çalışan, yük taşıyan herkesin başına gelebilir.

Peki bu dengenin anahtarı nerede saklı?
Cevap: Propriyosepsiyon adlı gizli duyumuzda.

🌀 🌀 🌀
Propriyosepsiyon Nedir?

Bu kelime karmaşık görünse de aslında oldukça basit:

Propriyosepsiyon, vücudunuzun uzaydaki konumunu hissetme duyusudur.
Gözünüz kapalıyken kolunuzu yukarı kaldırdığınızda nereye kalktığını bilmenizi sağlayan şey işte budur.

Kaslardan, eklemlerden, tendonlardan gelen bu sinyaller, beyninizle iş birliği yaparak size denge, koordinasyon ve çeviklik kazandırır.

Ancak bu sistem zamanla zayıflayabilir.
Özellikle:

  • Hareketsiz yaşam,
  • Tekrarlayan işler,
  • Ayakta durarak geçen uzun mesailer,
  • Yaşlanma,
  • Geçirilmiş sakatlıklar

bu sistemin verimini azaltır.

⚙️ ⚙️ ⚙️
Propriyoseptif Egzersizler Nedir?

Bunlar, vücudun kendi iç dengesini yeniden öğretmeye çalışan egzersizlerdir.
Amaç, kasları değil; kaslarla beyin arasındaki iletişimi güçlendirmektir.

Nasıl mı yapılır?

  • Denge tahtasında durmak
  • BOSU topunda küçük hareketlerle sabit kalmaya çalışmak
  • Tek ayakta gözler kapalı pozisyon almak
  • Yön değiştirerek yürüme
  • Hafif titreşim veya yön karışıklığı veren ortamlarda hareket etmek

Bu tür egzersizler, vücudun “alarm sistemini” eğitir.
Yani düşmeden önce kendinizi toparlama sürenizi milisaniyelerle kısaltır.

⚠️ ⚠️ ⚠️
İş Kazalarının Sessiz Nedeni – Zayıf Denge

Araştırmalar gösteriyor ki iş kazalarının yaklaşık %30’u düşme, sendeleme veya çarpma sonucu oluşuyor.
Yani sadece güçlü olmak yetmiyor, dengede kalmak gerekiyor.

İş sırasında:

  • Merdiven çıkarken
  • Yük taşırken
  • Dar alanlarda yön değiştirirken
  • Islak veya eğimli zeminde yürürken

dengeyi kaybetmek, birkaç saniyede ciddi sakatlıklara yol açabiliyor.

🧘‍♂️ 🧘‍♂️ 🧘‍♂️
Bu Egzersizler Size Ne Kazandırır?

Statik Denge: Uzun süre ayakta kalmanız kolaylaşır. Sırt, bel ağrılarınız azalır.
Dinamik Denge: Hareket ederken ani kaymalar karşısında refleksleriniz hızlanır.
Koordinasyon: Vücudunuzun üstü ve altı uyum içinde çalışır, sakarlık azalır.
Reaksiyon Hızı: Tehlike anında vücudunuz daha hızlı ve bilinçli tepki verir.
Postür: Dik duruşunuz güçlenir, daha az yorulursunuz.
Kas Dengesi: Özellikle bel, kalça, omuz çevresindeki denge kaslarınız aktive olur.

🏢 🏢 🏢
İşyerinde Uygulama Önerisi

🔹 Propriyoseptif egzersizler sadece spor salonunda yapılmaz.
🔹 10 dakikalık basit uygulamalar, öğle aralarında veya mesai öncesi küçük gruplarla kolayca yapılabilir.
🔹 İş yeri hekimi ve fizyoterapist eşliğinde çalışanlara özel kısa egzersiz programları hazırlanabilir.

Bu sayede:

  • İş kazası riski azalır
  • Kas-iskelet sistemi şikayetleri düşer
  • Çalışan memnuniyeti ve verimlilik artar
🧠 🧠 🧠
Vücut Güçlüdür, Ama Denge Akılda Başlar

Kaslarınız ne kadar güçlü olursa olsun, eğer beyniniz vücudunuza nasıl denge kuracağını söyleyemiyorsa risk altındasınız.

Propriyoseptif egzersizler, vücudunuzu kontrol etme sanatıdır.
Sizi sadece formda değil, güvende tutar.
Ayakta kalmanız sadece bir fizik meselesi değil, bir denge stratejisidir.

Bu yüzden;
🛠️ Her işyeri, denge egzersizlerini bir sağlık yatırımı olarak görmelidir.
🧘‍♀️ Her çalışan, kendi dengesini koruyarak başkalarının da güvenliğini artırır.

⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️

Doğal Yaşayın

Doğal Beslenin

Aklınıza Mukayet Olun

⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️

Sayın okuyucu,

Aşağıdaki linkten yazımızda yer alan konu hakkında sorularınızı ve görüşlerinizi, merak ettiğiniz ve yazılarımıza konu olmasını istediğiniz hususları iletebilirsiniz.

Bilginin paylaştıkça çoğalacağı düşüncesi ve sizlere daha iyi hizmet verme azmi ile her gün daha da iyiye ilerlemede bizlere yorumlarınız ve katkılarınız ile yardımcı olursanız çok seviniriz. https://g.page/r/CTHRtqI0z0gjEAE/review

⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️

Bilimsel Yazı Sevenler Devam Edebilirler

⭐️⭐️ İnsan Zihinsel İş Yükü: Bir Araştırma ve Yeni Bir Kapsayıcı Tanım https://pmc.ncbi.nlm.nih.gov/articles/PMC9201728/#s4

⭐️⭐️ Hareket Halindeyken Nöroergonomi: İşyeri Değerlendirmesi ve Tasarımı için Mobil EEG’nin Potansiyelinin Değerlendirilmesi https://pmc.ncbi.nlm.nih.gov/articles/PMC9846382/

⭐️⭐️ Nöroergonomi: Fiziksel ve bilişsel çalışmalara yönelik uygulamaların gözden geçirilmesi https://pmc.ncbi.nlm.nih.gov/articles/PMC3870317/https://pmc.ncbi.nlm.nih.gov/articles/PMC3870317/

⭐️⭐️ Zihinsel İş Yükü, Katılım ve İnsan Performansına Nöroergonomi Yaklaşımı https://pmc.ncbi.nlm.nih.gov/articles/PMC7154497/https://pmc.ncbi.nlm.nih.gov/articles/PMC7154497/

⭐️⭐️ Çalışanların Psikolojik Güvenlik Algısı ve Politik Taktik Davranışları http://chrome-extension://efaidnbmnnnibpcajpcglclefindmkaj/https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/1193579?utm_source=chatgpt.com

⭐️⭐️ Acil durum ve güvenlik yönetiminde nöroteknolojinin kullanımıyla daha güvenli bir çalışma ortamı yaratmak https://pubmed.ncbi.nlm.nih.gov/37270412/

⭐️⭐️ Beyinden işyerine: fNIRS’in bilişsel çalışmalarda ve işçi güvenliğindeki rolü https://pmc.ncbi.nlm.nih.gov/articles/PMC10634210/

⭐️⭐️ Nörogüvenlik bilimi: Güvenlik sorunlarının sinirsel mekanizmalarını ortaya çıkarmak için ortaya çıkan yeni bir disiplin https://www.frontiersin.org/journals/neuroscience/articles/10.3389/fnins.2023.1190995/full

⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️

Dr Mustafa KEBAT

Tetkik OSGB İş Sağlığı ve Eğitim Koordinatörü

Sınırlı Sorumluluk Beyanı:
Web sitemizin içeriği, ziyaretçiyi bilgilendirmeye yönelik hazırlanmıştır. Sitede yer alan bilgiler, hiçbir zaman bir hekim tedavisinin ya da konsültasyonunun yerini alamaz. Bu kaynaktan yola çıkarak, ilaç tedavisine başlanması ya da mevcut tedavinin değiştirilmesi kesinlikte tavsiye edilmez. Web sitemizin içeriği, asla kişisel teşhis ya da tedavi yönteminin seçimi için değerlendirilmemelidir. Sitede kanun içeriğine aykırı ilan ve reklam yapma kastı bulunmamaktadır
.

Daha Fazla

Vücudun Radarlarını Biliyor musunuz?

Vücudun Görünmeyen Radarları – Propriyosepsiyon, Interosepsiyon ve Nörosepsiyon

Bir elmayı gözün kapalıyken uzanıp alabiliyorsan, aç karnını fark edip yemek yiyebiliyorsan ya da sinirli birinin yanında neden içten içe gerildiğini anlayamıyorsan — işte tüm bunlarda vücudunun gizli duyuları devrede:
Propriyosepsiyon, interosepsiyon ve nörosepsiyon.

Bu üç kelime karışık gelebilir ama hepsi aslında vücudun kendiyle ve çevresiyle kurduğu iç iletişim sistemleridir.

Hadi gelin, bu üç mucizevi sistemi beraber keşfedelim.

🎯 🎯 🎯
1. Propriyosepsiyon: “Ben Neredeyim?” Duyusu

Propriyosepsiyon, vücudun uzaydaki konumunu ve hareketini fark etme yetisidir.
Yani gözün kapalıyken kolunun havada mı yoksa dizinde mi olduğunu bilebilme halin.

🧠 Nasıl çalışır?
Kaslardan, eklemlerden ve tendonlardan gelen sinyaller beyne gider. Beyin bu verileri işleyerek vücudun pozisyonunu anlar.

📌 Günlük hayatta örnek:

  • Gözlerin kapalıyken burnuna dokunabiliyorsan, propriyosepsiyonun çalışıyor.
  • Merdivenlerden inerken her basamağı görmeden ayaklarını doğru yere koyabiliyorsan—tebrikler, bu senin gölge süper gücün!

📌 Eksikliğinde ne olur?
Sende bir denge sorunu, tökezleme ya da koordinasyon bozukluğu oluşabilir.

💓 💓 💓
2. Interosepsiyon: “İçimde Ne Oluyor?” Duyusu

Interosepsiyon, vücudun iç organlarından gelen sinyalleri algılama yetisidir.
Açlık, susuzluk, kalp atışı, mide gurultusu, hatta “tuvaletim geldi” hissi bu sistemin ürünüdür.

🧠 Nasıl çalışır?
Mide, bağırsaklar, kalp, akciğer gibi organlardan gelen bilgiler sinir sistemi yoluyla beyne (özellikle insula bölgesine) iletilir.

📌 Günlük hayatta örnek:

  • Spor yaparken kalp atışının hızlandığını fark etmek,
  • Gerildiğinde midenin kasıldığını hissetmek,
  • Duygusal bir anda boğazına bir düğüm oturması…

📌 Eksikliğinde ne olur?
İç sinyalleri tanıyamayan bireyler, duygularını da tanımakta zorlanabilir. Bu durum bazı anksiyete bozuklukları veya yeme bozukluklarında görülür.

🛡️ 🛡️ 🛡️
3. Nörosepsiyon: “Güvende miyim?” Duyusu

Nörosepsiyon, beynin bilinç dışı bir şekilde tehlikeyi algılayıp sinir sistemini alarma geçirme sistemidir.
Bu, klasik “kaç ya da savaş” refleksinin arka plan mekanizmasıdır.

🧠 Nasıl çalışır?
Çevresel ipuçları (birinin sesi, yüz ifadesi, ortam sesi gibi) amigdala ve beyin sapında hızla değerlendirilir. Eğer tehdit algılanırsa, sempatik sinir sistemi devreye girer. Yani kalp hızlanır, kaslar gerilir, nefes sıklaşır.

📌 Günlük hayatta örnek:

  • Asansörde sinirli biriyle karşılaştığında sebebini anlamadan gerilmek,
  • Kalabalık bir sokakta hızlı adımlarla sana yaklaşan birine karşı içgüdüsel olarak tetikte hissetmek.

📌 Eksikliğinde ne olur?
Tehditleri zamanında algılayamama; ya da aksine, sürekli tehdit algılayarak kronik kaygı yaşama.

🔁 🔁 🔁
Birbirleriyle Nasıl Bağlantılılar?

Bu üç sistem birbirine sıkı sıkıya bağlıdır:

🔗 Propriyosepsiyon + Interosepsiyon = Bedensel Farkındalık
Kendi bedenini hem dış pozisyon olarak (propriyoseptif) hem iç durum olarak (interoseptif) tanımak, sağlıklı hareket ve duygusal dengeyi sağlar.

🔗 Interosepsiyon + Nörosepsiyon = Duygusal Tepki
Örneğin: Kalp atışın hızlandığında bunu fark edemiyorsan (interosepsiyon), neden gerildiğini anlayamazsın. Ama nörosepsiyon zaten seni alarma geçirmiştir!

🔗 Propriyosepsiyon + Nörosepsiyon = Refleksif Güvenlik
Karanlıkta sendeleyen biri sana hızla yaklaştığında, hem pozisyonunu (propriyoseptif sistem) hem de güvenliğini (nörosepsiyon) fark edersin. Geri çekilirsin, ellerin savunmaya geçer.

📣 📣 📣
Duyularımızdan Daha Fazlasıyız

Bu üç “görünmeyen ama hissedilen” sistem sayesinde sadece dış dünyayı değil, iç dünyamızı da tanırız.
Propriyosepsiyon, bize nerede olduğumuzu söyler.
Interosepsiyon, nasıl hissettiğimizi bildirir.
Nörosepsiyon, güvende miyiz, değil miyiz, bunu değerlendirir.

Bu sistemlerin hepsi birlikte çalıştığında sadece bedenimizi değil, kendimizi de daha iyi tanırız, daha iyi koruruz.

⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️

Doğal Yaşayın

Doğal Beslenin

Aklınıza Mukayet Olun

⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️

Sayın okuyucu,

Aşağıdaki linkten yazımızda yer alan konu hakkında sorularınızı ve görüşlerinizi, merak ettiğiniz ve yazılarımıza konu olmasını istediğiniz hususları iletebilirsiniz.

Bilginin paylaştıkça çoğalacağı düşüncesi ve sizlere daha iyi hizmet verme azmi ile her gün daha da iyiye ilerlemede bizlere yorumlarınız ve katkılarınız ile yardımcı olursanız çok seviniriz. https://g.page/r/CTHRtqI0z0gjEAE/review

⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️

Bilimsel Yazı Sevenler Devam Edebilirler

⭐️⭐️ Proprioseptif ve Vestibüler Duyu Sistemlerinin Harekete Göreli Katkısı: Moleküler Bilim Çağında Keşif Fırsatları https://pmc.ncbi.nlm.nih.gov/articles/PMC7867206/

⭐️⭐️ Propriosepsiyonun değerlendirilmesi: Yöntemlerin eleştirel bir incelemesi https://www.sciencedirect.com/science/article/pii/S2095254615000058

⭐️⭐️ Mekanoreseptör https://www.sciencedirect.com/topics/immunology-and-microbiology/mechanoreceptor

⭐️⭐️ Sensörimotor Sistemi, Bölüm I: Fonksiyonel Eklem Stabilitesinin Fizyolojik Temeli. https://pmc.ncbi.nlm.nih.gov/articles/PMC164311/

⭐️⭐️ Propriosepsiyonun değerlendirilmesi: Yöntemlerin eleştirel bir incelemesi https://pmc.ncbi.nlm.nih.gov/articles/PMC6191985/

⭐️⭐️ PNF Kavramının Temel Unsurları, Bir Eğitim Anlatısı https://www.scientificarchives.com/article/the-essential-elements-of-the-pnf-concept-an-educational-narrative

⭐️⭐️ Motor fonksiyonu iyileştirmede proprioseptif eğitimin etkinliği: sistematik bir inceleme https://pmc.ncbi.nlm.nih.gov/articles/PMC4309156/

⭐️⭐️ Yaşlı yetişkinlerde denge ve gücün geliştirilmesinde geleneksel ve güncel yaklaşımların karşılaştırılması https://pubmed.ncbi.nlm.nih.gov/21510715/

⭐️⭐️ Yapı İşlerinde Yüksekte Çalışmalarda İSG Uygulama Rehberi. http://chrome-extension://efaidnbmnnnibpcajpcglclefindmkaj/https://www.csgb.gov.tr/Media/0b3hcam2/yapiisleriyuksektecalismauygrehberi-in%C5%9Ft%C5%9Fb_revize.pdf

⭐️⭐️ Yaşlılarda Denge, Fonksiyonel Performans ve Düşme Önleme İçin Gövde Kas Gücünün Önemi: Sistematik Bir İnceleme https://www.researchgate.net/publication/236139834_The_Importance_of_Trunk_Muscle_Strength_for_Balance_Functional_Performance_and_Fall_Prevention_in_Seniors_A_Systematic_Review

⭐️⭐️ Dengesiz yüzeyler ve rehabilitasyon cihazları kullanılarak yapılan direnç antrenmanının etkinliği https://www.researchgate.net/publication/224822339_The_effectiveness_of_resistance_training_using_unstable_surfaces_and_devices_for_rehabilitation

⭐️⭐️ Futbolda duruş kontrolüne uzmanlık ve görsel katkının etkisi https://onlinelibrary.wiley.com/doi/abs/10.1111/j.1600-0838.2005.00502.x

⭐️⭐️ Spor veya günlük yaşamdaki fiziksel aktiviteler ile dik duruştaki duruş bozukluğu arasındaki ilişkinin sistematik bir incelemesi https://pubmed.ncbi.nlm.nih.gov/23955562/

⭐️⭐️ NSC Çalışma İstatistikleri Bürosu’nun 2021 Raporu Hakkındaki Açıklaması https://www.nsc.org/newsroom/nsc-statement-bls-report-2021#:~:text=In%202020%2C%20there%20were%204%2C764,highest%20annual%20rate%20since%202016.

⭐️⭐️ Hall, C. M., & Brody, L. T. (2005). Therapeutic Exercise: Moving Toward Function. Lippincott Williams & Wilkins. http://chrome-extension://efaidnbmnnnibpcajpcglclefindmkaj/https://students.aiu.edu/submissions/profiles/resources/onlineBook/Q4X4S2_Therapeutic_Exercise_Moving_Toward_Function_3.pdf

⭐️⭐️ Motor Kontrolü: Araştırmayı Klinik Uygulamaya Dönüştürmek https://www.researchgate.net/publication/228118305_Motor_Control_Translating_Research_Into_Clinical_Practice

⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️

Dr Mustafa KEBAT

Tetkik OSGB İş Sağlığı ve Eğitim Koordinatörü

Sınırlı Sorumluluk Beyanı:

Web sitemizin içeriği, ziyaretçiyi bilgilendirmeye yönelik hazırlanmıştır. Sitede yer alan bilgiler, hiçbir zaman bir hukuki tavsiye yerini alamaz. Web sitemizdeki yayınlardan yola çıkarak, işlerinizin yürütülmesi, belgelerinizin düzenlenmesi ya da mevcut işleyişinizin değiştirilmesi kesinlikte tavsiye edilmez. Web sitemizin içeriğinde yer alan bilgilere istinaden profesyonel hukuki yardım almadan hareket edilmesi durumunda meydana gelebilecek zararlardan firmamız sorumlu değildir. Sitemizde kanunların içeriğine aykırı ilan ve reklam yapma kastı bulunmamaktadır.

Ayrıca;
Web sitemizin içeriği, ziyaretçiyi bilgilendirmeye yönelik hazırlanmıştır. Sitede yer alan bilgiler, hiçbir zaman bir hekim tedavisinin ya da konsültasyonunun yerini alamaz. Bu kaynaktan yola çıkarak, ilaç tedavisine başlanması ya da mevcut tedavinin değiştirilmesi kesinlikte tavsiye edilmez. Web sitemizin içeriği, asla kişisel teşhis ya da tedavi yönteminin seçimi için değerlendirilmemelidir. Sitede kanun içeriğine aykırı ilan ve reklam yapma kastı bulunmamaktadır
.

Daha Fazla

Güneş Altında Saat Saat Vücudunuz!

👷‍♂️ Dışarıda Güneş Altında Çalışan İşçinin 8 Saatlik Vücudunun Yolculuğu

İnşaatta, tarlada, madende ya da yol kenarında…
Direkt güneşin altında çalışan (güneşlenen) bir bedenin saat ilerledikçe adım adım neler yaşadığını hiç merak ettiniz mi?


Güneşin altında çalışan bir işçinin organlarında saat saat gelişen değişimin hikâyesi…

🕘 🕘 🕘
Başlangıç (0. Saat) – Günaydın Güneş!
🧠 Beyin:
  • Enerjik hissedersiniz. Serotonin yükselir, biraz neşe gelir.
  • Göz bebekleri kısılır; ışık yoğunluğu arttıkça odak azalır.
❤️ Kalp-Damar Sistemi:
  • Güneşten gelen sıcaklıkla damarlar genişler.
  • Kan basıncı (tansiyon) hafif düşer ama kalp biraz daha hızlı çalışmaya başlar.
🕶️ Belirti:
  • Hafif terleme başlar. Güne başlamaya hazırsınız.
🕘 🕘 🕘
1. Saat – Vücut Motoru Isınıyor
🌡️ Deri:
  • Ter bezleri aktifleşir.
  • Deri yüzey sıcaklığı 37°C’yi geçmeye başlar.
💦 Böbrek:
  • Vücut su kaybettiğini fark eder.
  • Böbrekler “idrar üretimini azaltalım” sinyali verir.
🧠 Beyin:
  • Güneş ışığındaki UV ve ısı artışıyla dikkat dağılabilir.
  • Baş ağrısı oluşmaya başlayabilir.
🕶️ Belirti:
  • Alnınız ıslak, şapka takmadıysanız başınızda baskı hissi vardır.
  • Susuzluk sinyalleri ilk kez belirginleşir.
🕘 🕘 🕘
2. Saat – Tehlike Sessizce Yaklaşıyor
💨 Akciğer:
  • Hızlı nefes alma başlar, çünkü vücut ısı üretimini dengelemeye çalışır.
  • Nemli hava varsa oksijen alımı zorlaşır.
🧠 Beyin:
  • Beyindeki hipotalamus, vücut ısısını düşürmek için sinyal yollar.
  • Konsantrasyon bozulur. Refleksler yavaşlar.
🕶️ Belirti:
  • Halsizlik başlar.
  • “Bir gölge bulsam iyi olacak” düşüncesi ilk kez belirir.
🕘 🕘 🕘
4. Saat – Vücut Alarm Veriyor
❤️ Kalp:
  • Nabız hızlanır. Kalp günde 10.000 fazladan atış yapabilir.
  • Vücut sıvısız kalırsa tansiyon ani düşebilir.
🧠 Beyin:
  • Baş dönmesi, görmede bulanıklık başlar.
  • Güneş çarpması (ısı bitkinliği) riski oluşur.
🦠 Bağışıklık Sistemi:
  • UV ışınları, derideki savunma hücrelerini baskılar.
  • Güneş yanığı riski başlar.
🕶️ Belirti:
  • Yürürken sendeleme hissi olur.
  • Ağız kurur, idrar rengi koyulaşır.
  • Cilt kızarır ve “yanıyor” gibi hissedilir.
🕘 🕘 🕘
6. Saat – Organlar Streste
🧠 Beyin:
  • Karar alma yetisi bozulur.
  • Hatalı ekipman kullanımı veya kazaya yatkınlık başlar.
🧬 Kaslar:
  • Kaslara kan akışı azalır, kramp başlar.
  • Özellikle baldır ve karın kaslarında istemsiz kasılmalar görülür.
🧠 Beyin:
  • Vücut ısısı 39°C’yi geçebilir → Bilinç bulanıklığı, mide bulantısı.
🕶️ Belirti:
  • Terleme azalır: Bu kötü işarettir. Vücut artık susuzluktan çalışmayı bırakıyor olabilir.
  • Baş ağrısı şiddetlenir. Gözler kararıyor olabilir.
🕘 🕘 🕘
8. Saat – Güneşin Zirvesinde Yorgun Beden
🧠 Beyin:
  • Güneş çarpması sınırındadır. Vücut ısısı 40°C’ye yaklaşırsa hayati tehlike başlar.
  • Serinletilmezse bilinç kaybı yaşanabilir.
💨 Solunum:
  • Nefes düzensizleşir. Sıvı kaybı nedeniyle kan koyulaşmıştır, oksijen taşıma zayıflar.
🩸 Karaciğer ve Böbrek:
  • Aşırı sıvı kaybı ve yüksek sıcaklık, karaciğer enzimlerini yükseltir.
  • Böbrekler alarm verir → “Akut böbrek hasarı” bile gelişebilir.
🕶️ Belirti:
  • Göz kararması, bayılma, mide bulantısı, kas seğirmesi ve hayal görme hissi oluşabilir.
🔚 🔚 🔚
Güneşin Sessiz Hasarı

☀️ Güneş altında geçirilen uzun saatler yalnızca ciltte bronzluk bırakmaz…

  • Kronik UV maruziyeti, cilt kanseri riskini artırır.
  • Sık sık dehidratasyon, böbrek taşı riskini yükseltir.
  • Beyin sürekli strese girerse, hafıza ve karar verme mekanizması zayıflar.
✅ ✅ ✅
Çözüm – Akıllı Güneş Stratejisi
ÖnlemAçıklama
🧢 Geniş kenarlı şapkaBaş ve enseyi korur.
🥤 30 dakikada bir su içmeGünde 2,5-3 litre arası.
👕 UV koruyucu kıyafetCilt hasarını azaltır.
😎 Güneş gözlüğü (UV400)Göz sağlığını korur.
🕒 11:00–16:00 arasında molaGölgelik alan önerilir.
🎯 🎯 🎯
Unutmayın!

Direkt güneşin altında geçen her saat, sadece terlettiğiniz bir zaman değil, organlarınıza stres yüklediğiniz bir dilimdir.

🌡️ Vücudunuz sizi uyarır… ama bazen çok geç olabilir.
Korunun, fark edin, serin kalın!

⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️

Doğal Yaşayın

Doğal Beslenin

Aklınıza Mukayet Olun

⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️

Sayın okuyucu,

Aşağıdaki linkten yazımızda yer alan konu hakkında sorularınızı ve görüşlerinizi, merak ettiğiniz ve yazılarımıza konu olmasını istediğiniz hususları iletebilirsiniz.

Bilginin paylaştıkça çoğalacağı düşüncesi ve sizlere daha iyi hizmet verme azmi ile her gün daha da iyiye ilerlemede bizlere yorumlarınız ve katkılarınız ile yardımcı olursanız çok seviniriz. https://g.page/r/CTHRtqI0z0gjEAE/review

⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️

Bilimsel Yazı Sevenler Devam Edebilirler

⭐️⭐️ Güneşe Maruz Kalma ve İnsan Sağlığı Üzerindeki Etkileri: Güneşe Maruz Kalmanın Obezite ve Kardiyometabolik Disfonksiyon Geliştirme Riskini Azaltabileceği Mekanizmalar https://pmc.ncbi.nlm.nih.gov/articles/PMC5086738/

⭐️⭐️ Güneşe Maruz Kalma – Tehlikeler ve Faydalar https://ar.iiarjournals.org/content/42/4/1671

⭐️⭐️ Güneş yanığı https://www.ncbi.nlm.nih.gov/books/NBK534837/

⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️

Dr Mustafa KEBAT

Tetkik OSGB İş Sağlığı ve Eğitim Koordinatörü

Sınırlı Sorumluluk Beyanı:
Web sitemizin içeriği, ziyaretçiyi bilgilendirmeye yönelik hazırlanmıştır. Sitede yer alan bilgiler, hiçbir zaman bir hekim tedavisinin ya da konsültasyonunun yerini alamaz. Bu kaynaktan yola çıkarak, ilaç tedavisine başlanması ya da mevcut tedavinin değiştirilmesi kesinlikte tavsiye edilmez. Web sitemizin içeriği, asla kişisel teşhis ya da tedavi yönteminin seçimi için değerlendirilmemelidir.

Ayrıca, sitede yer alan bilgiler, hiçbir zaman bir iş güvenliği uzmanının, ilgili mühendisin ya da teknik ekibin yetki ve kararlarının yerini alamaz. Bu kaynaktan yola çıkarak, çalışma sahanız içerisindeki tehlike – risk belirlemesi ya da mevcut işleyişin değiştirilmesi kesinlikte tavsiye edilmez. Web sitemizin içeriği, asla firmanızın işleyişine müdahil olma ya da sorumlularınızın vereceği kararların yerine tutması olarak değerlendirilmemelidir. Sitede kanun içeriğine aykırı ilan ve reklam yapma kastı bulunmamaktadır.

⭐️⭐️⭐️⭐️

Daha Fazla