HbA1c (ÜÇ AYLIK ŞEKER)

HbA1c, halk arasında üç aylık şeker olarak bilinir, diyabet takibinde, obezite, aşırı yorgunluk, halsizlikte gibi sağlık sorunlarının teşhisi ve takibinde oldukça önemlidir.

HbA1c normal değer aralığı % 4,7 ila % 5,6 dir.

Bağırsaklardan emilen glikoz kana geçer. Kandaki glikozu hücre içine alırız ve mitokondride enerjiye (ATP) çevirip kullanırız.

Damarlarımızda dolaşan glikozun miktarı 4 ila 4.5 gramı geçmez. Damarlarımızda pek çok molekül dolaşır.

Eritrosit (RBC) içerisinde bulunan Hemoglobin

Kan tetkiklerinde HGB olarak gördüğümüz bu “hem-o-globin” karbondioksiti dışarıya, oksijeni hücrelere taşımakla görevlidir.

Kalp, karbondioksit yüklü kirli kanı akciğere pompalar, oksijeni yine hemoglobin yüklenir ve kalp vücuda pompalar. Düzenli temiz bir döngü.

Hemoglobin çok düşerse kansızlık (anemi) düşünürüz ki oksijen az taşıyacağı için vucutta yorgunluk, halsizlik renkte solgunluk görülür

Demir eksikliğinde anemi görülür, çünkü HEM = demir zaten. Yani hemoglobinler yoğun demir içerir.

B12, B9, B6 eksikliğinde de anemi görülür. Çünkü bu kez de hemoglobinin icinde bulunduğu kırmızı kan hücresi (RBC), eritrosit üretimi düşer. RBC üretimi için bu üç vitamin şarttır. RBC yoksa hemoglobinde olmaz.

İşte kanda dolaşan şeker (glikoz) %4.5 ila 5.5 oranında HEMOGLOBİN’e bağlanır.

Eritrositlerin ömrü 120 gündür. Lakin yeni oluşanı olduğu gibi 119. gününde olanı da var. Hepsinde glikoz bağlı. Biz bunun ortalaması olan 60 günlük ortalamayı alıp bağlanma oranına bakarız.

Örneğin: “HbA1c oranı 5.5” deriz..

Üç aylık olarak isimlendirsek de aslında 60 – 62 günlük şeker ortalamasıdır.

Kan glikoz oranınız günlük hatta saatlik olarak bile değişir.

FAKAT HbA1c değişmez. Daima son 60 günü verir.

HbA1c 5.6 üzeri sıkıntılıdır ve tip-2 diyabet sinyali verir.

Şimdi; oksijen taşıması gereken hemoglobine fazla şeker bağlanırsa. Mesela HbA1c 7,5 olsun. Bu oksijen bağlayacak yerin azalması, hemoglobinin sağlıksız olması demektir.

Oksijen en çok neresi için lazım?

Beyin için tabi ki.. Beyine, nöronlara oksijen az gider. Buradan itibaren

  • Hafıza sorunu
  • Odaklanma sorunu
  • Berrak düşüneneme
  • Amiloid plakların artması ve Alzheimer’a öncülü durum
  • Kronik yorgunluk ve halsizlik başlar

Bu nedenle HbA1c değeri aslında sadece diyabet – obezite için değil her durum için önemli bir parametredir.

HbA1c Nasıl kontrol altında tutulur?

Öncelikle kandaki glikoz seviyesini yüksek tutmamak. Bunun için ise o glikozun hücreye girmesi ve enerjiye dönüşmesi lazım

Harcadığın enerji, kalori kadar beslenme. Eğer harcadığınızdan fazlası vücuda giriyorsa bu önceleri yağ olarak depolansa da sonra yine glikoza çevrilip kana salınacaktır.

Az ye sık ye şeklinde beslenme ASLA YAPILMA – MA – LIDIR.

Ağzımıza attığımız her lokmada ki bağırsaktan emilip kana karışan glikoza karşı pankreas insülin üretir.

İnsülin gidip hücrede reseptöre dokunacak, reseptöre dokununca kas hücresinde GLUT-4 kapısı açılacak ve glikoz kandan hücreye girip enerjiye çevrilecek. Bu durum ilk bakışta gayet güzel

Lakin AZ YE-SIK YE ile sürekli salgılanan İnsüline karşı reseptör duyarsızlaşır ve GLUT-4 kapısı açılmaz, glikoz hücreye giremez ve kanda kalır. Bu glikoz hemoglobine bağlanır

Ayrıca İnsülinin dokunduğu reseptör krom elementi ile çalışır, vücutta krom eksik bırakılmayacak, gerekirse takviye alınmamalıdır.

Eğer hücre zarları oksitlenirse yine insülin respetörleri düzenli çalışmaz. Aşırı geçirgen bağırsak, kana geçen toksinler, pestisitler hücre zarlarını oksitler. Bunun önlemenin yolu gerekirse ANTİOKSİDAN (Glutatyon, Resveratrol, Hesperidin) kullanmaktır.

En önemli konu ise beslenmedir.

Karbonhidrat az, protein ve sağlıklı yağ ağırlıklı beslenme doğru olanıdır.

kesinlikle sıfır karbonhidrat şeklinde beslenme olmamalıdır. %20-25 civarı karbonhidrat alımı gerekir.

Öğle yemeği tamamen kalkmalıdır.

Bir diğer konu ise akşam yemeğidir. Aksam yemeği olabildiğince erken yenmeli ve gece mutlaka aç yatılmalı. Bunun üzerine günlük 30 dakika kadar tempolu yürüyüş (egzersiz) yapılmalıdır.

HbA1c değeri oldukça önemli olup arada kontrol edilmeli ve kesinlikle 5.5 üzerine çıkartılmamalıdır. Norolojik semptomlar dahil bir çok şeyi önlemek için önemlidir.

Dr Mustafa KEBAT

Tetkik OSGB İş Sağlığı ve Eğitim Koordinatörü

Sınırlı Sorumluluk Beyanı:
Web sitemizin içeriği, ziyaretçiyi bilgilendirmeye yönelik hazırlanmıştır. Sitede yer alan bilgiler, hiçbir zaman bir hekim tedavisinin ya da konsültasyonunun yerini alamaz. Bu kaynaktan yola çıkarak, ilaç tedavisine başlanması ya da mevcut tedavinin değiştirilmesi kesinlikte tavsiye edilmez. Web sitemizin içeriği, asla kişisel teşhis ya da tedavi yönteminin seçimi için değerlendirilmemelidir. Sitede kanun içeriğine aykırı ilan ve reklam yapma kastı bulunmamaktadır.

Daha Fazla

MİDE İLAÇLARI ve BAZI ZARARLARI (PPI ilaçlar)

Hasta:5 yıldır mide koruyucu PPI grubu ilaç (Pazarlama sloganı) kullanıyorum. Kullanmazsam midem midem kötü oluyor. Kullandığımda midemi iyi hissediyorum.”

🔸 Sizce bu durumda hasta tedavi mi oluyor?

🔸 İlaca bağımlı olarak yaşamak ne kadar doğru?

🔸 Hastanın şikayetlerinin kök nedenini bulmak gerekmez mi?

🔸 Hastalığın nedenini her zaman ilaçla mı tedavi etmek gerekir?

🔸 Hastanın beslenme alışkanlığındaki, yaşam tarzındaki hataları düzeltmek gerekmez mi?

Yaşam içerisinde bolca ”midemde asit var” ”midem ağrıyor mide koruyucu içeyimbenzeri cümleleri duyarsınız.

Peki.. Midede niye asit oluyor?

Bu asit bize yararlı mı? zararlı mı?

İlk olarak mide asidi hakkında biraz bilgilerimizi tazeliyelim

MİDE ASİDİ

Midenin mukoza zarı tarafından üretilen, PH değeri ortalama 1,5 olan oldukça asidik renksiz bir sıvıdır. Yiyeceklerin kolayca parçalanıp sindirilmesi işlevini gerçekleştirir.

Mide günde yaklaşık 1,5 ila 3 litre mide suyu üretir. Mide suyundaki hidroklorik asit yiyecekleri parçalar ve sindirim enzimleri proteinleri böler. Asidik mide suyu aynı zamanda bakterileri öldürür, patojenlere karşı ilk savunma görevini görür. 

Gastrik asit, mide öz suyunda yer alan bir tür sindirim asididir. Asit, midenin iç yüzeyinde yer alan hücreler (Parietal hücreler) tarafından üretilmektedir. Asit, tam bir formüle sahip olmamakla beraber, hidroklorik asit (HCl), potasyum klorit (KCl) ve sofra tuzu (NaCl) içermektedir. Asidin PH değeri, 1 ve 2 arasında olup, normal şartlarda insanlar için oldukça zararlıdır. Gastrik asidin fazla üretildiği zamanlarda, midede yaralar, gastrit ve gastrik ülser oluşmaktadır. Aynı şekilde bu asidin yetersiz kaldığı zamanlarda da sindirim sorunları yaşanmaktadır. Asit, herhangi bir gıdayı sindirirken, aşağıdaki kimyasal tepkime meydana gelmektedir.

HCL + NaHCO3 → NaCL + H2CO3

Bu asit ortamda; Principal hücrelerden Gastrin hormonu salınmasını tetikler. Gastrin hormonu ise H2 reseptörlerinin duyarlılığını artırarak Gastrik asit sekresyonunu uyarır. Yine bu asit pH’da Pepsinojen’in Pepsin’e dönüşmesi ile birlikte özellikle protein sindirimini başlatılır.

İkinci olarak Mide ve çevresindeki asit üretimi işleyişine bakalım.

Altta bir tek çıkışı mideye olan sıvı deposu hayal edin.(Bu çıkıştan mideye asit geliyor) Bu deponun üstünde ayrı köşelerinde de iki tane de sıvı girişi olsun. Bu üstteki iki girişte de alttaki tek çıkışta da musluklar olsun.

Üçüncü olarak mide asidi ile ilgili farklı grup ilaçları ve etki yolarını görelim.

⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️

Proton pompa inhibitörü (PPI) ilaçlar en alttaki o çıkış musluğunu kapatır ve böylece mideye asit gelmez.

O çıkış musluğunun adı PROTON POMPASI’ dır. PPI ilaçlar bu musluğu kapatır. (inhibe eder)

PPIi grubu ilaçların ticari adlarını yazmayacağım. Aşağıda tanımanızı sağlayacak,

  • Omeprazol
  • Lansoprazol
  • Pantoprazol gibi etken maddeleri olan ilaçlardır. Bu tür ilaçların atken madde isimleri PRAZOL diye biter.

⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️

H2 (histamin-2) antagonisti ilaçlar mide asitini azaltır lakin deponun altında ki musluğu kapatmaz.

En üstteki girişlerden sadece birini kapatır ve birinden yine asit depoya dolar ve yine alttaki çıkış musluğundan mideye asit akabilir. Yani asidi yarı yarıya kesmiş oluruz.

H2 (histamin-2) antagonisti ilaçların ticari adlarını yazmayacağım. FAMOTİDİN etken maddeli ilaçlardır.

⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️

ANTİ-ASİT ilaçlar. Bu ilaçlar deponun ne üstünde ne altında musluk kapatmıyorlar.

Bu ilaçlar midedeki asitin PH sını yükseltir. (bazik tarafa yaklaştırır) Böylece asidik seviye azalmış olur. Asit üretimi engellenmez, mideye gelmesi (muslukların kapanması yolu ile olmaz) engellenmez.

ANTİ-ASİT ilaçları ticari isimleri ile veriyorum. Gaviscon, Gavcin, Metsil, Talcid, Rennie gibi ilaçlar bu grupta yer alır.

⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️

Son olarak ne musluk kapatan, ne asiti bazik hale getiren direk mide yüzeyini ince bir film gibi kaplayarak fazla asitin mide duvarına zarar vermesini önleyen ilaçlar.

Bu grupta da ticari ismini veriyorum .Antepsin isimli ilaç SUKRALFAT etken maddesi ile bunu yapar.

⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️

Deponun çıkış musluğunu (proton pompası) kapatan, mide asitini tamamen kesen PPI ilaçlara gri dönelim.

PPI ilaçların kullanımında karşılaşacağımız sağlık sorunlarına bi göz atalım;

🔶🔶 Mide asidi tamamen kesilince emilim için “mide asitine” ihtiyaç duyan bazı vitamin ve mineraller vücutta eksik kalır.

B12 Vitamini: B12 ilk etapta mide asiti ile salgılanan bir protein olan HAPTOCORRİN’e bağlanır. Bu protein ile ince bağırsak ilk kısmına iner. Mide asiti olmazsa, bu proteinde olmaz, B12 de bağlanıp ince bağırsağa geçemez.

  • Çinko,
  • Magnezyum,
  • Demir,
  • Kalsiyum,
  • C vitamini emilimi için mide asiti gereklidir.

PPI ilaçlar sebebi ile eksilen bu vitamin ve minerallere bağlı olarak da, el, kol ve bacaklarda uyuşma, karıncalanma, Kas kitlesi kaybı (sarkopeni), Kas harabiyeti (rabdomiyoliz) Karpopedal spazm (ebe eli) ve tetani (kalsiyum düşüklüğü ile birlikte)kaslarda güçsüzlük, Fibromiyalji, kansızlık, hafıza zayıflığı, düşük bağışıklık, kalpte aritmi başlar.

⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️

🔶🔶 Helikobakter Pylori , normalde herkesin mide mukozasında gömülü olarak bir miktar vardır.

Helikobakter Pylori asitli ortamda çoğalamaz, bu sebeple mide mukozasından yüzeye çıkmaz. Hatta kendinde bir mekanizma ile çevresinde ki asidik ortamı bazik hale getirir.

Eğer PPI ilaç kullanır ve asidi kesersek helikobakter pylori mide mukozasından yüzeye çıkar ve hızlıca ortamda çoğalır. (Mide içersinde)

Hastalığı sebebi ile tedavi almış dikkatli kişiler hemen şu soruyu soracaktır.O zaman Helikobakter pylori tedavisinde antibiyotik ve bizmut tuzu yanında PPI ilaç neden veriliyor ?

Çünkü; Antibiyotiğin mideye zarar vermesini önlemenin yanısıra Helikobakter Pylori mukozada gömülü olduğu yerden ASİT AZALDIĞI İÇİN yüzeye çıksın ve antibiyotik helikobakter pyloriye etki etmesi maksadı ile yapılan bir uygulamadır.

PPI ilaçlar sebebi ile azalan mide asidi helikobakter pylori’ nin üremesi ve yayılması için ortam sağlar.

⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️

🔶🔶Mide asiti azlığı ağız florasını da bozar. Tıpkı Bağırsaklarımız gibi ağzımızın da bir bakteri florası var

Ağız florasının bozukluğu ise kulak ve boğaz iltihabi hastalıkları ile diş eti hastalıklarına neden olur.

PPI ilaçlar sebebi ile azalan mide asidi ağız florasının da bozulması ile diş eti, kulak ve boğaz enfeksiyonlarının oluşmasına sebep olur.

⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️

🔶🔶 PPI (Mide koruyucu) lar 7 günlük kullanımda bile ağız florasındaki patojen streptococcus bakterisinin bağırsağa ulaşıp çoğalmasına yol açar.

http://bit.ly/3Xntb4g

PPI ilaçlar sebebi ile azalan mide asidi ağız florasındaki patojen streptococcus bakterisinin bağırsağa ulaşıp çoğalmasına yol açar.

⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️

🔶🔶 Beslenme amacı ile aldığımız gıdalar başta olmak üzere ağız yolu ile birçok bakteriyi alırız. Normal şartlarda sağlıklı bir mide ve mide asidi ile bu bakteriler bize zarar veremez, çünkü mide asitinde ölürler.

Eğer mide asidini PPİ lar ile tamamen kesersek ağız yolu ile aldığımız tüm bakteriler bağırsaklara gider ki aşırı geçirgen bağırsak dahil bir çok hastalığa neden olurlar, bağırsak florası bozulur.

PPI ilaçlar sebebi ile azalan mide asidi gıdalarla alınan bakterilerin ince barsağa geçmesine ve aşırı geçirgen barsak başta olmak üzere bir çok hastalığın oluşmasına sebep olur.

⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️

🔶🔶 Kulak çınlaması, Vertigo: İç kulak koklea içinde de proton pompaları bulunur. Koklea sadece labirentin arter tarafından beslenmektedir. PPI ilaç kullanımı ile buradaki proton pompaları da çalışmaz (inhibe) olur, koklea’ya giden kan akımı yavaşlar

Koklea, iç kulakta bulunan bezelye tanesi kadar küçük ve spiral şekilli bir yapıdır. Sesleri mekanik titreşimlerden sinyallere dönüştürmekle sorumludur. Dönüştürdüğü bu sinyaller, işitme siniri aracılığıyla beyne iletilir. Bu işlemi gerçekleştiren, kokleadaki özel algılayıcı hücrelerdir (tüy hücreler).

PPİ ilaçlar nitrik oksit sentezini azaltarak, homosistein düzeylerini yükselterek, oksidatif stresi artırarak ve/veya pıhtılaşmaya eğilimi artırarak koklear kan akımını etkileyerek iç kulak patolojilerine, işitme kaybına ve baş dönmesine zemin hazırlayabilir. 

PPI ilaçların etkisi vücuttaki diğer proton pompalarına da olur ve bu pompaları (muslukları) kapatırlar. Buna bağlı olarak koklea’yı etkilemeleri ile Kulak çınlaması, baş dönmesi, denge kaybı, işitme kaybı oluşur.

⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️

🔶🔶 Demans, Hafıza kaybı, Depresyon: Lansoprazol ve omeprazol’ün %15 civarında kan beyin bariyerini geçtiği yapılan çalışmalarla tespit edilmiş durumda. Beyinde de proton pompaları var. Peki bunun sonucu ne olur ?

Beynin içerisinde sinaptik veziküllerde bulunan proton pompaları nörotransmiterlerin veziküllerin içerisine depolanmasında görev alır. Serotonin, Dopamin gibi norotransmitterlerin depolanmasını bozmak demek depresyon demektir.

PPİ ilaçlar beyinde tau ve amiloid beta kaynaklı nörotoksisiteyi artırır. Bunu vakuol pompalarının işlevlerini bozarak amiloid beta plaklarının temizlenmesini engelleyerek ve tau fosforilasyonunu artırarak yaparlar.

Yapılan çalışmalarda en çok lansoprazole bağlı olarak amiloid beta oluşumu görülür. Demans da amiloid beta oluşumu ile gelişir.

PPI ilaçların etkisi beyindeki proton pompalarına da olur ve bu pompaları (muslukları) kapatırlar. Buna bağlı olarak Seratonin ve Dopamin depolanması bozulur. Depresyon, Demans, Hafıza kaybı gelişir.

Sonuç Olarak Tüm Bu Bilgilerin Eşliğinde;

  • Her seferinde hekiminiz gerek görmeden PPİ kullanılmamalıdır.
  • Çok zorunlu olmadıkça PPI ilaç kullanılmamalı
  • Kullanılacaksa süresi 3 haftayı geçmemelidir.
  • Mide asidini illede azaltmak gerekiyorsa H2 Reseptör Antagonisti ilaç ve Anti-asit ilaçlar tercih edilmelidir.

Mide Asidini Azaltmak İçin Bitkisel Tavsiyelerim

  • Ebe gümeci,
  • Kudret Narı (Özellikle zeytinyağının içinde bekleterek)
  • Karanfil tozu,
  • Papatya,
  • Hatmi çiçeği gibi

Mide Asidini Azaltmak İçin Yardımcı İlaç Olarak Tavsiyelerim

  • N-Asetil Glukozamin
  • Magnezyum karbonat
  • Çinko L- Karnozin

Dr Mustafa KEBAT

Tetkik OSGB İş Sağlığı ve Eğitim Koordinatörü

Sınırlı Sorumluluk Beyanı:
Web sitemizin içeriği, ziyaretçiyi bilgilendirmeye yönelik hazırlanmıştır. Sitede yer alan bilgiler, hiçbir zaman bir hekim tedavisinin ya da konsültasyonunun yerini alamaz. Bu kaynaktan yola çıkarak, ilaç tedavisine başlanması ya da mevcut tedavinin değiştirilmesi kesinlikte tavsiye edilmez. Web sitemizin içeriği, asla kişisel teşhis ya da tedavi yönteminin seçimi için değerlendirilmemelidir. Sitede kanun içeriğine aykırı ilan ve reklam yapma kastı bulunmamaktadır.

Daha Fazla

HESPERİDİN (P vitamini)

Vücudumuzda stokinler bulunur. bunları bağışıklık hücrelerine haber veren haberciler olarak görebiliriz.

🩸 Sitokinler, hücre işaretlemesinde önem taşıyan geniş ve gevşek küçük protein kategorileridir. Hücreler tarafından serbest bırakılır ve diğer hücrelerin davranışını etkiler ve bazen hücrenin kendisini serbest bırakır. Kemokinler, interferonlar, interlökinler, lenfokinler, tümör nekroz faktörü, ancak genellikle hormonlar veya büyüme faktörleri (bazı terminolojik örtüşmelere rağmen) olmayan pek çok Sitokin türü vardır. Tüm bu tip sitokinler, makrofajlar, B lenfositleri, T lenfositleri ve mast hücreleri gibi bağışıklık hücrelerinin yanı sıra endotel hücreleri, fibroblastlar ve çeşitli stromal hücreler de dahil olmak üzere geniş bir hücre yelpazesi tarafından üretilir; Verilen bir sitokin birden fazla hücre türü tarafından üretilebilir.

Eğer sitokinler çok fazla/hızlı çalışırsa inflamasyona, dolayısıyla hasara neden olur. Yani her şeyde olduğu gibi sitokinlerin de fazlası zararlıdır.

HESPERİDİN: NF-κB, IL-1B, TNF-a, Beclin-1, LC3A ve LC3B düzeylerini azaltarak anti-inflamatuar etkiyi sağlar.

HESPERİDİN: Anti-otofajik bir flavonoidtir. Nörotoksisitede de, endometrioziste de, damarlarda ki endotel hasarda da apoptozun mRNA transkript seviyelerini ve kaspaz-3, Bax, Bcl-2, PERK, IRE1, ATF6 ve GRP78 seviyelerini düşürür.

Hücreler belirli zamanlama çerçevesinde ölür, parçalanır, apoptoza, otofajiye uğrar. Fakat inflamasyon ve toksisite sağlam hücrelerin de ölmesine neden olur.

Bazı hastalıklar üzerine yapı araştırmalarda Hesperidin (P vitamini) kullanarak alınan sonuçlar eşliğinde vücudumuza nasıl katkıları var inceleyelim.

1 – Metotreksat’a Bağlı Bağırsak Geçirgenliği

Yüzyılımızın en büyük tıbbi sorunlarından birisi aşırı geçirgen bağırsak sendromudur.

Maalesef, yaşanan bir çok sağlık sorununun arka planında sebep olmasına rağmen kişinin yaşam tarzı ve beslenme alışkanlıkları sebebi ile düzeltilmesi çok zordur. Parkinson, Diyabet, Haşimato, Egzama, Ürtiker, Sedef, MS gibi bir çok hastalıkta kök nedenlerden biridir.

Bağırsak geçirgenliği: En basit tarifi ille bağırsaktan kana geçmemesi gereken maddelerin, bağırsak duvarındaki hasar nedeni ile kana geçmesi ve bu yabancı maddelerin;

  • İnflamasyon
  • Otoimmun tepki ve buna bağlı hastalıklar
  • Organ hasarları
  • Nöroinflamasyon gibi sorunlara yol açmasıdır.

Aşırı geçirgen bağırsak sendromunda bu geçirgenliğe;

  • Beslenme bozuklukları
  • Tarım ilaçları, ağır metaller
  • Stres, radyasyon
  • Paketli gıdalar – İşlenmiş Gıdalar
  • Gluten, lektin, histamin, laktoz
  • Ve bazı AŞILAR ve İLAÇLAR neden olur.

İlaçlara en tipik örnek, Kanser, Romatoid artrit, Ankilozan Spondolit, ürtiker, Egzama, Sedef, gibi hastalıklarda sık kullanılan METOTREKSAT‘ dır. (Bu ilacı özellikle seçme nedenim yapıllan çalışmada tipik bir örnek olması sebebiyledir.)

Metoteraksat, bağırsak duvarında hasara neden olur. Bu hasar ile bağırsak duvarında inflamasyon başlar. Ve dolaylı olarak toksinlerin, bakteri parçalarının kana geçmesine neden oluyor.

Yapılan çalışmada metotreksat sonrası kullanılan hesperidin, hem bakterilerin büyüme hızını düşürmüş hemde kana geçişini durdurmuştur. Bunu bağırsak duvarında ki hasarı önleyerek yapmıştır.

⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️

2 Testis Hasarı (iskemi/kan akışı zayıflığı nedeniyle)

Kan akışı zayıflığı nedeniyle dokularında yeterli beslenme olmayınca hasar almaya başlayan testislerde hesperidin verilmesi sonucu hasarIn azaldığı görülüyor. Doza bağlı olarak hasar daha çabuk onarılıyor.

Merak edenler için araştırmanın linki:

https://plu.mx/plum/a/?doi=10.5114/aoms.2015.47697

⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️

3 – Endometriozis

Endometrisis, rahim içini döşeyen endometrium dokusunun rahmin dışındaki başka bir bölgede büyümesi sonucu gelişen ve ağrılı seyreden bir hastalıktır.

Endometriozis en sık olarak yumurtalıklar, fallop tüpleri ve pelvisi örten dokuda görülür.

Yapılan çalışmada:

Yine 3 grup oluşturulmuş.

1- Sadece Endometriozis oluşturulan fareler,

2- Endometriozis + Ayva jeli kullanılanlar,

3- Endometriozis + Ayva jeli + hesperidin verilen fareler.

🩸 AYVA JELİ: 10 adet ayva çekirdeği 10 cc su da bir gece bekletilip elde edilen jel kıvamında ki sıvı kullanılıyor. Ayva tatlısı yapanlar dikkat etmiştir. Ayva tatlısına kırmızı rengi vermesi için kaynarken tencereye ayva çekirdeğide atılır. Bu sırada elinizde tuttuğunuzda çekirdeğin üzerinin kaygan jel gibi olduğunu hissedersiniz. Bu çalışmada işe yarayan o jel kıvam. Hesperidinle birlikte kullanmışlar.

Yapılan çalışmada elde dilen sonuç:

🔸Sadece Endometriozis oluşturulan farelerde hastalığın aşamaları kaydedilmiş. Tedavi verilmedi için iyileşme görülmemiş.

🔸Endometriozis + Ayva jeli kullanılanlarda hastalığın seyrinde dikkate alınır bir değişiklik olmamış.

🔸Endometriozis + Ayva jeli + hesperidin verilen farelerde, endometriosise bağlı doku değişiminin az olduğunu ve gelişen hasarın da önlendiği görülmüş.

Ayrıca hücre içerisinde Mitokondriyal hasarı da önlediği tespit edilmiş.

İltihaplanmayı önleyip uterus (Rahim) mukozasını onardığı görülmüş.

Merak edenler için araştırmanın linki:

https://mdpi.com/1420-3049/28/16/5945

⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️

4 – Pestisit – Tarım ilacı “ABAMECTIN”

Bu ilaç tarımsal üretimde çok sık kullanılan böcek ilacıdır. Aklınıza gelecek bir çok bitkide kullanılır.

Maalesef bitkilerden arındırılması zordur ve öyle ya sa böyle bunu vucuda alırız

Pestisitler: Mide, bağırsak ve damarlarda hasara neden olur .

Yapılan çalışmada:

Birinci grup fareye sadece Abamectin veriliyor,

İkinci gruba Abamectin + 100 mg /kg oral yoldan hesperidin verilmiş.

Üçüncü gruba Abamectin + 200 mg /kg oral yoldan hesperidin verilmiş.

Yapılan çalışmada elde dilen sonuç:

🔸Sadece Abamectin verilen birinci grupta aşırı oksidasyon ve hasar var. Ayrıca TNF-a (tümör nekroz), interlökin 1B (IL-1B), inflamasyon ilişkili NF-kB artmış.

🔸Abamectin + 100mg hesperidin verilen ikinci grupta (ilk grupta yükseldiği tespit edilen) inflamatuarların bir miktar azaldığı gibi antioksidan seviyesinde artış olduğu görülmüş.

🔸Abamectin + 200mg hesperidin verilen üçüncü grupta ise(ilk grupta yükseldiği tespit edilen) oldukça inflamatuarların azaldığı gibi antioksidan seviyesinde ciddi artış görülmüş.

Merak edenler için araştırmanın linki:

https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/2889200

⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️

5 – MULTİPLE SKLEROZ (MS)

MS Hastalığı: CD4 + T helper (Th1) ve Th17 (Vücutta yabancı maddeleri bulup saldıran askerler – Antikor ve T Hücresi) hücrelerinin nöronların uzun kısmını kaplayan miyelin kılıflarını yabancı olarak algılaması ve sonrasında yaptığı saldırı ile meydana gelen hasar sonucu oluşur.

🩸 Nöronlar bir birine (elektrik kablolarının elektriği iletmesi gibi) bilgi iletir.

🩸 Miyelin kılıfları elektrik kablolarını izolasyon amacı ile çepeçevre kaplayan plastik gibi düşünebilirsiniz. Eğer bu plastik aksam olmazsa bilgiler çok geç iletilir, elektriksel bozulma olur. Th17 gidip bu plastiği parçalıyor.

Yapılan çalışmada elde dilen sonuç:

Hesperidin verilen deneklerde Th1 (IL-17 ) ve IL-6 önemli ölçüde azalıyor dolayısı ile nöro inflamasyon azalıyor ve MS’in semptomları geriliyor.

Merak edenler için araştırmanın linki:

https://pubmed.ncbi.nlm.nih.gov/27912911/

⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️

6 – Florür Toksisitesi

FLÖRÜR’ün fazlası özellikle EPİFİX Bezi başta olmak üzere beyinde toksisiteye neden olabilen bir moleküldür. Bu sebeple diş macunları dahil çok az miktarda kullanılır. İçme sularına ve daha bir çok yere ve her zaman kabul edilen aralıkta ilave edilir. Lakin hesaba katılmayan ve insanların dikkat etmediği husus; bir çok yerden yasal sağlık sınırında aldıklarını düşünürler de vücuda alınan toplam miktarı hiç hesaba katmazlar. (Bu hususu sağlığınız için siz araştırın yada ileride yayınlayacağımız yazılarda okuyabilirsiniz)

Florür, beyinde lipid peroksidasyonunu artırır ve SOD, CAT ve GPx aktivitelerini ve GSH seviyelerini ise azaltır. Bu süreç berrak düşünme, odaklanma ve hafızayı zayıflatacak oksidasyon, inflamasyon demektir.

🩸 Peroksidasyon, yağların bileşimlerindeki doymamış moleküllerin yükseltgenmesi ile bozulmasına denir.

🩸 Süperoksit dismutaz (SOD)ROS ve süperoksit anyon radikallerine karşı en önemli antioksidan savunma sistemidir. SOD bir süperoksit radikalini O2 molekülüne yükseltgeyip, diğer bir süperoksit radikalini ise daha az reaktif bir molekül olan hidrojen perokside (H2O2) indirgenmesini katalize eder.

🩸 Katalaz (CAT), Mitokondriden sitozole geçen H2 O2 ’in detoksifikasyonu peroksizomlar tarafından sentezlenen CAT enzimi tarafından gerçekleştirilir. PMitokondriden sitozole geçen H2 O2 ’in detoksifikasyonu peroksizomlar tarafından sentezlenen CAT enzimi tarafından gerçekleştirilir.

🩸 Glutatyon (GSH), hücrelerde serbest radikal temizleyici ve detoksifiye edici bir ajan olarak görev yapan bir antioksidandır. Hücresel proliferasyonda, hücre bölünmesinde ve farklılaşmasında görevleri vardır ve aynı zamanda oksidatif stres sırasında saptanan en yaygın metabolittir.

🩸 Glutatyon Peroksidaz (GPx), Mitokondri ve bazen de sitozolde hidrojen peroksidi suya parçalayan önemli bir antioksidandır. Çoğu zaman aktivitesi selenyuma bağlıdır. Bu nedenle selenyuma bağlı olan – GPx ve selenyuma bağlı olmayan – GPx olarak ayrılabilir.

🩸 Glutatyon sentaz (GSS),  Glutatyon oluşumunda ikinci önemi enzimdir. Gama-glutaminsistein ve glisin glutatyon oluşturmak üzere yoğunlaşmasını katalize eder . Glutatyon sentaz aynı zamanda güçlü bir antioksidandır.

Yapılan çalışmada oral olarak (ağızdan) kullanılan hesperidin lipid peroksidasyonu azaltıp, SOD, CAT, GPx ve GSS seviyelerini artırmış, inflamasyonu önlemiştir.

Merak edenler için araştırmanın linki:

https://acikerisim.aksaray.edu.tr/xmlui/handle/20.500.12451/9294

⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️

7 – Egzersiz Sonrası Oksidasyon

Egzersiz esnasında daha fazla oksijen ihtiyacı oluşur ve sebeple daha fazla kan/oksijen akımı olur. Bu esnada serbest oksijen radikalleri meydana gelir ve oksidasyona sebep olur. Yapılan çalışmada hesperidinin bu serbest radikalleri engellediği görülmüş.

Merak edenler için araştırmanın linki:

https://pubmed.ncbi.nlm.nih.gov/35889917

⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️

8 – Diyabet, Hipertansiyon, Kolesterol, Trigliserit

Diyabet, Hipertansiyon, Kolesterol, Trigliserit ve benzeri metabolik hastalıklar üzerine yapılan hesperidin çalışmasında kontrol grubuna göre Hesperidin verilenlerde;

  • Açlık glikoz,
  • İnsülin,
  • Total kolesterol,
  • Trigliserit,
  • Düşük yoğunluklu lipoprotein kolesterol,
  • CRP
  • TNF-a düştüğü görülmüştür.

Merak edenler için araştırmanın linki:

https://pubmed.ncbi.nlm.nih.gov/31844967

⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️

SONUÇ

Sağlığı korunması ve tedavi amacı ile bitkiler yüzyıllardır hastalıkların tedavisinde kullanılır. Hesperidin narenciyelerin kabukları ile etli bölgeleri arasındaki beyaz kısımdan elde edilir. Bir de kurutulmuş nanede bulunur.

Tedavi amaçlı günlük 1000 mg kadar HESPERİDİN almak gerekir. Elbette bunu narenciye (Mandalin, limon vb gibi) almak mümkün değil. (1000 mg Hesperidin için 10 kg portakal kabuğu gerekli) bu sebeple saflaştırılmış kapsüller şeklinde bulunur.

Yukarıda verilmiş olan araştırma sonuçlarını değerlendirdiğimizde, Hesperidin vücudumuz için oldukça önemli. Kuru Nane, narenciye yanı sırra hekiminizin onayı ile ek destek almanızda fayda var.

Dr Mustafa KEBAT

Tetkik OSGB İş Sağlığı ve Eğitim Koordinatörü

Sınırlı Sorumluluk Beyanı:
Web sitemizin içeriği, ziyaretçiyi bilgilendirmeye yönelik hazırlanmıştır. Sitede yer alan bilgiler, hiçbir zaman bir hekim tedavisinin ya da konsültasyonunun yerini alamaz. Bu kaynaktan yola çıkarak, ilaç tedavisine başlanması ya da mevcut tedavinin değiştirilmesi kesinlikte tavsiye edilmez. Web sitemizin içeriği, asla kişisel teşhis ya da tedavi yönteminin seçimi için değerlendirilmemelidir. Sitede kanun içeriğine aykırı ilan ve reklam yapma kastı bulunmamaktadır.

Daha Fazla

HOMA-IR

HOMA-IR – ”Homeostatic Model Assessment” ”İnsülin Direncinin Homeostatik Modeli Değerlendirmesi”

İnsülin direnci, kas, yağ ve karaciğerdeki hücrelerin pankreas tarafından üretilen insüline iyi yanıt vermemesi sonucu bu hücrelerin kandan glikozu kolayca alamaması ve kan şekerini kontrolde tutamaması durumudur.

HOMA-IR vücuttaki insülin direncini ölçmek için kullanılır. Açlık glikoz ve açlık insülin seviyelerinden hesaplanır.

HOMA-IR = Açlık kan şekeri x Açlık insülin değeri ÷ 405

Yetişkinlerde normal açlık kan şekeri değeri 70 – 100 mg/dl

Yetişkinlerde normal açlık insülin değeri 2.0 – 24.9 uIU/mL

HOMA-IR (2.5 altı olmalı)

ÖRNEK:
Açlık glikoz 90 (70 – 100 mg/dl aralığında olduğu için normal diyoruz.)
Açlık insülin 15 ( 2.0 – 24.9 uIU/mL aralığında olduğu için normal diyoruz.)

İki değer de normal. Şimdi HOMA-IR yi hesaplayalım:

HOMA-IR = Açlık kan şekeri x Açlık insülin değeri ÷ 405

HOMA-IR = 90 × 15 ÷ 405

HOMA-IR = 1350 ÷ 405

HOMA-IR = 3,333

Dikkat edin. Kan şekeri 90 normal, İnsülin 15 normal olmasına rağmen HOMA-IR değeri 3,333

Eğer HOMA-IR 2.5 üzeri ise insülin direnciniz var demektir.

Genel olarak 5 yıldan fazla süren insülin direnci üç ana hastalığa yol açar.

  1. Diyabet
  2. Kalp hastalığı
  3. Hipertansiyon

İnsülin Direncinin En Sık 3 Belirtisi

  1. Bel bölgesinde yoğunlaşan kontrolsüz kilo alma
  2. Yorgunluk & bitkinlik & terleme atakları (hiperglisemi/hipoglisemi döngüsü)
  3. Sık sık yeme isteği, gece uykudan kalkıp atıştırıp geri yatma isteği

Kesin Tanı: Basit bir kan incelemesinde HOMA değerine baktıracaksınız.

Tedavi: Günde 100 gr’ın altında karbonhidrat tüketmeniz yeterli olacaktır.

Dr Mustafa KEBAT

Tetkik OSGB İş Sağlığı ve Eğitim Koordinatörü

Sınırlı Sorumluluk Beyanı:
Web sitemizin içeriği, ziyaretçiyi bilgilendirmeye yönelik hazırlanmıştır. Sitede yer alan bilgiler, hiçbir zaman bir hekim tedavisinin ya da konsültasyonunun yerini alamaz. Bu kaynaktan yola çıkarak, ilaç tedavisine başlanması ya da mevcut tedavinin değiştirilmesi kesinlikte tavsiye edilmez. Web sitemizin içeriği, asla kişisel teşhis ya da tedavi yönteminin seçimi için değerlendirilmemelidir. Sitede kanun içeriğine aykırı ilan ve reklam yapma kastı bulunmamaktadır.

Daha Fazla

Hangi vitamin hangisi ile kullanılmaz ?

⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️

DEMİR – KALSİYUM beraber alınmaz.

Kalsiyum demiri engeller.

Ayrıca gıdalardaki kalsiyum ve fitatlar da engeller.

Bu sebeple Demir ilacı / demir preparatları ile yemek arasında 4-5 saat olmalı. (Tercihen gece yatmadan aç alınmalı. Akşam 20.00 de son öğünden 4 saat sonra gece 24.00 de. Böylece sabaha kadar da yeme içme olmadığı için tam emilme olur.)

⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️

ÇİNKO-BAKIR beraber alınmaz.

Her ikiside aynı reseptöre bağlanır ve bakır baskın gelerek çinkoyu engeller.

Bakır aynı zamanda şampuanlarda çok kullanılan B5 (pantotenik asit) vitamini de engeller.

Maalesef sadece ikisinin bir arada olduğu tablet bile var. Alırken dikkat edin.

⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️

SELENYUM ve BAKIR bir arada kullanmaz.

Selenyum engellenir. C vitamini selenyum etkisini artırır..

⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️

MİDE İLAÇLARI ile Demir, Çinko, Magnezyum, B12 arasında 5 (beş) saat fark olmalı.

Bunların emilimi için mide asiti gerekli, eğer mide ilacı (PPI, ANTİ-ASİT, H2 antagonisti) kullanıyorsanız vücudunuzda bu vitamin ve mineraller eksilir.

⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️

METFORMİN ➖ B12 beraber alınmaz.

METFORMİN içeren Diyabet /obezite ilaçları B12 emilimini NET ENGELLER

Metformin Bağırsak duvarında (+,-) yönünü değiştirir ve B12 bağırsağa giremez.

METFORMİN kullanımından 8 saat sonra B12 kullanmak gerekir.

⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️

EUTHYROX – LEVITRON ve DEMİR beraber alınmaz.

Levotiroksin içeren hipertiroidi ilaçları ile DEMİR beraber kullanılmaz..

Ama bu kez Demir degil tiroit ilaçlarının emilimi engellenir

Sadece demir değil MİDE İLAÇLARI DA hipertiroidi ilaçlarını engeller.

⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️

ASPİRİNVitamin E, Omega-3, Vitamin K1 ile beraber kullanılmaz.

Vitamin E ve Omega-3 aspirin etkisini artırır, damarlarda sızıntıya neden olabilir. Aspirinle aralarında 7-8 saat fark olmalıdır.

Aspirin K1’in etkisini nötralize eder, K1 bir işe yaramaz, beraber kullanılmazlar.

⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️

E vitamini / Omega-3 ve K vitamini beraber alınmaz

E vitamini ve Omega-3 kanı sulandırırken K vitaminin pıhtılaştırma özelliğini engeller.

⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️

B12, D vitamini, B9, B6, C vitaminleri GECE ALINMAZ.

D vitamini melatonini engelleyerek uykusuzluk yapar. Diğerleri ise enerji metabolizmasına katılarak uykusuzluk yapar.

Yatma saati ile D vitamini arasında 12, diğerleri ile 5 saat fark olmalıdır.

Dr Mustafa KEBAT

Tetkik OSGB İş Sağlığı ve Eğitim Koordinatörü

Sınırlı Sorumluluk Beyanı:
Web sitemizin içeriği, ziyaretçiyi bilgilendirmeye yönelik hazırlanmıştır. Sitede yer alan bilgiler, hiçbir zaman bir hekim tedavisinin ya da konsültasyonunun yerini alamaz. Bu kaynaktan yola çıkarak, ilaç tedavisine başlanması ya da mevcut tedavinin değiştirilmesi kesinlikte tavsiye edilmez. Web sitemizin içeriği, asla kişisel teşhis ya da tedavi yönteminin seçimi için değerlendirilmemelidir. Sitede kanun içeriğine aykırı ilan ve reklam yapma kastı bulunmamaktadır.

Daha Fazla

Ne zaman diyet yapsam ….. oluyor! Ne yapmalıyım?

Bazı kişilerde duyarsınız ne zaman diyet yapsam

  • Şişkinlik, Gaz
  • İshal, karın ağrısı
  • Berrak düşünememe
  • Baş dönmesi
  • Halsizlik
  • Odaklanma sorunu
  • Cilt sorunları
  • Ağız kokusu vb gibi şikayetlerim oluyor derler…

Peki bu durum neden oluyor biliyor musunuz?

Bilmiyorsanız okumaya devam edin…

DİE-OFF SENDROMU

Die-off Sendromu: Mikrobiyotada bulunan bazı maya ya da bakterilerin ölürken dışarı saldığı toksinler ve proteinlere karşı vücudumuzun ortaya çıkardığı reaksiyondur.

Burada mekanizmayı ayrıntılandıralım:

⭐️ Bağırsaklarımızda trilyonlarca bakteri bulunur. Bunun çoğunluğu kalın bağırsaktadır.Kalın bağırsaktaki bu bakterileri aldığımız gıdalarla biz besleriz.Bu bakterilerin bazıları bizim için vitaminler, yağ asitleri vs üretir. Aramızda Kazan = Kazan (Simbiozis) ilişkisi var.

Lakin dünyanın gerçeği iyilerin olduğu her yerde kötüler de var. Dünyanın varoluşundan beri süregelen iyilerle kötülerin savaşı barsaklarda olmaması mümkün mü? Tabi ki barsaklarda da savaş var.

Biz iyileri beslerken tabi ki kötüler de nasibini alıp besleniyorlar. Bunlar beslenirken, örneğin brokoli salatası yediniz parçalayıp sindirirken kalın barsakta bakteriler vasıtası ile belirli gazlar çıkar (Metan, hidrojen). Bu gazları barsaklarımızdan doğal yollarla atarız. Buraya kadar sorun yok.

Örneğin: İnce bağırsağın ilk kısımlarında 1 mililitre sıvı içinde 10(10.000) den daha az bakteri bulunurken kalın bağırsakta ise mililitrede 10‘den (1.000.000.000) daha fazla bakteri yaşar.

İnce bağırsak florasındaki bakteriler gıdaların sindiriminde ve besin maddelerinin emiliminde önemli bir bir rol oynarlar. Ayrıca kısa zincirli yağ asidi sentezi, folat, B12 ve K2 vitamini gibi vitaminlerin sentezini de flora bakterileri yaparlar.  

Peki olurda bu bakteriler kalın bağırsaktan ince bağırsağa geçerse neler olur?

⭐️ İşte o zaman mideden gelen brokoliyi daha kalın bağırsağa geçmeden ince bağırsakta sindiriverir. O zaman gazlar ince bağırsakta oluşur ve karında şişkinlik, gaz olur. Yemekten 45 dakika sonra davul gibi şişeriz. Az da yesek fark etmez sonuç karında şişkinlik.

Kalından ince bağırsağa bakteri geçişine SİBO denir.

SIBO – ”Small Intestinal Bacterial Overgrowth” ”“İnce Bağırsakta Aşırı Bakteri Üremesi” : ince bağırsakta aşırı bakteri üremesi ile karakterize, malabsorbsiyon ve bağırsak geçirgenliği gibi birden fazla semptom ve komplikasyona yol açan bir durumdur.

SİBO Nasıl Meydana Gelir

1-İnce bağırsağın pH seviyesinin dengesi (Midenin asit salgısı, safra kesesi ve pankreasın alkali salgıları) koruyucu rol oynarken pH seviyesin değiştiren en önemli faktör mide asidinin azalmasıdır. (Mide koruyucu olarak bilinen PPİ lerinin kullanımı vb gibi) SİBO oluşumuna neden olur.

2-Bağırsağın boşalmasını ve süpürülerek temizlenmesini sağlayan “göç edici motor kompleks” (MMC) hareketlerinin yapılamaması. Açlık dönemlerindeki bağırsak hareketleri sindirim için değil, mide ve ince bağırsakların “temizliği” içindir. Az az ye sık sık ye ve benzeri teşviklerle sindirim sisteminin dinlenememesi temizlenememesine yol açar. SİBO oluşumuna neden olur.

3-İnce bağırsak ile kalın bağırsak arasında yer alan ve kalın bağırsak içeriğinin ince bağırsağa doğru geriye kaçışını engelleyen ileo-çekal kapağın görevini yapamaması. Kalın bağırsak basıncının normalden fazla artışı ve/veya“göç edici motor kompleks” veya kısaca MMC (Migrating Motor Complex) adı verilen periyodik bağırsak hareketlerinin sayısının azalması ile kalın barsaktan ince bağırsağa geri kaçış olur. (Yeteri kadar sindirilemeyen karbonhidratlar ve proteinler kalın bağırsağa geldiğinde bu gıdalarda kokuşma ortaya çıkar ve geri kaçışa sebebiyet verir. Bu duruma karbonhidrat ve proteinin öğün içinde birlikte alınması, sık beslenme ile hazım süreci bitmeden gelen yeni besinler, midede sindirimi yavaşlatan ilaçlar vb gibi sebep olur.) SİBO oluşumuna neden olur.

4-İmmün mekanizmanın (Bağırsak mukozası hücreleri tarafından salgılanan ve patojenik bakterileri engelleyen bağışıklık hücrelerinden zengin müsin salgısı) yeetersizliği. Otoimmun hastalıkların birçoğunda ve immünsupressif (bağışıklık sistemini baskılayan) ilaçlar ile meydana gelir. SİBO oluşumuna neden olur.

5-Pankreas ve safra salgılarının bakteri üremesini durdurucu (bakteriyostatik) özellikleri yeterli olmadığında. Hastalıklar veya ilaçlar ile bu salgıların veya içeriklerinin etkinliklerinin azalması SİBO oluşumuna neden olur.

Dönelim diyete bağlı gelişen durumlara:

⭐️Her canlı gibi bakteriler de ölümü tadacaktır.

⭐️Bağırsağımızdaki bakteriler de ölür ve sonucunda proteinler, toksinler bağırsağa dağılır ortam asidik halle gelir. Gaz artışı olur. Önce şişkinlik ardından ishal meydana gelir.

⭐️Bu süreçte bağırsak duvarı geçirgenliği artar ve yayılan toksinler bağırsak duvarından geçerek kana karışır.

⭐️Bu sırada vücudun bu bölgedeki ilk savunma hattı bağırsak duvarında bekçlik yapan bağışıklık hücreleri toksinlere saldırır.

⭐️Bu sürece inflamasyon denir. (Enfeksiyon değil) İnflamasyonun başlaması ile kana geçen toksinlerin peşine düşerler.

⭐️Damar duvarları (endotel) hasar görür. Bunların bazıları kan beyin bariyerini geçer ve nörolojik sorunlar meydana gelir.

⭐️Toksinler en çok Karaciğere gelir. Süper antioksidan GLUTATYON bunları yok etmeye başlar. Ardından safra ile bağlanarak atılmaya çalışılır. Lakin GLUTATYON yetmez.

⭐️Tiroit bezleri ve Tiroit peroksidaz etkilenir, cilt bariyeri etkilenir, sinirler etkilenir, hasar alır.

⭐️⭐️ İşte tüm bunlara DİE-OFF SENDROMU denir.

Gelelim diyetimize… haftası dolmadan başlayan bu şikayetlerle diyet bırakırız.

Sağlıklı olmak sağlıklı kalmak aslı amaç olmalı. Bu sebeple her ne maksatla olursa olsun sert, keskin an kilo verme hevesleri ile diyet YAPILMAMALI.

Gluten aniden kesilebilir. Histaminli gıdalar aniden kesilebilir. Lakin karbonhidratı kademeli olarak kesmelisiniz. Aksi halde çarpılırsınız.

Kısa süreli başarı elde ettiğinizi düşünseniz de arka planda vücudunuza özellikle sindirim sisteminize ciddi zarar verirsiniz.

⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️

DİE-OFF ya da başka bir sebeple toksin geçişi olmuşsa ne yapacağız? Toksinleri nasıl engelleyeceğiz?

Örneğin leblebi misali içilen Antibiyotik ve antifungal ilaçlarda bağırsakta bakteri ve mantarları öldürür. (HerxHimer sendromu)

Die-off ya da HerxHimer sendromu: Candida, Ülseratif kolit ve Pan kolit, Crohn, SİBO, Haşimato, Diyabet, Aşırı stresli bir yapı, Gastrit gibi hastalıklarda AŞIRI GEÇİRGEN BAĞIRSAK oluşur.

Sıklıkla kadınların hekim kontrolünde veya kontrolsüz olarak uygulanan Candida tedavisinde de DİE-OFF oluşur.

Biraz da toksinleri temizleyip bağırsak florasının normale dönmesi için ne yapacağız bakalım.

(Aşağıda yer alan bilgiler genel olup hekiminize danışmadan asla kullanmamalısınız)

⭐️⭐️⭐️⭐️ SIVI BENTONİT KİL

Bağırsak ortamında oluşan toksinleri ve bazı ağır metalleri kana geçmeden bağlayıp atar.

Günlük 2 yemek kaşığı kullanmak yeterlidir.

⭐️⭐️⭐️⭐️ HESPERİDİN ve BENFOTİAMİN

Kana geçen toksinlerin endotel hücrelere, sinirlere ve nöronlara zarar vermemesi için Hesperidin (1000 mg /gün) ve Benfotiamin (300 mg /gün)

⭐️⭐️⭐️⭐️ GLUTATYON ve RESVERETROL

Karaciger, böbrek, mitokondri oksidayonunu ve cilt hasarını önlemek için Glutatyon (1000 mg / gün), Resveratrol (600-700 mg / gün)

⭐️⭐️⭐️⭐️ Omega-3 DHA ve EPA formu

Eritrosit dahil hücre zarlarının oksidayonunu önlemek için Omega-3 ( 2000 mg /gün)

⭐️⭐️⭐️⭐️ B12 VİTAMİNİ

Bağırsaklarda ilk emilim sorunu B12 de sonra Demir, Çinko, Magnezyum ve B9 da olur. Diğerleri bir nebze daha emilir fakat B12’nin negatif iyon yükü sebebi ile emilimi direkt kesilir, bunu almak gerek.

⭐️⭐️⭐️⭐️ SU İÇMEK

Kilo ÷ 30 = su/L (7 yaş üzeri için)

Örneğin 70 kg birey için 75 ÷30 = 2.3 Litre su tüketimi şart. Toksinlerin hızlı atılımı için su önemlidir. Fakat suyu 4-5 litre günlük tüketim şeklinde abartmamak gerekir, sodyumu düşürür, elektrolit eksikliği oluşur ve zarar verir.

⭐️⭐️⭐️⭐️ DÜŞÜK EFOR

6-7 gün kadar yüksek efor sarfetmemek, mümkün oldukça dinlenmek önemlidir.

⭐️⭐️⭐️⭐️ BESLENME

Yüksek lifli besinler, yüksek şekerli besinler, baharatlı gıdalar ve süt ürünlerini bir süre tüketmemek gerekli.

Dr Mustafa KEBAT

Tetkik OSGB İş Sağlığı ve Eğitim Koordinatörü

Sınırlı Sorumluluk Beyanı:
Web sitemizin içeriği, ziyaretçiyi bilgilendirmeye yönelik hazırlanmıştır. Sitede yer alan bilgiler, hiçbir zaman bir hekim tedavisinin ya da konsültasyonunun yerini alamaz. Bu kaynaktan yola çıkarak, ilaç tedavisine başlanması ya da mevcut tedavinin değiştirilmesi kesinlikte tavsiye edilmez. Web sitemizin içeriği, asla kişisel teşhis ya da tedavi yönteminin seçimi için değerlendirilmemelidir. Sitede kanun içeriğine aykırı ilan ve reklam yapma kastı bulunmamaktadır.

Daha Fazla

KOŞMAK MI?…TEMPOLU YÜRÜMEK Mİ?

Cevabı baştan vereyim: Tabi ki tempolu yürümek.

Gelelim nedenine..

Anlaşılabilmesi için ”HÜCRE HASARI” nedir onu hatırlayalım.

Hücre hasarının en büyük nedenlerinden biri “İSKEMİ” dir.

İskemi; sıklıkla belirli bir dokudaki kan akışının zayıflaması veya tamamen kesilmesi sonucu dokunun başta oksijen olmak üzere hayati önem taşıyan moleküllere erişiminin engellenmesine bağlı olarak gelişen doku hasarına verilen isimdir.

İskemi ile birlikte;

  • Oksijen
  • Vitamin
  • Mineral
  • Glikoz
  • Aminoasit
  • Yağ asiti vs geçişinin azalıp dokuların beslenmemesidir.

Sistemimiz Nasıl Çalışıyor?

Hücrede Sodyum-potasyum pompası bulunur. Bu pompa 3 tane sodyumu dışarıya atar, 2 potasyum içeriye alır. AMA Bunları yapabilmek için enerji harcar. Yani ATP gerekir..

ATP (enerji) oluşması için ise mitokondriye OKSİJEN gerekir.

🏃‍♀️🏃🏃‍♂️🏃‍♀️🏃🏃‍♂️🏃‍♀️🏃🏃‍♂️🏃‍♀️🏃🏃‍♂️🏃‍♀️🏃🏃‍♂️🏃‍♀️🏃🏃‍♂️🏃‍♀️🏃🏃‍♂️🏃‍♀️🏃🏃‍♂️🏃‍♀️🏃🏃‍♂️🏃‍♀️🏃🏃‍♂️🏃‍♀️🏃🏃‍♂️🏃‍♀️🏃🏃‍♂️🏃‍♀️🏃🏃‍♂️ Koşuyoruz…

Koşarken daha çok enerji lazım. Enerjiyi üreten mitokondri olduğu için enerji santrali mitokondriye daha çok oksijen lazım

Bu durumda oksijeni daha çok alabilmek için solunum sayısı hızlanıyor. Oksijen yetmedikçe daha hızlı nefes alıyoruz. Kısa ve derin olmayan solunumlar başlıyor, Oksijen yetmedikçe Sodyum / potasyum pompası çalışmamaya başlıyor.

Hani 3 sodyum (NA) dışarı atıyordu ya pompa, oksijen yetersiliğinde sodyum (NA) dışarı atamıyor. Sodyum hücrede kalıyor. Bu durumda ne olacak?

Düşünün Sodyum ne yapar? Su tutar. su çeker.

Suyu hücre içine çekiyor.

Koşarken hem terleme hem suyun hücreye çekilmesi olduğunda SUSARIZ.

Su hücre içini şişirmeye başlar. Eyvah ki eyvah. Bu duruma HIDROPİK DEJENERASYON denir.

Hücre şişince içerde miyelin figür denilen fosfolipid yağ parçaları kopmaya başlar. (Bu süreçte halen hücre çeperi saglamdır)

Hücre şiştiği için hücre üzerindeki MİKROVİLLÜSLERDE ve RESEPTÖRLERDE kayıplar olur.

İnsülin reseptörü, D3, Magnezyum, çinko, B12 vb gibi hepsinin reseptörü var.

Hücre kendini kurtarmaya çalışır..

Oksijen olsa oksijenli solunum yapacaktık ama Oksijen yetersiz.

Oksijensiz solunuma yönelir.

Oksijensiz solunumla sadece 2 ATP elde etmek için glikozu yıkmaya başlar.

Oksijensiz solunumda son ürün. LAKTİK ASİT. (Kaslar taş gibi olur, ağrır. Ağır egzersiz sonrası oluşan ağrı)

Adı üstünde laktik ASİT. Hücre pH seviyesi düşer, asidik olur.

Hücre içinde protein üreten bir organel var. RİBOZOM. Bunlar protein üretemez hale gelir.

Protein üretilmeyince yağlar işaretlenip hücre dışına atılamaz. Kötü, çok kötü. Lipid birikimi var. Bu birikim en çok KARACİĞER ve KALP’te olur.

Buraya kadar olanlar. Eğer kısa süreli olursa, oksijen geri gelirse, oksijensiz halde zorlamazsak, geri döndürülebilir.

Diyelimki oksijensizlik devam ediyor.(IRREVERSIBLE) geri döndürülemez hücre hasarı.

İlk bulgu hücre membranı, bütünlüğü bozulur ve duvar çatlar.

İçeriye bol miktarda KALSİYUM girer ve enzimler aktifleşir ve yıkıma başlar. VE HÜCRE ÖLÜR

İLLE DE KOŞACAĞIM DİYORSANIZ

Nefes nefese kalmayın sakın.

Dikkat ederseniz en önemli konu hipoksi. Lakin damarın daralması/bozulması da bir hipoksi nedenidir.

Her yerde parmaktan ölçüm cihazları var. Hatta telefonlarla ble ölçülüyor. Satürasyonum 97 iyiyim diyemezsiniz. Çünkü arka plan var.

Diyelim kılcal damarlarınızda ENDOTEL HASAR var. Ve birçok organı besliyor o kılcallar.

İlk aklımıza gelen organın adı KALP olmalı.

Kalpte dokulara oksijen gitmiyor. Oksimetre isterse 100 göstersin. Kalpteki kılca damarlarıın durumunu GÖSTERMEZ.

Sonra genç kalp krizi geçirdi…!! Çünkü o kadar zorladı ki kendini

DEMİR ya da B12, B9 eksikliğine bağlı ANEMİ.

Özellikle demir eksikliğine bağlı anemide; Eritrosit içerisindeki Hemoglobin yetmiyor ve OKSİJEN TAŞIYAMIYOR. Görüldüğü gibi ANEMİ de önemli.

TRİGLİSERİT – LDL-a

Bunlar damarların içini tıkar. Oksijen yine geçmez. Ve bunların tıkama sebebi ise tükettiğimiz yağlar değil AĞIR KARBONHİDRATLAR

Bu oksijen yetersizliği endotel hasarları sebebi ile BEYINDE de olur ve beyin sisi dahil nörolojik semptomlar oluşur.

Daha Fazla

Vardiyalı Çalışma, Uyku ve Biyolojik Saat Yönetimi

Vardiyalı Çalışma Uyumsuzluğu
Çalışanların en ideal şekilde dinlenmesi, vücudunun vardiyalı çalışmaya uymasının yanı sıra, iş performansından ve iş güvenliğinden ödün vermeden zorlu çalışma koşullarına uzun süreli dayanma yeteneğini önemli ölçüde arttırır.

Vardiyalı çalışmaya uyumsuzluk, çalışanın vücudunun işleyişinin uyku ve çalışma döngülerindeki hızlı değişime adapte olamamasından kaynaklanır.

Çalışanın gece veya gündüz çalışmasına uyum sağlaması için, biyolojik saatinin düzenlediği vücut işleyişi ve zihinsel aktiviteleri ayarlaması gerekir.

Biyolojik saat, çalışanın uyku ve uyanıklık döngülerini, günlük enerji ve zihinsel kaynakların mevcudiyetini düzenleyen sinir sistemini ve hormanal sistemini yöneten mekanizmadır.

Çalışanların vardiyalı çalışma programlarına uyumsuzluğu ve uyku eksikliği sonucunda;

  • Enerjisinde düşme
  • Dayanıklılığının azalması
  • Görev saatleri sırasında performansında düşüş
  • Motivasyonun eksilme
  • İş arkadaşlarıyla iletişiminin azalması ve belirsizliği
  • Ayrıntılara dikkatinin azalması
  • İlgisizlik
  • İçe kapanıklık
  • Depresyon
  • Güven duygusunun azalması

Vardiyalı çalışma uyumsuzluğuna maruz kalan çalışanlarda, kardiyovasküler hastalık, gastrointestinal bozukluklar ve uyku bozuklukları gibi diğer sağlık sorunları belgelenmiştir

Düzenli ve yeterli olmayan uyku ve gün ışığına maruz kalma güven duygusunu azaltır.

Sabah uyanmaya ve gün ışığını görmeye alışkın çalışan (örneğin, 07:00’de) gündüz görev saatlerinde çalışmaya ve gece saatlerinde uyumaya adapte olmuştur. Biyolojik saatleri gün odaklıdır; yani normal iş günü ve akşam saatlerinde enerji ve zihinsel kaynaklar sağlamak üzere ayarlanmıştır.

Gün boyunca iki uyanıklık ve enerji kullanılabilirliği zirvesi gerçekleşecektir: biri sabah, biri akşamın erken saatlerinde. Gün odaklı personel normalde uyandıktan hemen sonra, tekrar öğleden sonra ve tekrar akşamın geç saatlerinde enerji ve uyanıklıkta azalmalar yaşayacaktır. Personel her gün yedi ila sekiz saat boyunca kaliteli uyku (sessiz ve karanlık ortamlarda kesintisiz uyku) uyursa enerjisini kullanılabilirliği alışkanlığı tutarlı bir şekilde korunacaktır.

Ancak uyku süresi günde altı saatten daha aza düşerse veya parlak ışıklar, gürültü veya hareket tarafından sık sık kesintiye uğrarsa, günlük bir uyku borcu birikmeye başlayacaktır. Bu uyku borcu ile çalışanda ilk olarak şunların bozulması görülecektir.

  • Uyanıklık
  • Karar verme yeteneği
  • Mantıksal yetenek gerektiren zihinsel işlevlerin performansı

Bir haftalık çalışma dönemimde devam eden uyku borcu, gündüzleri artan uykululuk ve zihinsel ve psikomotor performansının bozulmasıyla sonuçlanacaktır. Ve performans azaldıkça güvensizlik hissiyatı da artacaktır.

Uyku süresi yanısıra, vücudun biyolojik saatinin istikrarı da hem uyanıklığı hem de performansı doğrudan etkiler.

Biyolojik saatin günlük ayarında sık sık yaşanan kesintiler uyanıklık ve performansın bozulmasına neden olur. Örneğin, Pazartesi, Çarşamba ve Cuma günleri 07:00’de uyanmayı gerektiren ancak Salı, Perşembe ve Cumartesi günleri 03:30’da uyanmayı gerektiren bir nöbet programıyla çalışmak.

Uyanma saatlerinin 03.30’da olması gereken günlerde, saat gün ışığına normalden daha erken (yaklaşık 05.00’te) maruz kalacak ve bu da uyanma ve yatma saatlerinin öne alınmasına neden olacaktır.

Buna karşılık, biyolojik saatin sabahın erken saatlerindeki gün ışığı dozunu almadığı günlerde, yatma ve uyanma saatlerinin daha geç bir saate kaymasına izin verilir. Vücut saatindeki bu ilerleme günde yaklaşık yarım ila bir saat olabilir.

Vücudun zamanlama mekanizmasındaki bu değişiklikler, çekirdek vücut sıcaklığı (genellikle gün ışığı saatlerinde yüksek ve gece saatlerinde düşük) ve hormon ve nörotransmitter üretimi ve salınımı gibi diğer fizyolojik ritimlerin günlük zirve ve çukurlarının hizalanmasını etkiler.

Genel olarak, biyolojik saatin daha erken uyanma saatleri nedeniyle gün ışığına maruziyette iki saat ilerleme gibi yeni bir rejime yeniden uyum sağlaması yaklaşık üç gün sürer. Bu yeniden ayarlama, yeni uyku/uyanma programı günden güne tutarlıysa gerçekleşir. Ancak, girdiler tutarsızsa, saatin zamanlaması, kontrolündeki fizyolojik ritimlerin artık öngörülebilir bir desende ifade edilmeyeceği şekilde düzensiz hale gelebilir. Çalışanlarda etkileri şu şekilde sonuçlanır:

  • Uyku hali
  • Uykusuzluk
  • Zihinsel ve motor görevlerde performans bozulması

Çalışan gece vardiyasında çalıştığında ve vardiyanın sonunda gün ışığına maruz kalmayı kontrol etmediğinde biyolojik saate tutarsızlık sık görülür.

Örneğin, gece boyunca altı saatlik bir nöbet (örneğin, 24:00’te başlayarak), ardından altı saatlik izin (06:0012:00’den itibaren) ve ardından yaklaşık 12:00’de başlayan altı saatlik bir nöbet öngören bir nöbet programı jet lag benzeri semptomlara neden olabilir. Bu özel çalışma programında, personel (örneğin, mühendislik) normal ışık altında veya loş ışıklı ortamlarda (örneğin, gece gemide) çalışıyorsa, gün doğumundan sonra gün ışığına maruz kalmak biyolojik saati gündüz yönüne ayarlayacaktır. Gündüz yönünde, biyolojik saat beyni ve enerji döngülerini gece boyunca çalışmaya değil, uykuya yatkın hale getirir. Yorgunluk kaynaklı performans bozulması gece saatlerinde meydana gelecektir.

Vardiyalı çalışma uyumsuzluğunun önlenmesi

En iyi ihtimalle, uyku, biyolojik saatin iç saatine göre ayarlanan bir saatte gerçekleşmelidir. Bu saat sistemi uykuya dalma ve uyanma saatlerini düzenler.

Evrimsel baskılar ve fizyolojik özellikler nedeniyle, insan vücudu gün ışığında çalışmaya ve gece saatlerinde uyumaya yatkındır. Vücudun saat sistemi, yerel gün doğumu ve gün batımı ve gün ışığı süresiyle senkronize bir uyku programı sürdürür.

Enerji döngüleri, gün boyunca yüksek ve düşük uyanıklık seviyelerinin deneyimini düzenler. Uyanıklık sabahın ortasında zirveye ulaşır, öğleden sonra saatlerinde düşer, akşamın erken saatlerinde tekrar zirveye ulaşır ve gecenin erken saatlerinde azalmaya başlar ve gecenin ortasında günlük düşük seviyelere ulaşır.

Bu zirvelerin ve vadilerin tam zamanları, biyolojik saat sistemine gelen belirli girdilere bağlıdır; yani uyanma saatleri, yatma saatleri, yemek saatleri ve daha da önemlisi gün ışığına maruz kalma süresi (veya yapay ışığa maruz kalma).

Günlük tutarlılığı kolaylaştıran düzenli çalışma programlarına maruz kalan çalışan, iyi senkronize edilmiş bir biyolojik saatin faydalarından yararlanacaktır.

Bu faydalar arasında düzenli enerji geri kazanım döngüleri ve öngörülebilir uyanıklık zirveleri ve çukurları bulunur. Buna karşılık, gündüzden geceye sık sık geçişler gerektiren çalışma programları enerji geri kazanım süreçlerini bozmaya ve dolayısıyla dayanıklılığı düşürmeye eğilimlidir.

Biyolojik saati ayarlamak, belirli bir gün ışığı (veya yapay ışık) maruziyeti programı uygulamayı ve tutarlı bir uyku programı sürdürmeyi gerektirir. Gece çalışması sırasında dayanıklılık bozulmasını en aza indirmenin bir yolu, biyolojik saatin senkronizasyonunu gündüzden geceye yönlendirmeyi tersine çevirmektir. Saatin zamanlamasının enerji kaynaklarını gece boyunca zirveye sıfırlaması için, çalışma gün ışığının etkilerini taklit eden parlak ışıklar (yaklaşık 1000 lüks veya daha fazla) altında yapılmalıdır. Uyku karanlık ve gürültüsüz bir ortamda gerçekleşmelidir. Gün ışığına (veya parlak ışığa) maruz kalma sürelerinin kontrol edilememesi, dayanıklılık bozulmasına önemli ölçüde katkıda bulunur.

Parlak, yapay ışık kullanımı çalışma ortamıyla uyumlu değilse (örneğin, bir kesicinin köprüsünde veya geceleri bir helikopterin kokpitinde), biyolojik saati gece yönüne kaydırmak için belirli bir ışık ve uyku yönetimi programı tasarlanabilir. Işık maruziyeti programlarıyla denemeler yapmak, istemeden kronik dayanıklılık bozulmasına ve jet lag benzeri semptomlara neden olabileceğinden, sirkadiyen ritimler ve uyku yönetimi alanlarında çalışan profesyonellerin bu ışık ve uyku yönetimi programlarını geliştirmeleri önerilir.

Bozulan uykunun (yedi ila sekiz saatten az) biyolojik saat düzensizliğiyle birleşmesinin sinerjik etkileri, dayanıklılık bozulmasına, jet lag benzeri semptomlara ve sinirlilik, depresyon ve hatta psikoz gibi psikolojik uyumsuzluk semptomlarının şiddetlenmesine yol açabilir. Bu durumla ilişkili diğer fizyolojik semptomlar arasında kardiyovasküler hastalık ve gastrointestinal bozukluklar bulunur.

Sınırlı Sorumluluk Beyanı:
Web sitemizin içeriği, ziyaretçiyi bilgilendirmeye yönelik hazırlanmıştır. Sitede yer alan bilgiler, hiçbir zaman bir hekim tedavisinin ya da konsültasyonunun yerini alamaz. Bu kaynaktan yola çıkarak, ilaç tedavisine başlanması ya da mevcut tedavinin değiştirilmesi kesinlikte tavsiye edilmez. Web sitemizin içeriği, asla kişisel teşhis ya da tedavi yönteminin seçimi için değerlendirilmemelidir. Sitede kanun içeriğine aykırı ilan ve reklam yapma kastı bulunmamaktadır.

Daha Fazla

KOLAJEN

Yunanca’da “kolla” kelimesinden gelmektedir. Tutkal anlamına gelen bu kelime gibi kolajenler dokuların bir arada tutulması için tutkal görevi görür.

Memelilerde ve dolayısı ile vücudumuzda en çok bulunan proteindir. Şimdiye kadar tespit edilen 28 farklı kolajen tipi vardır. Deri, Kemik, Tendon, Damarlar, Göz, Diş, Saç, Tırnak gibi bir çok doku ve organda bulunur. Kemik yapımında oldukça önemlidir.

İnsan 18-20 yaş sonrası her yıl %2 civarında kolajen kaybeder.

Kadınlarda menopoz sonrası kayıp %17 civarına çıkar ve cilt sarkmaya başlar.

Bitkisel kolajen olmaz. (Kanmayın. Bitkilerde kolajen olmaz) Sadece bitkiler vasıtası ile aldıklarımız kolajen sentezini destekleyebilir.

Sırası ile Balık, Tavşan, Tavuk, Sığır etlerinden alınan aminoasitler ile en iyi kolajen elde edilir.

Her yerde duyduğunuz farklı amaçlarla üretilmiş birçok ürün çeşidi de olan bu protein yapıyı Haydi şimdi birlikte yapalım..

İlk olarak ana malzemeleri alalım bunlar Glisin, Prolin ve Hidroksiprolin aminoasitleridir. Bu 3 aminoasidin herbirini de iplik gibi düşünün. Bu 3 ipliği elimizde birleştirelim sonra da yine elimizde C VİTAMİNİ de kullanarak sola doğru bükelim. Elde ettiğimize PROKOLOJEN denir. Yani…

Kolajen üretiminin ilk safhası olan prokolojen oluşumunda C vitamini önemlidir. C vitamini eksikse kolajen yapımı da azalır.

Burada hemen kolajen takviyelerine bakalım: Takviyelerde Glisin, Prolin ve Hidroksiprolin aminoasitleri var. Kolajeni hazmetmek (sindirim sisteminde parçalamak ve kan dolaşımına geçirmek) zordur. O sebeple kapsül ve tabletler bu üç aminoasidi içerir.

Kemik suyunun yararı çok olsa da kolajen içeriğinin sindirimi düşük olduğu için kolajen açısından yararı maalesef düşüktür.

Kolajen yapımına devam edelim.

En son üç aminoasidi sola bükerken C vitamini de kullanmış ve prokolajen yapmıştık. Şimdi bu üçlü demetlerden 15 (on beş) tanesini yan yana koyup ÇİNKO ve MAGNEZYUM desteği ile bu sefer de sağa doğru bükelim. İşte size KOLAJEN elde ettik.

Yani bu safhada da ÇİNKO ve MAGNEZYUM eksik ise kolajen üretimi azalır.

Kolajen ürettik. Siz rahatladınız hemen de lakin iş öyle değil.

Kolajen elde ettik de sola büktük sağa büktük ya bunlar çözülüverirse. Bir şeyler yapmak lazım. (Endüstride bu durumlarda reçine kullanılır da vücudumuza uygun değil) İşte burada glukoz (Bildiğiniz şeker) devreye giriyor. Eliniz şekerlenince yapış yapış olur ya aynen kolajen lifinin üzerine sıvanınca ipler çözülemiyor. (Şeker çok da zararlı değilmiş demeyin her gıdadan alıyoruz abartmayın sakın)

İşimiz bitti mi? Tabi ki haaayırrr..

Yaptığımız kolajenin elastikiyetini vermedik. Eeee gerdirmedik de.. İşimiz var

Gerdirmek için bize kanca lazım. Kancayı da kilitlemek gerek. Kanca da kilit de vücudumuz içindeki enzimatik sistemler lakin o sistemlerin çalışması için de VİTAMİN A, SELENYUM ve VİTAMİN E gerekli.

EK BİLGİ: Aslında BAKIR da olması gerekli lakin dozajının ayarı çok bilinmeyenli denklem gibi.. O sebeple bilin fakat hekiminiz kontrolü olmadan asla kullanmayın.

Kolajen Tipleri

  • Tip I Kolajen: Vücuttaki en yaygın kolajen türü olan Tip 1 kolajen, cilt, kemikler, tendonlar, deri ve dişler gibi yapıların temel bileşeninde yer alır. Ayrıca saçların güçlü ve elastik olmasında da önemli bir rol oynar. Tip I kolajen, üçlü sarmal yapıya sahip olan alfa zincirlerden oluşur.
  • Tip II Kolajen: Kıkırdak dokusunun ana bileşeni olan Tip 2 kolajen, eklem sağlığı için önemlidir ve eklem kıkırdağının esnekliğini ve dayanıklılığını sağlar. Tip 2 kolajen, tip 1’den farklı olarak sadece alfa zincirlerden oluşur.
  • Tip III Kolajen: Cilt, kan damarları, iç organlar ve bağ dokusunda bulunur. Bağ dokusunun yapısal destekleyicisidir ve tip 1 kolajen ile birlikte çalışarak dokuların dayanıklılığını sağlar.
  • Tip IV Kolajen: Bazal lamina adı verilen ince bir tabakada bulunan bir kolajen türüdür. Bazal lamina tabakası, hücreleri destekler ve organların ve dokuların yüzeyini kaplar. Özellikle böbrekler, akciğerler ve kan damarları gibi filtrasyon görevi olan organlarda bulunur.
  • Tip V Kolajen: Kornealarda ve bazı cilt ve saç katmanlarında bulunan bir kolajen türüdür.

Türkiye’ de ve avrupada genellikle Tip – 1, Tip – 2, Tip – 3 formları mevcut.

Amerika ve Japonyada ise Tip – 5 ve Tip – 10 formları ağırlıktadır.

Gelelim şimdilik 28 farklı tipi olan kolajenin hangi tipini hangi durumda kullanmalısınız?

Kolajenin deriden emilimi zayıftır. Kremleri, serumları bol miktarda satışta. %2.5’tan fazla emilmeyecek bir ürüne değer mi? En doğru karar tabi ki sizin. Alacaksanız da içeriklerinde C, E, A vitamini olmasına dikkat edin.

Tabletlerinde aminoasit içeriği yüksek oranda emilir. C vitamini, Çinko, Magnezyum, Vitamin A, Bakır, Vitamin E, Selenyum, miktarı vücutta yeterli ise Kolajen yapımı da en doğru şekilde gerçekleşir.

Peki yeme içme ile kolajen yapımı için yeterli aminoasit alamama durumunda hekiminize danışarak aşağıdaki dozları alabilirsiniz;

Cildiniz için (Tip-1, Tip-3, Tip-10 un bir arada bulunması daha etkilidir.) kullanmak istiyorsanız:

Sabah – Akşam Günlük Toplam 1000 – 2000 mg kullanabilirsiniz.

Ciltteki etkisi kişiye bağlı olmakla birlikte 6 – 10 Haftada kendisini gösterir.

Eklem Ağrısı – Kemik Erimesi için (Tip-1, Tip-2 ve Tip-5 daha etkilidir.) kullanmak istiyorsanız:

Sabah – Akşam Günlük Toplam 4000 mg kullanabilirsiniz.

Etkisini 4. haftadan itibaren gösterir.

Kas Gelişimi için (Tip-1, Tip-2 ve Tip-5 daha etkilidir.) kullanmak istiyorsanız::

Sabah – Akşam Günlük Toplam 10.000 mg kullanabilirsiniz.

Etkisini 10. haftadan itibaren gösterir.

Yara İyileşmesi için (Tip-1, Tip-2 ve Tip-5 daha etkilidir.) kullanmak istiyorsanız:

Sabah – Akşam Günlük Toplam 2000 – 4000 mg kullanabilirsiniz.

Etkisini 8. haftadan itibaren gösterir.

Son dönemde yapılan çalışmalarda 12 haftalık Kolajen kullanımı ile:

🔴 Elastisite artışı %17

🔴 Kırışıklık azalması %19

🔴 Nem oranı artmış

🔴 Kemik erimesi azalmış

🔴 Kıkırdak yapı, bağ doku hasarı azalmış

🔴 Bağırsak duvarı hasarları oranı düşmüş olduğu bulunmuştur.

İdeal olan kolajen takviyesi Tip-1, Tip-2 , Tip-3, Tip-5 ve Tip-10 olmasıdır. C vitamini, Çinko, Magnezyum, Vitamin A, Vitamin E, Selenyum takviyesi de almalısınız. (Hekimize danışarak tabi ki)

Daha sonra Kolajen ile ilgili farklı bilgiler yer alan yazılarımızı yine buradan okuyabilirsiniz.

Dr Mustafa KEBAT

Tetkik OSGB İş Sağlığı ve Eğitim Koordinatörü

Sınırlı Sorumluluk Beyanı:
Web sitemizin içeriği, ziyaretçiyi bilgilendirmeye yönelik hazırlanmıştır. Sitede yer alan bilgiler, hiçbir zaman bir hekim tedavisinin ya da konsültasyonunun yerini alamaz. Bu kaynaktan yola çıkarak, ilaç tedavisine başlanması ya da mevcut tedavinin değiştirilmesi kesinlikte tavsiye edilmez. Web sitemizin içeriği, asla kişisel teşhis ya da tedavi yönteminin seçimi için değerlendirilmemelidir. Sitede kanun içeriğine aykırı ilan ve reklam yapma kastı bulunmamaktadır.

Merak edenler için İngilizce anlatımı ile kolejenin..

https://www.youtube.com/watch?app=desktop&v=H3oAFvYsuq8

Daha Fazla

DOMPERİDON

Domperidon,(İlacın etken maddesidir) mide bulantısını, kusmayı ve gastroparezi (Mide tembelliği) gibi bazı mide-bağırsak sorunlarını tedavi etmek için kullanılan bir dopamin antagonisti ilaçtır.

EK BİLGİ Gastroparezi: Gecikmiş mide boşalması olarak da adlandırılan gastroparezi, midenin zayıf kas kasılmalarından oluşan, gıda ve sıvının uzun süre midede kalmasıyla sonuçlanan tıbbi bir hastalıktır.

Çalışanlarımız tarafından maalesef uygunsuz kullanılan ilaçlardan biri.

Mide bulantısı için hiç düşünmeden kullandıkları hatta fazlaca kullandıkları bu ilaç bakın çalışanlarımızda nasıl yan etki ile karşılaşmamıza sebep oluyor.

Domperidon etken madde olan ilaçlar, antiemetik (bulantı önleyici) ve bağırsaktaki spazm (kasılma – ağrı), kabızlık için kullanılır.

İlaç bağırsaklarda Dopamin D2 reseptorü ANTAGONİSTİ’dir. Yani bu reseptörü domperidon ile durduruyoruz içerdeki dışkı pasajı ilerliyor kabızlık ve spazm geçiyor.

Aynı Reseptörden Bulantı yapan merkezde de var onu da durdurup bulantıyıda kesiyor.

Buraya kadar gayet güzel hatta ilacın molekülü oldukça büyük olduğu için kan beyin bariyerini geçemez. Bu da merkezi sinir sisteminde istemediğimiz etkilerin olmamasını sağlar. Ne güzel değil mi!

Ammaaa…

Hipofiz bezi beyinde “kan beyin bariyeri dışındadır.

Domperidon etkn maddesi hipofiz bezine etki eder. Hipofizden Süt salınımını sağlayan PROLAKTİN ve oksitosin salgılanır.

Domperidon vücuda girdiğinde kan yolu ile hipofiz bezine gider ve PROLAKTİN seviyesini YÜKSELTİR.

Artan prolaktin süt bezlerini uyararak süt üretimine neden olur ve dolayısı ile kadınlarda memeden süt gelmesi ile sonuçlanır.

Domperidon etken maddeli ilacın işyeri hekimi takibinde kesilmesi ile çalışan kısa sürede sağlığına kavuşur.

Maalesef aynı bilinçsiz tavır ile domperidon etken maddeli ilaç anne sütünü arttırmak maksadı ile de kullanılmaktadır. Ki bu da çalışan annenin sağlığı açısından çok risklidir.

Aynı şekilde domperidon etken madde hayvanlarda süt verimini artırmak adına bu kullanılmaktadır. Bu durum da insan sağlığı açısından ciddi bir tehlikedir.

Dr Mustafa KEBAT

Tetkik OSGB İş Sağlığı ve Eğitim Koordinatörü

Sınırlı Sorumluluk Beyanı:
Web sitemizin içeriği, ziyaretçiyi bilgilendirmeye yönelik hazırlanmıştır. Sitede yer alan bilgiler, hiçbir zaman bir hekim tedavisinin ya da konsültasyonunun yerini alamaz. Bu kaynaktan yola çıkarak, ilaç tedavisine başlanması ya da mevcut tedavinin değiştirilmesi kesinlikte tavsiye edilmez. Web sitemizin içeriği, asla kişisel teşhis ya da tedavi yönteminin seçimi için değerlendirilmemelidir. Sitede kanun içeriğine aykırı ilan ve reklam yapma kastı bulunmamaktadır.

Daha Fazla