Hatice öğretmenin sınıfı, her zamanki gibi cıvıl cıvıldı.
Ama bu seferki cıvıltı biraz farklıydı.
Sanki herkesin kafasında aynı anda onlarca soru uçuşuyordu.
Tibet, sırasına oturmuş, kalemini ağzına götürmüş düşünüyordu.
Elif defterinin kenarına küçük kalpler çiziyor ama gözleri tahtadaydı.
Asya, her zamanki gibi elini kaldırmak için sabırsızlanıyordu.
Defne Ebrar ile Nilda fısıldaşıyor, Mercan camdan dışarı bakarken “acaba?” diye içinden geçiriyordu.
Çınar sandalyesinde öne arkaya sallanıyor, Mehmet Atlas sıranın altındaki çantasını karıştırıyordu.
Eylül, Mila ve Zehra yan yana oturmuş, konunun nereye gideceğini merak ediyordu.
Kıvanç, Yaman ve Can arka sırada sessizce konuşuyordu.
Defne Yaz ile Ela K ve Ela Y defterlerini açmıştı.
Aziz, Ali, Atlas ve Ege ise çoktan sorularını hazırlamış gibiydi.
Hatice öğretmen tahtaya büyük harflerle şunu yazdı:
“KAN VE VÜCUDUMUZ”
Sonra sınıfa döndü.
— Çocuklar, daha önce okuduğumuz bazı hikayelerde kanın vücudumuzda neler yaptığını öğrenmiştik. Bugün ise sizden gelen sorulara bakacağız, dedi.
Tam o sırada Ege elini kaldırdı.
Ama öyle sıradan bir kaldırma değildi.
Dirseği neredeyse havaya fırlayacaktı.
— Hatice öğretmenim, ben çok merak ediyorum ve aklımdan çıkmıyor, dedi.
— Kanın içinde hemoglobin diye bir şey varmış. Herkes bunun çok önemli olduğunu söylüyor ama kimse neden bu kadar önemli olduğunu tam anlatmıyor.
Sınıfta bir anda sessizlik oldu.
Bu sessizlik uzun sürmedi.
— Ben de merak ediyorum! dedi Zehra.
— Eğer bu kadar önemliyse, hemoglobinin içinde özel bir şey mi saklı? diye sordu Mila.
— Öğretmenim, dedi Yaman,
— Hemoglobin olmazsa kan yine kan olur mu, yoksa bambaşka bir şey mi olur?
Ela K düşünceli bir sesle konuştu:
— Ben de şunu merak ediyorum, hemoglobin sadece kanda mı var, yoksa vücudun başka yerlerinde de gizli gizli dolaşıyor olabilir mi?
Bu sefer Çınar dayanamayıp araya girdi:
— Ve öğretmenim, eğer hemoglobin bu kadar önemliyse, neden biz onu hiç görmüyoruz?
Sorular peş peşe gelmeye başlamıştı.
Asya uzun bir nefes aldı ve oldukça uzun bir cümleyle konuştu:
— Hatice öğretmenim, ben şunu merak ediyorum, hemoglobin oksijen taşıyormuş ama oksijen görünmeyen bir şey olduğu için ben kafamda canlandıramıyorum, acaba oksijenle hemoglobin nasıl anlaşabiliyor, birbirlerini nereden tanıyorlar?
Hatice öğretmen, gülümsedi.
Bu, çocukların çok iyi tanıdığı bir gülümsemeydi.
Bu gülümseme genelde tek bir anlama gelirdi.
Hatice öğretmen masasının çekmecesini açtı.
İçinden küçük, eski görünümlü bir zil çıkardı.
— Çocuklar, dedi,
— Sanırım bugün yine birine ihtiyacımız var.
Sınıf hep bir ağızdan bağırdı:
— SİHİRLİ PROFESÖR!
Hatice öğretmen zili üç kez çaldı.
Dırrr… Dırrr… Dırrr…
Önce hiçbir şey olmadı.
Sonra sınıfın ortasında hafif bir rüzgâr esti.
Tahtadaki yazılar titredi.
Perdeler kıpırdadı.
Ve bir anda…
Pof!
Rengârenk bir dumanın içinden uzun beyaz sakallı, mor cüppeli, gözlüklerinin camı yıldız gibi parlayan biri çıktı.
— Merhaba Hatice öğretmen, dedi neşeyle.
— Ve merhaba meraklı bilim kâşifleri!
Çocuklar sevinçle alkışladı.
— Profesör! diye bağırdı Mercan.
— Bu sefer nereye gideceğiz?
Sihirli Profesör göz kırptı.
— Bu sefer, dedi,
— kırmızı bir nehrin içine gideceğiz.
— Nehiiiiir? diye bağırdı Kıvanç.
— Evet, dedi Profesör,
— Ama bu sıradan bir nehir değil. Bu nehir, hepinizin içinde durmadan akan bir nehir.
Hatice öğretmen söze girdi:
— Çocuklar, Profesör bizi insan vücudunun içine götürecek.
— Bugünkü yolculuğumuzun konusu: Hemoglobin.
— Yaşasın! dedi Atlas.
— Ama öğretmenim, vücudun içine girersek kaybolur muyuz?
Sihirli Profesör kahkaha attı.
— Merak etmeyin, dedi.
— Hepinizin cebine dönüş bileti koyacağım.
Elini salladı.
Her çocuğun cebinde küçük, parlayan kırmızı bir kart belirdi.
— Bu kartlar, dedi Profesör,
— sizi sınıfa geri getirecek.
Sonra elini bir kez daha salladı.
Sınıf bir anda küçülmeye başladı.
Ama aslında küçülen sınıf değildi.
Büyüyen çocuklardı.
Ya da belki…
Vücudun içine girecek kadar minicik olmuşlardı.
Bir anda kendilerini devasa, kırmızı bir tünelin içinde buldular.
— Burası neresi? diye sordu Nilda, sesi biraz titreyerek.
— Burası, dedi Sihirli Profesör,
— bir kan damarı.
Etraflarından kırmızı yuvarlaklar akıp gidiyordu.
— Bunlar ne? diye sordu Defne Yaz, uzun uzun bakarak.
— Bunlar, dedi Profesör,
— alyuvarlar, yani kırmızı kan hücreleri.
Eylül heyecanla bağırdı:
— Ama öğretmenim, bunlar kocaman! Normalde bu kadar büyük değillerdi!
Hatice öğretmen gülümsedi:
— Çünkü siz şu anda çok küçüksünüz, dedi.
— O yüzden her şey size dev gibi görünüyor.
Bir alyuvar yanlarından geçerken durdu.
— Merhaba! dedi neşeli bir sesle.
Çocuklar şaşkınlıkla birbirlerine baktı.
— Alyuvarlar konuşabiliyor mu? diye sordu Can.
— Sihirli yolculuklarda, dedi Profesör,
— her şey konuşabilir.
Alyuvar göğsünü kabarttı:
— Ben bir taşıyıcıyım! dedi gururla.
— Vücudun en önemli görevlerinden birini yapıyorum.
Ali merakla yaklaştı:
— Ne taşıyorsun? dedi.
Alyuvar gülümsedi:
— Oksijen.
— Ama senin içinde ne var ki oksijeni taşıyabiliyorsun? diye sordu Ela Y, uzun bir cümle kurarak.
— Çünkü sonuçta oksijen bir gaz ve gazlar elde tutulmaz.
Alyuvar bir an durdu.
Sonra göğsünü işaret etti.
— Benim içimde, dedi,
— hemoglobin var.
Bir anda bütün çocuklar aynı anda konuşmaya başladı:
— İşte o!
— Hemoglobin!
— Merak ettiğimiz şey!
Sihirli Profesör elini kaldırdı.
— Sabır, dedi.
— Henüz yolculuğun başındayız.
Kırmızı nehir hızlandı.
Çocuklar, alyuvarlarla birlikte akmaya başladılar.
— Profesör, dedi Mehmet Atlas,
— hemoglobin neden bu kadar önemli, bunu gerçekten gözlerimizle görebilecek miyiz?
Sihirli Profesör ciddi bir sesle cevap verdi:
— Evet, dedi.
— Hem göreceksiniz, hem hissedeceksiniz, hem de onsuz bir vücudun nasıl zorlandığını anlayacaksınız.
Çınar yutkundu:
— Biraz korktum ama çok da meraklandım, dedi.
Profesör gülümsedi:
— Bilim, dedi,
— biraz korku, çok merak ve bolca soru demektir.
Ve kırmızı nehir, onları hemoglobinin kalbine doğru taşımaya devam etti…
Kırmızı nehir, sanki bir şarkı söylüyormuş gibi ritmik bir şekilde akıyordu.
Alyuvarlar, çocukların etrafından süzülerek geçiyor, her biri ayrı bir göreve koşuyor gibiydi.
— Profesör, dedi Defne Ebrar, etrafımıza bakarken,
— bu kadar çok alyuvar varsa ve hepsinin içinde hemoglobin bulunuyorsa, vücudumuzun içinde her an inanılmaz bir hareketlilik var demektir ve bu bana çok heyecan verici geliyor.
Sihirli Profesör başını salladı.
— Çok doğru bir tespit yaptın, dedi.
— Şu anda siz konuşurken bile milyonlarca alyuvar oksijen alıyor, bırakıyor ve yeniden görevine dönüyor.
Mercan kaşlarını çattı:
— Ama profesör, dedi,
— ben hâlâ hemoglobinin neden bu kadar özel olduğunu tam anlayamadım çünkü bir şeyin önemli olması için ya çok güçlü olması ya da kimsenin yapamadığı bir işi yapması gerekir diye düşünüyorum.
— İşte tam da bu yüzden, dedi Profesör,
— şimdi sizi hemoglobinin içine götürüyorum.
Çocuklar hep bir ağızdan:
— İÇİNE Mİ?
Profesör asasını yere vurdu.
Bir anda etraflarındaki kırmızı renk, daha koyu ve daha parlak bir hâl aldı.
Sanki bir kapının içinden geçtiler.
Ve kendilerini devasa bir yapının ortasında buldular.
— Burası neresi? diye sordu Mila, hayranlıkla etrafına bakarak.
— Burası, dedi Profesör,
— bir hemoglobin molekülünün içi.
Ortada dört büyük yuvarlak yapı vardı.
Bu yapılar birbirine nazik bağlarla bağlıydı.
— Ama bu dört şey ne? diye sordu Aziz.
— Bunlar, dedi Profesör,
— hemoglobinin dört kolu gibi düşünebileceğiniz yapılar. Her biri ayrı ayrı çalışır ama birlikte harika bir ekip oluştururlar.
Atlas uzun bir cümle kurarak konuştu:
— Yani hemoglobin tek parça bir şey değil de, aslında içinde görev paylaşımı olan bir ekip gibi çalışıyorsa, bu onun neden bu kadar verimli olduğunu açıklıyor olabilir mi?
— Aynen öyle, dedi Profesör memnuniyetle.
Tam o sırada yuvarlak yapılardan biri konuştu:
— Merhaba çocuklar! Ben Heme!
Çocuklar irkildi.
— Bir dakika, dedi Can,
— hemoglobinin içindeki parçalar da mı konuşuyor?
— Bugün evet, dedi Profesör gülümseyerek.
Heme gururla devam etti:
— Benim en önemli özelliğim, içimde demir taşımam.
— Demir mi? diye bağırdı Eylül.
— Yani bizim yediğimiz demir mi?
— Evet, dedi Heme,
— ama bu öyle sıradan bir demir değil.
Zehra dikkatle sordu:
— Peki bu demir ne işe yarıyor, yani hemoglobin demirsiz olamaz mı, çünkü eğer olabilirse bu kadar önemli olmasının sebebi demir olmayabilir diye düşünüyorum?
Heme ciddileşti.
— Olmaz, dedi.
— Demir olmadan ben oksijeni tutamam.
— Nasıl yani? diye sordu Ali.
— Oksijen kaçıp mı gider?
— Aynen öyle, dedi Heme.
— Oksijen çok hareketlidir, sabit durmaz. Onu tutacak bir şey gerekir.
Sihirli Profesör araya girdi:
— Demiri bir mıknatıs gibi düşünebilirsiniz, dedi.
— Oksijen demire çok özel bir şekilde bağlanır.
Kıvanç merakla yaklaştı:
— Ama profesör, dedi,
— mıknatıslar metali çeker, oksijen metal değil ki, bu nasıl oluyor?
Profesör gülümsedi.
— Çok güzel bir soru, dedi.
— Bu, bilimde “kimyasal bağ” dediğimiz özel bir ilişki.
Heme söze girdi:
— Ben oksijeni zorla tutmam, dedi.
— Ona zarar vermem. Sadece yolculuk boyunca yanında olurum.
Bu sırada minik mavi baloncuklar gelmeye başladı.
— Onlar da ne? diye sordu Nilda.
— Onlar oksijen molekülleri, dedi Profesör.
Bir oksijen baloncuğu konuştu:
— Merhaba! dedi neşeyle.
— Akciğerden geliyorum ve vücudun her yerine gitmek istiyorum ama tek başıma gidemem.
— Neden? diye sordu Defne Yaz.
Oksijen cevap verdi:
— Çünkü ben tek başıma suda çözünemem ve kanda uzun süre duramam. Bir taşıyıcıya ihtiyacım var.
Heme elini kaldırdı:
— Ben buradayım!
Oksijen Heme’ye yaklaştı ve pıt diye tutundu.
— Vay canına! dedi Mila.
— Gerçekten mıknatıs gibi oldu!
Sihirli Profesör başını salladı:
— İşte çocuklar, dedi,
— hemoglobinin içindeki demirin önemi burada.
Asya uzun bir cümleyle konuştu:
— Yani eğer vücudumuzda yeterince demir olmazsa, hemoglobin oksijeni tutamayacak ve oksijen hücrelere ulaşamayacak, bu da bizim çabuk yorulmamıza neden olacak, doğru mu anladım?
— Mükemmel anladın, dedi Profesör.
Tam o sırada bir hemoglobin iç çekti:
— Benim içimde yeterince demir yok…
Çocuklar döndü.
— Ne demek istiyorsun? diye sordu Mehmet Atlas.
— Demir eksikliği, dedi hemoglobin üzgün bir sesle.
— Oksijen geliyor ama tutamıyorum.
Bir oksijen baloncuğu kayıp gitti.
— Aa! diye bağırdı Ege.
— Kaçtı!
— İşte bu durumda, dedi Profesör,
— vücut hücreleri oksijensiz kalır.
— Hücreler oksijensiz kalınca ne olur? diye sordu Ela K, uzun bir nefes alarak.
Profesör ciddiyetle cevap verdi:
— Hücreler enerji üretemez, dedi.
— Enerji olmayınca kaslar çabuk yorulur, beyin dikkatini toplayamaz ve insan kendini halsiz hisseder.
Yaman düşünceli bir sesle konuştu:
— Yani bir çocuk derste sürekli uykuluysa, hemen “tembel” demek yerine, acaba vücudunda hemoglobin yeterince oksijen taşıyor mu diye düşünmek daha doğru olabilir.
Hatice öğretmen gururla gülümsedi:
— İşte bilim böyle empati kazandırır, dedi.
Bu sırada kırmızı nehir yavaşladı.
— Şimdi, dedi Profesör,
— sizi oksijenin bırakıldığı yere götürüyorum.
— Nereye? diye sordu Can.
— Kaslara, dedi Profesör.
Ve yolculuk devam etti…
Kırmızı nehir yavaşladı.
Alyuvarlar artık acele etmiyor, sanki bir durağa yaklaşır gibi dikkatli ilerliyordu.
— Profesör, dedi Defne Yaz,
— az önce oksijenin bırakılacağı yerin kaslar olduğunu söylemiştiniz ama kaslar benim bildiğim kadarıyla sadece hareket etmemizi sağlıyor, peki oksijenle ne ilgileri var?
Sihirli Profesör gülümsedi.
— Çok yerinde bir soru, dedi.
— Kaslar yalnızca hareket etmez, aynı zamanda çok fazla enerji harcar.
Tam o sırada çevrelerindeki manzara değişti.
Kırmızı nehir daraldı ve etrafında ip gibi uzanan lifler belirdi.
— Burası neresi? diye sordu Mila, hayranlıkla bakarak.
— Burası, dedi Profesör,
— bir kas dokusunun içi.
Kas liflerinden biri konuştu:
— Hoş geldiniz! dedi tok bir sesle.
— Ben bir kas hücresiyim ve şu anda çalışmaya hazırım ama…
— Ama ne? diye sordu Eylül.
Kas hücresi derin bir nefes alır gibi yaptı:
— Ama oksijenim yoksa, uzun süre çalışamam.
Ali merakla yaklaştı:
— Yani oksijen olmadan kaslar hiç çalışamaz mı, yoksa sadece daha mı çabuk yorulurlar?
Kas hücresi cevap verdi:
— Çalışabilirler, dedi,
— ama bu, kısa sürede tükenmemize neden olur.
Sihirli Profesör elini salladı.
Bir anda kas hücresinin içinde küçük kapılar açıldı.
— Bunlar ne? diye sordu Atlas.
— Bunlar, dedi Profesör,
— hücrenin enerji fabrikaları, yani mitokondriler.
— Enerji fabrikası mı? diye bağırdı Çınar.
— Hücrelerin içinde fabrika mı var?
— Evet, dedi Profesör.
— Ve bu fabrikalar oksijen olmadan düzgün çalışamaz.
Tam o sırada hemoglobinle bağlı bir oksijen molekülü kas hücresine yaklaştı.
— İşte geldik! dedi oksijen neşeyle.
— Yolculuk biraz uzun sürdü ama buradayım.
Heme nazikçe konuştu:
— Artık seni bırakma zamanı.
— Neden? diye sordu oksijen.
— Çünkü burası senin en çok işe yaradığın yer, dedi Heme.
Pıt.
Oksijen hemoglobinden ayrıldı.
— Vay canına, dedi Zehra,
— gerçekten bırakıyor.
Kas hücresi sevinçle bağırdı:
— Oh! Tam zamanında geldin!
— Oksijen gelince ne oluyor? diye sordu Ela K, uzun bir cümle kurarak.
— Yani oksijen geldi diye enerji bir anda mı ortaya çıkıyor, yoksa başka şeyler de gerekiyor?
Profesör başını salladı.
— Harika bir soru, dedi.
— Oksijen tek başına enerji değildir ama enerjinin kilidini açan anahtardır.
Mitokondrilerden biri konuştu:
— Ben anlatabilirim! dedi heyecanla.
— Ben bir mitokondriyim ve besinlerden enerji üretirim.
— Nasıl yani? diye sordu Can.
— Biz yemek yiyoruz, sen enerji mi yapıyorsun?
— Evet, dedi mitokondri.
— Yediğiniz besinleri küçük parçalara ayırırım ama oksijen yoksa bu işi tam yapamam.
Asya düşünceli bir şekilde konuştu:
— Yani oksijen olmazsa besinlerimiz boşa mı gider, çünkü enerjiye dönüşemezler?
— Aynen öyle, dedi Profesör.
Bir anda kas hücresi titredi.
— Ne oldu? diye sordu Nilda endişeyle.
Kas hücresi cevap verdi:
— Uzun süredir oksijen gelmezse, dedi,
— kaslar ağrır, yanar ve çabuk yorulur.
— Spor yaparken hissettiğimiz yanma bu mu? diye sordu Kıvanç.
— Evet, dedi Profesör.
— O his, kasların oksijen beklediğinin bir işaretidir.
Hatice öğretmen araya girdi:
— Çocuklar, bu yüzden spor yapanların düzenli nefes alması çok önemlidir.
Yaman uzun bir cümleyle konuştu:
— Yani bir insan hızlı hızlı ama düzensiz nefes alırsa, aslında kaslarına yeterince oksijen gönderemeyebilir ve bu da performansını düşürür, doğru mu?
— Çok doğru, dedi Profesör.
Bu sırada bir kas hücresi üzgün bir sesle konuştu:
— Ama bazen oksijen gelse bile yetmiyor…
— Neden? diye sordu Defne Ebrar.
Kas hücresi cevap verdi:
— Çünkü bazen hemoglobin sayısı az oluyor.
— Yani kansızlık? diye sordu Mercan.
— Evet, dedi Profesör.
— Kansızlıkta hemoglobin azdır ve oksijen taşınamaz.
Mehmet Atlas ciddi bir sesle sordu:
— Bu yüzden mi bazı insanlar merdiven çıkarken hemen nefes nefese kalıyor, çünkü kaslarına yeterince oksijen ulaşmıyor olabilir?
— Evet, dedi Profesör.
— Ve bu durum sadece kasları değil, beyni de etkiler.
— Beyni mi? diye bağırdı Mila.
— Evet, dedi Profesör.
— Şimdi sizi beynin içine götürüyorum.
— Daha da mı ilginç olacak? diye sordu Çınar heyecanla.
— Kesinlikle, dedi Profesör.
Asasını salladı.
Bir anda ortam değişti.
Etrafları ışıl ışıl, kıvrımlı yollarla dolu bir yer oldu.
— Burası neresi? diye sordu Ela Y.
— Burası, dedi Profesör,
— beyin.
Bir sinir hücresi konuştu:
— Merhaba! dedi hızlı bir sesle.
— Düşünmek için oksijene ihtiyacım var!
— Düşünmek için mi? diye sordu Ali.
— Evet, dedi sinir hücresi.
— Oksijen olmazsa yavaşlarım.
Zehra uzun bir cümleyle konuştu:
— Yani bir çocuk derste dikkatini toparlayamıyorsa, bunun sebebi her zaman ilgisizlik olmayabilir, beynine yeterince oksijen gitmiyor olabilir mi?
Hatice öğretmen başını salladı:
— İşte bu yüzden sağlık bilgisi çok önemlidir, dedi.
Bir sinir hücresi iç çekti:
— Hemoglobin az olduğunda, dedi,
— mesajları geç gönderirim.
— Bu da unutkanlık yapar mı? diye sordu Eylül.
— Evet, dedi sinir hücresi.
Sihirli Profesör sınıfa döndü:
— Şimdi, dedi,
— size önemli bir soru soruyorum.
Herkes dikkat kesildi.
— Hemoglobin sadece oksijen taşırsa mı önemlidir, yoksa oksijen taşımadığı zamanlarda da önemli midir?
Çocuklar düşündü.
Asya elini kaldırdı:
— Bence hemoglobin sadece taşıyıcı değil, aynı zamanda oksijenin ne zaman bırakılacağını da bilen akıllı bir sistem gibi çalışıyor.
— Çok güzel, dedi Profesör.
Atlas ekledi:
— Ayrıca hemoglobin olmazsa oksijen kanda çözünemezdi ve biz ne kaslarımızı ne de beynimizi verimli kullanabilirdik.
— Harika, dedi Profesör.
Tam o sırada dönüş kartları parlamaya başladı.
— Sanırım, dedi Hatice öğretmen,
— dönüş vakti yaklaşıyor.
— Ama daha öğrenecek çok şey var! dedi Ege.
Sihirli Profesör gülümsedi:
— Merak etmeyin, dedi.
— Henüz yolculuk bitmedi.
Ve çocuklar yeniden kırmızı nehirde süzülmeye başladı…
Kırmızı nehir bu kez eskisi kadar canlı görünmüyordu.
Alyuvarlar hâlâ akıyordu ama sanki bazıları daha solgun, daha yavaş gibiydi.
— Profesör, dedi Defne Yaz, çevresine dikkatle bakarak,
— bana sanki bu bölümde kan biraz yorgunmuş gibi geliyor ve bu his boşuna değilmiş gibi hissediyorum.
Sihirli Profesör başını salladı.
— Çok iyi gözlem, dedi.
— Şu anda hemoglobini az olan bir vücudun içindeyiz.
— Yani kansızlık mı? diye sordu Mercan.
— Evet, dedi Profesör.
— Ama çoğu zaman insanlar kansız olduklarını hemen fark etmezler.
Tam o sırada yanlarından geçen bir alyuvar durdu.
Rengi diğerlerine göre daha açıktı.
— Merhaba, dedi halsiz bir sesle.
— Ben görevimi yapmaya çalışıyorum ama biraz zorlanıyorum.
Eylül endişeyle sordu:
— Neden zorlanıyorsun, yani sen de diğer alyuvarlar gibi oksijen taşımıyorsun ama sanırım taşıdığın oksijen miktarı daha az gibi görünüyor?
Alyuvar iç çekti:
— Çünkü içimdeki hemoglobin az, dedi.
— Hemoglobin az olunca oksijen alacak yerim de az oluyor.
Zehra uzun bir cümleyle konuştu:
— Yani aslında sen var oluyorsun ama görevini tam yapamadığın için vücudun bazı yerleri oksijensiz kalıyor ve bu durum hemen fark edilmese bile zamanla sorunlara yol açıyor, doğru mu anladım?
— Evet, dedi alyuvar.
— Tam olarak böyle.
Bu sırada bir kas hücresi yanlarına yaklaştı.
Biraz üzgün görünüyordu.
— Merhaba, dedi kas hücresi.
— Ben son zamanlarda çok çabuk yoruluyorum.
Kıvanç merakla sordu:
— Peki sen yorulduğunu nasıl anlıyorsun, yani bir kas hücresi yorulduğunu hissedebiliyor mu?
Kas hücresi cevap verdi:
— Elbette, dedi.
— Oksijenim azalınca enerji üretimim düşüyor ve bu da benim eskisi kadar güçlü kasılamamama neden oluyor.
— Bu yüzden mi insanlar bazen “hiçbir şey yapmadım ama çok yoruldum” diyor? diye sordu Ali.
— Evet, dedi Profesör.
— Çünkü sorun bazen hareket eksikliği değil, oksijen eksikliğidir.
Bu sırada bir sinir hücresi konuştu:
— Ben de bir şey söylemek istiyorum.
— Tabii, dedi Hatice öğretmen.
Sinir hücresi derin bir nefes alır gibi yaptı:
— Hemoglobin az olduğunda, dedi,
— düşüncelerim yavaşlıyor, dikkatim dağılıyor ve bazen mesajları yanlış gönderiyorum.
Asya dikkatle dinledikten sonra uzun bir cümle kurdu:
— Yani bir çocuk derste dikkatini toplayamıyorsa, sürekli dalıyorsa ve çabuk unutuyorsa, bunun sebebi sadece isteksizlik olmayabilir, beynine yeterince oksijen gitmediği için böyle hissediyor olabilir mi?
— Evet, dedi Profesör.
— Bu yüzden sağlık ve öğrenme birbirinden ayrı düşünülemez.
Bir anda ortam biraz karardı.
— Ne oluyor? diye sordu Nilda endişeyle.
— Şimdi, dedi Profesör,
— kansızlığın sessiz mesajlarını göreceksiniz.
Bir ekran belirdi.
Ekranda bir çocuk vardı.
Merdiven çıkıyordu.
Ama çabuk nefes nefese kalıyordu.
— Bu çocuk tembel mi? diye sordu Çınar.
Hatice öğretmen başını salladı:
— Hayır, dedi.
— Vücudu yeterince oksijen alamıyor olabilir.
Ekran değişti.
Bir başka çocuk sınıfta oturuyordu.
Gözleri dalgın, başı biraz öne eğikti.
— Bu çocuk dersle ilgilenmiyor gibi görünüyor, dedi Ela Y.
— Ama gerçekte, dedi Profesör,
— beyni oksijen bekliyor olabilir.
Ege düşünceli bir sesle konuştu:
— Yani biz dışarıdan gördüğümüz davranışlara bakarak hemen karar verirsek, aslında vücudun gönderdiği gizli mesajları kaçırabiliriz.
— İşte bilimsel bakış açısı tam olarak budur, dedi Hatice öğretmen.
Bu sırada alyuvar yeniden konuştu:
— Kansızlık birden ortaya çıkmaz, dedi.
— Yavaş yavaş gelişir.
— Neden? diye sordu Mila.
— Çünkü demir depoları önce azalır, dedi Profesör.
— Sonra hemoglobin düşer.
Defne Ebrar uzun bir cümleyle sordu:
— Yani vücut önce idare etmeye çalışır ama bir noktadan sonra artık oksijen taşıma kapasitesi düşer ve belirtiler ortaya çıkar, bu yüzden insanlar bazen “neden böyle hissediyorum” diye şaşırır, doğru mu?
— Kesinlikle doğru, dedi Profesör.
Bir anda küçük bir ışık belirdi.
— Bu ne? diye sordu Can.
— Bu, dedi Profesör,
— vücudun yardım çağrısıdır.
— Nasıl yani? diye sordu Atlas.
— Halsizlik, baş dönmesi, çabuk yorulma, dikkat dağınıklığı…
— Bunların hepsi vücudun “oksijene ihtiyacım var” demesidir.
Hatice öğretmen sınıfa döndü:
— Çocuklar, bu yüzden kendimizi ve başkalarını hemen yargılamak yerine, “Acaba vücudu ne anlatmaya çalışıyor?” diye düşünmeliyiz.
Zehra başını salladı:
— Bence bu çok önemli çünkü bazen bir arkadaşımızın davranışının arkasında bizim bilmediğimiz bir sağlık durumu olabilir.
— Çok doğru, dedi Hatice öğretmen.
Sihirli Profesör asasını kaldırdı:
— Şimdi, dedi,
— size çok önemli bir şey göstereceğim.
— Nedir? diye sordular hep birlikte.
— Hemoglobini korumanın yolları.
Bir anda etraflarındaki ortam değişmeye başladı.
Kırmızı nehir yerini bir sofraya bıraktı.
— Bir sonraki durak, dedi Profesör,
— günlük hayat.
Kırmızı nehir tamamen kaybolduğunda çocuklar bir an şaşırdı.
Ayaklarının altında artık yumuşak bir zemin vardı.
Etraflarında masa, sandalye, tabaklar ve rengârenk yiyecekler bulunuyordu.
— Profesör, dedi Mercan, etrafına bakarak,
— sanki bir mutfağın ya da yemek masasının içindeyiz ama az önce kasların ve beynin içindeydik, bu geçiş beni biraz şaşırttı.
Sihirli Profesör gülümsedi.
— Şaşırman çok normal, dedi.
— Çünkü hemoglobin sadece vücudun içinde değil, günlük hayatımızda aldığımız kararlarla da ilgilidir.
Masadaki yiyecekler yavaş yavaş canlanmaya başladı.
Bir tabak konuştu:
— Merhaba çocuklar!
— Tabak mı konuştu? diye fısıldadı Mila.
— Bugün evet, dedi Profesör.
Tabakta ıspanak, mercimek, nohut ve kırmızı et vardı.
— Biz, dedi tabak gururla,
— demir açısından zengin besinleriz.
Asya dikkatle sordu:
— Yani sizi yediğimizde içimizdeki hemoglobine demir mi gönderiyoruz ve bu sayede oksijen taşıma kapasitesi artıyor mu?
— Aynen öyle, dedi tabak.
Bir portakal yuvarlanarak öne çıktı.
— Ama tek başıma demir yetmez! dedi portakal.
— Ben olmadan demirin işi zor.
— Neden? diye sordu Ege.
Portakal cevap verdi:
— Çünkü ben C vitaminiyim ve demirin vücutta daha iyi emilmesini sağlarım.
Ela K uzun bir cümleyle konuştu:
— Yani eğer bir insan demir içeren bir besini C vitaminiyle birlikte yerse, vücudu demiri daha iyi kullanabilir ve bu da hemoglobinin daha güçlü olmasına yardımcı olur, doğru mu?
— Mükemmel özet, dedi Profesör.
Bu sırada bir bardak süt konuştu:
— Ben de bir şey söylemek istiyorum.
— Tabii, dedi Hatice öğretmen.
— Beni yanlış zamanda içerseniz, dedi süt,
— demirin emilimini biraz zorlaştırabilirim.
Çocuklar şaşkınlıkla baktı.
— Nasıl yani? diye sordu Çınar.
— Yani, dedi Profesör,
— her sağlıklı besin her zaman birlikte tüketilmez.
— Zamanlama da önemlidir.
Mehmet Atlas düşünceli bir şekilde konuştu:
— Yani aslında sağlıklı olmak, sadece ne yediğimizle değil, neyi ne zaman ve neyle birlikte yediğimizle de ilgili karmaşık bir denge işi gibi görünüyor.
— Çok doğru, dedi Hatice öğretmen.
Bir anda ortam değişti.
Bu kez geniş bir parkın içindeydiler.
— Şimdi neredeyiz? diye sordu Defne Yaz.
— Şimdi, dedi Profesör,
— hareketin ve nefesin olduğu yerdeyiz.
Bir akciğer balonu şişip indi.
— Merhaba! dedi neşeyle.
— Ben oksijen deposuyum.
Yaman uzun bir cümleyle sordu:
— Eğer biz gün içinde hiç hareket etmezsek ve hep kapalı ortamlarda durursak, akciğerlerimiz yeterince çalışamaz ve bu da dolaylı olarak hemoglobinin taşıyacağı oksijen miktarını azaltabilir mi?
— Evet, dedi Profesör.
— Hareket, nefesi derinleştirir.
Bir koşu bandı konuştu:
— Koşmak şart değil! dedi.
— Yürümek, oynamak, zıplamak da olur.
Zehra gülümsedi:
— Yani bahçede oyun oynamak bile hemoglobine yardım ediyorsa, bu beni çok mutlu ediyor çünkü bu, sağlıklı olmanın sıkıcı olmak zorunda olmadığı anlamına geliyor.
— Kesinlikle, dedi Hatice öğretmen.
Bu sırada bir çocuk silueti belirdi.
Derin nefes alıyordu.
— Bu ne? diye sordu Nilda.
— Bu, dedi Profesör,
— doğru nefes alma.
Bir akciğer hücresi konuştu:
— Hızlı ve yüzeysel nefes yerine,
— yavaş ve derin nefes aldığınızda oksijen daha iyi emilir.
Ali uzun bir cümleyle konuştu:
— Yani bir insan çok heyecanlandığında ya da stresli olduğunda nefesi düzensizleşirse, aslında vücuduna yeterince oksijen gönderemeyebilir ve bu da hem bedensel hem zihinsel yorgunluğa neden olabilir.
— Evet, dedi Profesör.
— Nefes, sandığımızdan çok daha güçlüdür.
Hatice öğretmen çocuklara döndü:
— O zaman şimdi size bir soru, dedi.
— Hemoglobini güçlü tutmak için neler yapabiliriz?
Ege elini kaldırdı:
— Demirden zengin besinler yiyebiliriz.
Mila ekledi:
— C vitaminiyle birlikte yemeye dikkat edebiliriz.
Kıvanç devam etti:
— Hareket edebilir, oyun oynayabiliriz.
Asya uzun bir cümleyle tamamladı:
— Ve bence en önemlisi, kendimizi ya da başkalarını hemen etiketlemek yerine, vücudumuzun verdiği sinyalleri dinleyerek hem fiziksel hem de zihinsel sağlığımıza bütüncül bir şekilde yaklaşmalıyız.
Sihirli Profesör alkışladı.
— İşte bu, dedi.
— Bilgi, davranışa dönüşürse gerçekten işe yarar.
Bir anda dönüş kartları yeniden parladı.
— Sanırım, dedi Hatice öğretmen,
— artık sınıfa dönme zamanı yaklaştı.
— Ama profesör, dedi Can,
— hemoglobinin hikâyesi bitti mi?
Sihirli Profesör gülümsedi.
— Hayır, dedi.
— Son bir bölüm daha var.
— Ne hakkında? diye sordular.
— Hatırlamak, dedi Profesör.
— Öğrendiklerinizi birleştirmek.
Ve her şey ışıkla kaplandı…
Parlak ışık yavaş yavaş azaldığında çocuklar gözlerini kapattı.
Ayaklarının altındaki zemin yeniden sertleşti.
Tanıdık bir sessizlik vardı.
— Sanırım… sınıftayız, dedi Mercan gözlerini aralayarak.
Gerçekten de Hatice öğretmenin sınıfındaydılar.
Tahta, sıralar, pencereden süzülen gün ışığı…
Her şey yerli yerindeydi.
Ama çocuklar aynı değildi.
Sihirli Profesör sınıfın ortasında duruyordu.
Bu kez sesi daha sakindi.
— Yolculuk bitti, dedi.
— Ama bilgi yolculuğu bitmez.
Çocuklar sıralarına oturdu.
Herkes biraz sessizdi.
Sanki herkes, öğrendiklerini kafasında yeniden dolaştırıyordu.
Hatice öğretmen tahtaya büyük bir daire çizdi.
Ortaya tek kelime yazdı:
HEMOGLOBİN
— Şimdi, dedi,
— bu kelime sizin için ne ifade ediyor, birlikte konuşalım.
Ege elini kaldırdı.
Bu sefer sesi daha sakindi ama daha kararlıydı.
— Benim için hemoglobin, dedi,
— oksijenin vücudun her yerine güvenli bir şekilde ulaşmasını sağlayan çok akıllı bir taşıyıcıyı ifade ediyor.
Hatice öğretmen başını salladı.
— Çok güzel.
Zehra söze girdi.
Uzun ve dikkatli bir cümle kurdu:
— Ben artık hemoglobini sadece kanda bulunan bir madde olarak değil, kaslarımızın çalışmasından beynimizin düşünmesine kadar birçok şeyin arkasında sessizce çalışan ama çok önemli bir yardımcı olarak görüyorum.
— Harika bir bakış açısı, dedi Hatice öğretmen.
Asya elini kaldırdı:
— Bence hemoglobin, vücudun bize fark ettirmeden yürüttüğü büyük bir organizasyonun merkezinde yer alıyor ve biz yeterince demir almadığımızda ya da nefesimize dikkat etmediğimizde bu organizasyonun aksadığını anlıyoruz.
Sihirli Profesör gülümsedi.
— Bilgi, dedi,
— farkındalıkla birleştiğinde güçlenir.
Bu kez Çınar konuştu:
— Ben en çok şuna şaşırdım, dedi,
— birinin yorgun ya da dalgın görünmesinin her zaman isteksizlik anlamına gelmeyebileceğini ve bazen bunun arkasında hemoglobinin oksijeni yeterince taşıyamaması gibi görünmeyen bir sebep olabileceğini öğrenmek beni çok düşündürdü.
Hatice öğretmen derin bir nefes aldı.
— İşte bu, dedi.
— Bilimin kalbe dokunduğu yer burasıdır.
Mila söz aldı:
— Ben de artık bir arkadaşım derste dalgın olduğunda, hemen “neden dinlemiyor” diye düşünmek yerine, acaba uykusuz mu, yeterince beslenmiş mi, nefesi düzgün mü diye daha geniş bir açıdan bakmam gerektiğini anladım.
— Empati, dedi Profesör,
— bilginin en güzel sonucudur.
Bu sırada Mehmet Atlas elini kaldırdı.
— Öğretmenim, dedi,
— ben hemoglobinin demirle olan ilişkisini çok ilginç buldum çünkü demirin sadece bir metal olmadığını, vücudumuzda oksijeni tutan çok özel bir görev üstlendiğini görmek, yediğimiz yemeklere bakışımı değiştirdi.
— Bu da çok önemli bir kazanım, dedi Hatice öğretmen.
Ela K düşünceli bir şekilde konuştu:
— Yani artık bir tabak yemeğe baktığımda, sadece “tok olur muyum” diye değil, “bu yemek vücuduma nasıl bir katkı sağlar, hemoglobini destekler mi” diye de düşüneceğimi fark ettim.
Defne Yaz ekledi:
— Ben de nefesin bu kadar önemli olduğunu bilmiyordum, yani doğru nefes almanın sadece sporcular için değil, ders çalışırken bile beynimize oksijen göndermek açısından önemli olduğunu öğrenmek beni şaşırttı.
Yaman söz aldı:
— Bence bu yolculuk, sağlıklı olmanın tek bir şeyle değil, beslenme, hareket, nefes ve dikkat gibi birçok küçük ama önemli davranışın birleşimiyle mümkün olduğunu gösterdi.
Sihirli Profesör alkışladı.
— Eğer bir gün, dedi,
— “Neden böyle hissediyorum?” diye sorarsanız,
— belki cevabın bir kısmı hemoglobindedir.
Eylül elini kaldırdı:
— Profesör, dedi,
— biz sizi bir daha çağırabilecek miyiz?
Profesör gülümsedi.
— Aslında, dedi,
— beni çağırmanıza gerek yok.
Çocuklar şaşkınlıkla baktı.
— Çünkü artık, dedi Profesör,
— sihir sizsiniz.
— Nasıl yani? diye sordu Nilda.
— Soru sorduğunuzda, dedi Profesör,
— gözlem yaptığınızda,
— neden–sonuç düşündüğünüzde,
— zaten benim yaptığımı yapıyorsunuz.
Sınıfta kısa bir sessizlik oldu.
Sonra Ali konuştu:
— Yani biz artık kendi vücudumuzun küçük bilim insanlarıyız diyebilir miyiz?
— Kesinlikle, dedi Hatice öğretmen.
Sihirli Profesör asasını kaldırdı.
Ama bu kez duman çıkmadı.
— Gitmeden önce, dedi,
— size son bir soru soracağım.
Herkes dikkat kesildi.
— Hemoglobin neden önemlidir?
Çocuklar sırayla cevap verdi:
— Çünkü oksijen taşır.
— Çünkü enerji üretimini destekler.
— Çünkü kasların ve beynin çalışmasını sağlar.
— Çünkü eksik olursa vücut bize sinyaller gönderir.
— Çünkü sağlığımızla davranışlarımız arasında köprü kurar.
Sihirli Profesör başını salladı.
— Artık bu soru sizin için bir sır değil.
Sonra yavaşça silikleşmeye başladı.
— Hoşça kalın, dedi.
— Merak etmeye devam edin.
Ve sınıf tamamen sessiz kaldı.
Hatice öğretmen tahtaya son bir cümle yazdı:
“Vücudunu tanıyan çocuk, kendini daha iyi anlar.”
Zil çaldı.
Ama çocuklar yerlerinden hemen kalkmadı.
Herkes birbirine baktı.
Çünkü artık biliyorlardı ki…
Kanlarının içinde,
gözle görülmeyen ama hayatı taşıyan
çok önemli bir kahraman vardı.
Hemoglobin.
Dr. Mustafa KEBAT
⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️
Sayın okuyucu,
Yukarıda yer alan hikaye firmalarımız Tetkik OSGB – Tetkik Danışmanlık tarafından sosyal sorumluluğumuz olan çocuklarımızı bilgilendirmek, okumaya, çalışmaya, doğal hayata heveslendirmek ülkemize ve geleceğimize yararlı bireyler olabilmelerine katkı sağlamak maksadı ile yayınlanmıştır.
Dr Mustafa KEBAT
Aşağıdaki linkten yazımızda yer alan konu hakkında sorularınızı ve görüşlerinizi, merak ettiğiniz ve yazılarımıza konu olmasını istediğiniz hususları iletebilirsiniz. Varsa hatalarımızı bildirmeniz daha faydalı olmamıza desteğiniz bizim için çok değerli.
Bilginin paylaştıkça çoğalacağı düşüncesi ve sizlere daha iyi hizmet verme azmi ile her gün daha da iyiye ilerlemede bizlere yorumlarınız ve katkılarınız ile yardımcı olursanız çok seviniriz. https://g.page/r/CTHRtqI0z0gjEAE/review
⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️
Doğal Yaşayın
Doğal Beslenin
Aklınıza Mukayet Olun
⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️
Dr Mustafa KEBAT
Tetkik OSGB İş Sağlığı ve Eğitim Koordinatörü

