REAKTİF HİPOGLİSEMİ

Zaman zaman, yemek yedikten sonra yaklaşık 1-3 saat içerisinde aşağıdaki şikayetleri yaşıyor musunuz?

  • Terleme
  • Bulanık görme
  • Tükenmişlik hissi
  • Konsantre olamama
  • Baş ağrısı, baş dönmesi
  • Ağır uyku hali, el-kol titremesi
  • El ve ayaklarda cansızlık denilen güçsüzlük

Bu durum topumda yaygın olmasına rağmen genellikle çok veya ağır yemek yemeğe yada yemeğin içindekilere bağlanır. Aslında kanda glikoz (şeker) seviyesinin düşmesinden kaynaklanan bir durumdur. Ve bu durumun ana sebebi de son yıllarda çok popüler olan bazı yanlış yeme davranışlarıdır.

Aklınıza şu soru gelebilir daha yeni yemek yemişim kan şekerim yükselmesi gerekirken yemekten 1 (Bir) saat sonra niye düşsün?

Bu sorunuzu vücutta neler olduğunu inceleyerek cevaplayalım.

Yemeğimizi yedik, midemizde ve barsaklarımızda karbonhidratlar amilaz enzimi ile disakkarite kadar parçalanır.

Disakkarit, iki monosakkaritin glikozit bağı ile birleşmesi ile oluşan şekerdir. Monosakkaritler gibi suda çözünürler ve basit şekerlerdir. Maltoz (malt şekeri), sakkaroz (çay şekeri) ve laktoz (süt şekeri) disakkaritlere örnek verilebilir.

Sakkarit kelimesi, “şeker” anlamına gelen Eski Yunanca’da σάκχαρον (sákkharon) kelimesinden gelmektedir.

En son bağırsağımızda geldiğinde “Maltoz, sakkaroz, laktoz” disakkaritleri de ikiye parçalanır ve glikoz olarak emilir ve kana karışır.

Lakin glikozun kanda olması yetmez. Glikozu hücre içine almamız lazım ki, mitokondride enerjiye dönüşsün ve vücudumuz ihtiyacı olan enerjiye ulaşsın.

Glikozun vücuda girmesi ile birlikte pankreasımız insülin salgılar. İnsülin kas hücresinin kapısını (Glut-4) açar, glikoz içeriye girer ve enerjiye dönüşüm döngüsü başlar.

NAD, glikoz ile parçalanan hidrojeni (H) alır, mitokondriye taşır ve burada enerjiyi elde eder.

Normal işleyen sistemin kısa ve basit özeti bu…

Lakin kişide ne Tip-2, ne Tip-1 diyabet olmamasına rağmen yemekten bir süre sonra glikoz aniden düşüyordu.. Çünkü..

Alınan gıdalar çok hızlı sindirildi ve aşırı insülin salgılandı…

Konunun özü bu ve de çok da önemli

Besinler hızlıca sindirildiğinde kana da çok hızlı glikoz geliyor. Pankreas bu durumda ani uyarılarak gereğinden fazla insülin salgılıyor. Bunun sonucu olarak da glikoz çok hızlı hücre içine alınıyor. Tabi ki kandaki şekerde önce 70 mg/dl ardından da kritik sınır olan 55 mg/dl nin altına düşüyor.

Kan şekeri 55 mg/dl nin altına düştüğünde;

  • Terleme
  • Bulanık görme
  • Tükenmişlik hissi
  • Konsantre olamama
  • Baş ağrısı, baş dönmesi
  • Ağır uyku hali, el-kol titremesi
  • El ve ayaklarda cansızlık denilen güçsüzlük gibi bulguların hepsi veya bir kısmı görüldüğü gibi aynı zamanda açlık da hissedilir.

Acıkınca bir daha yediğimizde yine hızlı sindirilir ve bbu döngü devam eder. Tabi ki kana gelen glikozun enerjiye çevrilemeyen kısmı yağa dönüşür ve kilo alırız.

Burada merak edilecek önemli bir husus da hangi gıdaların hızlı sindirileceğidir❓❓❓

Tabi ki tahmin ettiğiniz gibi Karbonhidratlar

Yukarıda ”popüler olan bazı yanlış yeme davranışları” yazmıştım. Şimmdii oraya geliyoruz.

Kan şekeri sık düşenlere veya başka bir deyişle bu şikayetleri olanlara ne tavsiye ediliyor❓Popüler diyetlerde de sık duyduğunuz ”AZ AZ YE SIK SIK YE” cümlelerini hatırlayın.

Mantıkları ne; ”sık yersen her şekerin düştüğünde yemiş olursun ve semptomlar görülmez” İnsanlara nasıl zararlı olurum diye kafa yorsanız en iyi sonuç olarak bu cümleye ulaşırsınız.

Kulağınıza hoş gelse de sağlığınız için hiç de hoş değil.

Bu ”AZ AZ YE SIK SIK YE” tavsiyesi kişinin kısa vadede sorununu çözse de tedavi olmadığı gibi her yemek yediğimizde insülin salınımına sebep olduğu için hücrelerin zaman içerisinde insüline duyarsız hale gelmesine ve insülini tanımaz olmasına yol açıyor.

İşte bu duruma İNSULİN DİRENCİ denir. Kendi kendinize neler yaptığınıza bakın.

İnsülin Direnci ile başlayan süreç kişiyi TİP-2 DİYABET’e götürür. Nereden nereye getirdiniz kendinizi.

”AZ AZ YE SIK SIK YE” ile başladığının yanlış beslenme ile insülin direnci gelişti artık glikozu hücreye sokamaz olduğumuz için de şeker hastası oluyoruz.

Yani anlayacağınız Reaktif hipoglisemi var diye ”AZ AZ YE SIK SIK YE” gibi vücudumuza zararlı beslenme şekli uygulanmaz.

Bu güne kadar bilmiyordunuz. Lakin artık biliyorsunuz.

Çözüm olarak ne yapmalısınız? Şimdi de çözümü okuyun..

Yukarıdaki sakıncalı beslenmenin mekanizmasında hızlı sindirilme vardı. Yerine yavaş sindirilen bir besin tüketseydik, hızlı parçalanamayacak kana glikoz hızlı girmeyecek, insülin ani ve çok salınmadığı için de glikoz hücreye hızlı giremeyecek ve kanda glikoz (şeker) düşüklüğü olmayacaktı.

Buradan yola çıktığımızda hızlı sindirilen karbonhidratları azaltıp yavaş sindirilen protein ve sağlıklı yağ tüketimini arttırmak gerekiyor.

Yağ olarak kuyruk yağı, hayvani iç yağ, tereyağı ve zeytinyağı düşünmelisiniz.

Sabahları 2 yemek kaşığı Zeytin yağı + 1/2 tatlı kaşığı Tereyağı karışımını tüketen kisilerde Reaktif hipoglisemi semptomlarının oldukça azaldığı görülmektedir.

Protein olarak ilk akla gelmesi gereken yumurtadır. Yumurtayı beslenmemizde eksik etmememiz gerekiyor, en sağlıklı ve geç sindirilip hızlı insülin salgılatmayan besinlerin başında gelir.

Diğer proteinler; ET,BALIK,TAVUK vb gibi..

Kuru fasulye ,mercimek, nohut, buğday, çavdar vs gibi bakliyat ve hububatlar protein yanında karbonhihidrat içerir ve hızlı sindirilir. Bu sebeple yumurta, et, tavuk, balık önemli.

Meyvelerin %90’dan fazlası karbonhidrat. Bu sebeple çok tüketmemek gerekiyor.

Sebzeler; özellikle yeşil yapraklı ve renkli sebzeler.

  • Marul
  • Bamya
  • Brokoli
  • Lahana
  • Ispanak
  • Semiz otu
  • Maydonoz
  • Karnabahar
  • Taze fasulye vb gibi sebzeleri proteinlerle birlikte almak gerekir.

Süt ve Süt ürünleri şeker içerir ve %3 yağı hariç diğerleri ile aynı etkiyi gösterir. Özellikle sek süt %4.8 şeker içerdiği için uzak durmak gerekir.

Takviye alımını da düşünürsek;

Mitokondri sahibi olmayan hücrelerin glikozu kullanmasnda ve oksidasyonu engellemede ALFA LİPOİK ASİT önemlidir.

Hücre zarlarının oksidasyonu ve elastikiyeti, insülin direnci ve Omega-3/6 dengesi için OMEGA-3 önemlidir.

Tüm hücrelerin oksidasyonunu, pankreastaki Beta hücreleri ve Langerhans adacıklarının oksidasyonunu önlemede GLUTATYON ve RESVERATROL oldukça onemlidir.

İnsülin reseptörlerinin duyarlılığı için VİTAMİN E ve KROM önemlidir. (glut-4)

Besinlerin enerji olarak kullanılması için şart olan, gençliğin sırrı olarak bilinen SIRT6 genlerini aktive eden, glutatyon ile beraber önemli takviyelerden birisi NAD+ dir.NAD yaş ile beraber azalır.

Dr Mustafa KEBAT

Tetkik OSGB İş Sağlığı ve Eğitim Koordinatörü

Sınırlı Sorumluluk Beyanı:
Web sitemizin içeriği, ziyaretçiyi bilgilendirmeye yönelik hazırlanmıştır. Sitede yer alan bilgiler, hiçbir zaman bir hekim tedavisinin ya da konsültasyonunun yerini alamaz. Bu kaynaktan yola çıkarak, ilaç tedavisine başlanması ya da mevcut tedavinin değiştirilmesi kesinlikte tavsiye edilmez. Web sitemizin içeriği, asla kişisel teşhis ya da tedavi yönteminin seçimi için değerlendirilmemelidir. Sitede kanun içeriğine aykırı ilan ve reklam yapma kastı bulunmamaktadır.

Daha Fazla

D-DİMER

D-Dimer, çapraz bağlı fibrinin en küçük yıkım ürünüdür.

Koagulasyon ve fibrinolizin global bir aktivasyonunu yansıtır ve bu nedenle trombotik aktivitenin indirekt bir belirtecidir.

D-dimer; venöz tromboembolizm (VTE) tanısı, ilk trombotik olay (arteryal ve venöz) ve tekrarlayan VTE riski artmış bireylerin tesbiti, gebelik ve yaygın damar içi pıhtılaşma (DIC) takibi gibi bir dizi trombozla ilişkili klinik tablonun tanı ve takibinde en değerli laboratuvar testi olarak kabul edilebilir.

Bazı ilaçlar, toksinler, bakteri-virüsler, bazı aşılar, beslenme alışkanlıkları damarlarda hasara neden olur.

Damarlarımızda kan içerisinde sadece alyuvar, akyuvar, trombosit, vitamin, mineral, aminoasitler vs dolaşmaz.

  • Toksinler
  • Fazla kolesterol/Trigliserit
  • Kullanılan ilaç molekülleri
  • Otoimmun tepkiye neden olan antikorlar
  • Bazı aşılar ile oluşturulan antikorlar ve aşıya ait moleküller de dolaşır

Bunların bazıları damar iç duvarına (endotel hücrelere) hasar verir.

Bu etkenlerin haricinde;

  • Diyabet
  • Hipertansiyon
  • Romatizmal hastalıklar
  • Sigara, alkol de damarlara hasar verir

Endotelde oluşan hasar alanın onarılması için trombositler (platet) harekete geçerek bu yaralı yer üzerinde toplanır.

Kanda PLT bakarız. Kan tetkikinde trombosit (PLT) yüksekse (450-500 üzeri) pıhtılaşmayı düşünürüz.

Bir bahçe hortumunun iç kısmı hasar almış, su dışarıya çıkmasın diye içeriden sakız yapıştırdığımızı düşünün. Trombosit bu sakız.

Fakat tek başına yetmiyor, dağılır gider bunu sağlamlaştırmak için üzerine bir ağ öreriz. Buna Fibrin Ağ denir.

Kanda Fibrinojen yükselir ve biz yine pıhtılaşma düşünürüz.

Haliyle bu yaralı alanda onarım olunca bir yükseklik oluşur. (Fibrinoid Nekroz)

Bu yüksekliği traşlarız.

Bu traşlama sonrası ortamda kalan son ürün D-DİMER. İşte D-dimer dedigimiz mevzu kısaca bundan ibaret.

D-DİMER yüksekse pıhtılaşmayı düşünürüz.

D-dimer kanda sıfır olsun isteriz ama mutlaka bir miktar olur. Çünkü Damarlarımızda minimal hasarlar hep oluşur. Yaş ilerledikçe hasar çoğalır.

D-DİMER 0 ile 0.5 mg/L arası normaldir.

Şimdi Kana bakıyoruz pıhtılaşma var. Örneğin aspirin veriyoruz. Trombositlerin toplanmasını engelliyoruz ve pıhtı oluşmuyor.

Oh Süper değil mi?

Aklınıza geldiğine kanım sulansın iyi gelir diye aspirin kullanıyorsunuz zaten.

Peki ya damarlarınızda hasar varsa, hasar ne olacak? Trombositler bir birine yapışmaz, toplanmazsa hasarlı yeri onaramayız.

Akıllı olan; Hasarın Oluşmasını Önler..

Hasarı önlemediğimiz sürece o trombositler toplanacak, pıhtı atacak, d-dimer yükselecek. Kaçış yok

Hasarlı alan çoğaldıkça ve büyüdükçe damar dışına sızma olacak, beyin kanaması gibi hiç istemediğimiz durumlar oluşacak. Çünkü hasarlı damarın yırtılma ihtimali hep vardır..

Ne Yapmamız Gerekiyor ?

1 – En Önemlisi Beslenme

  • Karbonhidrat ağırlıklı beslenme alışkanlıkları bırakılmalıdır.
  • Geceleri 19.00 sonrası enerji değeri olan gıda ve sıvı alımı yapılmamalıdır.
  • Günlük 16 saat açlık periyodu olmalıdır. Tercihen 19.00 – 11.00 arası.
  • Fazla meyve tüketimi olmayacak. Fazla meyve TRİGLİSERİT yükseltir.
  • Kötü yağlar tüketilmeyecek. Kuyruk yağı, Hayvani iç yağı, Tereyağı, Zeytinyağı ve Hindistan cevizi yağı harici yağlardan uzak durulmalıdır. https://tetkik.com.tr/wp-admin/post.php?post=12002&action=edit

2 – Düzenli Yapılacak Testler ile Sağlığın Takibi Yapılmalıdır

  • HbA1c
  • Açlık insulin ve glikoz
  • HOMA-IR
  • LDL
  • TRİGLİSERİT devamlı kontrol altında tutmalıdır.
  • PLT
  • D-DIMER
  • aPTT
  • Fibrinojen
  • Faktör 8, 9, 10
  • Troponin I
  • CK ise belirli aralıklarla baktırılmalıdır.

3 – Antioksidan Beslenme ve Takviyeler

Glutatyon ve Resveratrol

Serbest radikaller damar duvarına (endotel) zarar verir. Bu serbest radikalleri antioksidanlar ile önlemek gerekir. Damar için Bunlardan en önemlileri Glutatyon ve Resveratrol. Bunları uygun dozlarda kullanmak gerekir.

Damarlarda bu duvarların yapısı büyük oranda Colajen proteininden oluşur. Uygun colajen kullanımı sadece cilt, kemik yapı değil damarlar için de önemlidir.

Hesperidin

“Amacımız hasarı onarmak” Hesperidin endotel hasarın onarılmasında oldukça önemlidir.

“İskemi – Reperfüzyon” (dokulara kan, oksijen, gerekli moleküller gidip onarılması), inflamasyon oluşumunda nötrofil birikimini önlemek için kullanılır.

4- Vitamin ve Mineraller

Vitaminler enerji vermez. Lakin enzimlerin çalışması, metabolik olayların olması için eksik olmaması şart.

Canlılarda oksijenin diğer moleküllerle olan reaktivitesi oldukça sınırlıdır. Bunun adı SPİN Kısıtlaması.

Endotel hasarını onarmada özellikle aşağıdakiler önemlidir.

  • Çinko (glukonat)
  • Magnezyum (Sitrat, Glisinat)
  • Selenyum
  • Demir (sadece eksikse)
  • Alfa lipoik asit
  • Vitamin D3
  • Vitamin B12
  • Vitamin B9
  • Vitamin B6
  • Vitamin C

5 – Egzersiz

İnsan vücudu hareketsiz kalmaya uygun değildir. Lakin “Ağır egzersize de” uygun değil.

Haftada üç gün (birer gün arayla) hafif aç olarak 40 dakikalık tempolu yürüyüş yapılmalıdır.

D-DİMER’ın arttığı Patolojik (Hastalık Sebepli) ve Fizyolojik (Doğal) Sebepler

Özet olarak;

Kan sulandırıcılar pıhtılaşmayı önlemek için kullanılır.

FAKAT

Endotel (damar iç duvarı) hasarını önlemek için de “yaralı bölgede” pıhtılaşma olması gerekir.

Yani kan sulandırıcı kullanmak pıhtılaşmayı önlerken, damarlarda sürekli olan hasarların iyileşmesini engeller. (Bu sebeple damar dışına sızıntı çok olur)

Bu nedenle asıl olan Hasarın Oluşmasını Önlemek olmalıdır.

Özellikle Hipertansiyon, diyabet, bazı otoimmun ve enfeksiyona bağlı hastalıklar, bazı ilaç ve aşılara bağlı hasarların önlenmesi gerek.

⭐️⭐️⭐️⭐️

Bilimsel Yazı Sevenler Devam Edebilirler

D-dimer, kan pıhtılaşma ve parçalanma sürecinin bir yan ürünüdür ve bir kan örneğinin analizi yoluyla ölçülebilir. D-dimer, bir kan pıhtısı parçalanmaya başladığında serbest kalır.

Daha spesifik olarak, kandaki trombositler bir D alt birimine bağlıdır. Kan pıhtıları oluştuğunda, iki trombosit arasındaki D grubu bir bağ oluşturur. D-Dimerler (fibrin gibi diğer faktörlerle birlikte) aracılığıyla birbirine bağlanan birçok trombosit bir pıhtı oluşturur.

Vücudun iyileşme sürecinin bir parçası olarak, oluşan pıhtılar oluştukları anda parçalanmaya başlar. Pıhtı bağları koptuğunda, D-dimer (D==D) trombositten (P) ayrılır:

Ç–P–D + Ç–P–D → Ç–P–D==Ç–P–D → Ç–P + Ç==Ç + Ç–D

Duyarlılık ve özgüllük, istenen test türüne göre değişir. Ancak, D-dimerler düşük riskli popülasyonlarda pulmoner emboli veya derin ven trombozunu tespit etmek için yüksek duyarlılığa ancak düşük özgüllüğe sahiptir.

⭐️ Hastadan flebotomi yoluyla kan alınır ve sodyum sitrat içeren bir şişeye alınarak ters çevrilerek karıştırılarak laboratuvarda analiz edilmek üzere saklanır.

Normal bir D-dimer 0,50’den düşük kabul edilir.

Pozitif bir D-dimer 0,50 veya daha yüksektir. Bu bir tarama testi olduğundan, pozitif bir D-dimer pozitif bir taramadır. Bir D-dimer için mutlaka kritik bir seviye yoktur.

Yanlış negatifler ve yanlış pozitifler meydana gelebilir. Yanlış negatiflerin sıklığı nedeniyle, bir D-dimer yalnızca pulmoner emboli (PE) için düşük şüphe veya derin ven trombozu (DVT) olarak da bilinen venöz tromboembolizm (VTE) için düşük şüphe durumunda kullanılmalıdır. Ayrıca, yaygın intravasküler koagülasyonun (DIC) değerlendirilmesinde de rol oynar.   

Dikkat çekici bir şekilde, PE, DVT veya DIC yokluğunda hastalarda yüksek D-dimer’e neden olabilecek birkaç fizyolojik durum veya tıbbi durum vardır.

Bunlara hamilelik, malignite, sigara içimi, travma, enfeksiyon veya sepsis dahildir, ancak bunlarla sınırlı değildir. Ayrıca, yaşlı hastalar, hareketsiz hastalar, otoimmün bozuklukları olan hastalar veya yakın zamanda ameliyat geçiren hastalarda yüksek D-dimer olabilir. Dikkat çekici bir şekilde, patoloji olmasa bile bir D-dimer yaşla birlikte artabileceğinden, D-dimerler için yaşa göre ayarlanmış kesme değerlerinin kullanılmasını öneren yeni araştırmalar var. D-dimer testinin zamanlaması yanlış negatife yol açabilir. Örneğin, antikoagülan aldıktan sonra alınan kan negatif olabilir. Örnekleme çok erken yapılırsa, pıhtı oluşumu sırasında veya pıhtı organize olduğunda.

Pulmoner Emboli (PE) İçin D-Dimer

Pulmoner emboli, pulmoner damarlar içinde bulunan ve pıhtının aşağı akışında kan akışının azalmasına neden olan bir kan pıhtısını ifade eder. Bazı hastalarda az semptoma neden olan küçük pulmoner emboli olabilirken, bazılarında ana pulmoner arteri veya arterleri tıkayan büyük pulmoner emboli olabilir. Pulmoner emboli iki taraflı olarak ana pulmoner arterlerde yer aldığında eyer embolisi olarak adlandırılır. Eyer embolisi olan bir hastada kardiyopulmoner arrest ve ölüm riski yüksektir. D-dimer elde etmek, göğüs ağrısı, nefes darlığı veya hipoksi gibi semptom veya bulgular gösteren hastalarda ayırıcı tanıyı araştırmada yardımcı olabilir.

Wells Kriterlerine göre hastalar PE için düşük riskli, orta riskli veya yüksek riskli olarak risk sınıflandırmasına tabi tutulabilir. Wells Kriterleri, derin ven trombozu (DVT) belirtileri veya semptomları, PE için klinik şüphe, taşikardi varlığı, yakın zamanda immobilizasyon (yakın zamanda ameliyat), daha önce teşhis edilmiş PE veya DVT, hemoptizi ve malignite dahil olmak üzere PE’nin çeşitli risk faktörlerini veya semptomlarını dikkate alır. Başka bir puanlama sistemi Cenevre Skoru veya revize edilmiş Cenevre Skoru’dur (rGeneva). Hastaları PE için düşük riskli, orta riskli veya yüksek riskli olarak sınıflandırır. Bu skor hastanın yaşını (65 yaşından büyükse), önceki PE veya DVT’yi, yakın zamandaki ameliyatı veya alt ekstremite kırığını, aktif maligniteyi, hemoptiziyi, tek taraflı ekstremite subjektif ağrısını, palpasyona karşı tek taraflı ekstremite hassasiyetini ve yüksek kalp hızını dikkate alır.

Wells Kriterleri veya Cenevre/rCenevre skorlarına sahip bir hastayı puanladıktan sonra D-dimer siparişi verip vermemeniz ve sonuçlarla ne yapacağınız konusunda lütfen ekteki tablo 1 ve 2’ye bakın. 

Özetle, düşük riskli hastalarda D-dimer istenmeli ve negatif D-dimer düşük riskli hastalarda PE’yi makul bir şekilde ekarte edebilir. Yüksek riskli hastalarda (PE için yüksek klinik şüpheniz olanlar dahil), tarama testi olarak D-dimer’den geçmek yerine görüntüleme yapılmalıdır. Orta riskli hastalarda, bir D-dimer elde edilebilir (negatif D-dimer PE’yi ekarte eder) veya klinik şüphe yüksek kalırsa doğrudan görüntülemeye geçilebilir.

PE riski yüksek olan veya D-dimer pozitifliği olan hastalarda ileri değerlendirme için görüntüleme BT anjiyogramı veya ventilasyon-perfüzyon taramasını içermelidir.

PE için düşük risk taşıdığı belirlenen kişilerde pulmoner emboliyi ekarte etmek için tasarlanmış ek bir puanlama sistemi vardır, buna Pulmoner Emboli Eleme Kuralı (PERC) kuralı denir. Bir hasta PERC kuralında listelenen özelliklerden veya belirtilerden hiçbirine sahip değilse, PE’yi ekarte etmek için D-dimer elde etmek gerekmez. Bu hastalarda D-dimer elde etme ihtiyacını ortadan kaldırmak, yanlış pozitiflerin sayısını azaltacak ve böylece pulmoner emboliyi radyografik olarak eleştirmek için radyasyona maruz kalmayı gerektiren hasta sayısını azaltacaktır.  

Derin Ven Trombozu (DVT) İçin D-Dimer

DVT, kollar veya bacaklardaki derin venöz sistemde bulunan bir kan pıhtısıdır. En sık bacaklarda bulunurlar. DVT semptomları arasında eritem, ağrı, şişlik ve etkilenen ekstremitede artan sıcaklık yer alabilir. Ayrıca DVT için Wells Kriterleri olan bir risk sınıflandırma puanı da vardır. Bu puanlama sistemi yakın zamanda geçirilmiş kötü huylu tümörleri, yakın zamanda geçirilmiş immobilizasyonu (yakın zamanda geçirilmiş cerrahi müdahaleler dahil), asimetrik bacak şişliğini, kollateral damarların varlığını, şüpheli damarların bulunduğu yer boyunca hassasiyeti, daha önce teşhis edilmiş DVT’yi ve DVT için yüksek klinik şüpheyi dikkate alır. Bu puanlama sistemiyle, kişi DVT “olası” veya “olası değil” olarak sınıflandırılabilir veya düşük riskli, orta riskli veya yüksek riskli olarak daha da ayrılabilir. Her iki durumda da, düşük riskli veya “olası değil” gruplarında negatif D-Dimer ile DVT ekarte edilebilir. Orta riskli, yüksek riskli veya “olası” gruplarında, pozitif bir D-Dimer, DVT’yi değerlendirmek için Ultrason ile görüntüleme gerektirir. Ancak yine de, DVT için yüksek klinik şüphe varsa, D-Dimer elde etmeden ultrason istenebilir.  

Yaygın İntravasküler Koagülasyon (DIC) İçin D-Dimer

Yaygın intravasküler koagülasyon, koagülasyon kaskadı ile ilgili bir sorundan kaynaklanır. Bu, yavaş gelişirse aşırı pıhtı oluşumuna veya süreç başlangıçta akutsa kanamaya yol açabilir. DIC’nin yüksek bir ölüm oranı vardır. DIC’nin tanısal çalışmasında istenebilecek birçok farklı çalışmadan biri de D-dimer’dir. Bir hasta DIC’deyse D-dimer önemli ölçüde yükselecektir. Birinin sipariş etmeyi düşünebileceği diğer laboratuvarlar arasında fibrinojen (normalden düşük), trombosit sayısı (düşük), PT/INR (normalden uzun süreliye) ve PTT (normal veya yüksek) yer alır. Bu laboratuvarlar ayrıca, iyileşme ve umarım DIC ile normal değerlere doğru eğilim göstermeleri gerektiğinden DIC tedavisine verilen yanıtı izlemeye yardımcı olabilir. https://www.ncbi.nlm.nih.gov/books/NBK431064/

Yüksek D-dimer’i nasıl yönetiyoruz? https://pubmed.ncbi.nlm.nih.gov/37881856/

D-dimer testi: Anlatısal bir inceleme https://pubmed.ncbi.nlm.nih.gov/37268332/

⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️

Yukarıdaki Tüm Bilgiler farkındalık yaratmak maksadı ile olup hekiminizin muayenesi veya görüşleri yerini tutamaz.

Bu sebeple hekiminize / hekimlerinize düzenli periyodik muayene olun ve yönlendirmelerine uyun.

Sağlıklı günler dilerim.

⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️

Dr Mustafa KEBAT

Tetkik OSGB İş Sağlığı ve Eğitim Koordinatörü

Sınırlı Sorumluluk Beyanı:
Web sitemizin içeriği, ziyaretçiyi bilgilendirmeye yönelik hazırlanmıştır. Sitede yer alan bilgiler, hiçbir zaman bir hekim tedavisinin ya da konsültasyonunun yerini alamaz. Bu kaynaktan yola çıkarak, ilaç tedavisine başlanması ya da mevcut tedavinin değiştirilmesi kesinlikte tavsiye edilmez. Web sitemizin içeriği, asla kişisel teşhis ya da tedavi yönteminin seçimi için değerlendirilmemelidir. Sitede kanun içeriğine aykırı ilan ve reklam yapma kastı bulunmamaktadır.

Daha Fazla

HbA1c (ÜÇ AYLIK ŞEKER)

HbA1c, halk arasında üç aylık şeker olarak bilinir, diyabet takibinde, obezite, aşırı yorgunluk, halsizlikte gibi sağlık sorunlarının teşhisi ve takibinde oldukça önemlidir.

HbA1c normal değer aralığı % 4,7 ila % 5,6 dir.

Bağırsaklardan emilen glikoz kana geçer. Kandaki glikozu hücre içine alırız ve mitokondride enerjiye (ATP) çevirip kullanırız.

Damarlarımızda dolaşan glikozun miktarı 4 ila 4.5 gramı geçmez. Damarlarımızda pek çok molekül dolaşır.

Eritrosit (RBC) içerisinde bulunan Hemoglobin

Kan tetkiklerinde HGB olarak gördüğümüz bu “hem-o-globin” karbondioksiti dışarıya, oksijeni hücrelere taşımakla görevlidir.

Kalp, karbondioksit yüklü kirli kanı akciğere pompalar, oksijeni yine hemoglobin yüklenir ve kalp vücuda pompalar. Düzenli temiz bir döngü.

Hemoglobin çok düşerse kansızlık (anemi) düşünürüz ki oksijen az taşıyacağı için vucutta yorgunluk, halsizlik renkte solgunluk görülür

Demir eksikliğinde anemi görülür, çünkü HEM = demir zaten. Yani hemoglobinler yoğun demir içerir.

B12, B9, B6 eksikliğinde de anemi görülür. Çünkü bu kez de hemoglobinin icinde bulunduğu kırmızı kan hücresi (RBC), eritrosit üretimi düşer. RBC üretimi için bu üç vitamin şarttır. RBC yoksa hemoglobinde olmaz.

İşte kanda dolaşan şeker (glikoz) %4.5 ila 5.5 oranında HEMOGLOBİN’e bağlanır.

Eritrositlerin ömrü 120 gündür. Lakin yeni oluşanı olduğu gibi 119. gününde olanı da var. Hepsinde glikoz bağlı. Biz bunun ortalaması olan 60 günlük ortalamayı alıp bağlanma oranına bakarız.

Örneğin: “HbA1c oranı 5.5” deriz..

Üç aylık olarak isimlendirsek de aslında 60 – 62 günlük şeker ortalamasıdır.

Kan glikoz oranınız günlük hatta saatlik olarak bile değişir.

FAKAT HbA1c değişmez. Daima son 60 günü verir.

HbA1c 5.6 üzeri sıkıntılıdır ve tip-2 diyabet sinyali verir.

Şimdi; oksijen taşıması gereken hemoglobine fazla şeker bağlanırsa. Mesela HbA1c 7,5 olsun. Bu oksijen bağlayacak yerin azalması, hemoglobinin sağlıksız olması demektir.

Oksijen en çok neresi için lazım?

Beyin için tabi ki.. Beyine, nöronlara oksijen az gider. Buradan itibaren

  • Hafıza sorunu
  • Odaklanma sorunu
  • Berrak düşüneneme
  • Amiloid plakların artması ve Alzheimer’a öncülü durum
  • Kronik yorgunluk ve halsizlik başlar

Bu nedenle HbA1c değeri aslında sadece diyabet – obezite için değil her durum için önemli bir parametredir.

HbA1c Nasıl kontrol altında tutulur?

Öncelikle kandaki glikoz seviyesini yüksek tutmamak. Bunun için ise o glikozun hücreye girmesi ve enerjiye dönüşmesi lazım

Harcadığın enerji, kalori kadar beslenme. Eğer harcadığınızdan fazlası vücuda giriyorsa bu önceleri yağ olarak depolansa da sonra yine glikoza çevrilip kana salınacaktır.

Az ye sık ye şeklinde beslenme ASLA YAPILMA – MA – LIDIR.

Ağzımıza attığımız her lokmada ki bağırsaktan emilip kana karışan glikoza karşı pankreas insülin üretir.

İnsülin gidip hücrede reseptöre dokunacak, reseptöre dokununca kas hücresinde GLUT-4 kapısı açılacak ve glikoz kandan hücreye girip enerjiye çevrilecek. Bu durum ilk bakışta gayet güzel

Lakin AZ YE-SIK YE ile sürekli salgılanan İnsüline karşı reseptör duyarsızlaşır ve GLUT-4 kapısı açılmaz, glikoz hücreye giremez ve kanda kalır. Bu glikoz hemoglobine bağlanır

Ayrıca İnsülinin dokunduğu reseptör krom elementi ile çalışır, vücutta krom eksik bırakılmayacak, gerekirse takviye alınmamalıdır.

Eğer hücre zarları oksitlenirse yine insülin respetörleri düzenli çalışmaz. Aşırı geçirgen bağırsak, kana geçen toksinler, pestisitler hücre zarlarını oksitler. Bunun önlemenin yolu gerekirse ANTİOKSİDAN (Glutatyon, Resveratrol, Hesperidin) kullanmaktır.

En önemli konu ise beslenmedir.

Karbonhidrat az, protein ve sağlıklı yağ ağırlıklı beslenme doğru olanıdır.

kesinlikle sıfır karbonhidrat şeklinde beslenme olmamalıdır. %20-25 civarı karbonhidrat alımı gerekir.

Öğle yemeği tamamen kalkmalıdır.

Bir diğer konu ise akşam yemeğidir. Aksam yemeği olabildiğince erken yenmeli ve gece mutlaka aç yatılmalı. Bunun üzerine günlük 30 dakika kadar tempolu yürüyüş (egzersiz) yapılmalıdır.

HbA1c değeri oldukça önemli olup arada kontrol edilmeli ve kesinlikle 5.5 üzerine çıkartılmamalıdır. Norolojik semptomlar dahil bir çok şeyi önlemek için önemlidir.

Dr Mustafa KEBAT

Tetkik OSGB İş Sağlığı ve Eğitim Koordinatörü

Sınırlı Sorumluluk Beyanı:
Web sitemizin içeriği, ziyaretçiyi bilgilendirmeye yönelik hazırlanmıştır. Sitede yer alan bilgiler, hiçbir zaman bir hekim tedavisinin ya da konsültasyonunun yerini alamaz. Bu kaynaktan yola çıkarak, ilaç tedavisine başlanması ya da mevcut tedavinin değiştirilmesi kesinlikte tavsiye edilmez. Web sitemizin içeriği, asla kişisel teşhis ya da tedavi yönteminin seçimi için değerlendirilmemelidir. Sitede kanun içeriğine aykırı ilan ve reklam yapma kastı bulunmamaktadır.

Daha Fazla