Çalışanımız evinde akşam yemeğinden iki saat sonra (saat 22.00 gibi) kanepede uzanırken, çocuklarının yaptığı patates kızarmasından canı çekti ve büyük bir tabak yedi.(Tokluk halinde karbonhidrat aldı.) Zaten toktu ve karnı iyice şişti. Ardından tekrar kanepeye uzandı. Maalesef bunu sık sık yapıyordu.
Gece saat 23.50 civarı göğsünde ve sol koluna vuran ağrı sonrası fenalaştı. Ambulansla hastaneye götürülürken yolda kalbi durdu. Yapılan müdahale ile hastaneye sağ olarak ulaştırıldı. Kalp krizi geçirdiği için yatışı yapıldı. Hastanede üç gün yattıktan sonra taburcu edildi.
Şimdi…
Çalışanımızda gelişen bu durumu baştan inceleyelim..
Çalışanımız karbonhidrattan zengin beslenmesi sonucunda karaciğerinde bir lipid (yağ) paketi olan VLDL oluştu.
Çünkü..
Tokluk durumunda karbonhidrat alımı ya da sürekli ağır karbonhidrat tüketimi VLDL üretimini artırır. (obezite, damar sertliği, damar tıkanıklığı)
VLDL – Very Low Density Lipoprotein – Çok Düşük Yoğunluklu Lipoprotein: Karaciğerde bulunan lipid gruplarının yağ dokusuna ve kaslara taşınmasında görev alır.
Karaciğerde VLDL üzerine bir tane plaka takılır. Buna Apolipoprotein B100 (Apo B100) denir.
Apolipoprotein B vücudunuzda yağ ve kolesterolü taşımaya yardımcı olan bir proteindir. İki tür Apolipoprotein B vardır. Bağırsaklarınızda üretilen apo B-48 ve karaciğerinizde üretilen apo B-100.Apo B-48, yağ ve kolesterolü karaciğerinize taşır, burada yeniden paketlenir ve apo B-100 ile birleştirilir. Buradan vücudunuzun her yerine yayılır.
Aynı zamanda yine karaciğerde mikrozomal TAG transfer proteini (MTP) ile bu VLDL ye Trigliserit katılır. TAG ve Apo B100 takılı VLDL’yi kana salınır.
Kanda HDL ile karşılaşır.(Halk arasında iyi kolesterol adı ile bilinir) HDL de Apo E ve Apo C2 isimli iki tane plakayı VLDL‘ye takar.
Damar duvarında endotel hücrelerinde lipopretein lipaz ve heparan sülfat iki enzim var. Bu enzimler HDL’nin taktığı Apo C2 ile aktif olur ve VLDL’yi tutarak sindirirler. VLDL küçülür.
Damar duvarındaki endotelde meydana gelen hasarlarda VLDL sindirimi bozulur ve VLDL kanda kalır. Endotelde hasar oluşumunu önlemek önemlidir. Bu hasarı önlemek için Hesperidin ve Resveratrol kullanımı çok önemlidir.
Küçülen VLDL’den Apo C2 tekrar HDL’ye geri gider.
Apo E ve ilk takılan Apo B100 ortada kaldı mı?
Tabi ki hayır...
Karaciğer küçülen VLDL’nin bir kısmını Apo E kısmından tutarak geri çeker ve hayatını sonlandırır.
VLDL’nin bir kısmını karaciğer çekti, kalan kısmı ise ilerler. Önce IDL sonra ise LDL oluşur.
Oooo halk arasından kötü kolesterol olarak bilinenlerden biri daha ortaya çıktı. LDL
LDL üzerinde ilk başlarda karaciğerde takılan Apo B100 plakası takılı kalmış durumdadır. Hem karaciğerde, hem periferik dokularda Apo B100 reseptörü (giriş kapıları) var.
Apo B100 reseptörü ile eşleşen LDL üzerindeki Apo B100 plakası ile LDL’ yi hücreye alır.
Eğer Apo B100 reseptörleri azalırsa veya oksitlenirler. ve bozulurlarsa LDL kanda yükselir. Karaciğerde ve perifer dokularda hücreye giremez kanda serbestçe dolaşır.
Bazı insanlarda bu Apo B100 reseptörleri doğuştan (genetik olarak) bozuktur. Bunlara tip-2 hiperlipidemi hastası diyoruz. Bu hastalığın görülme olasılığı oldukça düşüktür.
Fakat Apo B100 reseptörleri doğuştan sağlıklı olduğu halde biz insanların hataları ile bozulması çok sık görülmektedir.
Mesela; sürekli ağır karbonhidrat ile beslenmemiz, tok olduğumuz halde karbonhidrat almamız LDL miktarını artırır.
Sürekli LDL yüksekliği Apo B100 reseptörlerini duyarsız hale getirir ve bir sür sonra LDL üzerindeki Apo B100 plakasını tanımamazlıktan gelmeye başlar.
Antioksidan (glutatyon) eksikliğinde, Omega-3, selenyum eksikliğinde reseptörlerin sayısı azalır ve oksitlenir. Yine LDL kanda kalır ve kan seviyesi yükselir.
PCSK9 isimli enzimimiz Apo B100 reseptörlerini yıkar – parçalar.
Bu Apo B100 reseptörleri olmazsa LDL kana giremez ve kanda yüksek seviyede kalır.
Eğer bu PCSK9 enzimimizi bir miktar engellersek Apo B100 reseptörleri sayısı fazla olur ve kandaki LDL gidip ona yapışır hücreye girer.
PCSK9’u durdurmak için Evolocumab, Alirocumab gibi monoklonal antikor ilaçları var. Lakin henüz yeni ve herkese de reçete edilmiyorlar.
FAKAT
BENFOTİAMIN ilacı PCSK9 enzimini inhibe ederek hücrelerdeki giriş kapısını (Apo B100 reseptörü) yakmasını engeller.
Çoban Çantası Bitkisi Kökü ekstresi PCSK9 enzimini bir miktar inhibe eder ve kandaki LDL hücrelere daha rahat girer.
Altınmühür bitkisi kökleri ekstreside Benfotiamin kadar olmasa da PCSK9’u inhibe eder.
Eveeeet….PCSK9 ‘u inhibe ettik. Hücre üzerindeki Apo B100 reseptörleri de sağlam. Döndük yine LDL üzerinde karaciğerde takılan Apo B100 plakasına. Apo B100 reseptörleri görüp LDL’yi kana çeker.
FAKAT
Ya plaka okunmuyorsa, küflenmişse, oksitlenmişse ?
Mümkün mü?
Malesef yine biz insanlardan kaynaklı mümkün. Eğer;
Beslenme şeklimiz kötü, fast-food, kızartma ve ağır karbonhidrat ağırlıklı ise
Sigara ve alkol kullanıyorsak
Aşırı geçirgen bağırsak sendromu varsa
Ülseratif kolit, crohn, diyebet, SİBO varsa
Stresli bir hayatımız varsa
Gece tok yatıyorsak
Ağır meyal, tarım ilacı, kirli havaya maruz kalıyorsak,
LDL oksitlenir. Oksidasyon oluşur.
Oksidasyonu önlemenin yolu var mı?
Tabi ki var.
Öncelikle hayat tarzımızı (doğruları yapmaya başlayarak) değiştirmek.
Yukarda listelediğim yanlışlardan yaptıklarınız var ise önce onları düzeltmekle başlamalısınız.
Antioksidan içerikli beslenmelisiniz. Hatta bellki antioksidan takviye kullanmalısınız.
LDL oksidasyonunu önlemek için;
Glutatyon
Resveratrol
Omega-3
Vitamin C çok önemlidir.
Eğer bu oksidayon önlenmezse okside LDL damar duvarına yapışır ve damar tıkanıklığına neden olur.
Bu okside LDL‘yi yok etmek için damar içinde makrofajlar harekete geçer. SR-A reseptörü ile okside LDL’yi yakalar ve fagosite eder, yer, eritir.
Lakin bu durum köpük hücreye neden olur.
İşte köpük hücre nedenli kalp krizinin en büyük sebebi budur.
Çalışanımızın kalp krizi geçirmesinin bir nedenini okudunuz.. Bu nedene eşlik eden pek çoğunu da ileriki yazılarda okuyabilirsiniz.
Sonuç Olarak Çalışanlarımıza Tavsiyeler
Özellikle tok iken karbonhidrat alınmamalı.
Açken beslenme ve öğünlerde karbonhidrat miktarı azaltılmalıdır.
Damarlarda endotel hasarı ve oksidasyon olursa, VLDL sindirilip LDL ‘ye dönüşemez. Bu sıkıntıdır, endotel hasar için flavonoidlerden Hesperidin ve Resveratrol kullanımı önemlidir.
PCSK9 hücrelerdeki LDL’nin gireceği kapıyı bozar. Bu PCSK9 ‘u önlemek için; Benfotiamin, Çoban Çantası kökü ekstresi, Altın mühür kökü ekstresi kullanılabilir.
LDL oksidasyonu makrofajları harekete geçirir. Makrofajlar bunları yok ederken köpük hücre oluşur ve kalp krizine neden olur. Ayrıca okside LDL damarları tıkar, bunu önlemek için; Aşırı geçirgen bağırsak önlenmeli. Gece asla tok uyunmamalıdır. Glutatyon, Resveratrol, Omega-3, Vitamin C, LDL oksidasyonunu önlemede önemlidir.
HDL…okside LDL yi temizlemede gorevlidir. Bu gorevi Paraoksonaz enzimi ile yapar. Bu enzimin aktivitesi ve sentezi için Kalsiyum, Benfotiamin, N-asetil sistein, Alfa lipoik asit, Glutatyon, melatonin kullanımı önemlidir.
Bilim insanlarının Hepatit C virüsünün karaciğerde yağlanma yapmasından ilham alarak kolesterol ilacı yaptıklarını biliyor muydunuz?
Hepatit C virüsü TAG transfer proteini (MTP) bozar. Dolayısı ile TAG karaciğerde kalır, Trigliserit içine giremediği için VLDL tamamlanıp kana salınamaz ve kanda LDL düşer. Bu durumda yağlar organda kaldığı için karaciğerde yağlanma oluşur. (Hepatit C de karaciğer yağlanma yapar)
Yani anlayacağınız bulunan bu ilacı (Lomitapid)ve benzer etki mekanizmalı kolesterol düşürücüleri kullananların aralıklarla karaciğerlerini kontrol ettirmeleri gerekir.
Bunun harici yöne kolesterol ilacı olan STATİNLER ise Karaciğerde “Koenzim Q10 ” sentezini bloke ederek mitokondride enerji üretimini düşürür.
Dr Mustafa KEBAT
Tetkik OSGB İş Sağlığı ve Eğitim Koordinatörü
Sınırlı Sorumluluk Beyanı: Web sitemizin içeriği, ziyaretçiyi bilgilendirmeye yönelik hazırlanmıştır. Sitede yer alan bilgiler, hiçbir zaman bir hekim tedavisinin ya da konsültasyonunun yerini alamaz. Bu kaynaktan yola çıkarak, ilaç tedavisine başlanması ya da mevcut tedavinin değiştirilmesi kesinlikte tavsiye edilmez. Web sitemizin içeriği, asla kişisel teşhis ya da tedavi yönteminin seçimi için değerlendirilmemelidir. Sitede kanun içeriğine aykırı ilan ve reklam yapma kastı bulunmamaktadır.
1.000’den fazla yayınlanmış kilo verme diyeti vardır ve daha fazlası düzenli olarak sıradan literatürde ve medyada yer almaktadır. Pek tabi ki kime ve neye inanacağınız konusu büyük bir belirsizlik.
Bu diyet programlarının çoğu sağlam bilimsel kanıtlara dayanmaktadır ve çağdaş kilo kaybı ilkelerini takip etmektedir. Diğerleri ise sadece 1 veya daha fazla temel besin grubunu ortadan kaldırır veya çok az veya hiç destekleyici kanıt olmaksızın diğer besinler pahasına 1 tür gıdanın tüketilmesini önerir. Lakin her ne kadar kilo kaybı için başarılı olsalar da sağlığınız için ne kadar doğru oldukları tartışmalıdır.
PubMed ‘te yayınlanan bir araştırmada, ABD de üç popüler diyet karşılaştırılmış.
Sizlerin de zaman zaman yaptığınız diyetlerin içeriğine benziyor.
Biz de bu araştırmadan başlayıp benzer çalışmalarda elde edilen sonuçlarla birlikte değerlendirelim.
Atkins for Life diyeti
Yumurtalar
Balık ve deniz ürünleri
Sığır eti, tavuk ve hindi gibi etler
Su, kahve ve çay gibi şekersiz içecekler
Peynir ve tereyağı gibi tam yağlı süt ürünleri
Fındık, badem, ceviz, fıstık gibi yağlı tohumlar
Zeytinyağı, hindistan cevizi yağı ve avokado gibi sağlıklı yağlar
Yeşil yapraklılar, brokoli ve karnabahar gibi düşük karbonhidratlı sebzeler
South Beach diyeti
Tofu
Yumurta
Sebzeler
Baklagiller
Tavuk, Hindi
Yağlı tohumlar
Yağsız kırmızı et
Balık ve kabuklular
Yağı azaltılmış peynirler
Karbonhidrat türlerinden, glisemik indekslerine dayanarak uzak durulması gereken diyet.
DASH diyeti
Kepekli tahıllar, yulaf, esmer pirinç serbest
Şeker içeriği düşük, tuz içeriği az besinler tercih edilir.
Günlük beslenmenin büyük bir kısmını meyve ve sebzeler oluşturur
Yağsız veya düşük yağlı süt, yoğurt ve peynir gibi süt ürünleri serbest
Fındık, badem, ceviz gibi sağlıklı yağ kaynakları,chia tohumu keten tohumu önemli
Özellikle potasyum açısından zengin olan; muz, portakal, domates, patates gibi besinler tüketilir
Bu 3 (Üç) diyet de sağlıklı bir kalp, normal kilo, tansiyon, normal bir glikoz değeri için tercih ediliyor.
Bu diyetleri yapanların kan değerleri incelendiğinde;
B7 vitamini,
D vitamini,
E vitamini,
Krom,
İyot
Molibden bütün beslenme modellerinde düşük çıkıyor.
Ayrıca toplam 27 mikrobesinin (Vitamin, mineral, yağ asiti vs) tamamının normal değerlerine ulaşması için günlük ortalama (27.575 +/- 4660,72) daha ek kalori alınması gerekiyor ki bu bir insan için mümkün değil.
Bu diyetlerin hepsinde genel olarak elde edillen sonuç;
Çabuk yaşlanma
Düşük bağışıklık
Zayıf sağlık durumu
Hastalıkların geç iyileşmesi
Hastalıklara çabuk yakalanma – olarak karşımıza çıkar.
Bu diyetlerde ilk 8 hafta sonunda 17 besin maddesinden aşağıdaki 12’si ;
A vitamin
Tiamin
Niasin,
B6 vitamin
Folik Asit
C Vitamini
E vitamini
K vitamini
Demir
Magnezyum
Selenyum
Çinko — en az bir diyet grubunun en az bir diğer diyet grubundan önemli ölçüde farklı olduğunu göstermiştir.
Bu diyetlerde ilk 8 hafta sonunda Kalsiyum, Riboflavin, B12 Vitamini, D vitamini, K Vitamini (kalan 5 tanesi) anlamlı bir eksilme olmamış. Diyetin ilerleyen zamanında eksilme olmayacağı anlamına gelmiyor tabi ki.
Bu önemli elementlerin eksilmesi hızlı yaşlanmanın, toksinleri uzaklaştıramayıp organların ve dokuların yıpranmasının temel nedenidir.
Aslında insanların çoğu sadece doyuyor ve ne yazık ki yeterli beslenemiyor.
Beslenme ile doyma arasındaki fark ise olması gerektiği kadar alamadığımızmikrobesinlerdir. (vitamin, mineral, yağ asitleri, aminoasitler)
İnsanlık önce toprağı ve suyu ardından da besinleri kendi elleriyle bozdu, bu sebeple ihtiyacımız olan her şeyi eksik alıyoruz.
(Genetiği değiştirilmiş gıdaları da ayrıca düşünmelisiniz)
Atletik (Genel kullanımla zayıf)bir vücuda sahip olmak zaman ve emek ister.
Kısa vadeli çözümlerin her daim bir bedeli olduğunu unutmayın.
⭐️⭐️⭐️⭐️
Bilimsel Yazı Sevenler Aşağıdaki Yazılarla Devam Edebilirler
Popüler enerji kısıtlı diyetlerin diyet kalitesi ve besin yeterliliğinin Avustralya Sağlıklı Beslenme Rehberi ve Akdeniz Diyeti ile karşılaştırılması https://pubmed.ncbi.nlm.nih.gov/34155964/
Sınırlı Sorumluluk Beyanı: Web sitemizin içeriği, ziyaretçiyi bilgilendirmeye yönelik hazırlanmıştır. Sitede yer alan bilgiler, hiçbir zaman bir hekim tedavisinin ya da konsültasyonunun yerini alamaz. Bu kaynaktan yola çıkarak, ilaç tedavisine başlanması ya da mevcut tedavinin değiştirilmesi kesinlikte tavsiye edilmez. Web sitemizin içeriği, asla kişisel teşhis ya da tedavi yönteminin seçimi için değerlendirilmemelidir. Sitede kanun içeriğine aykırı ilan ve reklam yapma kastı bulunmamaktadır.
Zaman zaman, yemek yedikten sonra yaklaşık 1-3 saat içerisinde aşağıdaki şikayetleri yaşıyor musunuz?
Terleme
Bulanık görme
Tükenmişlik hissi
Konsantre olamama
Baş ağrısı, baş dönmesi
Ağır uyku hali, el-kol titremesi
El ve ayaklarda cansızlık denilen güçsüzlük
Bu durum topumda yaygın olmasına rağmen genellikle çok veya ağır yemek yemeğe yada yemeğin içindekilere bağlanır. Aslında kanda glikoz (şeker) seviyesinin düşmesinden kaynaklanan bir durumdur. Ve bu durumun ana sebebi de son yıllarda çok popüler olan bazı yanlış yeme davranışlarıdır.
Aklınıza şu soru gelebilir daha yeni yemek yemişim kan şekerim yükselmesi gerekirken yemekten 1 (Bir) saat sonra niye düşsün?
Bu sorunuzu vücutta neler olduğunu inceleyerek cevaplayalım.
Yemeğimizi yedik, midemizde ve barsaklarımızda karbonhidratlar amilaz enzimi ile disakkarite kadar parçalanır.
Disakkarit, iki monosakkaritin glikozit bağı ile birleşmesi ile oluşan şekerdir. Monosakkaritler gibi suda çözünürler ve basit şekerlerdir. Maltoz (malt şekeri), sakkaroz (çay şekeri) ve laktoz (süt şekeri) disakkaritlere örnek verilebilir.
Sakkarit kelimesi, “şeker” anlamına gelen Eski Yunanca’da σάκχαρον (sákkharon) kelimesinden gelmektedir.
En son bağırsağımızda geldiğinde “Maltoz, sakkaroz, laktoz” disakkaritleri de ikiye parçalanır ve glikoz olarak emilir ve kana karışır.
Lakin glikozun kanda olması yetmez. Glikozu hücre içine almamız lazım ki, mitokondride enerjiye dönüşsün ve vücudumuz ihtiyacı olan enerjiye ulaşsın.
Glikozun vücuda girmesi ile birlikte pankreasımız insülin salgılar. İnsülin kas hücresinin kapısını (Glut-4) açar, glikoz içeriye girer ve enerjiye dönüşüm döngüsü başlar.
NAD, glikoz ile parçalanan hidrojeni (H) alır, mitokondriye taşır ve burada enerjiyi elde eder.
Normal işleyen sistemin kısa ve basit özeti bu…
Lakin kişide ne Tip-2, ne Tip-1 diyabet olmamasına rağmen yemekten bir süre sonra glikoz aniden düşüyordu.. Çünkü..
Alınan gıdalar çok hızlı sindirildi ve aşırı insülin salgılandı…
Konunun özü bu ve de çok da önemli
Besinler hızlıca sindirildiğinde kana da çok hızlı glikoz geliyor. Pankreas bu durumda ani uyarılarak gereğinden fazla insülin salgılıyor. Bunun sonucu olarak da glikoz çok hızlı hücre içine alınıyor. Tabi ki kandaki şekerde önce 70 mg/dl ardından da kritik sınır olan 55 mg/dl nin altına düşüyor.
Kan şekeri 55 mg/dl nin altına düştüğünde;
Terleme
Bulanık görme
Tükenmişlik hissi
Konsantre olamama
Baş ağrısı, baş dönmesi
Ağır uyku hali, el-kol titremesi
El ve ayaklarda cansızlık denilen güçsüzlük gibi bulguların hepsi veya bir kısmı görüldüğü gibi aynı zamanda açlık da hissedilir.
Acıkınca bir daha yediğimizde yine hızlı sindirilir ve bbu döngü devam eder. Tabi ki kana gelen glikozun enerjiye çevrilemeyen kısmı yağa dönüşür ve kilo alırız.
Burada merak edilecek önemli bir husus da hangi gıdaların hızlı sindirileceğidir❓❓❓
Tabi ki tahmin ettiğiniz gibi Karbonhidratlar
Yukarıda ”popüler olan bazı yanlış yeme davranışları” yazmıştım. Şimmdii oraya geliyoruz.
Kan şekeri sık düşenlere veya başka bir deyişle bu şikayetleri olanlara ne tavsiye ediliyor❓Popüler diyetlerde de sık duyduğunuz ”AZ AZ YE SIK SIK YE” cümlelerini hatırlayın.
Mantıkları ne; ”sık yersen her şekerin düştüğünde yemiş olursun ve semptomlar görülmez” İnsanlara nasıl zararlı olurum diye kafa yorsanız en iyi sonuç olarak bu cümleye ulaşırsınız.
Kulağınıza hoş gelse de sağlığınız için hiç de hoş değil.
Bu ”AZ AZ YE SIK SIK YE” tavsiyesi kişinin kısa vadede sorununu çözse de tedavi olmadığı gibi her yemek yediğimizde insülin salınımına sebep olduğu için hücrelerin zaman içerisinde insüline duyarsız hale gelmesine ve insülini tanımaz olmasına yol açıyor.
İşte bu duruma İNSULİN DİRENCİ denir. Kendi kendinize neler yaptığınıza bakın.
İnsülin Direnci ile başlayan süreç kişiyi TİP-2 DİYABET’e götürür. Nereden nereye getirdiniz kendinizi.
”AZ AZ YE SIK SIK YE” ile başladığının yanlış beslenme ile insülin direnci gelişti artık glikozu hücreye sokamaz olduğumuz için de şeker hastası oluyoruz.
Yani anlayacağınız Reaktif hipoglisemi var diye ”AZ AZ YE SIK SIK YE” gibi vücudumuza zararlı beslenme şekli uygulanmaz.
Bu güne kadar bilmiyordunuz. Lakin artık biliyorsunuz.
Çözüm olarak ne yapmalısınız? Şimdi de çözümü okuyun..
Yukarıdaki sakıncalı beslenmenin mekanizmasında hızlı sindirilme vardı. Yerine yavaş sindirilen bir besin tüketseydik, hızlı parçalanamayacak kana glikoz hızlı girmeyecek, insülin ani ve çok salınmadığı için de glikoz hücreye hızlı giremeyecek ve kanda glikoz (şeker) düşüklüğü olmayacaktı.
Buradan yola çıktığımızda hızlı sindirilen karbonhidratları azaltıp yavaş sindirilen protein ve sağlıklı yağ tüketimini arttırmak gerekiyor.
Yağ olarak kuyruk yağı, hayvani iç yağ, tereyağı ve zeytinyağı düşünmelisiniz.
Sabahları 2 yemek kaşığı Zeytin yağı + 1/2 tatlı kaşığı Tereyağı karışımını tüketen kisilerde Reaktif hipoglisemi semptomlarının oldukça azaldığı görülmektedir.
Protein olarak ilk akla gelmesi gereken yumurtadır. Yumurtayı beslenmemizde eksik etmememiz gerekiyor, en sağlıklı ve geç sindirilip hızlı insülin salgılatmayan besinlerin başında gelir.
Diğer proteinler; ET,BALIK,TAVUK vb gibi..
Kuru fasulye ,mercimek, nohut, buğday, çavdar vs gibi bakliyat ve hububatlar protein yanında karbonhihidrat içerir ve hızlı sindirilir. Bu sebeple yumurta, et, tavuk, balık önemli.
Meyvelerin %90’dan fazlası karbonhidrat. Bu sebeple çok tüketmemek gerekiyor.
Sebzeler; özellikle yeşil yapraklı ve renkli sebzeler.
Marul
Bamya
Brokoli
Lahana
Ispanak
Semiz otu
Maydonoz
Karnabahar
Taze fasulye vb gibi sebzeleri proteinlerle birlikte almak gerekir.
Süt ve Süt ürünleri şeker içerir ve %3 yağı hariç diğerleri ile aynı etkiyi gösterir. Özellikle sek süt %4.8 şeker içerdiği için uzak durmak gerekir.
Takviye alımını da düşünürsek;
Mitokondri sahibi olmayan hücrelerin glikozu kullanmasnda ve oksidasyonu engellemede ALFA LİPOİK ASİT önemlidir.
Hücre zarlarının oksidasyonu ve elastikiyeti, insülin direnci ve Omega-3/6 dengesi için OMEGA-3 önemlidir.
Tüm hücrelerin oksidasyonunu, pankreastaki Beta hücreleri ve Langerhans adacıklarının oksidasyonunu önlemede GLUTATYON ve RESVERATROL oldukça onemlidir.
İnsülin reseptörlerinin duyarlılığı için VİTAMİN E ve KROM önemlidir. (glut-4)
Besinlerin enerji olarak kullanılması için şart olan, gençliğin sırrı olarak bilinen SIRT6 genlerini aktive eden, glutatyon ile beraber önemli takviyelerden birisi NAD+ dir.NAD yaş ile beraber azalır.
Dr Mustafa KEBAT
Tetkik OSGB İş Sağlığı ve Eğitim Koordinatörü
Sınırlı Sorumluluk Beyanı: Web sitemizin içeriği, ziyaretçiyi bilgilendirmeye yönelik hazırlanmıştır. Sitede yer alan bilgiler, hiçbir zaman bir hekim tedavisinin ya da konsültasyonunun yerini alamaz. Bu kaynaktan yola çıkarak, ilaç tedavisine başlanması ya da mevcut tedavinin değiştirilmesi kesinlikte tavsiye edilmez. Web sitemizin içeriği, asla kişisel teşhis ya da tedavi yönteminin seçimi için değerlendirilmemelidir. Sitede kanun içeriğine aykırı ilan ve reklam yapma kastı bulunmamaktadır.
1.Ultradian Ritimler Gün içerisinde birden fazla döngüsü olan ritimlerdir. Solunum sayısı, nabız, yeme, içme, mide hareketleri, idrar çıkarma ve defekasyon, REM/non-REM uyku dönemleri başlıca örneklerdir.
2.Sirkannular Ritimler Yaklaşık bir yıl süren memelilerdeki doğum ve kuş göçleri gibi döngüleri kapsayan ritimlerdir.
3.İnfradiyen Ritimler Haftalar veya aylar süren döngüleri içeren ritimlerdir. Adet (mensturasyon) döngüsü ve 21-28 günlük testosteron salınım (erkeklerde) döngüsü yer alır.
4.Sirkadiyen RitimlerCirca = yaklaşık ve dies = bir gün latince karşılığıdır. Dünyanın kendi ekseni etrafında yaklaşık 24 saat süren dönüşünün canlılar üzerinde oluşturduğu biyokimyasal, fizyolojik ve davranışsal ritimlerin tekrar edilmesi olarak tanımlanmaktadır.
⭐️⭐️ Jeffrey C. Hall, Michael Rosbasch ve Michael Young bu endojenik ritmi kontrol eden mekanizmaları keşfederek Nobel Ödülü sahibi oldular.
Sirkadiyen sistem birbirleri ile ilişkili olan iki ana bölümden oluşur.
Bu sistemlerden ilki Hipotalamusun üst kiyazmatik çekirdeğinde (SCN, Suprakiazmatik Nükleus) yer alan merkezi saat; ikincisi ise karaciğer, pankreas, bağırsaklar, iskelet kası ve adipoz doku gibi diğer vücut dokularında yer alan bir dizi periferik saattir.
Hipotalamus, sinir sistemini endokrin sisteme bağlayan, vücut için hayati işleve sahip olan vücut ısısı, kalp atış hızı ve açlığı düzenleyen hormonların üretimi ve salımından sorumlu beynin merkezinde yer alan küçük bir alandır.
Suprakiasmatik Çekirdek veya Çekirdekler ( SCN ), optik kiazmanın hemen üzerinde yer alan hipotalamustaki beynin küçük bir bölgesidir. Memelilerde başlıca sirkadiyen ritim düzenleyicisidir ve sirkadiyen ritimleri oluşturmaktan sorumludur. Işığa duyarlı retinal ganglion hücrelerinden gelen ışık girdilerinin alınması, vücudun alt hücresel saatlerini koordine etmesini ve ortama uyum sağlamasını sağlar. Oluşturduğu nöronal ve hormonal aktiviteler, yaklaşık 24 saatlik bir döngüde birçok farklı vücut fonksiyonunu düzenler.
Biyolojik yeni döngülerin başlayabilmesi için ritm sıfırlanmalıdır. Biyolojik ritmini sıfırlayan uyaranlara zeitgeber denir.
Işık en önemli zeitgeberlerden biridir.
Düzenli zeitgeberlerin düzeni ile günlük yirmi dört saatimizi endojen saatimiz, senkronize eder.
Beslenme düzeni, sıcaklık, iş hayatı, egzersiz, jet lag de zeitgeberlerdendir.
Biyolojik ritimlerin düzenlenmesinde yer alan çevresel ipuçlarına “zeitgeber” (Almanca zeit=zaman geber=verici) veya “ritim verici” adı verilmektedir. Bu ritim verici faktörler arasında en önemlisi ışıktır. Ay, mevsimler, güneş durumu da önemli faktörler arasındadır.
Genel olarak insan vücudunun 24 saatlik sirkadiyen ritmi aşağıdaki gibidir
05:00 – 07:00 kortizol sizi uyandırmak için yükselir
09:00 Testosteron zirvesi
10:00 – 11:00 en yüksek uyanıklık
14:00 – 15:00 motor koordinasyonun en güzel olduğu saatler
16:00 – 17:00 en yüksek kas kuvveti ve gücü
18:00 – 19:00 en yüksek tansiyon ve vücut ısısı
22:00 – 23:00 melatonin üretimi artmaya başlar
23:00 – 02:00 arası büyüme hormonunun en yüksek salgılandığı dönem
01:00 – 02:00 arası en derin uyku
04:00 En düşük vücut ısısı
03:00 – 06:00 En fazla REM uykusu
⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️
Bilimsel Yazı Sevenler Aşağıdaki Yazılarla Devam Edebilirler
Sınırlı Sorumluluk Beyanı: Web sitemizin içeriği, ziyaretçiyi bilgilendirmeye yönelik hazırlanmıştır. Sitede yer alan bilgiler, hiçbir zaman bir hekim tedavisinin ya da konsültasyonunun yerini alamaz. Bu kaynaktan yola çıkarak, ilaç tedavisine başlanması ya da mevcut tedavinin değiştirilmesi kesinlikte tavsiye edilmez. Web sitemizin içeriği, asla kişisel teşhis ya da tedavi yönteminin seçimi için değerlendirilmemelidir. Sitede kanun içeriğine aykırı ilan ve reklam yapma kastı bulunmamaktadır.
D-Dimer, çapraz bağlı fibrinin en küçük yıkım ürünüdür.
Koagulasyon ve fibrinolizin global bir aktivasyonunu yansıtır ve bu nedenle trombotik aktivitenin indirekt bir belirtecidir.
D-dimer; venöz tromboembolizm (VTE) tanısı, ilk trombotik olay (arteryal ve venöz) ve tekrarlayan VTE riski artmış bireylerin tesbiti, gebelik ve yaygın damar içi pıhtılaşma (DIC) takibi gibi bir dizi trombozla ilişkili klinik tablonun tanı ve takibinde en değerli laboratuvar testi olarak kabul edilebilir.
Bazı ilaçlar, toksinler, bakteri-virüsler, bazı aşılar, beslenme alışkanlıkları damarlarda hasara neden olur.
Damarlarımızda kan içerisinde sadece alyuvar, akyuvar, trombosit, vitamin, mineral, aminoasitler vs dolaşmaz.
Toksinler
Fazla kolesterol/Trigliserit
Kullanılan ilaç molekülleri
Otoimmun tepkiye neden olan antikorlar
Bazı aşılar ile oluşturulan antikorlar ve aşıya ait moleküller de dolaşır
Bunların bazıları damar iç duvarına (endotel hücrelere) hasar verir.
Bu etkenlerin haricinde;
Diyabet
Hipertansiyon
Romatizmal hastalıklar
Sigara, alkol de damarlara hasar verir
Endotelde oluşan hasar alanın onarılması için trombositler (platet) harekete geçerek bu yaralı yer üzerinde toplanır.
Kanda PLT bakarız. Kan tetkikinde trombosit (PLT) yüksekse (450-500 üzeri) pıhtılaşmayı düşünürüz.
Bir bahçe hortumunun iç kısmı hasar almış, su dışarıya çıkmasın diye içeriden sakız yapıştırdığımızı düşünün. Trombosit bu sakız.
Fakat tek başına yetmiyor, dağılır gider bunu sağlamlaştırmak için üzerine bir ağ öreriz. Buna Fibrin Ağ denir.
Kanda Fibrinojen yükselir ve biz yine pıhtılaşma düşünürüz.
Haliyle bu yaralı alanda onarım olunca bir yükseklik oluşur. (Fibrinoid Nekroz)
Bu yüksekliği traşlarız.
Bu traşlama sonrası ortamda kalan son ürün D-DİMER. İşte D-dimer dedigimiz mevzu kısaca bundan ibaret.
D-DİMER yüksekse pıhtılaşmayı düşünürüz.
D-dimer kanda sıfır olsun isteriz ama mutlaka bir miktar olur. Çünkü Damarlarımızda minimal hasarlar hep oluşur. Yaş ilerledikçe hasar çoğalır.
D-DİMER 0 ile 0.5 mg/L arası normaldir.
Şimdi Kana bakıyoruz pıhtılaşma var. Örneğin aspirin veriyoruz. Trombositlerin toplanmasını engelliyoruz ve pıhtı oluşmuyor.
Oh Süper değil mi?
Aklınıza geldiğine kanım sulansın iyi gelir diye aspirin kullanıyorsunuz zaten.
Peki ya damarlarınızda hasar varsa, hasar ne olacak? Trombositler bir birine yapışmaz, toplanmazsa hasarlı yeri onaramayız.
Akıllı olan; Hasarın Oluşmasını Önler..
Hasarı önlemediğimiz sürece o trombositler toplanacak, pıhtı atacak, d-dimer yükselecek. Kaçış yok
Hasarlı alan çoğaldıkça ve büyüdükçe damar dışına sızma olacak, beyin kanaması gibi hiç istemediğimiz durumlar oluşacak. Çünkü hasarlı damarın yırtılma ihtimali hep vardır..
Ne Yapmamız Gerekiyor ?
1 – En Önemlisi Beslenme
Karbonhidrat ağırlıklı beslenme alışkanlıkları bırakılmalıdır.
Geceleri 19.00 sonrası enerji değeri olan gıda ve sıvı alımı yapılmamalıdır.
Günlük 16 saat açlık periyodu olmalıdır. Tercihen 19.00 – 11.00 arası.
Fazla meyve tüketimi olmayacak. Fazla meyve TRİGLİSERİT yükseltir.
2 – Düzenli Yapılacak Testler ile Sağlığın Takibi Yapılmalıdır
HbA1c
Açlık insulin ve glikoz
HOMA-IR
LDL
TRİGLİSERİT devamlı kontrol altında tutmalıdır.
PLT
D-DIMER
aPTT
Fibrinojen
Faktör 8, 9, 10
Troponin I
CK ise belirli aralıklarla baktırılmalıdır.
3 – Antioksidan Beslenme ve Takviyeler
Glutatyon ve Resveratrol
Serbest radikaller damar duvarına (endotel) zarar verir. Bu serbest radikalleri antioksidanlar ile önlemek gerekir. Damar için Bunlardan en önemlileri Glutatyon ve Resveratrol. Bunları uygun dozlarda kullanmak gerekir.
Damarlarda bu duvarların yapısı büyük oranda Colajen proteininden oluşur. Uygun colajen kullanımı sadece cilt, kemik yapı değil damarlar için de önemlidir.
Hesperidin
“Amacımız hasarı onarmak” Hesperidin endotel hasarın onarılmasında oldukça önemlidir.
“İskemi – Reperfüzyon” (dokulara kan, oksijen, gerekli moleküller gidip onarılması), inflamasyon oluşumunda nötrofil birikimini önlemek için kullanılır.
4- Vitamin ve Mineraller
Vitaminler enerji vermez. Lakin enzimlerin çalışması, metabolik olayların olması için eksik olmaması şart.
Canlılarda oksijenin diğer moleküllerle olan reaktivitesi oldukça sınırlıdır. Bunun adı SPİN Kısıtlaması.
Endotel hasarını onarmada özellikle aşağıdakiler önemlidir.
Çinko (glukonat)
Magnezyum (Sitrat, Glisinat)
Selenyum
Demir (sadece eksikse)
Alfa lipoik asit
Vitamin D3
Vitamin B12
Vitamin B9
Vitamin B6
Vitamin C
5 – Egzersiz
İnsan vücudu hareketsiz kalmaya uygun değildir. Lakin “Ağır egzersize de” uygun değil.
Haftada üç gün (birer gün arayla) hafif aç olarak 40 dakikalık tempolu yürüyüş yapılmalıdır.
D-DİMER’ın arttığı Patolojik (Hastalık Sebepli) ve Fizyolojik (Doğal) Sebepler
Özet olarak;
Kan sulandırıcılar pıhtılaşmayı önlemek için kullanılır.
FAKAT
Endotel (damar iç duvarı) hasarını önlemek için de “yaralı bölgede” pıhtılaşma olması gerekir.
Yani kan sulandırıcı kullanmak pıhtılaşmayı önlerken, damarlarda sürekli olan hasarların iyileşmesini engeller. (Bu sebeple damar dışına sızıntı çok olur)
Bu nedenle asıl olan Hasarın Oluşmasını Önlemek olmalıdır.
Özellikle Hipertansiyon, diyabet, bazı otoimmun ve enfeksiyona bağlı hastalıklar, bazı ilaç ve aşılara bağlı hasarların önlenmesi gerek.
⭐️⭐️⭐️⭐️
Bilimsel Yazı Sevenler Devam Edebilirler
D-dimer, kan pıhtılaşma ve parçalanma sürecinin bir yan ürünüdür ve bir kan örneğinin analizi yoluyla ölçülebilir. D-dimer, bir kan pıhtısı parçalanmaya başladığında serbest kalır.
Daha spesifik olarak, kandaki trombositler bir D alt birimine bağlıdır. Kan pıhtıları oluştuğunda, iki trombosit arasındaki D grubu bir bağ oluşturur. D-Dimerler (fibrin gibi diğer faktörlerle birlikte) aracılığıyla birbirine bağlanan birçok trombosit bir pıhtı oluşturur.
Vücudun iyileşme sürecinin bir parçası olarak, oluşan pıhtılar oluştukları anda parçalanmaya başlar. Pıhtı bağları koptuğunda, D-dimer (D==D) trombositten (P) ayrılır:
Ç–P–D + Ç–P–D → Ç–P–D==Ç–P–D → Ç–P + Ç==Ç + Ç–D
Duyarlılık ve özgüllük, istenen test türüne göre değişir. Ancak, D-dimerler düşük riskli popülasyonlarda pulmoner emboli veya derin ven trombozunu tespit etmek için yüksek duyarlılığa ancak düşük özgüllüğe sahiptir.
⭐️ Hastadan flebotomi yoluyla kan alınır ve sodyum sitrat içeren bir şişeye alınarak ters çevrilerek karıştırılarak laboratuvarda analiz edilmek üzere saklanır.
Normal bir D-dimer 0,50’den düşük kabul edilir.
Pozitif bir D-dimer 0,50 veya daha yüksektir. Bu bir tarama testi olduğundan, pozitif bir D-dimer pozitif bir taramadır. Bir D-dimer için mutlaka kritik bir seviye yoktur.
Yanlış negatifler ve yanlış pozitifler meydana gelebilir. Yanlış negatiflerin sıklığı nedeniyle, bir D-dimer yalnızca pulmoner emboli (PE) için düşük şüphe veya derin ven trombozu (DVT) olarak da bilinen venöz tromboembolizm (VTE) için düşük şüphe durumunda kullanılmalıdır. Ayrıca, yaygın intravasküler koagülasyonun (DIC) değerlendirilmesinde de rol oynar.
Dikkat çekici bir şekilde, PE, DVT veya DIC yokluğunda hastalarda yüksek D-dimer’e neden olabilecek birkaç fizyolojik durum veya tıbbi durum vardır.
Bunlara hamilelik, malignite, sigara içimi, travma, enfeksiyon veya sepsis dahildir, ancak bunlarla sınırlı değildir. Ayrıca, yaşlı hastalar, hareketsiz hastalar, otoimmün bozuklukları olan hastalar veya yakın zamanda ameliyat geçiren hastalarda yüksek D-dimer olabilir. Dikkat çekici bir şekilde, patoloji olmasa bile bir D-dimer yaşla birlikte artabileceğinden, D-dimerler için yaşa göre ayarlanmış kesme değerlerinin kullanılmasını öneren yeni araştırmalar var. D-dimer testinin zamanlaması yanlış negatife yol açabilir. Örneğin, antikoagülan aldıktan sonra alınan kan negatif olabilir. Örnekleme çok erken yapılırsa, pıhtı oluşumu sırasında veya pıhtı organize olduğunda.
Pulmoner Emboli (PE) İçin D-Dimer
Pulmoner emboli, pulmoner damarlar içinde bulunan ve pıhtının aşağı akışında kan akışının azalmasına neden olan bir kan pıhtısını ifade eder. Bazı hastalarda az semptoma neden olan küçük pulmoner emboli olabilirken, bazılarında ana pulmoner arteri veya arterleri tıkayan büyük pulmoner emboli olabilir. Pulmoner emboli iki taraflı olarak ana pulmoner arterlerde yer aldığında eyer embolisi olarak adlandırılır. Eyer embolisi olan bir hastada kardiyopulmoner arrest ve ölüm riski yüksektir. D-dimer elde etmek, göğüs ağrısı, nefes darlığı veya hipoksi gibi semptom veya bulgular gösteren hastalarda ayırıcı tanıyı araştırmada yardımcı olabilir.
Wells Kriterlerine göre hastalar PE için düşük riskli, orta riskli veya yüksek riskli olarak risk sınıflandırmasına tabi tutulabilir. Wells Kriterleri, derin ven trombozu (DVT) belirtileri veya semptomları, PE için klinik şüphe, taşikardi varlığı, yakın zamanda immobilizasyon (yakın zamanda ameliyat), daha önce teşhis edilmiş PE veya DVT, hemoptizi ve malignite dahil olmak üzere PE’nin çeşitli risk faktörlerini veya semptomlarını dikkate alır. Başka bir puanlama sistemi Cenevre Skoru veya revize edilmiş Cenevre Skoru’dur (rGeneva). Hastaları PE için düşük riskli, orta riskli veya yüksek riskli olarak sınıflandırır. Bu skor hastanın yaşını (65 yaşından büyükse), önceki PE veya DVT’yi, yakın zamandaki ameliyatı veya alt ekstremite kırığını, aktif maligniteyi, hemoptiziyi, tek taraflı ekstremite subjektif ağrısını, palpasyona karşı tek taraflı ekstremite hassasiyetini ve yüksek kalp hızını dikkate alır.
Wells Kriterleri veya Cenevre/rCenevre skorlarına sahip bir hastayı puanladıktan sonra D-dimer siparişi verip vermemeniz ve sonuçlarla ne yapacağınız konusunda lütfen ekteki tablo 1 ve 2’ye bakın.
Özetle, düşük riskli hastalarda D-dimer istenmeli ve negatif D-dimer düşük riskli hastalarda PE’yi makul bir şekilde ekarte edebilir. Yüksek riskli hastalarda (PE için yüksek klinik şüpheniz olanlar dahil), tarama testi olarak D-dimer’den geçmek yerine görüntüleme yapılmalıdır. Orta riskli hastalarda, bir D-dimer elde edilebilir (negatif D-dimer PE’yi ekarte eder) veya klinik şüphe yüksek kalırsa doğrudan görüntülemeye geçilebilir.
PE riski yüksek olan veya D-dimer pozitifliği olan hastalarda ileri değerlendirme için görüntüleme BT anjiyogramı veya ventilasyon-perfüzyon taramasını içermelidir.
PE için düşük risk taşıdığı belirlenen kişilerde pulmoner emboliyi ekarte etmek için tasarlanmış ek bir puanlama sistemi vardır, buna Pulmoner Emboli Eleme Kuralı (PERC) kuralı denir. Bir hasta PERC kuralında listelenen özelliklerden veya belirtilerden hiçbirine sahip değilse, PE’yi ekarte etmek için D-dimer elde etmek gerekmez. Bu hastalarda D-dimer elde etme ihtiyacını ortadan kaldırmak, yanlış pozitiflerin sayısını azaltacak ve böylece pulmoner emboliyi radyografik olarak eleştirmek için radyasyona maruz kalmayı gerektiren hasta sayısını azaltacaktır.
Derin Ven Trombozu (DVT) İçin D-Dimer
DVT, kollar veya bacaklardaki derin venöz sistemde bulunan bir kan pıhtısıdır. En sık bacaklarda bulunurlar. DVT semptomları arasında eritem, ağrı, şişlik ve etkilenen ekstremitede artan sıcaklık yer alabilir. Ayrıca DVT için Wells Kriterleri olan bir risk sınıflandırma puanı da vardır. Bu puanlama sistemi yakın zamanda geçirilmiş kötü huylu tümörleri, yakın zamanda geçirilmiş immobilizasyonu (yakın zamanda geçirilmiş cerrahi müdahaleler dahil), asimetrik bacak şişliğini, kollateral damarların varlığını, şüpheli damarların bulunduğu yer boyunca hassasiyeti, daha önce teşhis edilmiş DVT’yi ve DVT için yüksek klinik şüpheyi dikkate alır. Bu puanlama sistemiyle, kişi DVT “olası” veya “olası değil” olarak sınıflandırılabilir veya düşük riskli, orta riskli veya yüksek riskli olarak daha da ayrılabilir. Her iki durumda da, düşük riskli veya “olası değil” gruplarında negatif D-Dimer ile DVT ekarte edilebilir. Orta riskli, yüksek riskli veya “olası” gruplarında, pozitif bir D-Dimer, DVT’yi değerlendirmek için Ultrason ile görüntüleme gerektirir. Ancak yine de, DVT için yüksek klinik şüphe varsa, D-Dimer elde etmeden ultrason istenebilir.
Yaygın İntravasküler Koagülasyon (DIC) İçin D-Dimer
Yaygın intravasküler koagülasyon, koagülasyon kaskadı ile ilgili bir sorundan kaynaklanır. Bu, yavaş gelişirse aşırı pıhtı oluşumuna veya süreç başlangıçta akutsa kanamaya yol açabilir. DIC’nin yüksek bir ölüm oranı vardır. DIC’nin tanısal çalışmasında istenebilecek birçok farklı çalışmadan biri de D-dimer’dir. Bir hasta DIC’deyse D-dimer önemli ölçüde yükselecektir. Birinin sipariş etmeyi düşünebileceği diğer laboratuvarlar arasında fibrinojen (normalden düşük), trombosit sayısı (düşük), PT/INR (normalden uzun süreliye) ve PTT (normal veya yüksek) yer alır. Bu laboratuvarlar ayrıca, iyileşme ve umarım DIC ile normal değerlere doğru eğilim göstermeleri gerektiğinden DIC tedavisine verilen yanıtı izlemeye yardımcı olabilir. https://www.ncbi.nlm.nih.gov/books/NBK431064/
Yukarıdaki Tüm Bilgiler farkındalık yaratmak maksadı ile olup hekiminizin muayenesi veya görüşleri yerini tutamaz.
Bu sebeple hekiminize / hekimlerinize düzenli periyodik muayene olun ve yönlendirmelerine uyun.
Sağlıklı günler dilerim.
⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️
Dr Mustafa KEBAT
Tetkik OSGB İş Sağlığı ve Eğitim Koordinatörü
Sınırlı Sorumluluk Beyanı: Web sitemizin içeriği, ziyaretçiyi bilgilendirmeye yönelik hazırlanmıştır. Sitede yer alan bilgiler, hiçbir zaman bir hekim tedavisinin ya da konsültasyonunun yerini alamaz. Bu kaynaktan yola çıkarak, ilaç tedavisine başlanması ya da mevcut tedavinin değiştirilmesi kesinlikte tavsiye edilmez. Web sitemizin içeriği, asla kişisel teşhis ya da tedavi yönteminin seçimi için değerlendirilmemelidir. Sitede kanun içeriğine aykırı ilan ve reklam yapma kastı bulunmamaktadır.
Dalıcının sağlık durumunun dalışa uygunluğu değerlendirebilmek için; sualtının yoğun ve viskoz bir ortam olduğunu, derinliğin artışı ile birlikte dalıcının basınca maruziyetindeki değişimi, ortam (özellikle düşen) sıcaklıklığının insanlar üzerindeki etkisi bilmek gerekir.
Bilinmelidir ki dalıcının bazı tıbbi ve psikolojik durumları tüplü dalışa kesin veya geçici süreyle engel teşkü etse de sportif – keyif amaçlı dalışların kuralları, ticari veya askeri amaçlı dalışın katı kurallarından daha esnektir.
Scuba (Su altı tüplü dalış) dalışlarda gerekli tüm şartlar yerine getirildiğinde amatör dalıcılar için de profesyonel dalgıçlar için de riskler düşüktür.
Risklerin düşürülmesi için gereken şartların başında kişinin sağlık durumu gelir.
Bu sebeple dalış yapacak amatörlere de ve profesyonellere de sağlık durumlarının su altındaki şartlara uygun olup olmadığı açısından doğru bir değerlendirme – muayeneye yapımalıdır.
Dalış öncesi muayenenin amacı, dalış yapacak kişinin sualtı dalışını sağlığı açısından tehlikeye düşürecek bir sağlık sorunu olup olmadığını araştırmaktır.
Ayrıca dalıcıların su altına adaptasyonu için disiplinli olması ve uygun ekipmanla dalış yapması gerekir.
Her ne maksatla olursa olsun dalıcılar su altına ilk kez dalışın öncesinde ve sonra da yıllık periyodik olarak scuba dalışı konusunda hekimlik tecrübesi olan;
KBB
Göğüs Hastalıkları
Kalp Damar, Psikiyatri
Nöroloji
Dahilliye (Endokrin-Kan-Sindirim Sistemi açısından değerlendirecek)
Göz uzmanları değerlendirmelidir.
Dalıcını sorunu varsa ayrıca;
Ortopedi
Plastik Cerrahi
Cerrahi vb gibi bölümler değerlendirmelidir.
Tüm hekimlerin raporları ile birlikte Su Altı Uzmanı Hekim tarafından son değerlendirme yapılmalıdır.
Dalış sırasında dalıcının Kulak Burun Boğaz bölgesindeki bir sorunun denge kaybına veya basınç eşitleyememe gibi bir duruma yol açması hem kendisi hem de dalış eşi için hayati bir sorun teşkil eder.
Kulak Burun Boğaz bölgesi hastalıkları veya yetersizlikleri normal şartlarda fark edilmemiş olabilir. Önceden herhangi bir belirti vermemiş olan bir durum su altında ortaya çıkabilir. Su altında gelişebilecek bir sorun ise dalıcının zor anlar geçirmesine hatta boğulmasına neden olabilir.
Dalışlarda en yoğun ve sık sorunların yaşandığı Kulak Burun Boğaz bölgesidir.
KULAK-BURUN-BOĞAZ MUAYENESİ
Anamnez
Dalış için sağlık muayenesi olan kişilerin tümünün sağlık özgeçmişi ayrıntılı olarak sorgulanmalıdır.
Fizik Muayene
Dalış için sağlık muayenesi olan kişilerin tümünün;
Dış kulak yolu; Gözle ve otoskop ile dış Kulak yolu, Timpanik zarı ve Tuba Eustachi fonksiyonu açısından değerlendirilmelidir.
Otoskop ile oto-inflamasyon açısından zar hareketinin gözlenmelidir.
Gerek görülürse;
Timpanometrik ve Odyometrik inceleme,
Hiperbarik odada 50 psi basıncı dengeleme testi yapılır.
Burun ve sinüsler açısından: Nazal endoskopi ve nazofarenks endoskopisi yapılması burun pasajlarını, sinüs girişlerini ve tuba Eustachi ağzını tehdit eden bir patoloji açısından önemlidir.
Larenks, Solunum yolları ve Boyun açısından: İndirekt larengoskopi ve boyun palpasyonu yapılması uygun olur.
Odyolojik İncelemeler
Timpanometrik tetkik (Orta kulak basınç ölçümü) hem zarda gözle görülemeyen yada gözden kaçan olası bir deliği hem de kulağın eşitleme yetersizliği hususunda bilgi vereceği için değerli bir yöntemdir.
Odyometrik tetkik, (İşitme ölçümü) şart olmamakla beraber, hem olası bir orta kulak patolojisini hem de olası bir işitme kaybını hususunda bilgi vereceği için değerli bir yöntemdir.
Radyolojik İncelemeler
Water’s pozisyonundaparanazal sinüslerin grafileri hava hapsine neden olacak bulguları değerlendirmek değerlendirilmelidir.
Schüller grafi,de (kulağın radyolojik incelenmesinde) ”havalanma bozukluğu” olduğunda ya da teşhisinde radyolojik “kronik mastoidit” olan dalıcının otoskopik ve diğer muayene bulguları normal ise dalışa engel bir durum oluşturmaz. Lakin çocukluktan başlayan tuba Eustachi fonksiyonu bozukluğunu gösterir.
Laboratuar İncelemeleri
Hemogram (CBC /Tam Kan Sayımı)
Rutin Kan Kimyası (Kan Şekeri, ALT, AST vb gibi)
Tam İdrar tahlilleri
Dalıcının metabolik hastalıkları, kansızlıkları (anemi) ve enfeksiyon hastalıklarını da araştırmak için gereklidir.
Dalış için gerekli Kulak-Burun-Boğaz muayenesi ve tanı yöntemleri standartları aşağıda gösterilmiştir.
Dalıcılarda KBB Muayenesi ve Tanı Yöntemleri Özeti
Dalıcının Durumu Tanı yöntemi
Normal görünümde dış kulak yolu ve kulak zarı Otoskopi
Normal burun ve tuba Eustachi fonksiyonu Eşitleme manevraları ve timpanometrik tetkik
Yeterli işitme Odyometri
Normal periferik vestibüler fonksiyon Anamnez, fizik muayene, gerekirse kalorik test
Stapez ameliyatı hikayesi olmaması Anamnez
Dalışta Yaşanan Kulak – Burun – Boğaz Sorunları
Dalışlarda meydana gelen tüm sorunların %50 si Kulak-Burun-Boğaz kaynaklı olup vücudun en çok etkilenen sistemidir.
Barotravma, Kulak-Burun-Boğaz sorunlarının temel nedenidir.
Barotravma, dış basınç değişikliklerine bağlı olarak vücut içindeki kapalı hava boşluklarında, değişen gaz hacmine bağlı meydana gelen doku hasarı ile seyreden klinik (tıbbi) bir durumdur.
Dalış sırasında en sık görülen sağlık sorunu sebebi Barotravma olup en çok etkilenen yer orta kulaktır.
Dalışta en çok etkilenen kapalı hava boşlukları kemiklerin içindeki boşlukları sırası ile aşağıdaki gibidir.
Boyle Yasası matematiksel olarak şu şekilde ifade edilebilir;
Basınç hacimle ters orantılıdır.
Veya PV = k Basınç ve hacmin çarpımı sabit bir sayıdır (burada k olarak gösterilir)
Burada P – gazın basıncı V– gazın hacmi ve k – belirli bir sıcaklık ve gaz miktarı için sabittir.
Boyle yasası, belirli bir gaz kütlesinin sıcaklığı sabit olduğunda, basıncı ve hacminin çarpımının da sabit olduğunu belirtir. Aynı maddeyi iki farklı koşul kümesi altında karşılaştırırken, yasa şu şekilde ifade edilebilir:
Bir gazın hacmi arttıkça basıncının orantılı olarak azaldığını ve bunun tersinin de geçerli olduğunu göstermektedir.
Dalışın her 10 metresinde basınç 1 atmosfer artar.
Bu hesaba göre su yüzeyindeki herhangi bir hava boşluğunun hacmi 10. metresinde yarıya, 20 m de üçte birine, 30 m de dörtte birine iner.
Genellikle derinlikler endişe verici görülse de aslında ilk 10 m de en büyük hacim değişikliği olur. Bu sebeple sığ dalışlar bile oldukça tehlikelidir.
Atrofik kulak zarı, ya da stapes ameliyatı olmuş olanlar, aktif allerjik nezlesi, üst solunum yolu enfeksiyonu, septum deviasyonu, nazal polipozis gibi hastalıkları olanlar sığ sularda da risk altındadırlar.
Kulak-Burun-Boğaz yollarında barotravma’ya bağlı olarak oluşabilecek sorunlar;
Dış ve Orta Kulak barotravması
İç Kulak barotravması Paranazal sinüs barotravması
Diş barotravması
Alternobarik vertigo
Dalışlarda basınç değişimlerinden en sık etkilenen bölgeler orta kulak ve sinüslerdir.
Eustachi borusu tıkanıklığı ya da sinüs girişlerinin tıkanıklığı durumlarında dalışlarda kulağı eşitlemenin (basıncı) mümkün değildir.
Eustachi borusu tıkanıklığı ya da sinüs girişlerinin tıkanıklığı ilaç tedavisi ya da cerrahi tedavi ile giderilmesi gereken geçici bir dalış engeli durumlarıdır.
Dalışta Kulak – Burun – Boğaz Sahasına Ait Risk Faktörler
Dış Kulak Yolu Buşonu
Serumen, dış kulak yolunun sağlığı açısından çok gerekli kulağın doğal salgısıdır.
Lakin bazı durumlarda aşırı serumen oluşması ya da yeterince dışarıya atılamaması sebebiyle dış kulak yolunda birikip, buşon (tıkaç) oluşturabilir. Sıklıkla kulağı temizlemek maksadı ile yapılan eylemler daha da fazla tıkanmasına yol açar.
Dalış sırasında kulağa kaçan su hali hazırda dış kulak yolunda var olan buşon tarafından emilerek dış kulak yolu iltihaplarına yol açabilir.
Yine kulak yolunun tam tıkanıklığında dalış yapılan ortam suyunun serinliği tıkalı kulak yolu ile tıkalı olmayan kulak yolu arasında ısı farkına ve dolayısı ile baş dönmesine yol açar.
Buşon ile kulak zarı arasındaki alanda sıkışan havanın hacmi dış kulak yolu barotravmasına yol açmak açar.
Rutin her dalışta dış kulak yoluna su ile dolar. Dalıcı farklı manevralara orta kulak basıncını çevredeki su basıncına eşitlemeye çalışır. Muvaffak olduğunda da sorun yaşamaz.
Ancak, dalıcının dış kulak yolunda tıkayıcı herhangi bir madde (buşon,yabancı cisim, kulak tıkacı, vs..) varsa, yukarıda da bahsi geçen (bu tıkaç ile kulak zarı arasında hapsolmuş) havalı alan oluşur. Yüzeyde herhangi bir sorun yoktur.
Fakat dalıcı dalış esnasında alçalma safhasında çevre basıncı artacağından bu alandaki hapsolmuş havalı alanın hacmi azalır ve kulak zarı dışarı doğru (bu havalı alana doğru) itilmiş olur.
Bu durum ağrı, kanama ve zarda yırtılmaya neden olabilir.
Bunun için gerekli basınç farkı sadece 150 mmHg kadardır ve 2 m lik derinlikte oluşabilir.
Çözümü, dalış öncesi aile hekimi veya işyeri hekimi tarafından muayene edilmesi gerekli gördüğü takdirde buşon’un çıkarılmasıdır. Aile hekimi veya işyeri hekimi gerekli gördüğü durumlarda KBB uzmanına da muayene olunması gerekebilir.
İşitme Kayıpları
İşitme eşiği sınırı amatör dalıcılar için önemli değildir. Lakin rutin konuşmaları işitip anlayabilecek “yeterli işitme”sinin olması gerekmektedir. Tabi ki dalış öncesi hayatında işitme kaybı olan dalıcılara dalış etkinliğinin işitme sistemi üzerine zararlı etkileri olabileceği bilgisi verilmelidir. Özellikle bir kulağı işitme kayıplı olan tek kulağı ile işiten dalıcılara işitmelerinin kötüleşebileceği konusundaki riskler anlatılmalıdır. Özellikle işitme yetenekleri ile hayatlarını kazananlar, mesleklerini icra edenler (Müzisyenler, Ses – Sonar Operatörleri, Pilotllar vb gibi) için bu bilgilendirme önemli bir husustur.
Dalış yapanlarda İşitmenin bozul sebepleri;
Barotravma
İç kulak dekompresyon hastalığı
Basınca bağlı koklear dejenerasyon
Kulak Zarında Çökmeler ve Retraksiyon Poşları
Eustachi borusu fonksiyon bozukluğu ve/veya geçirilmiş orta kulak hastalığı olduğunu gösterir. Ki bu durum dalış için göreceli bir yasak oluşturur.
Dış Kulak Yolu Ekzostozları
Egzostoz dış kulak yolunun zara yakın olan kemik kısmındaki düzensizliktir.
Daha çok soğuk sularda yüzen ve dalan kimselerde oluştuğu varsayılır. Dış kulak yolunun kısmi tıkanması yoluyla serumen birikmesini ve onunla ilgili problemleri kolaylaştırır. Geniş ve tıkayıcı ekzostoz’lar cerrahi müdahale ile giderilebilir.
Kulak Zarı Delinmesi ve Timpanoplasti Ameliyatı
Kulak zarının delinmesi ya da yokluğu, dalışa kesin enge bir durumdur.
Çünkü; kulak zarı dış kulak yolu ile orta ve iç kulağı ayıran bir bariyerdir. Olmaması yada delik olması orta ve iç kulağa su kaçması ile enfeksiyona neden olur. Aynı zamanda sağlam kulak ile arasında basınç farkı ve/veya ısı farkı oluşması nedeniyle şiddetli baş dönmesi bulantı ve kusmaya neden olması sebebiyle su altında hayatı tehdit edicidir.
Geçici kulak zarı delinmelerinde, yırtılmalarında ise iyileşmenin düzeyi değerlendirilmeli, klinik iyileşme izlenmeli ve ilk 4-6 hafta dalış geçici olarak engellenmelidir.
Timpanoplasti, (zardaki deliğin kapatılması ameliyatı) sonrasında bazı KBB uzmanları dalışı yasaklarken, diğer bir kısmı da dalışa onay verirler. (Onay veren KBB Uzmanları, ameliyat sonrasında, bilinçli ve tecrübeli dalgıcın, orta kulak sıkışmasına engel olabileceği ve dalışa devam edebileceği yorumunu yapmaktadır.)
Orta Kulak Operasyonları
Orta kulağın büyük ameliyatları dalışa kesin engel bir durumdur.
Diğer orta kulak ameliyatları sonrasında, özellikle ameliyatı yapan KBB uzmanı mümkün değilse başka KBB uzmanı dalış yapıp yapamayacağı kararı vermelidir.
Basit masteidektomi geçirilmiş olması dalış için aykırılık oluşturmaz.
Effüzyonlu Otit (Orta kulakta sıvı birikmesi) ve Grommet (kulak havalandırma tüpleri)
Effüzyon (orta kulak sıvıları) oluşma sebepleri;
Eustachi borusunun iyi çalışmaması.
Orta kulağın iyi havalanamaması ve basıncın düzenlenememesi. Dalış yasaktır.
Kulak zarına havalandırma tüpü takılması durumunda da hem açık olan tüpten orta kulağa su kaçıp enfeksiyona ya da baş dönmesine neden olabileceği, hem de tüpün tıkalı olabileceği ve bu durumda basıncın dengelenemeyeceği nedenleriyle dalış önerilmez.
Otoskleroz ve Stapedektomi Ameliyatı
Otoskeroz, kulak zarında delik, kulakta ağrı ya da akıntı olmadan, işitmenin genç / orta yaşlarda bozulmasıyla ve sesin iç kulağa iletiminin engellenmesiyle karakterize bu durumda, Stapedektomi operasyonu ile hareket yeteneğini kaybeden stapes (özengi) kemikciği çıkarılıp yerine protez (piston) konur.
Bu ameliyattan sonra hastanın işitmesinin tam düzelmesine ve hiçbir denge şikayeti olmamasına rağmen kesin dalış yasağı vardır.
Aksi halde dalış derinliği ile artan dış ortam basıncı, takılan pistonu iç kulağa iterek, çok şiddetli baş dönmesi, bulantı ve kusma sonucunda hayatı tehdit edici bir durum oluşturabileceği gibi; olası bir kulak enfeksiyonu da işitmede tam ve geri dönmez kayıplara (sağırlığa) yol açabilir.
Yuvarlak Pencere Yırtılması
Dalışlarda iniş sırasında şiddetli Valsalva manevrası ile ya da yükselme sırasında orta kulak basıncının dengelenememesi sonucu oldukça nadiren meydana gelir. Sualtında olduğunda dalıcının hayatını tehdit eden ciddi bir risktir. Acil bir kulak ameliyatı gerekir.
Meydana geldiğinde işitmede kayıp, şiddetli baş dönmesi, bulantı ve kusma ile seyreder.
Yırtık tamiri sonucunda işitme ve denge sorunları tamamen giderilebilir.
Ameliyat başarılı da olsa da; KBB hekimlerinin bir kısmı dalış önermezken. (Dalış yasağına rağmen dalışa devam edenlerin sorun yaşamaması sebebi ile) bazı KBB hekimleri dalışa izin vermektedir.
İç Kulak Dekompresyon Hastalığı
Dekompresyon hastalığı iç kulakta da oluşabilir ve gerek işitmede gerek dengede kalıcı bozukluklara yol açabilir. Sportif dalışlar açısından sorun olmasa da profesyonel dalışlar önerilmez.
Meniere Hastalığı – Ani işitme kaybı (İç kulak hastalıkları)
Meniere hastalığı, iç kulaktaki endolenf sıvısının miktarındaki artış nedeniyle baş dönmesine yani denge bozukluğu ve iştime kaybına yol açabilen bir iç kulak hastalığıdır.
Ani işitme kaybı, daha önce herhangi bir problem olmadan, 72 saat içinde gelişen, işitme testinde birbirini takip eden üç frekansta en az 30 dB ‘den fazla kayıp görülen ve işitme siniriyle iç kulak dokusu üzerinde hasar oluşmasına denir.
Kulak işitme organı olduğu gibi iç kulak aynı zamanda denge organıdır. Bu sebeple iç kulağın tüm hastalıklarında dalış tehlikeli olması sebebi ile kesin dalış yasağı vardır.
Yarık Damak
Damak Yarığı olanlar (tamir edilmiş de olsa), sık rastlanan tuba Eustachi fonksiyon bozuklukları nedeniyle dalış öncesi dikkatli kontrolden geçirilmelidirler.
Burun İçi Tıkanıklıkları
Septum Deviasyonu (Burun orta bölme eğriliği) ve Konka hipertrofileri gibi burun içi tıkayıcı nedenlerle cerrahi girişim de gerekebilir. Dalışa Göreceli Engeldir.
Allerjik Nezle
Allerji, burun ve kulak içinde ödem meydana getirerek kulakta ve sinüslerde barotravmalar açısından dalışta belirgin risk oluşturur. Dalışa Göreceli Engeldir.
Polipler
Polipler, (Sinüslerdeki) hem kulak hem de sinüs barotravmaları açısından dalışta belirgin risk oluşturur. Dalışa Göreceli Engeldir.
Üst Solunum Yolları Enfeksiyonu ve Sinüzit
Nezle durumunda orta kulak ve sinüs sıkışmaları dikkate alınarak dalış önerilmez. Dalışa Göreceli Engeldir.
Üst Solunum Yolları Enfeksiyonu olan dalıcılar hem orta kulak ve sinüs sıkışmaları dikkate alınarak hem de olası bronş ve Akciğer sıkışmaları nedenleriyle dalış yapmamalıdır. Dalışa Göreceli Engeldir.
Sinüs barotravması en çok tutulan sinüsler, klinik açıdan maksiller sinüsler, radyolojik açıdan frontal sinüslerdir.
Dalışın alçalma safhasında, sinüs ostium’unun tıkanıklığı nedeniyle oluşur. Sinüs boşluğunda oluşan göreceli vakum ödem ve kanamaya yol açar. Ağrı ortaya çıkar. Yükselme safhasında, sinüslerde genişleyen havanın bu kanı dışarı atmasına bağlı olarak burundan kan gelir.
Trakeostomi
Soluk borusuna bir çok sebeple delik açılması (Trakeostomi) gerekebilir. Yine Gırtlak kanseri sonrasında gırtlağın çıkarılması (Total Larenjektomi) gibi durumlarda dalış sporu zaten olanaksızdır.
Felç ve Kanser
Yüz Siniri Felçleri Ve Baş-Boyun Kanserleri Radyoterapisi sonrasında dalış sporuna devam edilmesi önerilmez.
Diş Sorunları
Diş çürükleri, diş eti abseleri, dolgu ve kaplama altı boşluklar, kanal tedavisi sonrası oluşan boşluklar, tam ya da kısmi hareketli protezler gibi durumlarda dişin içine hava girmesi yoluyla, derinlikte oluşacak basınç değişikliklerinde sıkışma ve ağrı yapabilecek hastalıklarda dalış yasaklanmalıdır.
⭐️⭐️ Dişi olmayan dalgıçlar regülatörü rahat kavramak için özel ağızlık yaptırmalıdır.
KBB MUAYENESİ SONUÇLARINA GÖRE DALIŞ ONAY DURUMU
Dalış nedeniyle sakatlık ve ölüm şeklinde yüksek risk olan tıbbi bulgularda kesin dalış yasağı vardır ve “dalışa kesin engel durumlar” başlığı altında aşağıda ayrıntılandırılmıştır.
Zamanla ya da uygun tedavi ile normale dönebilecek olanlar veeya belli koşullarda dalış yapılabilecek tıbbi durumlarda göreceli dalış yasağı vardır ve “dalışa göreceli engel durumlar” başlığı altında aşağıda ayrıntılandırılmıştır.
Zamanla kendiliğinden veya ilaç tedavisi ile ya da cerrahi tedavi ile iyileşecek geçici tıbbi durumlar düzelene kadar dalış yasaklanmalı, düzelme sonrası dalış yapılmalıdır ve “dalışa geçici engel durumlar” başlığı altında aşağıda ayrıntılandırılmıştır.
DALIŞA KESİN ENGEL DURUMLAR
Kulak
Kronik orta kulak hastalıkları (Kolesteatoma…vs)
İç kulak hastalıkları (Meniere hastalığı…vb)
Geçirilmiş yuvarlak pencere yırtıkları
Geçirilmiş ossiküloplasti ameliyatları
Geçirilmiş Stapedektomi ameliyatı
Geçirilmiş iç kulak ameliyatları
Baş-boyun
Trakeostomi (Boyunda solunum deliği) varlığı
Üst solunum yolları darlıkları ve tıkanıklıkları
Larengosel (Gırtlak hava kistleri)
Larenjektomi ameliyatları
Gırtlakta paralizi
Gırtlakta stenoz
Gırtlakta tümör
DALIŞA GÖRECELİ ENGEL DURUMLAR
Kulak
Orta kulak basıncını dengeleme sorunları (Yüzeyde ya da dalışın ilk metrelerinde eşitleme problemi olması)
Kulak zarı havalandırma tüpleri (Grommet kısa süreli kulak tüpü)
Kulak zarı delikleri
Effüzyonlu otit
Burun ve sinüsler
Septum deviasyonu
Allerjik nezle
Nazal polip
Ü.S.Y.E.
Sinüzit
Nezle
Grip
DALIŞA GEÇİCİ ENGEL DURUMLAR
Kulak
Orta kulak basıncı dengelenme sorunları (Eustachi borusu fonksiyon bozuklukları)
Geçirilmiş kulak kepçesi donmaları, tekrarlayan dış kulak iltihapları
Aşırı ince (monomenik) timpan zarı, timpan zarı retraksiyonları
Yukarıdaki Tüm Bilgiler farkındalık yaratmak maksadı ile olup hekiminizin muayenesi veya görüşleri yerini tutamaz.
Bu sebeple hekiminize / hekimlerinize düzenli periyodik muayene olun ve yönlendirmelerine uyun.
Sağlıklı dalışlar dilerim.
⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️
Dr Mustafa KEBAT
Tetkik OSGB İş Sağlığı ve Eğitim Koordinatörü
Sınırlı Sorumluluk Beyanı: Web sitemizin içeriği, ziyaretçiyi bilgilendirmeye yönelik hazırlanmıştır. Sitede yer alan bilgiler, hiçbir zaman bir hekim tedavisinin ya da konsültasyonunun yerini alamaz. Bu kaynaktan yola çıkarak, ilaç tedavisine başlanması ya da mevcut tedavinin değiştirilmesi kesinlikte tavsiye edilmez. Web sitemizin içeriği, asla kişisel teşhis ya da tedavi yönteminin seçimi için değerlendirilmemelidir. Sitede kanun içeriğine aykırı ilan ve reklam yapma kastı bulunmamaktadır.
Tüm yağ çeşitlerinde Omega-3 ve Omega-6 yağ asitleri yağın çeşidine göre farklı oranlarda bulunur. Linoleik Asit (LA) yani omega-6 pro-inflamatuar (iltihabı tetikleyici) bir maddedir.
Bu bakımda tükettiğiniz yağda Linoleik Asit (LA) yani omega-6 pro-inflamatuar ne kadar “az” ise o yağ size o kadar az zarar verir.
Aşağıdaki yağ çeşitlerinden kırmızı ile gösterilenler (ayçiçeği, kanola, mısır özü yağı, soya yağı, pamuk yağı) çok fazla LA içerir.
Bu bakımdan uzak durunuz.
Yeşil ile gösterilenler ise (kuyruk yağı, tereyağı, iç yağı, Hindistan cevizi yağı) da çok az LA içerdiğinden yararlı yağlardır.
En iyi kalite zeytin yağı bile olsa LA içeriği açısında iki grup arasında kalmaktadır. Zeytinyağı üretidiği zeytin ve işleme tekniğine göre %3 ile %27 arasında Linoleik Asit (LA) yani omega-6 pro-inflamatuar içerir.
Günlük yağ tüketiminizi gözden geçirdiğinizde göreceksiniz ki pişmiş gıda alımınızın çok büyük bir kısmında tohum yağları hakim.. Yukarıdaki listede gördüğünüz gibi tohumlardan elde edilen yağlarda Linoleik Asit (LA) oldukça yüksek. Bu durumda vücudunuzun ihtiyacı olan Omega 6 miktarının çok daha fazlasını tükettiğinizi göreceksiniz.
Omega 6 yağ asitlerinin en yaygın olanı Linoleik Asit (LA) esansiyel yağ asitleri arasında yer aldığından aşırı tüketimi durumunda sağlık sorunlarına neden olabilir.
Bu nedenle omega 6 yağ asitlerini omega-3 yağ asitleriyle dengelemek önemlidir.
Omega 6’nın fazla tüketiminde;
Yüksek miktarda omega 6 yağ asidi tüketimi, oksidatif stresin (vücudunuzdaki serbest radikaller ve antioksidanlar arasındaki dengesizlik bu da yaşlanma başta olmak üzere bir çok kronik hastalığın sebeplerindendir) artmasına neden olur.
Aşırı omega 6 yağ asidi tüketimi, vücutta inflamasyonu (Daha önce paylaştım bu konuyu) artırır.
Omega 6 ve omega-3 yağ asitleri arasında denge sağlanmadığında kalp hastalıkları, obezite, diyabet ve diğer kronik rahatsızlıkların riski artar.
Aşırı omega 6 tüketimi, kan pıhtılaşmasına yol açarak kalp krizi ve felç riskini artırır.
⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️
Bilimsel Yazı Sevenler Aşağıdaki Yazılarla Devam Edebilirler
⭐️⭐️ Linoleik Asit: Standart Amerikan Diyetinde Artan Alımın Etkilerinin ve Kronik Hastalıklarla İlişkilerinin Anlatımsal Bir İncelemesi https://pubmed.ncbi.nlm.nih.gov/37513547/
Sınırlı Sorumluluk Beyanı: Web sitemizin içeriği, ziyaretçiyi bilgilendirmeye yönelik hazırlanmıştır. Sitede yer alan bilgiler, hiçbir zaman bir hekim tedavisinin ya da konsültasyonunun yerini alamaz. Bu kaynaktan yola çıkarak, ilaç tedavisine başlanması ya da mevcut tedavinin değiştirilmesi kesinlikte tavsiye edilmez. Web sitemizin içeriği, asla kişisel teşhis ya da tedavi yönteminin seçimi için değerlendirilmemelidir. Sitede kanun içeriğine aykırı ilan ve reklam yapma kastı bulunmamaktadır.
Allerjiniz olduğunda kullandığınız ilaçları hatırlayın..!! Farklı etken maddeler olsa da genel adlandırılmaları ANTİ HİSTAMİNİK‘ler. Evet ANTİ (Karşıt – Zıt demek) neye HİSTAMİN‘ e…
Gelin bu ilaçlarla karşı durmaya çalıştığımız Histamin neymiş…Mekanizması nasıl işliyormuş inceleyelim..
Histamin, Beyaz kan hücrelerinde Histidin aminoasidinden türeyen ve salınan bir maddedir.
Histamin, vücut içerisinde meydana gelen stres durumlarında veya allerjik olaylarda doğal olarak üretilir. Kılcal damarları genişletir, düz kasların kasar, mide asidi salgısını arttırır. Uyku-uyanıklık arasındaki döngüyü ve bilişsel işlevi düzenlemek gibi görevleri de vardır.
Histamin, doğal olan üretimi ve salınımı vücut içi dengelerin bozulması sebebiyle artabilir. Bu durum birçok sebeple meydana gelebilir. Bu duruma bazı; hastalıklar, ilaçlar dahil kimyasal maddeler ve besinler sebep olabilir.
Histamin artıran ilaçların etken maddeleri;
Naproksen Ağrı kesici
Metamizol Ağrı kesici
Flurbiprofen Ağrı kesici
İdometazin Ağrı kesici
Ketoprofen Ağrı kesici
Diklofenak Anti enflamatuar, ağrı kesici
Kodein Ağrı kesici, öksürük giderici
Verapamil Tansiyon ilacı
Klonidin Tansiyon ilacı
Dihidralazin Tansiyon ilacı
Furosemid İdrar Söktürücü
Klavulanik Asit Antibiyotik
Sefuroksim Antibiyotik
Siprofloksasin Antibiyotik
Haloperidol Nöroleptik
Karbamazepin Antiepileptik
Metoklopramid Bulantı ilacı
Simetidin Mide Koruyucu
Takrin Alzheimer Hastalığı
Bupropiyon Antidepresan, sigara bırakma tedavisi
Bu ilaçları kullanıyorsanız ve aynı zamanda Histamin İntoleransı veya Allerji‘niz varsa iyi düşünün ve hekiminizle muhakkak konuşun.
Vücudunuzda yukarıdaki hastalıklar, eksiklikler vb gibi varsa ve aynı zamanda Histamin İntoleransı veya Allerji‘niz varsa iyi düşünün ve hekiminizle muhakkak konuşun.
Bilin ki bunlar histamini yıkıp parçalayacak olan DAO enzimini bloke ederler, var olan enzim yetmez olur. Histamin parçalanamayınca seviyesi yükselir. Artan seviye ise var olan sorunlarınızı arttırır.
Bu durumda akla DAO enzimini arttırmanın yolu var mı sorusu gelebilir.
Mesela; Bezelye aşırı miktarda histamin içerir. Fakat çimlenirken kendi histaminine karşıda bir kompleks molekül üretir.
Çimlendirilmiş bir tutam bezelyenin çim kısmını sıcak suda 10 dakika bekletip günlük 1 bardak çayı içilirse DAO enziminiz yükselir. (Çim kısmı yenilebilir lakin tadı pek keyifli değil)
DAO enzimi tabletleri de bu şekilde imal edilir.
⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️
Dr Mustafa KEBAT
Tetkik OSGB İş Sağlığı ve Eğitim Koordinatörü
Sınırlı Sorumluluk Beyanı: Web sitemizin içeriği, ziyaretçiyi bilgilendirmeye yönelik hazırlanmıştır. Sitede yer alan bilgiler, hiçbir zaman bir hekim tedavisinin ya da konsültasyonunun yerini alamaz. Bu kaynaktan yola çıkarak, ilaç tedavisine başlanması ya da mevcut tedavinin değiştirilmesi kesinlikte tavsiye edilmez. Web sitemizin içeriği, asla kişisel teşhis ya da tedavi yönteminin seçimi için değerlendirilmemelidir. Sitede kanun içeriğine aykırı ilan ve reklam yapma kastı bulunmamaktadır.
Çalışanımızın işyerinde boğaz enfeksiyonu olan bir arkadaşının öksürüğünden damlacık yolu ile streptokok bakterisi veya virüs aldığında (solunum yoluna girdiğinde) ilk karşılayan Dentrik hücrelerdir. Bunlar Makrofaj hücrelerdir.
Çalışanımızın bağışıklık sistemi yeterli olduğu taktirde vücuduna giren bu bakteri veya virüsü dentrik hücreler (Makrofajlar) bunu fagosite ederek (yani balon gibi içine alarak) kan dolaşımına girmelerini engellerler. Dentrik hücreler (Makrofajlar) içine aldıkları virüs veya bakteri ile birlikte lenf kanalına girerler.
EK BİLGİ: Çalışanımızın vücudunda her insanda olduğu gibi iki dolaşım sistemi vardır. Kanı taşıyan dolaşım sistemi (damarlar), lenf sıvısını taşıyan lenfatik sistemdir.
⭐️⭐️⭐️⭐️
Dentrik hücreler (Makrofajlar) içinde lenf kanalına giren virüs ve bakteri lenf düğümüne (nodu) getirilir ve CD4 hücrelere sunulur. Burada Th1 ve Th2 vs ile stokinler salgılanır… Bu sürece İmmünite(Bağışıklık)
Her zaman vücudumuz başarılı olamaz. Bağışıklık sistemimiz zayıfladığında yada biyolojik etkene çok fazla maruz kalındığında Dentrik hücrelerin (Makrofajlar) gücü yetmediği zaman kanda HİSTAMİN denilen bir madde salgılanıyor.
BİLGİ:Histamin, doğal bir aminoasit olarak bilinen histidinden türeyen, bağışıklık sistemi tarafından beyaz kan hücrelerinden salınan bir maddedir.
Damar duvarının iç yüzü tuğla bir duvar misali Endotel hücrelerden oluşur. Histamin, salındığı ilgili bölgede damar endotelini (duvarı oluşturan tuğlaların arasını) açar.
Damar endotelinin aralıklarından dışarıya sıvılar ve protein parçaları sızar. Bütün bunlarla beraber bir bağışıklık hücresi olan Nötrofil de damar dışına çıkar.
BİLGİ:Nötrofil: Vücudun enfeksiyon ve inflamasyon ile savaşmasına yardımcı beyaz kan hücresi türüdür. Kemik iliğinde üretilerek damar içinde vve dışında bakteri ve mikroorganizmalarla savaşıp, onları yakalama ve yok etmede görevlidir. Hasarlı hücreleri onarmaları ve bağışıklık tepkisi oluşturmaları için diğer hücrelerle iletişim kurarlar. Böylelikle vücutta iltihaplanmayı düzenlemede önemli bir rol oynarlar. Kan, doku ve lenf düğümlerinde dolaşan nötrofiller, küresel bir şekle sahiptir ve enfeksiyonla savaşmak için şekil değiştirebilirler.
Nötrofil, dentrik hücrelerin (Makrofajların) gücünün yetmediği bakteri ve virüsü yok etmek için savaşırken savaş bölgesinde
Kızarıklık (Rubor)
Isınma (Color)
Şişlik (Tumor)
Ağrı (dolor) oluşur.
İNFLAMASYON görüntüsü budur. Genellikle kızarıklık ve ısınma ile başlar. Sonrasında şişlik ve ağrı oluşur. Lakin birçok farklı sıra ile de görülebilir.
Bu sebeple gelen bakteri ve virüsleri ilk girdikleri anda dentrikler ile fagosite edip lenf kanalına atabilmek idealidir. Sonrasında vücudun yükü artmaktadır.
Nötrofil ile oluşan bu durum akut inflamasyon akut yani sürelidir. 2 gün le 2 hafta arasında sonlanır.
《Ağrı kesici ilaçların isimlerinin içerisinde Dolor (ağrı) kelimesine dikkat edin. Artık nereden geldiğini biliyorsunuz.》
İnflamasyonu yukarıda basit bir Üst Solunum Yolu Enfeksiyonu örneğinde gördükten sonra biraz ayrıntılandırayım.
İnflamasyon aslen etkeni yok etmek, dokudan uzaklaştırmak olmadı etkenle doku arasında bariyer koymaktır. Lakin enflamasyonun kendisi de hücre ve doku hasarı yapabilir ki bu durum bir çok kronik hastalığın oluşumunun temel nedenidir.
İnflamasyon, hücre veya dokunun hasarıdır. Bu hasar yol açan faktörler aşağıdadır.
Hipoksi
Fiziksel etkiler (travma, kesi, sıcak/soğuk vb gibi)
Kimyasal ajanlar, ilaçlar
Biyolojik ajanlar (enfeksiyonlar)
Genetik hasar
İmmün sistem hasarı
Beslenme bozuklukları
İnflamasyonla eş zamanlı olarak hücre ve dokuların tamiratı da başlar.
İnflamasyonun sonuçları
Tam doku iyileşmesi
Akut iltihabın sınırlandırılması – abse
Kronik iltihap
Skar (Nebde) dokusu ile iyileşme
İnflamasyon her ne kadar vücudun normal bir bağışıklık işlevi olarak kabul edilse de kronikleşmesi durumunda meydana geldiği bölgenin hasarlanmasına neden olabilir. Kronik enflamasyon yazımızı ayrıca okuyabilirsiniz.
⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️
Bilimsel Ayrıntıları Sevenler Okumaya Devam Edebilirler
EK BİLGİ:CD4 hücreleri bağışıklık sisteminin yöneticileri ya da diğer bir bakışla bağışıklık ordusunun generalleridir. Normal değeri kande 800-1500 hücre/mm3 dür.
Beyaz kan hücrelerinin bazı türleri, yani fagositler “casuslar” olarak hareket eder ve vücudu istila eden, yabancı maddeleri veya organizmaları aramak için devriye gezerler. Bir düşmana (Virüs, bakteri gibi) rastladıklarında generalleri (CD4 hücreleri) vücudun ordusunu harekete geçirmeleri için uyarırlar.
Generaller (CD4 hücreleri) daha sonra bağışıklık sistemindeki “asker” lerin (katil T hücreleri, B hücreleri, antikorlar vb gibi) silahlarını alıp savaşmaları için emir verirler.
CD4 lenfosit sayısı, bağışıklık sisteminin ne kadar sağlıklı olduğunun bir göstergesidir. CD4 hücre sayısı, fırsatçı hastalık riskinin en iyi göstergesidir. 500 hücre/mm3’ün altındaki CD4 değerleri genellikle bağışıklık baskılanması ve fırsatçı enfeksiyonlara karşı savunmasızlığın bir göstergesidir.
EK BİLGİ: T yardımcı (Th) hücreleri, bağışıklık tepkisinde önemli bir rol oynayan T hücrelerinin bir alt kümesidir. İşlevlerine, sitokin profillerine ve destekledikleri bağışıklık tepkisi türlerine göre farklı alt kümelere, özellikle Th1 ve Th2’ye sınıflandırılabilirler. Th1 ve Th2 yardımcı T hücresi alt kümeleri arasındaki temel farklar şunlardır:
Th1 Yardımcı T-Hücreleri
Sitokin Üretimi : Th1 hücreleri öncelikle IFN-γ (interferon-gama) , TNF-α (tümör nekroz faktörü-alfa) ve IL-2 (interlökin-2) gibi sitokinleri üretir.
Bağışıklık Tepkisi : Th1 hücreleri , virüsler ve bazı bakteriler gibi hücre içi patojenlere karşı savunma için hayati önem taşıyan hücre aracılı bağışıklıkta öncelikli olarak rol oynar . Makrofajları aktive eder, patojenleri fagosite etme yeteneklerini artırır ve sitotoksik T hücrelerini (CD8+ T hücreleri) uyarır.
Patojen Hedefleme : Th1 yanıtları genellikle viral enfeksiyonlara ve Mycobacterium tuberculosis gibi hücre içi bakterilere karşı etkilidir.
İlişkili Durumlar : Th1 yanıtları, inflamasyonu teşvik etmedeki rolleri nedeniyle sıklıkla otoimmün hastalıklarda ve kronik inflamatuvar durumlarda rol oynar.
Th2 Yardımcı T-Hücreleri
İlişkili Durumlar : Th2 yanıtları, IgE üretimini ve eozinofil aktivasyonunu teşvik etmedeki rolleri nedeniyle astım, saman nezlesi ve diğer atopik durumlar gibi alerjik hastalıklara katkıda bulunabilir.
Sitokin Üretimi : Th2 hücreleri öncelikle IL-4, IL-5, IL-6, IL-9 ve IL-13 gibi sitokinleri üretir.
Bağışıklık Tepkisi : Th2 hücreleri, özellikle helmintler (parazitler) ve alerjenler olmak üzere hücre dışı patojenlere karşı savunmada önemli olan humoral bağışıklık ile ilişkilidir . B hücrelerini antikor üretmeye, özellikle IgE üretmeye teşvik ederler ve eozinofil aktivasyonunu desteklerler.
Patojen Hedefleme : Th2 yanıtları parazitik enfeksiyonlara karşı etkilidir ve alerjik yanıtlarda rol oynar.
Olması gereken bu…O yüzden Bu sistem, IgA güçlü tutulmalı, bağışıklık güçlü tutulmalı, Ajan kana girmeden yok edilmeli diyorum hep
Corona enfeksiyonu (Popüler adı ile Covid 19) geçirdiniz veya korunmak için zamanında aşı oldunuz. (Bu konularda başımızı ağrıtmamak için ayrıntılarına girmeyeceğim) Lakin siz eskisi gibi olmadığınızı mı düşünüyorsunuz ?
Mesela daha çabuk yoruluyorsunuz, anlamakta öğrenmekte öncesine göre iyi olmadığınızı düşünüyorsunuz, uykudan yorgun uyanıyorsunuz, düşüncelerinizi toparlayamıyorsunuz, solunumunuz sıkıntılı vb gbi sorunlar yaşıyorsunuz.
Yada sosyal medyada yer alan pıhtı artması, kalp krizi, immün hastalıklar, miyokardit vb hastalıkların arttığı haberleri sizi endişelendiriyorsa (Bu konularda başımızı ağrıtmamak için ayrıntıya girmeyeceğim yorum yazmayacağım) ne yapmalısınız?
Aslında yukarıdaki sorun vve endişeleriniz olsun yada olmasın aşağıda yazacaklarımı hayatınızın rutinine dahil etmeniz geleceğinizi daha sağlıklı yaşayabilmeniz için size faydalı olacaktır.
Açlık bağışıklık sisteminizin en büyük destekçilerindendir. Popüler adları ne olursa olsun (farklı adlarla pek çok moda diyet var adlarını yazmayacağım) 24 saatlik bir gün döngüsünde 16 saat açlık döneminiz olmalı.İdeali akşam 19.00 – sabah 11.00 arasıdır. Lakin iş ve sosyal hayat sebebi ile 20.00 – 12.00 de uygundur. Mümkünse 20.00 de bitmek kaydı ile bir akşam öğünü ve 12.00 de başlamak kaydı ile bir öğlen öğünü ile beslenmenizi sınırlayın.
Günlük 40 dakika tempolu yürüyüş yapın. (Ağır egzersizlerden kaçının)
Saat 23.00 ve 05.00 arasında uyku bağışıklık sistemini destekler. Bu sebeple bu saatlerde muhakkak uyuyor olun. İhtiyacınız var ise toplam uyku sürenizi kendiniz arttırın.
Uyuduğunuz ortam tam karanlık olmalı, tam sessiz bir ortam sağlanmalı,20 – 22 derece arası olmalı, yukarıda yazdığım gibi uyku saatinde aç olunmalı, cep telefonu televizyon, saat ve sair radyasyon ve ses yayan cihaz olmamalı,bitki olmamalı.
Timus masajını öğrenin ve günlük uygulayın.
Soleus (ikinci kalbiniz – daha önce yazdım açın okuyun) hareketini gün içinde aklınıza geldikçe yapın.
İdrarınız çok açık sarı veya su renginde çıkıyorsa yeterli su içiyorsunuz demektir. Hedefiniz idrarınızın rengi olsun.
Kuyruk yağı, Hayvani iç yağ, Tereyağı, Zeytinyağı ve Hindistan Cevizi yağı harici yağ tüketmeyin. (Kızartmalarınızı zeytinyağı ile kısık ateşte yapın – zeytinyağ ve basma konusunda üretilmiş yalanlardan uzak durun)
Baharatları yaşınıza, hastalıklarınıza, kilonuza uygun kullanmayı hekiminizden öğrenin ve beslenmenize dahil edin. (Paylaşımlarımdan da öğrenebirsiniz)
Sirkenizi kendiniz yapın. Ve muhakkak kullanın. (Aç karnına sabah içmeyin sakın)
Yoğurdunuzu kendiniz yapın.Günlük bir öğününüze eklemeye çalışın.
Turşunuzu kendiniz yapın. Günlük bir öğününüze eklemeye çalışın.
Karbonhidrat tüketiminizi en aza indirin. Tahıl tercihiniz tam buğday olsun.
Şeker ve şekerli gıdaları değil ağzınıza hayalinize bile almayın.
Karaciğer başta olmak üzere sakatatları beslenmenize dahil edin.
Protein tercihiniz, kırmızı et,balık (orta su ve yüzey balıkları tercihen), kümes hayvanları (lakin asla endüstriyel üretilmiş olanlar değil köyden olmalı)
Kudret narı, beslenmenizde muhakkak yer alsın. İdeali zeytinyağının içerisinde cam kavanozda saklamak ve bu şekilde tüketmektir. %60 oranında Konjuge linoleik asit ve en önemli izomeri α-eleostearik asit içerir. Zeytinyağı ile beraber kullanıldığında mide asidi oranını artırır.
Hekiminiz gerek görmedikçe ağrı kesici, mide ilacı (Özellikle PPİ’ lar), antibiyotik vb gibi ilaçları kullanmayın.
Bentonit kil veya Aktif Kömür ile ağır metal temizliği (hekiminiz onayı ile ve kontrolünde) yapın.
Güneşi gördüğünüzde 12.00 – 13.00 arası 20 dk (daha fazla değil) yaz veya kış fark etmez güneşlenin.
Her gün toprağa, deniz kenarında kuma, çimene hiç biri mümkün olmadı betona 30 dk dan az olmamak kaydı ile çıplak ayakla basın. (Elektron transferini ileride yazacağım.)
Kitap okuyun 15 dk bile olsa.
Hayvan besleyin ve çiçek besleyin. Mümkün değilse hiç değilse 10 dk zaman ayırın sevin ilgilenin. (Sağlık bedenen ve ruhen tam bir iyilik halinde olmaktır. Ruhunuz sevgi ile iyi olur.)
Ailenizle birlikte günlük zaman geçirin. (Sağlık bedenen ve ruhen tam bir iyilik halinde olmaktır. Ruhunuz sevgi ile iyi olur.)
Vücut sağlığını için elzem olan ve aşağıda isimleri yer alan molekülleri hangi besinlerden alabileceğinizi öğrenin. Hem beslenme yolu ile hem de gerektiğinde takviyeler yolu ile bu molekülleri hayatınıza dahil edin.
▪︎Glutatyon – Günlük alım/kullanım 1000 mg olmalı
▪︎Hesperidin/NAD – Günlük alım/kullanım 1000mg olmalı
▪︎Lutein – Günlük alım/kullanım 40 mg olmalı (Sabah 20 mg – Akşam 20 mg)
▪︎Zeaksantin – Günlük alım/kullanım 2 mg olmalı (Sabah 1 mg – Akşam 1 mg)
▪︎Resveratrol – Günlük alım/kullanım 700 mg (Sabah 350 mg – Akşam 350 mg)
▪︎Sorbitol – Günlük alım/kullanım 700 – 1400 mg (Sabah 350/700 mg – Akşam 350/700 mg)
▪︎Quarcetin
▪︎Omega 3 – Günlük alım/kullanım 1000 mg olmalı
▪︎Vitamin D3 – Kan (serum) düzeyi 75 ng/mL üzerinde olmalı
▪︎Vitamin C – Günlük alım/kullanım 150 mg olmalı
▪︎Vitamin B12 – Kan düzeyi 500 pq/mL üzeri olmalı
▪︎Vitamin B1
▪︎Çinko
▪︎Magnezyum
▪︎Selenyum
▪︎Alfa lipoik asit
▪︎N-asetil sistein
Dr Mustafa KEBAT
Tetkik OSGB İş Sağlığı ve Eğitim Koordinatörü
Sınırlı Sorumluluk Beyanı: Web sitemizin içeriği, ziyaretçiyi bilgilendirmeye yönelik hazırlanmıştır. Sitede yer alan bilgiler, hiçbir zaman bir hekim tedavisinin ya da konsültasyonunun yerini alamaz. Bu kaynaktan yola çıkarak, ilaç tedavisine başlanması ya da mevcut tedavinin değiştirilmesi kesinlikte tavsiye edilmez. Web sitemizin içeriği, asla kişisel teşhis ya da tedavi yönteminin seçimi için değerlendirilmemelidir. Sitede kanun içeriğine aykırı ilan ve reklam yapma kastı bulunmamaktadır.