Hayvan hakları savunuculuğunu, genelde samimi, yüksek ideal bir amaç olarak görüyorum. Lakin, bazı yaygın argümanlarda büyük bir mantık ve etik boşluğu olduğunu düşünüyorum. Özellikle “badem sütü” üzerinden yürüyen iklim ve hayvan hakları anlatısı, yüzeyde ne kadar temiz görünse de, arı sömürüsü ve pestisit etkileri açısından oldukça sorunlu ve samimiyetsiz bir tabloya işaret ediyor.

Veganlar, hayvan eti yememekle kalmayıp süt, peynir, yumurta, bal gibi tüm hayvan kaynaklı ürünleri reddeder. Onlara göre, bu ürünler sömürü, acı ve hayvanlara zarar verme üzerine kurulu. Elbette bu temel etik sav, büyük bir saygıyı hak ediyor. Lakin şunu sorguluyorum: Neden bu mantık, arılar için aynı şekilde uygulanmıyor? “Badem sütü” adı verilen bitkisel içecek üretimi sürecinde her yıl 10 ila 15 milyar arının öldüğüne dair araştırmalar var. Kimilerinin hayvanlardan ürün almama duruşu çok net, ama badem üretimi için kullanılan arılar hakkındaki acı gerçekler pek dillendirilmiyor.

Aslında bu, hayvanlar arasında bir ayrımcılık gibi görünüyor. Memeli hayvanlara zarar vermeyi reddederken, arılar –ki onlar da canlı, hisleri olan varlıklar– tozlaşma makineleri gibi kullanılıyor. Arıların ölümü, stresten, hastalıklardan, pestisit maruziyetinden ve taşımadan kaynaklanıyor. Bu, vegan ideallerle nasıl bağdaşır?

Bilimsel verileri incelediğimde, badem ağaçlarının çiçeklenmesi döneminde uygulanan pestisit karışlarının arılar üzerinde ölümcül etkilere sahip olduğunu gösteren sağlam araştırmalar var.

Walker ve arkadaşlarının yaptığı bir araştırmada (2022), badem ağaçlarının çiçeklenme döneminde kullanılan yaygın böcek öldürücü (örneğin chlorantraniliprole) ve mantar ilacı (propiconazole) kombinasyonlarının, arı kolonilerine sürpriz bir şekilde toksik olduğu bulunmuş. Tek başına bu kimyasallar, en yüksek etiketlenen saha uygulama oranlarında bile büyük bir ölüme neden olmazken; birlikte uygulandıklarında ölümcüllük artıyor. Ayrıca, tarımda sıklıkla kullanılan bir sprey katkı maddesi (Dyne-Amic®) da arılarda toksisiteyi ciddi ölçüde artırıyor. PubMed

Ricke ve arkadaşlarının çalışması (2021) ise, çiçeklenme dönemindeki pestisit kombinasyonlarının arı kraliçelerinin gelişimini ve yaşam süresini olumsuz etkilediğini ortaya koyuyor. Arılar kirletilmiş polen yediklerinde, kraliçe arıların pupa döneminden 7 gün sonrası hayatta kalma oranı belirgin biçimde düşüyor. PubMed

MDPI dergisinde yayımlanan başka bir çalışma ise, laboratuvar ortamında işçi arı larvalarına verilen böcek ilacı + mantar ilacı karışımlarının, tek başına uygulamalarından çok daha yüksek ölüme neden olduğunu bulmuş. MDPI

Bunlar tesadüfi bulgular değil: tank karışımları olarak kullanılan kimyasalların sinerjik (bileşik) toksik etkisi, arı ölümlerini sadece var olan bir riskten fazlasına dönüştürüyor. Yani arılar, tarım endüstrisi için sadece “arı makineleri” değil; canlı organizmalar olarak ciddi bir bedel ödüyor.

Genellikle badem sütü, hayvansal süt yerine etik ve çevresel olarak “doğru” bir alternatif olarak sunuluyor. Lakin bu bir pazarlama stratejisi: “süt” kelimesi kullanılarak, insan zihninde geleneksel sütle eşdeğer bir ürünmüş gibi bir algı yaratılıyor.

Gerçekte badem sütü, badem + su + (bazı markalarda) emülgatörden ibaret bir karışım. Hayvansal sütle biyokimyasal veya besin açısından tam olarak aynı değil. Aslında, AB ve ABD’de bazı otoriteler, “sadece hayvan kaynaklı sıvılara süt denebilir” argümanıyla çalışıyor. AB, 2017’de ürün etiketlemesinde “süt” kelimesinin yanlış kullanımını sınırlamak için yasal düzenlemeye gitmiş; resmi olarak “badem içeceği” gibi terimler önerilmiş. Lakin pazarda hâlâ “süt” denmeye devam ediyor – bu bir göz boyama olabilir mi?

Badem sütünün her ne kadar bitkisel, hafif ve popüler bir alternatif olarak sunulsa da, herkes için uygun olmayan tarafları da vardır.

Birincisi, ticari badem sütlerinin büyük bölümü gerçek badem oranı çok düşük olan, suya yoğun kıvam vericiler (karragenan, guar gam, jelan gam) ve stabilize ediciler eklenmiş ürünlerdir. Bu katkı maddeleri hassas bünyelerde şişkinlik, bağırsak hareketlerinde düzensizlik veya irritasyon oluşturabilir. Ayrıca birçok marka, tat profilini iyileştirmek için şeker veya aromalar ekler, bu da “sağlıklı alternatif” algısına rağmen gereksiz kalori ve glisemik yük yaratabilir.

Bir başka önemli konu ise, bademin doğal yapısında bulunan fitik asit nedeniyle bazı insanlarda minerallerin (özellikle kalsiyum, demir, çinko) emilimini azaltma ihtimalidir.

Son olarak, fındık ve badem alerjisi olan bireylerde badem sütü tüketimi ciddi reaksiyonlara kadar gidebilecek alerjik riskler barındırır. Bu nedenle badem sütü, herkes için “sorunsuz ve evrensel olarak sağlıklı” bir içecek değildir; etiket okuma alışkanlığı, içerik temizliği ve bireysel tolerans mutlaka göz önünde bulundurulmalıdır.

Hayvancılığı sera gazı emisyonu, su kullanımı ve ormansızlaşma açısından suçlayanlara baktığımızda iklim değişikliğiyle mücadelede ahlaki bir çözüm olarak sunmalarına neden olur. Bu argüman güçlü bir mantık taşıyor; lakin kötü haber şu: bu ideal, arı sömürüsüne dair gerçeklerle çelişiyor.

Örneğin, badem ağaçlarının çiçeklenmesi için her yıl büyük miktarda arı kovalarını mobil olarak taşıyorlar (çoğu araştırmaya göre ABD’de arı kovanlarının %70’inden fazlası badem bahçelerine taşınıyor). Bu taşımada arılar strese giriyor, hastalanıyor, birçok koloni ciddi kayıplar yaşıyor. Bazı tahminler, polinasyon sezonu boyunca 10–15 milyar arının öldüğünü ortaya koyuyor. Bu bile başlı başına bir “sömürü” biçimi.

İklim için “sütü bırak, badem sütü iç” diyenler, aslında arı ölümlerine ya göz yumuyorlar ya da bu konuyu sistematik olarak yok sayıyor gibiler. Hayvan haklarının bir türünü savunurken, diğerini görmezden gelmek büyük bir etik çelişkiyi temsil ediyor.

Hayvan hakları savunucuları, “hayvanlar hissedebilir” ve “sömürüye karşıyız” dediğinde çok net bir çizgi çizer. Ama bu çizgi, büyük ölçüde memelilere odaklanmış durumda: inekler, tavuklar, balıklar vs. Arılar, böcekler, tozlaşmayı sağlayan canlılar bu etik tartışmanın dışında kalıyor gibi…

Hayvanların hisleri varsa, neden arılarınki göz ardı ediliyor? Arılar küçük olabilir, “uçuşan böcekler” olarak görülebilir; ama bilimsel çalışmalar onların da organizmalar olarak karmaşık biyolojisi, sosyal yapısı ve ekosistem için hayati rolleri olduğunu gösteriyor. Onlara karşı da etik bir sorumluluğumuz var.

Bu, hayvanlar arasında bir ayrımcılığa benziyor: “Sadece memeli ya da kuş olan hayvanlara yönelik hakları önemsiyorum, böcekleri değil.” Bence bu tutum, insani değerlerin samimiyetine gölge düşürüyor.

Badem üretiminin arı sağlığı üzerindeki olumsuz etkisi yalnızca ölümle sınırlı değil. Bazı araştırmalar, pestisit karışımlarının kraliçe arı gelişimini etkilediğini ve ömrünü kısalttığını ortaya koyuyor. PubMed Aynı zamanda, larvalar için yapılan in vitro testler, bu karışımların ölüm oranını ciddi şekilde artırdığını gösteriyor. PubMed

Eğer hayvan haklarına ve “sömürüsüz bir dünya” idealine gerçekten inanıyorsanız, arı sömürüsünü ve tarım kimyasalı krizini de aynı etik mercekten değerlendirin. Sizin değerlerinizin temelinde “ilaçsız, acısız ve özgür hayvan yaşamı” varsa, bu değerlerin kapsamı küçük kanatlı canlılarla da sınırlandırılmamalı.

Etiketleme konusunda daha dikkatli olun: “Badem sütü” yerine “badem içeceği” demek, samimiyetin önemli bir göstergesi olabilir.

Tarımda kimyasal kullanımı ve arı sağlığına yönelik farkındalık yaratın: Sadece hayvansal tarım değil, bitkisel tarımın da hayvanlara (özellikle böceklere) verdiği zararları göz önünde bulundurun.

Vegan hareketi içinde entegre ekolojik bakışı teşvik edin: Arılar, solucanlar, böcekler – ekosistemin diğer bileşenleri olarak da önemli. Onlar da “haklara” ve etik korumaya layık varlıklar.

Samimi olabilmek için çelişkilerle yüzleşmek şart. “Hayvan hakları” idealine sadık olmak istiyorsak, sadece memeli hayvanlara değil, arılara ve diğer böceklere de etik bir sorumluluk hissetmeliyiz.

Badem sütü meselesi sadece bir içecek seçimi değil; aynı zamanda ekolojik bir tartışmanın da simgesidir. Bir yandan hayvan sömürüsünü reddederken, diğer yandan arıların kitlesel ölümüne sessiz kalmak tutarsızlık.

Gerçek cesaret; sadece etik sloganlarla kalmayıp, tüm canlılara dönük sorumluluğu samimiyetle taşımaktır. Balık, süt ineği ya da tavuk gibi büyük hayvanlar kadar, “önemsiz” dediklerimiz olan arılar da hissedebilir. Ve onların yaşamına değer vermek, etik değerlerin özünü güçlendirir.

⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️

Doğal Yaşayın

Doğal Beslenin

Aklınıza Mukayet Olun

⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️

Sayın okuyucu,

Aşağıdaki linkten yazımızda yer alan konu hakkında sorularınızı ve görüşlerinizi, merak ettiğiniz ve yazılarımıza konu olmasını istediğiniz hususları iletebilirsiniz.

Bilginin paylaştıkça çoğalacağı düşüncesi ve sizlere daha iyi hizmet verme azmi ile her gün daha da iyiye ilerlemede bizlere yorumlarınız ve katkılarınız ile yardımcı olursanız çok seviniriz. https://g.page/r/CTHRtqI0z0gjEAE/review

⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️

Dr Mustafa KEBAT
0 530 568 42 75

Tetkik OSGB İş Sağlığı ve Eğitim Koordinatörü

Sınırlı Sorumluluk Beyanı:
Bu sitede yer alan içerikler yalnızca genel bilgilendirme amacı taşır. Paylaşılan bilgiler, bir hekim muayenesinin, tedavisinin veya profesyonel danışmanlığın yerini tutmaz. Buradaki bilgiler esas alınarak herhangi bir ilaç tedavisine başlanması, mevcut tedavinin değiştirilmesi ya da bırakılması uygun değildir.

Aynı şekilde, iş sağlığı ve güvenliği ile ilgili içerikler, bir iş güvenliği uzmanı, mühendis veya teknik ekip tarafından yapılması gereken değerlendirme ve kararların yerine geçemez. Bu bilgiler temel alınarak saha risk değerlendirmesi yapılması ya da mevcut sistemin değiştirilmesi önerilmez.

Sitede herhangi bir yasa dışı ilan ya da yönlendirme yapılması amacı bulunmamaktadır. İçerikler, sadece farkındalık yaratmak ve bilinçlendirme sağlamak amacıyla sunulmuştur.

⭐️⭐️⭐️