Mert on bir yaşındaydı. Gözleri her zaman pırıl pırıl parlayan, kafasında sürekli sorular dolaşan bir çocuktu. En çok da Matematik dersinde aklına yeni fikirler gelirdi. Sayılar onun için yalnızca tahtada yazılı semboller değildi; bir köprünün ayakta durmasını sağlayan gizli sütunlar, yıldızların gökyüzünde belirli düzenle parlamasının sebebiydi.
“Öğretmenim,” dedi bir gün Hatice öğretmene, “bizim gözle göremediğimiz sayıların gizli bir yolu var mı? Mesela evreni ölçen gizli bir sayı?”
Hatice öğretmen gülümsedi. Mert’in sorularına alışkındı. Hatta Mert’in kendisine yaptığı Ay ve yıldızlar olan resimde, yıldızların arasındaki açıların ayın konumunun matematiksel bir şiir gibi olduğunu hatırladı.
“Matematik, evrenin dilidir, Mert,” dedi öğretmeni. “Senin merakın doğru bir yol gösterici. Eğer sayıları iyi anlarsan, yıldızların bile sana sırlarını anlatacağını göreceksin.”
Bu sözler Mert’in aklına takıldı. O akşam evde, perdeleri açıp gökyüzüne baktı. Gözleriyle Ay’ı buldu. Yuvarlak, ışıl ışıl parlayan bu gök cismi ona çok uzak ama aynı zamanda çok yakınmış gibi geliyordu. İçinden bir ses “Oraya gitmek istiyorum!” diyordu.
Ama sonra içini biraz burukluk kapladı. Çünkü Mert pek kitap okumuyordu. Kitaplara başladığında heyecan duyuyor lakin birkaç sayfa sonra sıkılıyor, zihni başka yerlere kayıyordu. Oysa öğretmenleri sürekli kitap okumanın hayal gücünü güçlendireceğini söylüyordu.
“Acaba,” dedi Mert kendi kendine, “kitaplar da yıldızlar gibi bana sırlarını gösterebilir mi?”
Ertesi hafta Hatice öğretmen Mert’in defterinde bir şey fark etti. Mert ödev yapacağına Ay’ın etrafına çizdiği dairelerin içine sayılar yazmıştı. Sanki Ay’a giden bir yol haritası oluşturuyordu.
“Bu ne Mert?” diye sordu merakla.
Mert utangaç bir gülümseme ile cevap verdi:
“Öğretmenim… Eğer Ay’a gidecek olsam, yörüngeleri böyle hesaplamam gerekmez mi? Ama nereden başlayacağımı bilmiyorum. Matematikle olur mu acaba?”
Hatice öğretmenin gözleri ışıldadı. Bu çocuğun merakı sıradan değildi. Ona sadece ders kitabı yetmeyecek, daha fazlasını göstermeliydi. Ama nasıl? Mert’i en çok etkileyecek şey, belki de onun merakını canlı bir hikâyeye dönüştürmekti.
O gece evde uzun süre düşündü. Sonra kütüphanesinin en özel rafından ince, eski görünümlü bir kitap çıkardı: Jules Gabriel Verne’in “Aya Yolculuk” adlı kitabı. Yüzyıllar öncesinden yazılmış bu eser, insanların hayal gücüyle bilimi nasıl birleştirdiğini anlatıyordu.
Hatice öğretmen fısıldadı:
“Keşke Mert, bu kitabın içine girebilseydi… Oradaki maceraları yaşayabilseydi. Belki o zaman kitap okumanın aslında muazzam güzel bir yolculuk olduğunu görürdü.”
Tam o sırada, odanın bir köşesinden minik bir hışırtı duyuldu. Rafların arasında kıpırdayan, gözlüğü kafasının ucuna düşmüş gibi duran, kocaman bir kitap kurdu belirdi. Tıpkı masallardan çıkmış gibiydi.
“Merhaba sevgili Hatice,” dedi incecik ama bilge bir sesle. “Beni hatırladın mı?”
Hatice öğretmen şaşkınlıkla gözlerini açtı. “Sihirli Profesör Kitap Kurdu! Yıllardır seni görmemiştim!”
Kitap kurdu şapkasını çıkardı, küçük kanatlarını çırptı. “Ben hep buradaydım. Ama yalnızca öğrencilerinde gerçek okuma isteğini gördüğünde ortaya çıkabilirim. Anladığım kadarıyla bu kez Mert için buradayım.”
“Evet,” dedi Hatice öğretmen, “Mert kitap okumakta zorlanıyor ama merakı çok büyük. Ona ilham vermeliyim.”
Profesör Kitap Kurdu gözlüklerini düzeltti. “O halde Jules Verne’in dünyasına yolculuk başlasın! Ama bu sefer yalnızca kitabı okumak değil, bizzat içinde olmak mümkün olacak.”
Ertesi gün derste Hatice öğretmen Mert’e ”çocukken benim en sevdiğim kitaptı. Umarım sen de seversin” diyerek Jules Verne’in Aya Yolculuk kitabını hediye etti. Ve ayrıca “Bugün sana özel bir misafirim var,” dedi. Mert merakla bakarken Aya Yolculuk kitabını kapağı kendiliğinden açıldı ve içinde odayı kaplayan sihirli bir ışık belirdi. Ardından ışığın içinden Sihirli Profesör Kitap Kurdu ortaya çıktı.
Mert şaşkınlıktan ağzını kapatmış gözleri gözlerini kocaman kocaman açmıştı. İlk defa böyle büyülü bir şey görüyordu.
Profesör Kitap Kurdu ciddiyetle konuştu:
“Sevgili Mert, evreni anlamak ve yıldızlara ulaşmak istiyorsun, değil mi? Bunun ilk adımı hayal gücünü kitaplarla beslemektir. Sana bir teklifim var: Jules Verne’in Aya Yolculuk kitabına gerçekten girmek ister misin?”
Mert heyecandan yerinde duramıyordu. “Gerçekten mi? Yani… Ay’a gidebilir miyim?”
“Evet,” dedi profesör göz kırparak, “ama önce kitabın içine adım atman gerek.”
Mert ve Hatice öğretmen kitaba dokunduğunda sayfalar ışıldadı, odanın duvarları kayboldu, etraflarını önce yıldızlarla dolu kocaman bir evren sardı. Ardından göz kamaştırıcı bir ışık her yeri kapladı…
Mert gözlerini açtığında kendini bambaşka bir yerde buldu. Az önce evinin odasındayken, şimdi karanlık ama ışıldayan bir tünelin içindeydi. Tünelin duvarları kitap sayfalarından oluşuyordu! Her sayfada farklı resimler vardı: teleskoplar, gökyüzü haritaları, denizlerin altında keşif yapan balonlar…
“Burası neresi?” diye fısıldadı Mert.
Hatice Öğretmen de yanında belirdi. O da şaşkın görünüyordu.
“Mert, sanırım Sihirli Profesör Kitap Kurdu bizi Jules Verne’in hayal dünyasına getirdi.”
Tam o sırada bir ışık halesi içinde Sihirli Profesör Kitap Kurdu ortaya çıktı. Küçük, gözlüklü, parlak tüyleri olan bir kitap kurduydu. Minik kanatları vardı, havada süzülürken etrafa parıltılar saçıyordu.
“Hoş geldiniz sevgili yolcularım!” dedi neşeli bir sesle. “Bugün sizi öyle bir maceraya götüreceğim ki artık yalnızca okuyucu değil, Jules Verne’in Aya Yolculuk kitabının kahramanları olacaksınız!”
Mert’in gözleri kocaman açıldı.
“Yani… biz gerçekten aya gidecek miyiz?”
Kitap Kurdu gülümsedi:
“Evet, ama önce hikâyenin içine dalmalıyız. Sayfalardan geçerek romanın dünyasına adım atacaksınız. Orada Jules Verne’in karakterleriyle tanışacak, onların hayallerini ve cesaretlerini göreceksiniz.”
Bir anda tünelin sonundaki büyük kapı açıldı. Kapının üzerinde altın harflerle şu yazıyordu:
“Aya Yolculuk – Başlangıç”
Hatice Öğretmen Mert’in elini tuttu.
“Hadi Mert, birlikte keşfedelim.”
İçeri girdiklerinde karşılarına büyük bir şehir çıktı. Burası Amerika’nın Baltimore kentiydi. Yıl 1865’ti. Sokaklarda askerler, gazeteciler, meraklı insanlar dolaşıyordu. Herkes bir şeyden bahsediyor gibiydi: göğe çıkmaktan!
Mert şaşkınlıkla etrafı izledi.
“Öğretmenim, burası tarih kitabında gördüğümüz gibi. Ama daha gerçek, daha canlı!”
Birden kalabalığın ortasında güçlü görünümlü bir adam dikkatlerini çekti. Üzerinde askeri üniformaya benzeyen bir kıyafet vardı. Sesini yükselterek konuşuyordu:
“Ben Barbicane! Silah Kulübü’nün başkanıyım. Bugün sizlere çılgınca ama mümkün bir fikir sunuyorum: Aya bir mermi göndereceğiz!”
Kalabalık alkış kıyamet kopardı. Mert nefesini tutmuştu.
Hatice öğretmen ”İşte bu, Jules Verne’in kitabındaki başlangıç sahnesi!” dedi.
Sihirli Kitap Kurdu yanlarına süzüldü.
“Mert. Barbicane, savaş için yapılmış topları artık barış için, insanlığın bilgisi için kullanmaya karar verdi. İşte okuma böyle bir şeydir; bir insanın aklındaki hayali senin gözünde canlı bir sahneye dönüştürür.”
Mert’in gözleri parladı.
“Yani bir kitap, beni gerçekten aya götürebilir mi?”
Kitap Kurdu gülümseyerek başını salladı.
“Evet Mert. Çünkü önce hayallerimizle gideriz. Ve hayallerin gücü, bir gün gerçeğe dönüşür.”
Mert, Hatice Öğretmen ve Sihirli Profesör Kitap Kurdu, kalabalığın arasına karıştılar. Barbicane’in konuşması bütün şehri ayağa kaldırmıştı. İnsanlar birbirine sorular soruyor, heyecanla tartışıyordu:
“Gerçekten aya gidilebilir mi?”
“Böylesine büyük bir top nasıl yapılacak?”
“Ya içindekiler ezilirse?”
Mert tüm bu soruları duydukça kalbinin hızlı attığını hissetti.
“Öğretmenim, o yıllarda insanlar daha elektrik lambasını bile yeni keşfederlerken, Jules Verne, göğe çıkmayı mı hayal etmiş”
Hatice Öğretmen gülümsedi.
“Evet Mert…. İşte bu yüzden kitap okumak çok değerlidir. Bir insanın hayali, milyonlarca insanın ufkunu açabilir.”
Tam o sırada Barbicane, dev bir kâğıt açarak halka gösterdi. Üzerinde devasa bir tophane çizimi vardı. Çizimde topun uzunluğu yüzlerce metreydi. Çelikten yapılacak bu topun içine mermi şeklinde bir kapsül yerleştirilecekti.
“Arkadaşlar!” diye bağırdı Barbicane. “Savaş için kullandığımız silahlarımızı artık barış için kullanacağız. Bu dev tophane ile insanlığı göklere taşıyacağız! Aya ulaşacağız!”
Kalabalıktan büyük bir alkış koptu. Gazeteciler notlar aldı, çocuklar heyecanla birbirine sarıldı.
Mert, gözlerini Barbicane’in çizimine dikti.
“Ben de böyle hayaller kurabilirim, öğretmenim… Ama ya kimse inanmazsa?”
Sihirli Kitap Kurdu hemen yanına uçtu.
“Mert, bilmelisin ki büyük fikirler önce ‘imkânsız’ görünür. Ama bir kişi bile inanırsa, o fikir gerçeğe dönüşebilir. Jules Verne, o yıllarda aya gitmeyi hayal etti. Onun hayali yıllar sonra insanlara yol gösterdi. İşte kitapların sihri budur!”
Mert derin bir nefes aldı. İçinde bir kıvılcım yanmaya başlamıştı.
“Ben de büyüyünce gökyüzünü araştırmak istiyorum. Belki yeni şeyler keşfederim.”
Hatice Öğretmen onun omzuna dokundu.
“İşte aradığım şey buydu Mert. Senin hayallerine inanman.”
O sırada kalabalığın arasından biri bağırdı:
“Bu fikre itirazım var!”
Herkes başını çevirdi. Uzun boylu, şapkalı, alaycı bakışlı bir adam öne çıktı. Bu, Fransız maceraperest Michel Ardan’dı.
“Bay Barbicane!” dedi. “Aya sadece bir mermi göndermek sıkıcı olur. Asıl yapılması gereken, içine insan koymak. Yani bizatihi kendimiz aya gitmeliyiz!”
Kalabalık bir anda sustu. Sonra fısıldaşmalar başladı:
“İmkânsız!”
“Deli misin?”
“Bir insan bu yolculuktan sağ çıkamaz!”
Ama Mert’in gözleri parladı.
“Öğretmenim! İşte bu çok daha heyecanlı. İnsanlar aya gitmeyi düşünüyorlar!”
Kitap Kurdu gülümsedi.
“Evet Mert. İşte Jules Verne’in hayali burada büyüyor. Çünkü o, insanı hayalin merkezine koydu. Ve hayalini yaşayan insanlar her şeyi değiştirebilir.”
Barbicane, Ardan’a baktı ve gür sesiyle cevap verdi:
“Pekâlâ Bay Ardan! Eğer cesaretiniz varsa, bu kapsüle siz binebilirsiniz. O halde Aya Yolculuk yalnızca bir hayal değil, gerçek bir maceraya dönüşecek!”
Kalabalık bir kez daha coşkuyla alkışladı. Ve o anda Mert hissetti: Bu sadece bir kitabın içinde değil, kendi hayallerinin de başlangıcıydı.
Mert, Hatice Öğretmen ve Sihirli Profesör Kitap Kurdu kalabalığın içinde heyecandan adeta nefeslerini tutmuştu. Michel Ardan’ın “Aya insan gitmeli!” sözleri halkı ikiye bölmüştü. Kimileri alkışlıyor, kimileri ise başını sallayarak bunun delilik olduğunu söylüyordu.
Ama Barbicane, Ardan’ın gözlerindeki cesareti gördü. Bir süre düşündü, sonra kocaman gür sesiyle haykırdı:
“Peki! O hâlde kapsülümüz sadece metal bir mermi olmayacak. İçinde yolcuları, yiyecekleri ve en önemlisi cesareti barındıracak bir gemi olacak! Aya yolculuğumuz işte böyle başlayacak!”
Halk bir anda coşkuyla bağırmaya başladı. Müzisyenler trampet çaldı, çocuklar koşarak bayrak salladı.
Mert, kulaklarına inanamıyordu.
“Öğretmenim, düşünebiliyor musunuz? Daha uçak bile yokken insanlar uzaya gitmeyi planlıyorlar!”
Hatice Öğretmen gülümsedi.
“İşte kitapların gücü burada Mert. İnsan zihni kâğıtta çok daha özgürce uçar. Henüz yapılmamış olanı hayal eder.”
Kitap Kurdu minik kanatlarını çırparak onların etrafında uçtu.
“Unutmayın çocuklar, hayal etmek, bilimin ilk adımıdır. Bir gün gerçek olabilecek şeyler önce bir hayalin içinde doğar.”
Birkaç gün sonra Mert ve öğretmeni, sanki zamanın hızla akıp geçtiğini hissederek kendilerini dev bir inşaat alanında buldular. Toprağa devasa bir çukur kazılıyordu. İşçiler çelik kirişler taşıyor, vinçler büyük parçaları birleştiriyordu. Bu, tarihte eşi benzeri olmayan bir tophane olacaktı.
Kapsülün planları da duyurulmuştu:
- Uzunluğu birkaç metre, içi bir odaya benzeyecekti.
- İçinde oksijen tüpleri, yiyecek depoları ve su bulunacaktı.
- Yolcular koltuklara oturacak, fırlatılma anında kemerlerle sabitleneceklerdi.
Mert gözlerini kocaman açtı.
“Bu neredeyse günümüzün uzay kapsüllerine benziyor!”
Hatice Öğretmen başını salladı.
“Evet, işte Jules Verne’in hayal gücü burada gerçeklere çok yaklaşmış. O yıllarda böyle ayrıntıları düşünebilmek olağanüstü.”
O sırada Michel Ardan, halkın önünde kürsüye çıktı.
“Sevgili dostlar! Bana deli diyebilirsiniz, ama şunu bilin: Gökyüzüne çıkmak insana delilik değil cesaret kazandırır! Ben, bu kapsüle ilk binenlerden biri olacağım. Ve ayın yüzeyine insan adımı atacak!”
Kalabalık alkışlarla inledi. Mert kalbinin küt küt attığını hissetti. Sanki kendisi de o kapsülün içindeymiş gibi heyecanlanıyordu.
Kitap Kurdu kulağına fısıldadı:
“Mert, hissettiklerin çok değerli. Bir gün sen de kendi yolculuğunu yapabilirsin. Belki uzaya değil, ama bilimin başka bir alanına. Önemli olan, korkmadan hayallerine yolculuk etmektir.”
Geceleri şehirdeki herkes gökyüzüne bakıyor, ayı daha dikkatle inceliyordu. Çocuklar teleskop yapmak için kutu ve büyüteçlerle uğraşıyor, gazeteler her gün “Aya Yolculuk” haberleriyle doluyordu.
Bir akşam Mert gökyüzüne baktı. Ay, parıl parıl ışıldıyordu.
“Bir gün ben de orada olabilecek miyim?” diye düşündü.
Hatice Öğretmen yanına geldi.
“Biliyor musun Mert, Jules Verne’in yazdığı bu hikâyeler, gelecekteki bilim insanlarına ilham oldu. Onların hayalleriyle aya gerçekten gidildi.”
Mert bilgiç bir ifade ile ile tasdik etti:
“Evet… Neil Armstrong, Buzz Aldrin, Michael Collins Apollo 11 uzay aracı ile aya ilk giden insanlar oldu”
Kitap Kurdu kanatlarını çırptı.
“O sırlar sana da birazdan açılacak. Önce bu yolculuğun nasıl başladığını görmelisin.”
Mert’in gözlerinde parlayan umut, gökyüzündeki ay kadar parlaktı.
Günler, haftalar geçti. Dev tophane tamamlanmış, kapsül büyük bir titizlikle hazırlanmıştı. Herkesin gözü bu büyük olaya çevrilmişti. Gazeteler “Aya İlk Adım” başlıkları atıyor, şehir meydanında çocuklar kartondan yapılmış küçük roketlerle oynuyordu.
Mert, Hatice Öğretmen ve Sihirli Profesör Kitap Kurdu kendilerini bir anda fırlatılış alanında buldular. Dev çukurun içine yerleştirilmiş kapsül, yukarıdan bakıldığında kocaman bir mermi gibiydi. Çevrede binlerce insan toplanmıştı.
Barbicane kürsüye çıktı ve gür sesiyle konuşmaya başladı:
“Sevgili dostlar! Bugün insanlık için yeni bir çağ başlıyor. Artık gökyüzü sadece bakmak için değil, ulaşmak için var. Aya gideceğiz!”
Kalabalık büyük bir coşkuyla bağırdı.
Fırlatılışa üç cesur yolcu katılacaktı:
- Barbicane – akıllı ve kararlı lider,
- NichoIson – deneyimli mühendis,
- Michel Ardan – korkusuz maceraperest.
Mert onları gördüğünde hayran kaldı.
“Öğretmenim, onlar gerçekten hayatlarını riske atıyorlar. Ama bunu insanlık için yapıyorlar!
Hatice Öğretmen başını salladı.
“Bilim yolunda atılan her adım cesaret ister Mert. İşte bu yüzden kitaplarda anlatılan kahramanlıklar bize ders verir.”
Kitap Kurdu minik sesiyle ekledi:
“Unutma Mert, bu insanların cesareti olmasa, yıllar sonra Neil Armstrong ay yüzeyine adım atamazdı. İşte hayalden gerçeğe giden yol böyle başlar.”
Mert ekledi;
Ve ne kadar şaşırtıcı ki üç kişiler ve bu kitaptan uzun yıllar sonra aya gine kişi sayısı da üç..!!”
Hatice Öğretmen hayretler içinde cevap verdi;
”Mert, çok haklısın daha önce hiç dikkat etmemiştim gerçekten de kitapta da üç yolcu var gerçek hayatta da üç kişi aya seyahat etti. Ne kadar dikkatlisin. Aferim Mert..”
Kalabalık heyecandan nefesini tutmuştu. Dev bir trampet çalıyor, bayraklar dalgalanıyordu. Yolcular kapsülün içine yerleşti, kapak mühürlendi.
Barbicane’nin sesi içeriden yankılandı:
“Hazırız! İnsanlığın hayali için gidiyoruz!”
Fırlatış için geri sayım başladı:
“On! Dokuz! Sekiz!…”
Mert’in kalbi adeta göğsünden çıkacak gibiydi. Elleriyle öğretmeninin kolunu tuttu.
“Öğretmenim ya başaramazlarsa?”
Hatice Öğretmen gülümsedi.
“Mert, önemli olan denemeleridir. Başarı da başarısızlık da insanlığın ilerlemesine katkıdır.”
“Üç! İki! Bir!”
BOOOOMMMM!
Dev bir gürültüyle kapsül fırladı. Gökleri yararak yükseldi. Kalabalık coşkuyla bağırdı, kimi gözyaşlarını tutamadı.
Mert’in gözleri büyüdü.
“Gerçekten gidiyorlar! Aya doğru gidiyorlar!”
Kapsül göğe yükselirken, içindeki yolcular birbirlerine kenetlendi. Ağırlıksızlık hissiyle eşyalar havada süzülmeye başladı. Michel Ardan kahkahalar atarak:
“Bakın! Yüzüyorum!” dedi.
Mert hayranlıkla izledi.
“Öğretmenim, bu tam da uzayda yaşanan şey, değil mi? İnsanlar ağırlıksız kalıyor.”
Hatice Öğretmen şaşkınlıkla başını salladı.
“Evet Mert. Jules Verne bunu hayal etmişti. Oysa bilim bunu çok sonraları kanıtladı. Görüyor musun, hayaller bazen bilimin önünden koşar.”
Prof. Kitap Kurdu kanat çırptı.
“İşte bunun için kitapların gücü sınırsızdır!”
Kapsül gitgide küçülerek gökyüzünde kayboldu. İnsanlar ellerini sallıyor, şarkılar söylüyordu. Mert gökyüzüne uzun süre baktı. Ay, şimdi her zamankinden daha yakın görünüyordu.
“Ben de bir gün böyle bir yolculuk yapabilir miyim?” diye sordu Mert içinden.
Prof. Kitap Kurdu ona cevap verdi:
“Mert, hayal etmek yolculuğun ilk adımıdır. Senin hayalin belki bir gün gökyüzünü değil, başka bir bilinmeyeni keşfedecek. Ama unutma, her büyük adım bir kitap sayfasında başlar.”
Mert, o an kitaplara farklı bir gözle bakmaya başladı. Onlar sadece harfler ve cümleler değildi; başka dünyalara açılan kapılardı.
Kapsül gökyüzünde süzülürken, Mert ve Hatice Öğretmen adeta oradaymış gibi hissediyorlardı. Sihirli Profesör Kitap Kurdu’nun kanat çırpışları onları kapsülün içine taşıdı. Bir anda kendilerini Barbicane, NichoIson ve Michel Ardan ile aynı odada buldular.
Mert hayranlıkla etrafa baktı. Küçük pencerelerden Dünya gittikçe küçülüyordu. O mavi gezegen, kocaman bir misket gibi parlıyordu.
“İnanamıyorum…” dedi Mert. “Bizim dünyamız, şu küçücük mavi bilye mi?”
Hatice Öğretmen gözleri dolarak baktı.
“Evet Mert, işte kitapların bize hatırlattığı bir şey de budur. Ne kadar büyük hayaller kursak da aslında evimiz küçücük, ama çok değerlidir.”
Yolculuk birkaç gün sürecekti. Yolcular ilk anda heyecanlıydı ama kısa sürede ciddi bir sorun fark edildi: Oksijen tüplerindeki basınç hızla düşüyordu.
Barbicane hesap makinesine benzeyen küçük bir cihazla ölçüm yaptı.
“Eğer bu hızla oksijen kaybedersek, ay yüzeyine varmadan tükenmiş oluruz.”
Mert’in yüreği ağzına geldi.
“Öğretmenim, ya nefessiz kalırlarsa?”
Kitap Kurdu sakin bir sesle cevap verdi:
“Jules Verne’in kitaplarında daima sorunlar çıkar, ama kahramanlar zekâlarıyla çözüm bulur. Bak, şimdi izle.”
Barbicane, Ardan ve NichoIson düşünmeye başladı. Ardan esprili bir şekilde:
“Oksijen bitiyorsa, belki biraz şarkı söyleyip nefesimizi tutarız!” dedi.
Herkes gülse de çözüm ciddi olmalıydı. NichoIson bir fikir buldu:
“Kapsülün duvarlarında bazı kimyasallar var. Bunları doğru şekilde kullanırsak karbondioksiti emip oksijen açığını yavaşlatabiliriz.”
Mert gözlerini açtı.
“Bu neredeyse günümüzde kullanılan oksijen geri dönüşüm sistemine benziyor!”
Hatice Öğretmen gülümsedi.
“Evet Mert, işte Jules Verne’in hayalleri, geleceğin bilimini önceden görmüş gibi.”
Ve gerçekten de mühendislik zekâsıyla sorunu çözdüler. Oksijen yeniden dengelendi.
Bir süre sonra kapsülün rotasında küçük bir sapma fark edildi. Ay’a değil de boşluğa doğru sürüklenme tehlikesi vardı.
Barbicane endişeyle hesap yapıyordu.
“Topun fırlatışı çok güçlüydü, ama açıda küçük bir hata var. Eğer düzeltmezsek Ay’ın yanından geçip gideceğiz.”
Mert heyecandan yerinde duramadı.
“Öğretmenim, şimdi ne olacak?”
Hatice Öğretmen sakin kalmaya çalıştı.
“Bilimde en önemli şey sabırlı olup çözüm aramaktır Mert.”
Michel Ardan ise gülerek:
“Benim fikrim, kapsülü yana yatırıp rüzgâra binmek!” dedi.
NichoIson kaşlarını kaldırdı.
“Uzayda rüzgâr yok Ardan.”
Ama sonra mühendis akıllıca bir çözüm buldu. Yanlarında bulunan küçük roket fişeklerini kullanarak kapsülün yönünü biraz değiştirmeyi önerdi. Hesaplar yapıldı, fişekler ateşlendi ve kapsül yeniden Ay’ın rotasına oturdu.
Mert heyecanla bağırdı:
“Başardılar! Bu tam bir matematik ve mühendislik zaferi!”
Kitap Kurdu kanat çırptı.
“Evet Mert, işte senin sevdiğin matematik burada hayat kurtarıyor.”
Yolculuk devam ederken kapsülün içinde sessizlik hâkim oldu. Pencereden bakınca yıldızlar hiç sönmeyen elmaslar gibi parlıyordu. Dünya ise artık küçücük bir mavi nokta olmuştu.
Mert o manzarayı seyrederken içinden geçirdi:
“Böylesine güzel bir evimiz var, onu korumamız lazım.”
Hatice Öğretmen başını salladı.
“İşte kitaplar bazen bize sadece bilim değil, değerler de öğretir Mert. Dünyamıza sahip çıkmayı, barışı, cesareti…”
Kapsül, günler süren sessiz yolculuğun ardından kapsül Ay’a yaklaşmaya başladı. Yolcuların kalbi heyecandan çarpıyordu.
Mert’in gözleri parlıyordu.
“Öğretmenim, birazdan ay yüzeyine inecekler. Bu inanılmaz!”
Kitap Kurdu gülümsedi.
“Hazır olun çocuklar, çünkü asıl macera şimdi başlıyor.”
Pencereden bakan Barbicane, gözlerini kısmış, dikkatle yüzeyi inceliyordu. Ay artık gece göğündeki parlak bir daire değil, devasa bir gri dağlar ve çukurlarla kaplı dünya gibiydi.
Mert heyecandan yerinde duramıyordu.
“Öğretmenim! Bakın, kraterleri görüyorum! Tıpkı fotoğraflardaki gibi!”
Hatice Öğretmen gülümsedi.
“Evet Mert. Jules Verne bu detayları 1800’lü yıllarda hayal etti. Oysa o zaman Ay’ın yüzeyine kimse bu kadar yaklaşmamıştı.”
Prof. Kitap Kurdu’nun gözleri ışıldıyordu.
“İşte hayal gücünün gücü. İnsan, görmeden de düşünebilir, düşleyebilir.”
Kapsülün yavaşlaması gerekiyordu ama o zamanın teknolojisiyle bu mümkün değildi. Yolcular kemerlerini sıktı, dua eder gibi birbirlerinin ellerini tuttu.
“Hazır olun!” diye bağırdı Barbicane.
BOOOMM!
Kapsül Ay’ın yüzeyine şiddetle çarptı. İçerideki her şey sarsıldı. Mert, Hatice Öğretmen ve Kitap Kurdu bile dengelerini kaybettiler. Bir süre kulaklarında uğultu kaldı.
Sonra sessizlik.
Ardan kahkaha attı:
“Yaşasın! Yaşıyoruz! Ve… Ay’daki ilk yolcular biziz!”
Mert, kalbinin küt küt attığını hissetti.
“Öğretmenim, onlar gerçekten başardılar mı?”
Hatice Öğretmen gülümsedi.
“Evet Mert. Bu, insanlık hayalinin en büyük adımlarından biri.”
Kapsülün kapağı açıldığında göz kamaştırıcı bir manzara onları karşıladı. Gökyüzü simsiyah, yıldızlar pırıl pırıldı. Ufukta Dünya mavi bir inci gibi asılı duruyordu.
Mert’in nefesi kesildi.
“Bizim evimiz… oradan sadece küçük bir küre gibi görünüyor.”
Barbicane dikkatle yere bastı. Ay’ın tozu ayağının altında kabardı. Ardan ise büyük bir coşkuyla kollarını açtı:
“Hoş geldin insanlık, hoş geldin Ay!”
Onların adımları Ay yüzeyinde yankılanmasa da Mert’in kalbinde yankılandı. Çünkü o an tarihin dönüm noktasıydı.
Yolcular yanlarında getirdikleri ölçüm aletlerini çıkardılar. Ay toprağını incelediler, sıcaklık ölçümleri yaptılar. Güneşin vurduğu yer kavurucu sıcaktı, gölgede kalan yer ise dondurucu bir soğuk.
NichoIson şaşkınlıkla not aldı:
“Burada gece ve gündüz arasındaki fark yüzlerce derece. İnsan burada yaşamak istese, çok büyük zorluklar çeker.”
Mert çok heyecanlanmıştı. Sanki sınıfta dersteymiş gibi parmağını kaldırdı.
“Öğretmenim, bakın! Onlar bilim yapıyor. Yani sadece hayal değil, gözlem de var.”
Hatice Öğretmen Mert’in bu heyacan ve coşkusuna gülümsedi.
“İşte bilimin özü budur Mert. Önce hayal edersin, sonra gözlemler ve ölçersin.”
Prof. Kitap Kurdu da ekledi:
“Jules Verne, Ay’ın yüzeyinde atmosfer olmadığını, gündüzlerin çok sıcak, gecelerin çok soğuk olduğunu tahmin etmişti. Oysa bu bilgiler çok daha sonra doğrulandı.”
Ay yüzeyinde dolaşan kahramanlara bakarken Mert’in içinde bir şey kıpırdadı.
“Ben de bir gün keşif yapmalıyım. Belki yeni yıldızlar, belki yeni denklemler… Ama mutlaka bilime katkı sunmalıyım.”
Hatice Öğretmen onun gözlerindeki ışığı gördü.
“Mert, işte okumanın gücü burada. Sadece bir kitap sana ne güzel hayaller sundu. Düşünsene okuyacak ne kadar çok kitap var her biri farklı bilgiler dünyalar hayaller sunuyor. O hayallerden biri hayatını değiştirebilir.”
Mert, Hatice öğretmen ve Sihirli Profesör Kitap Kurdu, Ay’ın yüzeyine ilk adımlarını attıklarında şaşkınlıklarını gizleyememişlerdi. Yerçekimi çok daha hafifti; Mert’in attığı küçücük adımlar bile onu sanki bir yay gibi yukarı sıçratıyordu. Bu durum Mert’i çok eğlendiriyordu.
“Bakın! Sanki trampolindeyim!” diye neşeyle bağırdı.
Hatice öğretmen daha temkinliydi.
“Dikkat et Mert, bu eğlenceli görünebilir ama kontrolsüz bir zıplama tehlikeli olabilir.”
Profesör ise gülümseyerek gözlüklerini düzeltti.
“İşte bilim böyle bir şeydir çocuklar. Aynı evrende farklı koşullar, farklı davranışlar yaratır. Yerçekimi Dünya’da daha güçlü, Ay’da ise altıda biri kadar.”
Ama bu eğlenceli başlangıç çok uzun sürmedi. Kısa süre içinde Ay’ın ıssız ve sessiz yüzeyi onları derin bir yalnızlık hissiyle çevreledi. Gökyüzü simsiyah, yıldızlar ise kristaller gibi parıldıyordu.
Mert birden, kraterin kenarında parlayan tuhaf bir ışık fark etti.
“Orada bir şey var!” diye bağırdı.
Üçlü dikkatle ışığa yaklaştılar. Işık, kraterin dibinde duran metalik bir cisimden geliyordu. Profesör heyecanla fısıldadı:
“Bu… bu Jules Verne’in kitabında bahsettiği top mermisi olabilir mi? İnsanlık hayal gücüyle başlamıştı, ama belki de bazı izler burada bırakıldı.”
Mert gözlerini kocaman açtı.
“Yani gerçekten Jules Verne’in hayali burada yaşam bulmuş olabilir mi?”
Hatice öğretmen ise biraz şüpheciydi:
“Belki de sadece bir kaya kristalidir, ışığı yansıtıyordur.”
Profesör dikkatle inceledi. Fakat tam o sırada Ay’ın yeraltından derin, boğuk bir uğultu geldi. Zemin hafifçe titredi. Mert korkuyla etrafına bakındı.
“Deprem mi oluyor?”
Profesör, sakince açıklamaya çalıştı:
“Hayır, bu büyük ihtimalle Ay’ın iç yapısından gelen doğal titreşimler. Biliyorsunuz, Ay’ın da kendi ‘Ay-depremi’ vardır.”
Ama yine de uğultu biraz ürkütücüydü. Onlar araştırmalarına devam ederken, başka bir sorunla karşılaştılar: oksijen tüplerindeki hava düşündüklerinden daha hızlı tükeniyordu.
Hatice öğretmen ciddi bir ses tonuyla konuştu:
“Eğer dikkatli olmazsak, burada fazla kalamayız.”
Mert içini çekti.
“Bu kadar yol geldik, şimdi geri mi döneceğiz?”
Profesör düşünceli bir şekilde baktı.
“Her bilimsel yolculukta zorluklar olur Mert. Ama bazen en büyük sırlar da bu zorlukların içinde gizlidir.”
Üçlü karar verdi: hem oksijenlerini idareli kullanacak hem de Ay’ın sırlarını çözmek için dikkatli davranacaklardı. Mert, kraterin dibindeki ışıldayan metalik parçadan gözünü alamıyordu. İçinde, bunun bir sır kapısını açacağına dair güçlü bir his vardı.
Belki de Ay, sanıldığından daha büyük bir hikâyeyi saklıyordu…
Kraterin dibindeki ışıldayan metalik parça, Mert’in kalbini hızla çarptırıyordu. Adeta ona sesleniyor gibiydi. Yaklaştıklarında, bunun sıradan bir kaya olmadığını hemen anladılar.
Yüzeyi dümdüzdü, pürüzsüz ve sanki bir insan eliyle yapılmış gibi geometrikti. Profesör ellerini sırtına koyarak eğildi:
“Bu… kesinlikle doğal bir oluşum değil. Burada bir teknoloji izi var.”
Hatice öğretmen şaşkınlıkla fısıldadı:
“Yani Ay’da bizden önce birileri mi vardı?”
Mert heyecanla atıldı:
“Belki uzaylılar! Belki de Jules Verne’in hayali başka bir boyutta gerçek olmuştu!”
Profesör gözlüklerini düzeltti.
“Henüz kesin bir şey söyleyemeyiz. Ama bilimde en önemli şey meraktır. Bu kapı benzeri yapıyı açmamız gerekiyor.”
Mert elleriyle yüzeye dokunduğunda, metal hafifçe titredi ve üzerinde parlayan semboller belirmeye başladı. Küçük daireler, çizgiler ve yıldızlara benzeyen işaretler…
Hatice öğretmen endişeliydi.
“Mert, dikkat et. Bu bilinmeyen bir mekanizma olabilir.”
Ama çok geçti. Mert’in dokunduğu noktada kocaman bir daire yavaşça açıldı ve kraterin içinde gizlenmiş bir kapı belirdi. İçeriden soğuk bir ışık yayılıyordu.
Profesör heyecanla gözlerini parlatıyordu.
“Çocuklar, bu bir keşif! Tarihin en büyük sırrına tanıklık ediyor olabiliriz.”
Mert kapıya bakarak derin bir nefes aldı.
“Sanki beni çağırıyor…” dedi.
İçeri girdiklerinde uzun bir tünel gördüler. Duvarları sanki cam ve metal karışımı bir maddeden yapılmıştı. Tünelin içinde yerçekimi daha da hafifti; Mert sanki havada yüzüyormuş gibi ilerliyordu.
Ama bir sorun vardı: oksijen göstergeleri hızla azalıyordu. Profesör ciddileşti.
“Bu yapının içinde hava yok. Eğer hızlı davranmazsak tehlikeye gireceğiz.”
Tünelin sonunda büyük bir salon açıldı. Salonun ortasında kristalden yapılmış devasa bir küre vardı. Kürenin içinde dönen mavi ışıklar vardı; sanki bir gezegenin minyatür modeli gibiydi.
Mert hayranlıkla fısıldadı:
“Bu… bu Dünya’ya benziyor!”
Gerçekten de küre, mavi denizler ve yeşil kara parçalarıyla Dünya’ya çok benziyordu. Ama dikkatle bakınca bazı farklılıklar vardı: bazı kıtalar farklı şekillerdeydi, bazı bölgeler yoktu.
Hatice öğretmen anlamaya çalıştı:
“Bu… başka bir zamanın Dünya’sı olabilir mi? Ya geçmişin… ya da geleceğin?”
Profesörün gözleri parladı.
“Evet! Belki bu Ay’daki yapı, zamanın farklı kesitlerini kaydediyor. Bir çeşit kozmik kütüphane!”
Tam o sırada küreden bir ışık yükseldi ve tavanı aydınlattı. Işığın içinde, gökyüzüne bakan bir insan silueti belirdi.
Mert kalbini tutarak heyecanla mırıldandı:
“Bu… Jules Verne’e benziyor!”
Silüet yavaşça konuştu:
“Hayal eden insan, evrenin kapılarını açar. Bilim, düşlerle başlar. Bu yolculuk sizin merakınızla devam edecek.”
Üçlü donakaldı. Ay’daki gizemli kapı onlara yalnızca bir sır değil, aynı zamanda bir mesaj vermişti: hayal gücü ve merak, evrenin en güçlü anahtarıydı.
Ama bu sır henüz başlangıçtı. Çünkü yapının derinlerinde başka odalar da vardı…
Ay’ın derinliklerinde keşfettikleri gizemli kapıdan içeri giren Mert, Hatice öğretmen ve Sihirli Profesör Kitap Kurdu, kendilerini yepyeni bir salonda bulmuşlardı. Bu salon, ilk gördüklerinden bile daha büyüleyiciydi.
Duvarlar saydam kristallerle kaplıydı ve içlerinde yıldız tozları gibi parlayan noktalar dönüyordu. Adeta gökyüzünün bir parçası alınmış, bu odanın içine saklanmış gibiydi.
Mert gözlerini ovuşturdu.
“Bunlar… kitap mı, yıldız mı, yoksa başka bir şey mi?”
Profesör heyecanla yaklaştı.
“Bunlar bilgi küreleri! Her bir kristalin içinde bir evrenin hikâyesi olabilir.”
Hatice öğretmen dikkatle baktı. Bazı kristallerin içinde, Dünya’ya ait görüntüler vardı: eski uygarlıklar, deniz yolculukları, gökdelenler, hatta geleceğe ait uçan şehirler!
Mert dayanamayarak ellerinden birini uzattı. Dokunduğu anda kristalin içindeki görüntü canlandı. Aniden sınıf arkadaşlarının yüzlerini, kendi okulunu ve öğretmenini gördü. Ama görüntü değişti; sanki geleceği de gösteriyordu. Mert, kendisini bilim insanı olmuş, uzayda keşifler yaparken gördü.
Şaşkınlıkla geri çekildi.
“Benim geleceğimi gösterdi!”
Hatice öğretmen de bir kristale dokundu. Onun içinde öğrencilerinin gülen yüzlerini, kütüphanelerle dolu bir şehir ve teknolojiyle iç içe, ama doğayla uyumlu bir dünya gördü.
Gözleri doldu.
“Bu… eğitimle şekillenecek bir gelecek olmalı.”
Profesör derin bir nefes aldı.
“Bu kütüphane sadece bilgi değil, olasılıkları da saklıyor. İnsanlığın geçmişi, bugünü ve geleceği… hepsi burada.”
Ama kütüphane sadece güzelliklerle dolu değildi. Bir köşedeki kristal kırmızı bir ışık saçıyordu. İçinde savaşlar, yıkımlar ve çevre felaketleri görülüyordu. Mert ürperdi.
“Bu… kötü bir gelecek mi?”
Profesör başını salladı.
“Evet, çocuklar. Evren bize hem ihtimalleri hem de uyarıları gösterir. Bizim seçimlerimiz, hangi yolda ilerleyeceğimizi belirler.”
Tam o sırada odanın ortasındaki kristal küre parladı. İçinden, Jules Verne’in sesi tekrar yankılandı:
“Hayalleriniz insanlığı yüceltir, ama sorumluluklarınız geleceği şekillendirir. Unutmayın: Bilim bir anahtar, ama onu nasıl kullanacağınız sizin elinizdedir.”
Mert’in kalbi gururla kabardı.
“Ben bilim insanı olacağım! Ama aynı zamanda dünyayı koruyacağım.”
Hatice öğretmen gülümsedi.
“Ve ben öğrencilerime sadece dersleri değil, hayal kurmayı da öğreteceğim.”
Profesör gözlerini kapadı, hafifçe başını salladı.
“İşte gerçek öğrenme budur. Kütüphane bize sırlarını açtı.”
Ama o anda, salonun derinliklerinden gelen uğultu yeniden başladı. Kristallerin ışıkları titreşmeye başladı. Bir şeyler değişiyordu…
Kristal Kütüphane’nin duvarları birden titreşmeye başladı. Işıklar giderek soldu, sanki kütüphane onlara bir şey anlatmaya çalışıyordu.
Mert kaygıyla etrafına bakındı:
“Ne oluyor? Kütüphane… yok mu oluyor?”
Profesör, titreşimleri dikkatle dinledi.
“Hayır, Mert. Bu bir uyarı. Kütüphane bize sadece bilgi sunmuyor, aynı zamanda sınav da yapıyor. Buradan çıkmak için bir bilmeceyi çözmemiz gerekiyor.”
Hatice öğretmen kristallerin ortasında beliren kırmızı ışığa işaret etti. Işığın içinde dev bir yazı beliriyordu. Yazı, sanki farklı dillerin birleşiminden oluşmuştu ama anında Türkçeye dönüştü:
“Gelecek, sizin seçimlerinizde gizlidir.
Bir yol Dünya’yı aydınlatır,
Bir yol karanlığa götürür.
Anahtarı bulmak için, bilimin kalbini gösterin.”
Mert alnını kaşıdı.
“Bilimin kalbi… Bu ne demek olabilir?”
Hatice öğretmen düşündü:
“Bilim kalple değil, akılla yapılır. Ama burada ‘kalp’ demek, öz, yani merkez demek olabilir.”
Profesör gözlüklerini düzeltti, gözleri parladı.
“Evet! Kütüphanenin merkezindeki küre! Orada hem geçmişi hem geleceği gördük. Bilimin özü, merak ve hayal gücüydü.”
Mert hızla küreye koştu. Küre hâlâ mavi ışıklarla parlıyordu. Ellerini üzerine koyduğunda küre birden parladı ve odanın içinde iki yol belirdi: biri altın sarısı ışıklarla dolu, diğeri ise sisli ve karanlık.
Kütüphanenin sesi tekrar yankılandı:
“Altın yolu seçerseniz bilimi insanlık için kullanacaksınız.
Karanlık yolu seçerseniz bilimi yıkım için kullanacaksınız.
Seçiminiz sadece sizi değil, tüm dünyayı etkileyecek.”
Mert’in kalbi küt küt atıyordu. Bir çocuk olarak böyle büyük bir seçim yapması gerektiğine inanamadı.
“Ben… ben yanlış bir seçim yaparsam ne olacak?”
Hatice öğretmen onun omzuna dokundu.
“Yanlış diye bir şey yok, Mert. Önemli olan niyetin. Sen kalbinle doğru yolu zaten biliyorsun.”
Mert gözlerini kapadı, derin bir nefes aldı. Sonra cesurca altın ışıklı yola doğru adım attı. O an küre daha da parladı, kristaller şarkı söyler gibi titreşti.
Profesör gülümsedi.
“İşte bilimin kalbi, insanlığın iyiliğini seçmekte yatar.”
Birden kütüphanenin duvarları açıldı, ışıkla dolu bir geçit belirdi. Onlar geçitten içeri girerken Jules Verne’in sesi son kez yankılandı:
“Hayallerinizle başladığınız bu yolculuk, seçimlerinizle devam edecek. Bilim ve merak sizi hep ileri taşısın.”
Ve göz açıp kapayıncaya kadar, Mert kendini tekrar evinin odasında buldu. Yanında Hatice öğretmen, masasında ise Sihirli Profesör Kitap Kurdu vardı.
Lakin bir fark vardı: Mert’in elinde küçük, parlayan bir kristal kalmıştı. Ay’daki kütüphaneden bir hatıra…
Kalbinin derinliklerinde hâlâ Ay’ın sessizliği, Kristal Kütüphane’nin ışıkları ve Jules Verne’in sözleri çınlıyordu.
Elini sımsıkı kapattı. Avucunu açtığında, küçük kristal parçası hâlâ oradaydı. Hafifçe parlıyor, sanki ona fısıldıyordu:
“Hayal et… öğren… keşfet…”
Hatice öğretmen, öğrencisinin gözlerindeki değişimi hemen fark etti.
“Mert, iyi misin? Biraz dalgın görünüyorsun.”
Mert gülümseyerek başını salladı.
“İyiyim öğretmenim. Ama… sanırım artık daha fazlasını öğrenmek istiyorum. Matematiği, gökyüzünü, hatta Jules Verne’in tüm kitaplarını!”
Profesör Kitap Kurdu kıkırdadı.
“İşte budur! Gerçek bir okur doğuyor. Her kitap, başka bir evrene açılan kapıdır.”
O andan sonra Mert’in hayatı değişmeye başladı. Kütüphaneye her gidişinde yeni bir kitap seçiyor, ama sadece okumakla kalmıyor; kitaplardan ilham alarak kendi defterine notlar düşüyordu.
“Bir gün ben de kendi hikâyelerimi yazacağım. Hem de uzayı, bilimi, hayali anlatan hikâyeler…” diyordu.
Arkadaşları da bu değişimi fark etti.
“Artık daha çok soru soruyorsun, Mert.”
“Evet, sürekli yeni şeyler öğrenmek istiyorsun.”
Mert sadece güldü. Çünkü artık biliyordu: merak etmek ayıplanacak bir şey değil, tam tersine büyümenin en güzel yoluydu.
Bir gece odasının penceresinden Ay’a baktı. Kristali eline aldı.
“Biliyorum, orada sırlar saklı. Belki bir gün gerçekten gideceğim. Belki de bu kez yalnız değil, bütün insanlıkla birlikte…”
Kristal, hafifçe parladı. Belki de kütüphane hâlâ onu izliyordu.
Hatice öğretmen ise öğrencisinin bu heyecanını gördükçe gurur duyuyordu.
“Okumayı seven bir çocuk, dünyayı değiştirebilir,” diye düşündü.
Profesör Kitap Kurdu ise kanatlarını çırptı, göz kırptı.
“Benim işim burada bitti. Ama yeni bir macera çağırırsa, bil ki yine yanındayım, Mert.”
Mert gülümsedi.
“Tamam Profesör. Çünkü artık biliyorum: kitaplar sadece sayfalardan ibaret değil, sonsuz bir evrenin anahtarı.”
Ve o geceden sonra Mert, her kitabı eline aldığında Ay’da öğrendiği dersleri hatırladı: Hayal etmek cesaret ister, bilmek emek ister, ama her ikisi birleşirse insanlık yıldızlara ulaşabilir.
Ve böylece insanlık ilk defa Ay’da yürüdü.
Belki sadece bir romanın sayfalarında, lakin Mert için bu deneyim gerçekti. Kalbinin derinliklerinde yeşeren büyük sevgi ile bir karar vermişti: Çok ama çok okuyacaktı.
Dr. Mustafa KEBAT
Sayın okuyucu,
Yukarıda yer alan hikaye firmalarımız Tetkik OSGB – Tetkik Danışmanlık tarafından sosyal sorumluluğumuz olan çocuklarımızı bilgilendirmek, okumaya, çalışmaya, doğal hayata heveslendirmek ülkemize ve geleceğimize yararlı bireyler olabilmelerine katkı sağlamak maksadı ile yayınlanmıştır.
Aşağıdaki linkten yazımızda yer alan konu hakkında sorularınızı ve görüşlerinizi, merak ettiğiniz ve yazılarımıza konu olmasını istediğiniz hususları iletebilirsiniz. Varsa hatalarımızı bildirmeniz daha faydalı olmamıza desteğiniz bizim için çok değerli.
Bilginin paylaştıkça çoğalacağı düşüncesi ve sizlere daha iyi hizmet verme azmi ile her gün daha da iyiye ilerlemede bizlere yorumlarınız ve katkılarınız ile yardımcı olursanız çok seviniriz. https://g.page/r/CTHRtqI0z0gjEAE/review
⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️
Doğal Yaşayın
Doğal Beslenin
Aklınıza Mukayet Olun
⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️
Dr Mustafa KEBAT
Tetkik OSGB İş Sağlığı ve Eğitim Koordinatörü