Kuşburnu ile yapılan çalışmalarda; kuşburnunda bulunan “trans-tilirozit” isimli bir maddenin PPAR ”Peroksizom Proliferatör-Aktive olmuş Reseptör” alfa mRNA ekspresyonunu artırması ile yağ yakımını hızlandırdığı bulunmuş.
PPAR ”Peroksizom Proliferatör-Aktive olmuş Reseptör” yolu zayıflama ilacı çalışmalarında çok sık tercih edilir.
Pre-obez (obez olmaya yakın), beden kitle endeksi 25-30 arasında 32 kişi (denek) seçilmiş.
Denekler iki gruba ayrılmış,
Plasebo – kontrol grubuna ilaç görünümlü etkisiz madde verilmiş.
Diğer gruba; Günlük 100 mg çekirdeği ile birlikte öğütülmüş kuşburnu özütü etanolde çözdürülüp tablet yapılarak verilmiş.
Günlük 100 mg öğütülmüş kuşburnu özütü olan tabletlerden verilen kişilerin
Abdominal (karın – göbek) bölgelerinde yağ,
Abdominal organların çevresinde toplam yağ,
Vücut ağırlıkları ve vücut kitlelerinin başlangıçta, 8. ve 12. haftalarda yapılan ölçümlerinde;
Deneklerin başlangıçtaki kendi değerleri ve plasebo verilen gruba göre belirgin bir şekilde azaldığı bulunmuş.
Kuşburnu (çekirdeği ile beraber), trigliserit yapıda olan adipoz dokuyu, enerjiye çevirmede orlistat içeren ilaç kadar etkili bir bitki.
Adipoz doku %95 oranında yağ damlacığı içeren, gerektiğinde enerjiye çevrilen ve göbek, bacak çevresinde yoğun olan yağlar. Kısaca bizi kilolu,obez gösteren yerler.
Kuşburnu (çekirdeği ile beraber), galaktolipidler ile polifenoller açısından oldukça zengindir. Bu sayede Romatoid artrit hastalarının eklem ağrılarını dindirmede etkilidir.
Kuşburnu (çekirdeği ile beraber), yüksek oranda, bir karotenoid türü olan astaksantin içerir. Bu molekül kolajenin parçalanmasını önleyerek yaşlanmaya bağlı cilt kırışıklıkları, kaz ayağı çizgilerini önler.
Karotenoid, bitkilerde bulunan, açık sarı ve kırmızı arası renkleri oluşturan vücudumuzda antioksidan görevi yapan pigmentlerdir.
Astaksantin, genellikle suda yaşayan organizmalarda bulunan ve besinlere pembe-kırmızı rengini veren ve terpenler olarak bilinen bir grup kimyasala ait karotenoid adı verilen kırmızı bir pigmenttir.
⭐️ Japon araştırıcılar tarafından yürütülen klinik bir çalışmada kuşburnu meyvesi özütünün abdominal (karın içerisinde yer alan) organların etrafını çevreleyen yağın azaltılmasında yararlı olabileceği gösterilmiş.
Bu konuda ilk bilimsel bulgular 2007 yılında yine Japon araştırıcılar tarafından yürütülen deneysel (in vitro) ve deney hayvanı (in vivo) çalışmalarda elde edilmişti.
Bu çalışmalarda meyvelerin yüzde 80 sulu aseton özütünün obez olmayan farelerde herhangi bir beslenme değişikliğine yol açmadan organların etrafındaki yağların artışını ve dolayısıyla ağırlık artışını önlediği gözlemlenmişti. Yani “herhangi bir diyet yapmadan kilo vermek” şeklinde yorumlanabilecek önemli bir bulgu.
Meyvenin tümü toz edilerek uygulandığında bu etki zayıflarken, meyvenin sadece etli kısmı uygulandığında herhangi bir etki gözlenememiş.
Araştırıcılar etkinin tohumlarda bulunan fenolik yapıdaki “trans-tilirozit” ile bağlantılı olduğunu düşünüyorlar.
Yapılan çalışmada, bu bileşiğin etkisinin piyasada bulunan bir zayıflama ilacı olan orlistat‘dan bile daha kuvvetli olduğu görülüyor.
Orlistat gibi sentetik zayıflama ilaçlarının risklerini göz önüne alırsak önemli bir bulgu. Tohumda bulunan tilirozitin zayıflatıcı ilaç araştırmalarında son yıllarda önemli hedeflerden biri olan peroksizom proliferatör-aktive olmuş reseptör alfa mesajcı RNA ekspresyonunu artırması sonucu etkili olabileceği ileri sürülmektedir.
Orlistat etken maddeli bir ilaç var. Bu ilaç yemekten hemen önce alınır (en geç yemekten 1 saat sonra)
Orlistat, yağları sindirmekle görevli Lipaz enzimine bağlanarak işlevini engeller. Böyece yemekle alınan yağların emilimini %30 oranında engeller ve yağ bağırsaktan emilemez dışkı ile atılır.
Bu ilaç kullanıldığında
Yağda eriyip emilen A,D,E,K vitamini eksikliğine neden olur. (İlacı kullananlar mutlaka bu vitaminleri kullanmalıdır)
Yağlar az emildiği için dışkı yağlı olur
İshal olur
⭐️ Bir başka Japon araştırıcı grubu tarafından diyetle obez kılınmış farelerde ve 3T3-L1 hücreleri üzerinde yürütülen çalışmalarda kuşburnunun sulu alkollü özütünün adipozitlerde (Yağ dokusu hücreleri) lipit birikmesini baskıladığı tespit edilmiş.
Diğer taraftan kuşburnu meyve suyunun obez bireylerde kan basıncını (sistolik) ve plazma kolesterol seviyelerini düşürdüğü gözlemlenmiş.
⭐️⭐️⭐️⭐️
Dikkat ettiyseniz yukarıda hep Kuşburnu (çekirdeği ile beraber) olarak yazdım.
Çünkü;
Bu çalışmalarda araştırıcıların tohum diye tanımladıkları kısım aslında bitkinin meyveleri. Çünkü kuşburnu meyvelerinin dışındaki kırmızı etli kısım meyve değil yalancı meyve (hipantiyum), yani bitki çanağı.
Bütün bu özelliklerin çoğu kuşburnunun çekirdeğinde bulunuyor
Kuşburnu’ nun kırmızı etli kısmı “hipantiyum” yani yalancı meyve, bitki çanağıdır.
Lakin çalışmalar tohum denilen çekirdeklerle yapılıyor.
Hipantiyum, orta durumlu yumurtalığı olan bir çiçekte yayık veya çukur şeklindeki çiçek tablası.
Göbek yağları ile ilgili çalışmada sadece hipantiyum (etli kısım) kullanılınca yukarıdaki etkiler sıfıra düşüyor.
⭐️⭐️⭐️
Yapılan Araştırmaların Ortak Sonuçları
Kuşburnu yüksek oranda C vitamini içerir. Lakin sıcak çayını içerek C vitamini almak mümkün değildir. çünkü çayın yapılışı sıcaklığında C vitamini işlevini yitirir.
Kuşburnu yemeklerden önce 1 çay kaşığı toz halinde alındığında insülin duyarlılığını artırır, tip-2 diyabette etkilidir.
Yüksek rakımlı yerlerde yetişen kuşburnu, rakımı düşük yerde yetişenlere göre daha etkilidir.
Kuşburnu çekirdeği ile birlikte toz haline getirilip günlük 1 tatlı kaşığı kullanılmalıdır.
Kuşburnu meyvesinin kurusu, yaşından daha çok etkilidir.
⭐️⭐️⭐️⭐️
Bilimsel Yazı Sevenler Devam Edebilirler
⭐️⭐️ Kuşburnu özütünün günlük alımı, obez öncesi bireylerde karın içi yağını azaltır: randomize, çift kör, plasebo kontrollü klinik çalışma https://pubmed.ncbi.nlm.nih.gov/25834460/
⭐️⭐️ Kuşburnu tüketiminin tip 2 diyabet ve kardiyovasküler hastalık risk belirteçleri üzerindeki etkileri: obez kişilerde randomize, çift kör, çapraz geçişli bir araştırma https://pubmed.ncbi.nlm.nih.gov/22166897/
Sınırlı Sorumluluk Beyanı:Web sitemizin içeriği, ziyaretçiyi bilgilendirmeye yönelik hazırlanmıştır. Sitede yer alan bilgiler, hiçbir zaman bir hekim tedavisinin ya da konsültasyonunun yerini alamaz. Bu kaynaktan yola çıkarak, ilaç tedavisine başlanması ya da mevcut tedavinin değiştirilmesi kesinlikte tavsiye edilmez. Web sitemizin içeriği, asla kişisel teşhis ya da tedavi yönteminin seçimi için değerlendirilmemelidir. Sitede kanun içeriğine aykırı ilan ve reklam yapma kastı bulunmamaktadır.
Biberiye, kuşdili, hasalbal ve akpüren gibi farklı isimlerle anılan biberiye (Rosmarinus officinalis L.) Lamiaceae familyasından önemli bir tıbbi ve aromatik bitkidir.
Biberiye, yüksek oranda E, D, C, B ve K vitaminleri içeren biberiye hem fosfor hem de demirden zengindir.
Biberiye‘nin Antikanser, insektisit, antimikrobiyal ve antioksidan etkileri bilinmektedir.
Biberiyenin antioksidan aktivitesi üzerine yapılan in vitro ve in vivo çalışma sonuçları, bitkinin yetiştiği bölgeye, hasat zamanına, kullanılan bitki kısmına, fenolik yapıya ve konsantrasyona, ekstraksiyon yöntemine, ürün ve oksidasyon koşullarına, analitik yönteme ve hayvan türüne göre farklılık göstermektedir.
Biberiye üç dönemde yani sonbahar döneminde, çiçeklenme başlangıcı döneminde ve tam çiçeklenme döneminde herba,yaprak, sap ve çiçek kısımları incelendiğinde en yüksek uçucu yağ oranı sonbahar döneminde hasat edilen yapraklardan elde edilmiştir.
Biberiye‘ nin en yüksek antioksidan içeriği 25,29 mmol.Fe+2/kg ile sonbahar döneminde hasat edilen yapraklardan elde edilmiştir.
Biberiye (Rosmarinus officinalis) ‘de Rosmarinik asit, Karnozol ve Karnosik asit içeriği ile çok önemli ve doğal bir antioksidandır.
Rosmarinik asit, 50-200 mg arası alındığında alerji semptomlarını baskılamada, burun tıkanıklığını önlemede oldukça etkilidir.
Rosmarinik asit ve karnozik asit içeriği sayesinde biberiye, enfeksiyon etkenleri ile savaşır, diyabet, kalp hastalığı, kanser riskini azaltır.
Biberiye içeriğindeki fenolik asitler ve flavonoidler sayesinde kas spazmı ve ağrı giderici özellikleri de mevcuttur.
Sinir fonksiyonlarına iyi gelir ve güçlü antioksidan içeriği sayesinde kalp damar sağlığını iyileştirir.
Araştırma ve yayın sayısı sınırlı olsa da elde edilen bulgular eşliğinde çıkan sonuçlara göre;
Günlük 1000 mg (yüksek doz) biberiye kullanımı ile kaygı bozukluğu ve depresyon bulgularını azaltır. Bunun yanısıra uyku kalitesini iyileştirir.
Biberiye yağının solunması uyarıcı etkili olup, beyin dalga aktivitesine, otonom sinir sistemi aktivitesine ve ruh hali durumlarına pozitif yönde etkili olmaktadır.
Biberiyenin Seceresi
Alem : Plantae
Alt alem : Tracheobionta
Süper bölüm : Spermatophyta
Bölüm : Magnoliophyta
Sınıf : Magnoliopsida
Alt sınıf : Asteridae
Takım : Lamiales
Familya : Lamiaceae
Cins : Rosmarinus L
Tür : 25 adet türü vardır, sadece officinalis türü kullanılmaktadır.
Binom isimlendirme : Rosmarinus officinalis L.
Biberiyenin dünyada yayılış alanları. (Kaynak: www.cabi.org/isc)
⭐️⭐️ Biberiye etanol özütünün antioksidan aktivite değerlendirmesi ve HeLa hücrelerine yönelik hücresel antioksidan aktiviteleri https://pubmed.ncbi.nlm.nih.gov/31353697/
Sınırlı Sorumluluk Beyanı: Web sitemizin içeriği, ziyaretçiyi bilgilendirmeye yönelik hazırlanmıştır. Sitede yer alan bilgiler, hiçbir zaman bir hekim tedavisinin ya da konsültasyonunun yerini alamaz. Bu kaynaktan yola çıkarak, ilaç tedavisine başlanması ya da mevcut tedavinin değiştirilmesi kesinlikte tavsiye edilmez. Web sitemizin içeriği, asla kişisel teşhis ya da tedavi yönteminin seçimi için değerlendirilmemelidir. Sitede kanun içeriğine aykırı ilan ve reklam yapma kastı bulunmamaktadır.
Trigeminal nevralji ani, şiddetli yüz ağrısıdır. Genellikle keskin, vurucu bir ağrı veya çene, diş veya diş etlerinde elektrik çarpması gibi bir şey olarak tanımlanır.
Trigeminal nevralji, kafa içinde bulunan 12 kraniyal sinir arasından 5. ve en büyük olanı Trigeminal sinirin tek ya da çift taraflı etkilenmesiyle karakterize hafif dokunma, konuşma, diş fırçalama, tıraş olma ya da makyaj yapma veya çiğneme ile oluşan çok ufak bir uyarımın meydana getirdiği nöropatik (sinirle alakalı) ağrı ile karakterize bozukluktur. Bu ağrı sürecinde kişinin güçten düşmesine yol açabilir. Ağrı, başlangıçta çoğunlukla tek taraflı olsa da ara sıra ortaya çıkabilir.
15000′ kişide 1 kişide görülür. Teşhisi çok karışan bir hastalık olması sebebi ile muhtemelen bu istatistikten daha sık yaşanmaktadır.
50 yaş üstü bireylerde daha fazla olup, kadınlarda erkeklere oranla 3 kat daha fazla görülür.
Trigeminal nevralji ilk defa M.S. 1. yüzyılda ilk kez tanımlandı. ilk defa 1773 yılında Fotbergilli tarafından Trigeminal nevralji adı verilmiştir.
Trigeminal sinir, yüzdeki duyuyu algılamayı, ısırma ve çiğneme gibi hareketlerin motor fonksiyonunu sağlar. Oftalmik, maksiller ve mandibular sinir olarak üçe ayrılır.
Trigeminal nevraljide sinirin dallarından herhangi biri, ikisi ya da üçü birden tutulabilir. Yüzün sağ tarafı daha çok etkilenir. Ağrı tipi genellikle keskin, vurucu ağrı veya çene, diş, diş etlerine elektrik şoku verilmesinde hissedilen ağrı olarak tanımlanır. Genellikle kısa, tahmin edilemeyecek zamanlarda gelir, iki veya birkaç dakika sürer ve başladığı gibi aniden biter.
Muayene ve tetkikler sonrasında trigeminal nevraljinin kökeni bulunamadığında “idiyopatik” kabul edilir.
Patofizyolojisi kesin olarak netleşmemiş olsa da genel kabul edilen sebepler şu şekilde sıralanabilir.
Trigeminal kökte ya da yakınlarında plak oluşumuna neden olan demiyelinizasyon
Damarsal bozukluktan dolayı sinir üzerine oluşan basınç
Dental (diş ile ilişkili) ve gingival (diş eti ile ilişkili)
Santral beyin lezyonları
Viral lezyonlar
Trigeminal Nevralji Nedenleri
Trigeminal sinire baskı yapan tümör
Miyelin kılıfının zarar görmesi
Felç veya yüz travması
Yüksek Tansiyon
Sigara tüketimi
Genetik faktör
MS hastalığı
Yaşlılık
Trigeminal Nevralji
Ağrı atakları, yıldırım çarpması veya elektrik şoku gibi olup birkaç saniyeden birkaç dakikaya kadar sürer
Ağrıların başlaması diş fırçalama, yutkunma, çiğneme, tıraş olma ya da makyaj yapma, dokunma, hava akımı, konuşma, esneme gibi sebepler olabilir.
Ağrı, sadece trigeminal sinirin dallandığı alandadır.
Ağrı genellikle tek taraflı ve yine genellikle sağ tarafta gelişir.
Az sayıda da olsa çift taraflı trigeminal nevralji gelişen hastalarda ağrı krizleri genel olarak sıra ile birbirini izler yani bir tarafta önce olur, biterken diğer tarafta da olur.
Ağrı krizleri sırasında trigeminal sinire ait diğer duyu ve motor fonksiyonlarında değişiklik olmaz.
Trigeminal nevralji, yaşam kalitesini düşüren nörolojik kökenli ağrıya ne kadar erken müdahale edilirse o derece azalır. Diş kaynaklı ağrılarla karıştırıldığı için genellikle diş hekimlerine başvuran hastalara zaman zaman diş çekimi veya kanal tedavisi gibi uygulamalar yapılmaktadır.
Trigeminal Nevralji Tedavisi
Epilepsi tedavisinde kullanılan bir antikonvülzan ilaç olan karbamazepin trigeminal nevraljiyi ilk tercih olup ilaçların yan etkilerine tahammül edemeyen yada ilaçlardan fayda görmeyen kişilerde cerrahi yöntemler de uygulanmaktadır.
Karbamazepin, voltaj kapılı sodyum kanallarının açılıp aksiyon potansiyelinin oluşmasını engelleyerek beyin hücrelerinin daha az cevap vermesini sağlayarak ağrıyı da azaltır.
⭐️⭐️ Uygulama parametresi: trigeminal nevraljinin tanısal değerlendirmesi ve tedavisi (kanıta dayalı bir inceleme): Amerikan Nöroloji Akademisi ve Avrupa Nörolojik Topluluklar Federasyonu Kalite Standartları Alt Komitesi raporu https://pubmed.ncbi.nlm.nih.gov/18716236/
Dr Mustafa KEBAT
Tetkik OSGB İş Sağlığı ve Eğitim Koordinatörü
Sınırlı Sorumluluk Beyanı: Web sitemizin içeriği, ziyaretçiyi bilgilendirmeye yönelik hazırlanmıştır. Sitede yer alan bilgiler, hiçbir zaman bir hekim tedavisinin ya da konsültasyonunun yerini alamaz. Bu kaynaktan yola çıkarak, ilaç tedavisine başlanması ya da mevcut tedavinin değiştirilmesi kesinlikte tavsiye edilmez. Web sitemizin içeriği, asla kişisel teşhis ya da tedavi yönteminin seçimi için değerlendirilmemelidir. Sitede kanun içeriğine aykırı ilan ve reklam yapma kastı bulunmamaktadır.
K1 vitamini değeri yüksek olan bu besinler pıhtılaşmayı tetikler. Özelikle coumadin ve türevi ilaçları kullanırken ilaç etkisini azaltır.
Kanın sulanması kanın akışkanlığını artırması demektir.
Kan sulandırıcılar; vücudun pıhtılaşma faktörleri adı verilen proteinleri yapmak için ihtiyaç duyduğu K vitamininin işleyişinine karşı gelerek yada trombositlerin birbirine ve kan damarlarının duvarlarına yapışmasını ve pıhtı oluşturmasını sağlayan proteinleri engelleyerek etki ederler.
⭐️⭐️ Normal yetişkin erkeklerde somon diyetinin kan pıhtılaşması, trombosit agregasyonu ve yağ asitleri üzerindeki etkisi https://pubmed.ncbi.nlm.nih.gov/1904973/
Sınırlı Sorumluluk Beyanı: Web sitemizin içeriği, ziyaretçiyi bilgilendirmeye yönelik hazırlanmıştır. Sitede yer alan bilgiler, hiçbir zaman bir hekim tedavisinin ya da konsültasyonunun yerini alamaz. Bu kaynaktan yola çıkarak, ilaç tedavisine başlanması ya da mevcut tedavinin değiştirilmesi kesinlikte tavsiye edilmez. Web sitemizin içeriği, asla kişisel teşhis ya da tedavi yönteminin seçimi için değerlendirilmemelidir. Sitede kanun içeriğine aykırı ilan ve reklam yapma kastı bulunmamaktad
Siyah sarımsak (Allium sativum) 45-90°C sıcaklık, %50-90 (Kim kaynakta 65-80 °C ‘de %70-80) bağıl nemdeki kontrollü ortamlarda beyaz sarımsağın siyah renk alana kadar yaklaşık 30-90 gün bekletilmesi ile üretilir.
İlk olarak hepimizin bildiği beyaz sarımsaktan biraz bahsedeyim.
Sarımsak (Allium sativum L.), içeriğindeki allisin, alliin ve ajoen sülfür bileşenlerinden ötürü antimikrobiyel, antifungal, anti-inflamatuar vb özelliklere sahip sağlık üzerine birçok faydaları olan soğansı bitkiler grubunda yer alan bir bitkidir. En iyi kalitede sarımsak selenyum ve germanyum açısından zengin topraklarda yetişmektedir
Sarımsağın içeriğinde bulunan allicin, yalnızca sarımsağın hücre duvarları hasar gördüğünde (rendelendiğinde veya kesildiğinde) kükürtlü bir amino asit olan alliin’in alliinaz enzimi ile parçalanması ile oluşur.
SİYAH SARIMSAK
Sarımsaktaki Allinaz enzimi sıcakta inhibe olur (etkisiz hale gelir) ve alliin’in allicin’e dönüşmez… Bu “istenmeyen koku ve tadı” engeller.
49 çift kör çalışmada 9901 kişi üzerinde yapılan bu çalışmada;
Kolesterol ilaçları – statinler, B12, B6, Folik asit, vitamin K vb gibi kan sulandırıcılar ile karşılaştırılmış ve bunların içinde ateroskleroza karşı en etkili olanın siyah sarımsak olduğu görülmüş.
Ateroskleroz, kalsiyum birikimi nedeniyle damar kireçlenmesi ve yüksek kolesterol ile çeperin daralması sonucu sertleşme ve tıkanma.
Yapılan çalışmalar siyah sarımsağın aterosklerozu tedavi etmede oldukça etkili olduuunu gösteriyor
Ateroskleroz tüm damarlarımızda olabilir. En kritik olduğu yer kalbi ve beyni besleyen damarlarda olmasıdır.
Sonuç Olarak
Damar sertleşmesi (ateroskleroz) riskiniz varsa, kireçlenmeniz varsa günlük dört (4) diş siyah sarımsak mutlaka tüketin. Yutmayın. Ezdikten sonra tüketin.
B12, B6, B9, L-arjinin ile beraber kullanıldığında etkisi daha çok artmaktadır.
Bidiğiniz gibi ayrıca antibiyotik ve antiviral etkileri de mevcut.
⭐️⭐️ Erkek Sıçanlarda Yüksek Yağ/Sakaroz Diyetiyle Oluşan Metabolik ve Vasküler Değişikliklerde Eskitilmiş Siyah Sarımsak Özütünün Faydalı Etkileri https://pubmed.ncbi.nlm.nih.gov/30642033/
Sınırlı Sorumluluk Beyanı: Web sitemizin içeriği, ziyaretçiyi bilgilendirmeye yönelik hazırlanmıştır. Sitede yer alan bilgiler, hiçbir zaman bir hekim tedavisinin ya da konsültasyonunun yerini alamaz. Bu kaynaktan yola çıkarak, ilaç tedavisine başlanması ya da mevcut tedavinin değiştirilmesi kesinlikte tavsiye edilmez. Web sitemizin içeriği, asla kişisel teşhis ya da tedavi yönteminin seçimi için değerlendirilmemelidir. Sitede kanun içeriğine aykırı ilan ve reklam yapma kastı bulunmamaktadır.
Dalıcının sağlık durumunun dalışa uygunluğu değerlendirebilmek için; sualtının yoğun ve viskoz bir ortam olduğunu, derinliğin artışı ile birlikte dalıcının basınca maruziyetindeki değişimi, ortam (özellikle düşen) sıcaklıklığının insanlar üzerindeki etkisi bilmek gerekir.
Bilinmelidir ki dalıcının bazı tıbbi ve psikolojik durumları tüplü dalışa kesin veya geçici süreyle engel teşkü etse de sportif – keyif amaçlı dalışların kuralları, ticari veya askeri amaçlı dalışın katı kurallarından daha esnektir.
Scuba (Su altı tüplü dalış) dalışlarda gerekli tüm şartlar yerine getirildiğinde amatör dalıcılar için de profesyonel dalgıçlar için de riskler düşüktür.
Risklerin düşürülmesi için gereken şartların başında kişinin sağlık durumu gelir.
Bu sebeple dalış yapacak amatörlere de ve profesyonellere de sağlık durumlarının su altındaki şartlara uygun olup olmadığı açısından doğru bir değerlendirme – muayeneye yapımalıdır.
Dalış öncesi muayenenin amacı, dalış yapacak kişinin sualtı dalışını sağlığı açısından tehlikeye düşürecek bir sağlık sorunu olup olmadığını araştırmaktır.
Ayrıca dalıcıların su altına adaptasyonu için disiplinli olması ve uygun ekipmanla dalış yapması gerekir.
Her ne maksatla olursa olsun dalıcılar su altına ilk kez dalışın öncesinde ve sonra da yıllık periyodik olarak scuba dalışı konusunda hekimlik tecrübesi olan;
KBB
Göğüs Hastalıkları
Kalp Damar, Psikiyatri
Nöroloji
Dahilliye (Endokrin-Kan-Sindirim Sistemi açısından değerlendirecek)
Göz uzmanları değerlendirmelidir.
Dalıcını sorunu varsa ayrıca;
Ortopedi
Plastik Cerrahi
Cerrahi vb gibi bölümler değerlendirmelidir.
Tüm hekimlerin raporları ile birlikte Su Altı Uzmanı Hekim tarafından son değerlendirme yapılmalıdır.
Boğulma dalıcılar arasında en sık ölüm nedenidir.
Arteriyal Gaz Embolisi (AGE) (Akciğer barotravması sebepli) ölümlerin kabaca %30 ile ikinci sıradadır.
Solunum sistemi açısından bakıldığında dalış için en önemli iki faktör yeterli solunum kapasitesine sahip olmak ve akciğerde hava hapsinin olmamasıdır.
Normal koşullarda dalış esnasında harcanan efor çok fazla değildir. Ancak bazı durumlarda dalıcı çok fazla efor harcamak zorunda kalabilir. Efor esnasında solunum işi artacağından dalıcının solunum kapasitesinin artan solunum yükünü karşılayacak düzeyde olması gerekir. Solunum kapasitesi sınırda olan veya düşük olan ancak sedanter yaşadığı için bunun farkında olmayan kişiler dalış esnasında ciddi sorunlarla karşılaşabilirler. Bu nedenle solunum kapasitesini değerlendirmeye yönelik solunum fonksiyon testi dalış muayenesinin temel unsurlarından birisidir. Bununla birlikte egzersiz kapasitesini engellemeyen ve şikayet yaratmayan akciğer hastalıkları da dalış için risklidir. Hava hapsine neden olan herhangi bir akciğer hastalığı çıkışta pulmoner barotravmaya neden olabilir (çıkış hızı 10-15m/dakika’ dan az olsa bile).
DALIŞ ÖNCESİ AKCİĞER MUAYENESİ
Akciğere yönelik detaylı sorgulama: İyi bir sorgulamayla dalışa kesin engel oluşturan akciğerle ilişkili hadiseler ortaya çıkartılarak gereksiz tetkiklerden kaçınılır. Bu nedenle detaylı sorgulama yapan hazır formların kullanılması işi kolaylaştıracaktır.
Akciğer grafisi: Altta yatan bir hastalığı olmayan, sağlıklı kişilerde sadece düz akciğer grafisi yeterlidir. Ancak bazı durumlarda ek grafiler gerekebilir. Özgeçmişinde akciğer hastalığı geçiren kişilerde düz grafiye ek olarak kalbin arkasında kalan bölgeyi görmek için lateral grafi de istenmelidir.
Dalıcı adayı tüberküloz geçirdiyse, akciğer grafisi normal bile olsa hava hapsine yol açan skar doku veya kaviter lezyonlar açısından akciğer tomografisi istenmesi uygun olur. Akciğer grafisi normal olan ancak özgeçmişinde akciğerle ilişkili bir hastalık veya cerrahi girişim olan dalıcı adaylarında akciğer tomografisi, özellikle yüksek rezolüsyonlu tomografi (HRCT) istenmelidir.
Solunum fonksiyon testleri: Herhangi bir akciğer hastalığı olmayanlarda FVC, FEV1 ve FEV1/FVC değerlerinin ölçülmesi yeterlidir. Ancak sigara içen, belli bir yaşın üstündeki dalıcı adaylarında uç hava yolları hakkında bilgi veren değerler de (FEF25-75) ölçülmelidir. Astımı olanlarda solunum fonksiyon testi normal sınırlarda olsa bile egzersizle, soğuk-kuru havayla veya hipertonik solüsyonla hava yolu provokasyonu yapılmalıdır. Ventilasyon kapasitesi normalin altında ise kişiler daha ileri incelemeye alınmalıdır.
Solunum kaslarını etkileyen durumlarda (obezite, kortizon kullanımı, nöromusküler hastalıklar)
Hava yolu direnci (vücut pletismografisiyle)
Astımda provokasyon testi sonrası ölçülebilir
Bilgisayarlı akciğer tomografisi (özellikle yüksek rezolüsyonlu bilgisayarlı tomografi)
Hikayede hava hapsine neden olabilecek durumlar varsa (torakotomi, pnömotoraks, geçirilmiş tüberküloz gibi)
AKCİĞER BAROTRAVMASI
Akciğer barotravması dalış ve çıkış esnasında oluşan basınç/hacim değişikliklerine bağlı olarak ortaya çıkan bir tablodur. Dalışın iniş fazında basınç artışına bağlı olarak geliştiyse iniş barotravması veya akciğer sıkışması (squeeze), çıkış fazında basınç azalmasına ve hacim genişlemesine bağlı geliştiyse çıkış barotravması veya genleşme-patlama adını alır.
Barotravmanın fiziksel temelini Boyle kanunu oluşturur. Bu kanuna göre sabit sıcaklık altında gazların hacimleri ile basınçları ters orantılıdır. Su altında yaklaşık her 10 metrede basınç 1 atmosfer artar. Böylece dalış esnasında basınç artışı nedeniyle vücudun gaz içeren boşluklarının hacmi küçülür; çıkış sırasında ise basınç azaldığından bu gaz boşlukları genişler. Sıvılar ve katılar basınç değişikliklerinden etkilenmediğinden vücudun katı ve sıvı kısımlarında bir değişiklik görülmez. Diğer bir anlatımla dalış sırasında basıncın önemli oranda artmasına karşın vücut küçülmez.
Akciğerin iniş barotravması (akciğer sıkışması):
Genellikle maske ve şnorkelle yapılan serbest dalışlarda görülür ve nadirdir. Bu dalışlar sırasında akciğerdeki hava, dalınan derinlikteki basınca orantılı biçimde küçülür. Akciğerdeki hava rezidüel volüme kadar küçüldüğünde ise dalış sınırına gelinmiş olur. Daha derine dalma girişimi yani akciğerin rezidüel volümün altına sıkıştırılması, akciğer dokusunda hasara, ödeme ve alveol içi kanamaya yol açabilir. Kabaca her insan için soluk tutarak dalış yapabileceği derinlik sınırı total akciğer kapasitesi/rezidüel volüm (TAK/RV) oranı ile belirlenir. İnsanların büyük bir çoğunluğu bu orana göre belirlenen derinliklere dalamazken soluk tutarak yapılan dalış rekorlarının (-150) metreyi aşması bu oranla açıklanamaz. Dalış derinliğini arttıran diğer bir faktör de toraks içine kan göllenmesidir. Toraks içine göllenen kan TAK/RV oranının artmasına neden olarak dalış derinliğini arttırır. En yüksek basınç- hacim değişiklikleri ilk metrelerde gerçekleşir. Derinlere daldıkça sınırın altına yapılacak inişler hacimce daha az sıkışmalara yol açacaktır. Teorik olarak derinlik sınırına ulaşmadan da akciğer hasarı oluşabilir. Bu durum çıkışa yakın veya çıkış sırasında dipteyken ağız kapalı zorlu nefes alma ve diyafram kasılması (Müller manevrası) yapanlarda görülür. Bu hareketler sırasında toraks içine göllenen kan vasküler basıncı arttırarak alveol içine kanamaya neden olabilir.
Akciğerin çıkış barotravması: Tüplü dalışlarda dipte alınan basınçlı havanın dışarıya verilmeden çıkılması sonucu oluşur. Dipte alınan hava çıkış sırasında genleşir ve dışarı verilmediği taktirde büyük hacimlere ulaşır. Hava hacmindeki artış akciğer dokusunu yırtarak çıkış barotravmasına neden olur.
Sağlıklı amatörlerde çıkış barotravmasının nedeni sıklıkla paniktir. Paniğe kapılan dalıcı kontrolsüz olarak çıkış yapabilir ve bu sırada soluk vermeyi ihmal edebilir.
Akciğer çıkış barotravması dört değişik klinik formda görülebilir:
Alveoler yırtılma
Arteriyal (atardamar) gaz embolisi (AGE)
Mediyastinal amfizem
Pnömotoraks
Alveol yırtılmasını takiben hava bronkovasküler alanda ilerleyerek AGE, mediyastinal amfizem veya pnömotoraksa neden olabilir. Mediyastende ilerleyen hava ek olarak cilt altı amfizemine veya pnömoperikardiyuma yol açabilir.
DALIŞ İÇİN AKCİĞERE AİT RİSK FAKTÖRLERİ
KRONİK OBSTRÜKTİF AKCİĞER HASTALIĞI (KOAH):
Kronik bronşit ve amfizeme bağlı olarak hava yolu tıkanıklığı ile seyreden bir hastalıktır. Hava yolu tıkanıklığı genellikle ilerleyici ve geriye dönüşümsüzdür (irreversibl). Ancak KOAH hava yolu duyarlılığıyla birlikte olabilir ve kısmen reversibl olabilir. Kronik bronşitin tanımı öksürüğe ait başka bir neden olmaksızın birbirini izleyen iki yıl boyunca ve her yıl en az üç ay süre ile devam eden ve balgamla beraber olabilen kronik öksürüktür. Amfizem ise terminal bronşiyollerin gerisinde kalan hava yollarının ve hava keseciklerinin (alveol) duvar harabiyeti ile birlikte kalıcı genişlemesidir.
KOAH’da bilinen en önemli risk faktörü sigaradır. Sigaraya göre diğer risk faktörlerinin (alfa 1 antitripsin eksikliği, toz-duman ve gazlarla temas, hava kirliliği, çocukluk çağı solunum enfeksiyonları gibi) katkısı çok daha azdır.
KOAH’da oluşan patolojik değişiklikler hem hava yollarını ve hem de akciğer dokusunu etkiler. Düz kas kütlesinde artış, enflamasyon, ödeme ve sekresyon (mukus) artışı büyük ve küçük hava yollarında daralmaya neden olur.
Akciğer dokusunda meydana gelen değişikliler ise bronşiyolleri ve alveolleri içine alan kalıcı genişlemelerin neden olduğu hava kesecikleridir (bül, bleb). Bu yapısal değişiklikler çoğunlukla irreversibl ve kısmen reversibl hava yolu tıkanıklığına neden olmaktadır. Bu değişiklikler ve akciğer esnekliğindeki azalma nedeniyle soluk verme esnasında küçük hava yolları erkenden kapanır ve akciğerdeki hava tam boşalamaz. Böylece soluk verme sonunda akciğerde normaldekinden daha fazla hava kalır (rezidüel volüm artar).
Solunum fonksiyon testinde küçük hava yollarındaki tıkanıklık (maksimum ekspirasyon ortası akım hızında yani FEF 25-75% de azalma) en erken bulgudur. Bu nedenle değerlendirmede sadece zorlu vital kapasite (FVC) veya birinci saniyedeki zorlu ekspiratuar volümün (FEV1) ölçümü yetersizdir.
Tanıda anamnez, fizik muayene, solunum fonksiyon testi ve akciğer grafi bulguları önemlidir. Düz akciğer grafisi hafif KOAH olgularında genellikle normaldir. Akciğer tomografisi amfizemi, akciğer dokusundaki ince cidarlı havayla dolu boşlukları (bül) ve plevra yaprakları arasındaki küçük havalı alanları (bleb) göstermek açısından önemlidir.
KOAH’da astımdan farklı olarak her zaman için hava yolu darlığı vardır. Havalanma artışı, akciğer elastik yapısındaki azalmaya bağlı soluk verme esnasında meydana gelen bronşiyal kollapsın neden olduğu tıkanıklık ve büllöz akciğer dokusu nedeniyle bu kişiler için dalış kesin yasaktır.
PNÖMOTORAKS
Pnömotoraks plevra boşluğunda hava toplanmasıdır. Daha önceden pnömotoraks (PT) geçirmiş kişiler için dalış kararı verirken pnömotoraksın meydana geliş şekli önemlidir. Pnömotoraks meydana geliş şekline göre başlıca üçe ayrılır.
Spontan Pnömotoraks: Travma veya başka bir nedenden kaynaklanmayan, kendiliğinden gelişen pnömotoraksa denir. En sık neden konjenital apikal bleblerdir. Genç, uzun boylu, zayıf kişilerde ve sigara içenlerde sık görülür. Kendi içinde ikiye ayrılır.
Primer spontan pnömotoraks: Herhangi bir akciğer hastalığı olmayan sağlıklı kişilerde kendiliğinden gelişir.
Sekonder spontan pnömotoraks: Altta yatan bir akciğer hastalığına bağlı gelişir. KOAH, astım, bronşektazi ve interstisyel akciğer hastalıklarında pnömotoraks riski yüksektir.
Travmatik Pnömotoraks: Göğüs duvarına yönelik delici veya künt travmalara bağlı pnömotoraksa denir.
İyatrojenik Pnömotoraks: İnvaziv girişimlere (transtorasik iğne aspirasyonu, torasentez, mekanik ventilasyon, torakotomi gibi) bağlı gelişen pnömotoraks.
***Pnömotorak her üç şekli de tansiyon pnömotoraksa dönüşebilir. Bu durumda plevra boşluğuna giren hava dışarı çıkamaz ve giderek artan hava hacmi kalbi ve madiyasteni karşı tarafa iterek hayatı tehdit eden tabloyu oluşturur. Su altında gelişen bir pnömotoraks yukarı çıkış esnasında çevre basıncı azalacağından tansiyon pnömotoraksına dönebilir.
Pnömotoraks hikayesi olan dalabilir mi?
Spontan pnömotoraksda olay tekrarlayabilir. Bu nedenle dalış kesinlikle yasaktır.
Primer spontan pnömotoraks geçiren kişilerde neden bilinmez ve tekrarlama riski yüksektir. İkinci atak sıklıkla ilk 6 ay ile 2 yıl içinde görülür ve tekrarlama ihtimali %30 (%16-50 arasında) dur. İkinci ataktan sonra tekrarlama riski daha da artar (%75’lere ulaşır). Sekonder spontan pnömotoraksda neden altta yatan bir akciğer hastalığıdır ve bu kişilerde de tekrarlama ihtimali yüksektir. (%39-47)
Travmatik veya iyatrojenik pnömotoraksda neden bellidir ve iyileşme tam olduysa tekrarlama ihtimali yoktur. Tedavi sonrasında akciğer dokusunda hasar yoksa veya hava hapsine neden olan yapışıklıklar oluşmadıysa bu kişiler dalabilirler. Bu kararın verilebilmesi için detaylı akciğer muayenesi, solunum fonksiyonları ve radyolojik değerlendirme yapılmalıdır. Akciğer grafisi normal olabilir ancak bu yeterli değildir. Bu nedenle akciğer dokusunun yapışıklıklar veya hava hapsi lezyonları açısından daha iyi değerlendirilmesi için akciğer tomografisiyle (özellikle yüksek rezolüsyonlu tomografi: HRCT) karar vermek daha doğrudur.
ASTIM
Astım hava yollarının kronik enflamatuar bir hastalığıdır. Bu enflamasyon çeşitli uyaranlara (allerjenler, egzersiz, soğuk, enfeksiyon, ilaç gibi) karşı hava yolu duyarlılığına neden olur. Mevcut hava yolu duyarlılığı da kendiliğinden veya ilaçlarla geri dönüşümlü (reversibl) yaygın hava yolu daralmasına yol açar. Bu özelliği ile KOAH’dan ayrılır. Nefes darlığı, hırıltı, göğüste daralma hissi, öksürük ve az miktarda balgam çıkarma şeklindeki yakınmalar tekrarlayıcı özelliktedir. Bu yakınmaların çeşitli uyaranlarla ortaya çıkması astım için tipiktir. Ancak astım her zaman tipik hikaye ve klinik bulgularla seyretmez. Astım sadece öksürükle seyredebileceği gibi yalnızca egzersizle, soğuk ve kuru havayla ortaya çıkabilir.
Astımlı dalıcılarda dalışa bağlı travma riski neden yüksektir?
Astımda hava yollarındaki düz kasların kasılması, ödem ve artan sekresyon hava yollarında daralmaya neden olur. Bu durumda daralan hava yollarının gerisinde kalan hava dışarı çıkamaz ve hava hapsi oluşur. Su altında yukarı çıkış esnasında Boyle kanununa göre tıkanıklığın gerisindeki hava genişleyeceği ve çıkış yolu bulamayacağı için akciğer çıkış barotravmasına neden olabilir. Astımda akciğer dokusunun elastik yapısı bozulduğu için çok düşük basıçlarda bile yırtılarak arteryal gaz embolisine neden olabilir.
Astımlı dalıcıda egzersiz kapasitesinin düşük olması, ventilasyonun eşit dağılmaması, hava yolu tıkanıklığına ve mukus tıkaça bağlı hava hapsinin olması çıkış sırasında barotravma riskini arttırır.
Egzersizle oluşan astım
SCUBA dalışı veya serbest dalış için ayrı bir önem taşır. Egzersiz sırasında hava yollarındaki ısı ve sıvı kaybı hava yollarını daraltarak öksürük, nefes darlığı ve hırıltıya neden olur. Isınmadan yapılan ağır egzersiz sırasında hiperventilasyonla birlikte ağızdan soluk alınıp verilir. Bu nedenle içeri giren soğuk hava bronşları kurutarak daralmaya neden olur. Halbuki, ısınma hareketinden sonra burun yoluyla solunduğunda, soğuk hava burundan geçerken nemlendirilmiş ve ısıtılmış olur. Egzersiz esnasında soğuk ve kuru hava soluyan kişilerde hava yolu daralması daha kısa sürede gelişmektedir. Genellikle 10 derece eğimli ve saatte 3-3.5 mil hızla çalışan treadmill aletinde 6-8 dakikalık yürüyüş veya bisiklet ergometresini 6 dakika kullanmak egzersiz astımını ortaya çıkartır.
Treadmill veya bisiklet ergometrisi hava yolunda daralmaya yol açmazsa soğuk/kuru hava kullanarak egzersiz testi yapılır. Egzersizle veya soğuk-kuru havayla ortaya çıkan astım dalış için kesin olarak yasaktır.
Astımlılarda muayene bulguları ve solunum fonksiyon testi (SFT) tamamen normal olabilir fakat subklinik hava yolu darlığı ve duyarlılığı bulunabilir. Bu kişiler çeşitli uyaranlarla karşılaştıklarında mevcut hava yolu duyarlılığı nedeniyle yakınmalar ortaya çıkabilir ve solunum fonksiyonları bozulabilir. Bu nedenle solunum muayenesi ve solunum fonksiyonları tamamen normal olan astımlı dalıcılarda hava yolu duyarlılığının derecesi ve kişinin hangi uyaranlarla tetiklendiği önemlidir.
Hava yolu duyarlılığını değerlendirmek için çeşitli ajanlarla hava yolu uyarılarak daralma olup olmadığı test edilir. Bu amaçla farmakolojik ajanlar (Histamin ve metakolin), allerjenler, hipertonik solüsyonlar ve fiziksel uyaranlar (egzersiz ve soğuk/kuru hava) kullanılır. Bu testler öncesinde bazal FEV1 değeri ölçülür ve testten sonra belli aralıklarla FEV1 ölçümleri tekrarlanır. FEV1’de belli bir değerin üzerinde azalma varsa test pozitif kabul edilirek sonlandırılır.
Hipertonik solüsyon inhalasyonu
Özellikle %4.5’lik serum fizyolojikle yapılan teste yanıt verenlerde egzersize bağlı astım vardır. Bu ozmolarite deniz suyunun biraz üzerindedir ve SCUBA dalış yapan astımlılar için sıklıkla kullanılır.
Bazal FEV1 değeri saptandıktan sonra ultrasonik nebülizatörle %4.5’lik serum fizyolojik inhalasyonu yapılır. İnhalasyondan 60 ve 90 saniye sonra FEV1 ölçümü tekrarlanır. FEV1 de bazal değere göre %15 (ideali %20) ve üzeri düşüş varsa test pozitif kabul edilir.
Soğuk/kuru hava inhalasyonu
Test için en uygun olanı kuru komprese havadır. Bazal FEV1 değeri ölçüldükten sonra 3 dakika süren periyodlarla ve her seferinde artan dakika ventilasyonla kuru hava solutulur. Her periyod sonrası oda havasında FEV1 30., 90. saniyelerde, 3. ve 5. dakikalarda tekrarlanır. FEV1’de %20 ve üzeri azalma varsa test pozitif kabul edilerek sonlandırılır.
Egzersiz
Astım tanısında egzersiz testi çok duyarlı değil fakat oldukça özgündür. Sıklıkla treadmill veya bisiklet ergometrisiyle yapılır ve egzersiz süresi 6-8 dakika kadardır. Test esnasında oda sıcaklığında komprese hava solutulur. Test öncesi ve sonrası 1, 3, 5, 10, ve 15. dakikalarda FEV1 ölçülür. FEV1 de en az %15lik düşük anormal kabul edilir.
Astımlı dalıcılarda dalış neden daha risklidir?
Astımda hava yolları aşırı duyarlıdır ve çeşitli uyaranlarla astım ortaya çıkabilir veya şiddetlenebilir. SCUBA dalışında kullanılan kuru-soğuk hava astımı tetikleyebilir. Diğer taraftan dalış sırasında yapılan ağır egzersiz hava yollarında daralmaya neden olabilir. Kazayla akciğere kaçan tuzlu su veya tatlı su da hava yollarını irrite ederek daralmaya neden olabilir. Dalıcının su altındaki emosyonel durumu (stres ve panik) da astım atağını başlatabilir veya hızlı çıkışa neden olarak sorun yaratabilir. Bu nedenle astımlı dalcılar hastalıkları ve bunun neden olabileceği dalış problemleri konusunda detaylı olarak bilgilendirilmelidir.
Astımlılar dalabilir mi?
Astımı olan kişi uyaran faktörlerle karşılaştığında sorun yaşayabilir. Dalıcıların su altında egzersiz yaptıklarını ve soğuk-kuru hava soluduklarını düşünürsek, astım dalış için bir risk faktörüdür ve dalış izni verilirken çok dikkatli değerlendirme yapılması gerekir.
Yakın zamana kadar astım dalış için kesin engel kabul ediliyordu. Astımda hava hapsinin ve buna bağlı atardamar gaz embolisi riskinin çok daha fazla olduğu ileri sürülüyordu. Bu nedenle çocukluk döneminde astım hikayesi olan ve sonrasında hiçbir sorun yaşamamış erişkinlere bile dalış izni verilmiyordu. Ancak astımla ilgili bilgilerin artması ve tedavide çok etkili ilaçların kullanıma girmesiyle bu karar çok tartışılır hale gelmiştir. Astımlılarda dalışa bağlı travma riskinin yüksek olduğu daha çok teorik bilgiler doğrultusunda söylenmektedir. Bu konuda mevcut veriler çok yetersizdir. Daha net konuşabilmek için dalış yapanlarda astımlıların yüzdesini bilmek gerekir. Astımlı dalıcıların birçoğu dalış yasağı nedeniyle hastalıklarını gizleme eğiliminde olduklarından astımlı dalıcı yüzdesini kesin olarak söylemek mümkün değildir. Diğer taraftan astıma bağlı dalış riskini belirlemek için ileriye yönelik kontrol grubu içeren çalışmalar yapmanın etik olmadığını da unutmamak gerekir.
Bazı ülkelerde hafif astımı olanlar dalabilirken, diğer birçok ülkede astımlılara hiçbir şekilde dalış izni verilmemektedir. Ancak bu ülkelerde sigara içenler dalabilmektedir. Hiç sigara içmemiş hafif astımı olan dalıcıyla karşılaştırıldığında, sigara içen ve uç hava yolu hastalığı bulunan dalıcıda pulmoner barotravma riskinin daha yüksek olduğunu söyleyebiliriz.
Amerikada aktif dalanların %4-7’sinin astımlı olduğu tahmin edilmektedir. DAN (Divers Alert Network) tarafından oluşturulan verilere bakıldığında dalış kazalarının astımlı dalıcılarda bir artış gösterdiği ancak istatistik olarak anlamlılık yaratmadığı görülmektedir. Diğer taraftan solunum fonksiyon testleri normal olan ve egzersiz veya soğuk hava inhalasyonu ile hava yolu duyarlılık yanıtı hafif olan astımlılarda akciğer barotravma riski astımı olmayan dalıcılardakine benzer bulunmuştur. Son olarak Sualtı ve Hiperbarik Tıp Topluluğunun (Undersea and Hyperbaric Medical Society) 1995 yılında astım ve dalışla ilgili toplantısında bazı astımlıların dalabileceği belirtilmiştir.
Çocukluk çağında astım tanısı konan ancak sonraki yıllarda hiçbir yakınması olmayan ve tedavi gerekmeyen kişiler dalış öncesi muayeneleri (fizik muayene ve solunum fonksiyon testleri) normalse dalabilirler. Bununla beraber bu kişilerin bir daha astımla ilgili hiçbir sorun yaşamayacaklarını söylemek mümkün değildir. Bu nedenle dalış izni verirken mutlaka astımdan kaynaklanan dalış riskleri anlatılmalı ve dalıcının bu konuda bilgilendirildiğini gösteren yazılı onam (informed consent) alınmalıdır. Böylece hastalığına bağlı dalış risklerini iyi bilen astımlı dalıcı çok daha dikkatli dalacağından dalış travmaları azalacaktır.
Astım açısından problemsiz seyreden ve dalış izni verilen dalıcıda herhangi bir nedenden dolayı astım atağı gelişirse bu kişi atak geçtikten sonra ve solunum fonksiyon testi normale döndüyse dalabilir.
Dalış için en önemli maddelerden birisi solunum kapasitesinin dalış esnasında gerekebilecek ağır eforu karşılayacak düzeyde olmasıdır. Bu nedenle dalabilmek için solunum fonksiyon testinin normal sınırlarda olması gerekir (Aşağıdaki Tablo).
Ancak testin normal olması her zaman için yeterli değildir. Astımlı dalıcılarda test normal olabilir fakat subklinik hava yolu duyarlılığı nedeniyle SCUBA dalışı esnasında soğuk-kuru havanın irirtasyonuyla hava yolu darlığı gelişebilir. Bu nedenle astımlı dalıcılarda Göğüs Hastalıkları konsültasyonu doğrultusunda ek tetkikler gerekebilir. Akım-volüm eğrisi, özellikle ekspirasyon eğrisi (FEF25-75, FEF50 ve FEF25) uç hava yolları hakkında detaylı bilgi verdiği için değerlendirmede önemlidir.
Akciğer barotravması geçirenlerde VC ve FEV1 ölçümlerinin korunduğu, ancak soluk verme sonundaki akımların bozuk olduğu görülmüştür.
Solunum Fonksiyon Testinde Normal Kabul Edilen Değerler
Dalışa bağlı akciğer kaynaklı travmalar nasıl önlenebilir?
Dalıcı adayının sualtı fizyolojisini ve dalışa bağlı riskleri bilen tecrübeli bir hekim tarafından değerlendirilmesi son derece önemlidir. Detaylı bir sorgulama, fizik muayene, solunum fonksiyon testi ve akciğer grafisi ile akciğerden kaynaklanabilecek dalış kazalarını minimuma indirmek mümkündür. Akciğere yönelik özel durumlar söz konusuysa aday mutlaka Göğüs Hastalıkları bölümüyle konsülte edilmelidir. Dalış izni verildikten sonra periyodik olarak akciğer muayenesi tekrarlanmalıdır. Unutulmaması gereken diğer önemli bir nokta da dalıcının sigara içmemesinin sağlanması veya içiyorsa bıraktırılmasıdır.
DALIŞA KESİN ENGEL DURUMLAR
Spontan pnömotoraks hikayesi
KOAH (Kronik ve kalıcı morfolojik değişiklikler ve irreversibl hava yolu tıkanıklığı)
Akciğer barotravmasına bağlı hava embolisi hikayesi
Aktif astım (Düzenli ilaç kullanımına rağmen yakınması olanlar)
Fiziksel kapasiteyi etkileyen hastalıklar. (Kas hastalıkları, Plevra hastalıkları, İnterstisyel Fibrazis vb gibi)
DALIŞA GÖRECELİ ENGEL DURUMLAR
Hafif astım / tedavi altında stabil seyreden astım (Solunum fonksiyon testi normal sınırlarda olmalı)
İyatrojenik veya travmatik pnömotoraks (Hava hapsine yol açan radyolojik sekel olmamalı)
Fibrotik doku veya yapışıklılklarla iyileşmiş akciğer enfeksiyonları veya travması (Fibrotik doku veya yapışıklıklar hava hapsine yol açmamalı)
Sigara kullanımı (Solunum fonksiyon testinde uç hava yollarında tıkanıklık olmamalı ve bu kişiler KOAH açısından değerlendirilmeli)
DALIŞA GEÇİCİ ENGEL DURUMLAR
Akut bronşit (viral veya bakteriyal) (Tedavi sonlandırıldıktan ve şikayetler kaybolduktan sonra dalabilir)
Pnömoni (Klinik ve radyolojik tam iyileşmeden sonra dalabilir)
Tüberküloz (Tedavi sonlandırıldıktan sonra hava hapsine neden olabilecek sekeller için radyolojik inceleme yapılmalı)
Astım atağı (hafif astımı olan veya stabil seyreden kişilerde) (Klinik olarak kontrol altına alındıktan ve solunum fonksiyon testi normale döndükten sonra dalabilir)
Profesyonel sualtıadamlarının solunum sistemlerinde restriktif ve obstriktif bir kısıtlılık, hava hapsine yol açacak bir lezyon (kist, kavern, kavite v.b.) bulunmamalıdır.
Yukarıdaki Tüm Bilgiler farkındalık yaratmak maksadı ile olup hekiminizin muayenesi veya görüşleri yerini tutamaz.
Bu sebeple hekiminize / hekimlerinize düzenli periyodik muayene olun ve yönlendirmelerine uyun.
Sağlıklı dalışlar dilerim.
⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️
Dr Mustafa KEBAT
Tetkik OSGB İş Sağlığı ve Eğitim Koordinatörü
Sınırlı Sorumluluk Beyanı: Web sitemizin içeriği, ziyaretçiyi bilgilendirmeye yönelik hazırlanmıştır. Sitede yer alan bilgiler, hiçbir zaman bir hekim tedavisinin ya da konsültasyonunun yerini alamaz. Bu kaynaktan yola çıkarak, ilaç tedavisine başlanması ya da mevcut tedavinin değiştirilmesi kesinlikte tavsiye edilmez. Web sitemizin içeriği, asla kişisel teşhis ya da tedavi yönteminin seçimi için değerlendirilmemelidir. Sitede kanun içeriğine aykırı ilan ve reklam yapma kastı bulunmamaktadır.
”Yumurta az yemelisiniz kolesterolünüz yükselir” Çok duydunuz değil mi?
Doğru mu gelin inceleyelim..
Yumurta içerdiği besin maddeleri ile biyolojik değeri yüksek bir besindir.
Yaklaşık 60 g ağırlıktaki bir yumurta 250-300 mg kolesterol ve 1470 mg lesitin içerir.
Yumurta (Bir adet)normal bir bireyin günlük yağ ihtiyacının %7.5’ni, doymuş yağ ihtiyacının %8’ni ve günlük kolesterol alım ihtiyacının %7’sini karşılamaktadır.
Yumurta Sarısı A, D, E, B2, B9 ve K vitaminleri yanı sıra yumurta Sarısı Antikorları/Livetin (IgY), Fosvitin, Lipoproteinler – LDL, Lipoproteinler – HDL, Sialik Asit, Sialyloligosakkaritler, Trigliserid, Fosfolipid, Kolesterol, Ksantofil ve Karotenoid bulunmaktadır.
Yumurta Akında B1, B2, B9 ve B12 vitaminleri yanısıra fonksiyonel bileşen olarak Ovalbumin, Ovotransferrin (Konalbumin), Ovomukoid, Ovomusin, Lizozim, Globulin, Ovoinhibitor, Ovoglikoprotein, Ovoflavoprotein, Ovomakroglobulin, Sistatin, Avidin proteinlerl bulunmaktadır.
Yumurtada bulunan; Vit A, E, B1, B2, B6, B12 ve folat, kalp hastalığı için bir risk faktörü olan homosistein kan seviyesini düşürmektedir.
⭐️⭐️⭐️⭐️
Kolestrol Kanda serbest ve ester halde bulunan mumsu yapıya sahip bir lipid yani yağ türüdür.
Yumurtada yüksek düzeyde bulunan Lesitin kolesterol metabolizmasını düzenleyici rol oynar.
– Kolesterol emilimini önemli derecede düşürür,
– Kolesterolün karaciğere taşınmasını ve HDL’lere dahil olmasını (LCAT ile) ve karaciğerde ileriye doğru metabolizmasını hızlandırır, safra asitleri sentezi ve safra ile bağırsağa atılır.
Yumurta alımı ile diyet kolesterol artışının plazma kolesterol düzeylerine etkisi düşüktür, esas diyet doymuş yağdan fakir ise artış zayıftır.
Kolesterol yapısı gereği suda çözünemez, bu sebeple kana geçemez ve vücuda dağılamaz. Karaciğer, kolesterolün taşınmasına yardımcı olmak için lipoproteinler üretir. Adlarını çok duyduğunuz düşük yoğunluklu lipoprotein (LDL) ve yüksek yoğunluklu lipoprotein (HDL) farklı görevlere sahip kolesterol taşıyıcılarıdır.
Kolesterol vücutta şu görevleri yerine getirir:
– Hücre membran yapısına katılır
– Lipoprotein yapısına girer
– Safra asitleri için öncül madde
– Steroid hormonlar ve Vit D için öncül maddedir
Diyet kolesterolunda azalma çoğu toplumlarda plazma kolesterol düzeyini çok az etkiler.
Diyetle doymuş yağ asidi ve çok doymamış yağ asidi alımında değişiklikler serum toplam kolesterol düzeyinde önemli değişikliklere neden olur.
Diyetle temel düzeyde kolesterol alımı serum kolesterol düzeylerinde değişiklikleri az etkiler.
Diyet kolesterol miktarları artırılırsa serum kolesterol değerlerinde hafif artış gözlenir.
Besinsel kolesterol alımı endojen kolesterol sentezini inhibe (üretimini engeller) eder.
⭐️⭐️⭐️⭐️
Lesitin diğer adı fosfatidilkolin
En doğal Lesitin kaynağı yumurta sarısı, mısır yağı ve soya fasulyesidir.
Yumurta sarısı ve mısır yağındaki lesitin doymuş; soya fasulyesindeki lesitin ise doymamıştır.
Bu nedenle en doğal kaynağı soya fasulyesidir. Çünkü doymamış yağ arterlerdeki kolesterolü temizlemede daha etkilidir.
Yumurta sarısı lesitini, antioksidan, antibakteriyel, anti-inflamatuar ve nörolojik, kardiyovasküler ve serebrovasküler koruyucu olarak fizyolojik aktivitelere sahiptir.
Lesitin hem doymamış yağ asitlerinin hem de esansiyel vitaminler olan kolin ve inozitolün kaynağını oluşturur.
• Lesitinin vücuttaki temel rollerinden biri de, hücreler arası kimyasal mesajların taşınmasını sağlamaktır. • Lesitinin bu görevi hücrelerin tek başlarına değil, bir grup halinde hareket etmelerini sağlamaktadır.
Lesitinin, hücreler arası iletişim dışındaki diğer fonksiyonları ise başta kolesterol metabolizması olmak üzere çeşitli metabolik faaliyetlerde rol alması ve yağların taşınmasındaki görevleridir.
Lesitin, kolesterol metabolizmasındaki ve kolesterolün kan dolaşımı boyunca taşınmasındaki rolleri dolayısıyla kalp-damar hastalıkları riskinin düşürülmesinde önemli bir faktördür.
Lesitinin çoklu doymamış yağ asitlerini destekleyerek, kolesterolün bağırsaklardan emilimini azaltarak, kolesterolün ve safra asitlerinin atılımını arttırarak ve diğer biyokimyasal etkilerinin yanında lipoproteinler üzerine etkilerinden dolayı kalp-dolaşım sistemi üzerinde koruma sağladığını açıkça göstermektedir.
Lesitinin yağ depolarına bağlı damar hasarından koruma sağladığını ve kan damarlarının elastikiyetinin devam ettirilmesinde faydalıdır.
Lesitin vücudun fazla kolesterolden kurtulmasını iki şekilde sağlar. Birincisi kolesterolün birikmesine fırsat vermeden karaciğere taşınmasını sağlar. İkinci olarak biriktikten sonra kolesterolü esterleştiren LCAT enziminin üretilmesini uyarır ve kolesterolün daha rahat şekilde karaciğere taşınmasını sağlar. Böylece ateroskleroz gibi kolesterole bağlı hastalıkların oluşmasını engeller.
Lesitinin desteği hem HDL seviyesinin artmasında hem de LDL seviyesinin düşürülmesinde son derece önemlidir.
⭐️⭐️⭐️⭐️
Sonuç olarak kan kolesterol seviyesini yükseltecek korkusu ile yumurta gibi mucize bir besinden mahrum kalmak doğru değildir.
Ayrıca lesitin içeriği sayesinde yumurtanın kan kolesterol seviyesinin kontrolünü sağlamada önemli bir rolü olduğunun göz ardı edildiğini de okudunuz.
Tüm sağlıklı bireyler / çalışanlar ve kalp damar hastaları da (her gıdada olduğu gibi) aşırıya kaçmamak şartı ile yumurta tüketmelerinin yararlı olacağı aşikardır.
⭐️⭐️ Yumurta sarısından lesitin elde edilmesine ilişkin bakış açıları: Ekstraksiyon, fizikokimyasal özellikler, modifikasyon ve uygulamalar https://pubmed.ncbi.nlm.nih.gov/36687715/
Sınırlı Sorumluluk Beyanı: Web sitemizin içeriği, ziyaretçiyi bilgilendirmeye yönelik hazırlanmıştır. Sitede yer alan bilgiler, hiçbir zaman bir hekim tedavisinin ya da konsültasyonunun yerini alamaz. Bu kaynaktan yola çıkarak, ilaç tedavisine başlanması ya da mevcut tedavinin değiştirilmesi kesinlikte tavsiye edilmez. Web sitemizin içeriği, asla kişisel teşhis ya da tedavi yönteminin seçimi için değerlendirilmemelidir. Sitede kanun içeriğine aykırı ilan ve reklam yapma kastı bulunmamaktadır.
Çalışanımız evinde akşam yemeğinden iki saat sonra (saat 22.00 gibi) kanepede uzanırken, çocuklarının yaptığı patates kızarmasından canı çekti ve büyük bir tabak yedi.(Tokluk halinde karbonhidrat aldı.) Zaten toktu ve karnı iyice şişti. Ardından tekrar kanepeye uzandı. Maalesef bunu sık sık yapıyordu.
Gece saat 23.50 civarı göğsünde ve sol koluna vuran ağrı sonrası fenalaştı. Ambulansla hastaneye götürülürken yolda kalbi durdu. Yapılan müdahale ile hastaneye sağ olarak ulaştırıldı. Kalp krizi geçirdiği için yatışı yapıldı. Hastanede üç gün yattıktan sonra taburcu edildi.
Şimdi…
Çalışanımızda gelişen bu durumu baştan inceleyelim..
Çalışanımız karbonhidrattan zengin beslenmesi sonucunda karaciğerinde bir lipid (yağ) paketi olan VLDL oluştu.
Çünkü..
Tokluk durumunda karbonhidrat alımı ya da sürekli ağır karbonhidrat tüketimi VLDL üretimini artırır. (obezite, damar sertliği, damar tıkanıklığı)
VLDL – Very Low Density Lipoprotein – Çok Düşük Yoğunluklu Lipoprotein: Karaciğerde bulunan lipid gruplarının yağ dokusuna ve kaslara taşınmasında görev alır.
Karaciğerde VLDL üzerine bir tane plaka takılır. Buna Apolipoprotein B100 (Apo B100) denir.
Apolipoprotein B vücudunuzda yağ ve kolesterolü taşımaya yardımcı olan bir proteindir. İki tür Apolipoprotein B vardır. Bağırsaklarınızda üretilen apo B-48 ve karaciğerinizde üretilen apo B-100.Apo B-48, yağ ve kolesterolü karaciğerinize taşır, burada yeniden paketlenir ve apo B-100 ile birleştirilir. Buradan vücudunuzun her yerine yayılır.
Aynı zamanda yine karaciğerde mikrozomal TAG transfer proteini (MTP) ile bu VLDL ye Trigliserit katılır. TAG ve Apo B100 takılı VLDL’yi kana salınır.
Kanda HDL ile karşılaşır.(Halk arasında iyi kolesterol adı ile bilinir) HDL de Apo E ve Apo C2 isimli iki tane plakayı VLDL‘ye takar.
Damar duvarında endotel hücrelerinde lipopretein lipaz ve heparan sülfat iki enzim var. Bu enzimler HDL’nin taktığı Apo C2 ile aktif olur ve VLDL’yi tutarak sindirirler. VLDL küçülür.
Damar duvarındaki endotelde meydana gelen hasarlarda VLDL sindirimi bozulur ve VLDL kanda kalır. Endotelde hasar oluşumunu önlemek önemlidir. Bu hasarı önlemek için Hesperidin ve Resveratrol kullanımı çok önemlidir.
Küçülen VLDL’den Apo C2 tekrar HDL’ye geri gider.
Apo E ve ilk takılan Apo B100 ortada kaldı mı?
Tabi ki hayır...
Karaciğer küçülen VLDL’nin bir kısmını Apo E kısmından tutarak geri çeker ve hayatını sonlandırır.
VLDL’nin bir kısmını karaciğer çekti, kalan kısmı ise ilerler. Önce IDL sonra ise LDL oluşur.
Oooo halk arasından kötü kolesterol olarak bilinenlerden biri daha ortaya çıktı. LDL
LDL üzerinde ilk başlarda karaciğerde takılan Apo B100 plakası takılı kalmış durumdadır. Hem karaciğerde, hem periferik dokularda Apo B100 reseptörü (giriş kapıları) var.
Apo B100 reseptörü ile eşleşen LDL üzerindeki Apo B100 plakası ile LDL’ yi hücreye alır.
Eğer Apo B100 reseptörleri azalırsa veya oksitlenirler. ve bozulurlarsa LDL kanda yükselir. Karaciğerde ve perifer dokularda hücreye giremez kanda serbestçe dolaşır.
Bazı insanlarda bu Apo B100 reseptörleri doğuştan (genetik olarak) bozuktur. Bunlara tip-2 hiperlipidemi hastası diyoruz. Bu hastalığın görülme olasılığı oldukça düşüktür.
Fakat Apo B100 reseptörleri doğuştan sağlıklı olduğu halde biz insanların hataları ile bozulması çok sık görülmektedir.
Mesela; sürekli ağır karbonhidrat ile beslenmemiz, tok olduğumuz halde karbonhidrat almamız LDL miktarını artırır.
Sürekli LDL yüksekliği Apo B100 reseptörlerini duyarsız hale getirir ve bir sür sonra LDL üzerindeki Apo B100 plakasını tanımamazlıktan gelmeye başlar.
Antioksidan (glutatyon) eksikliğinde, Omega-3, selenyum eksikliğinde reseptörlerin sayısı azalır ve oksitlenir. Yine LDL kanda kalır ve kan seviyesi yükselir.
PCSK9 isimli enzimimiz Apo B100 reseptörlerini yıkar – parçalar.
Bu Apo B100 reseptörleri olmazsa LDL kana giremez ve kanda yüksek seviyede kalır.
Eğer bu PCSK9 enzimimizi bir miktar engellersek Apo B100 reseptörleri sayısı fazla olur ve kandaki LDL gidip ona yapışır hücreye girer.
PCSK9’u durdurmak için Evolocumab, Alirocumab gibi monoklonal antikor ilaçları var. Lakin henüz yeni ve herkese de reçete edilmiyorlar.
FAKAT
BENFOTİAMIN ilacı PCSK9 enzimini inhibe ederek hücrelerdeki giriş kapısını (Apo B100 reseptörü) yakmasını engeller.
Çoban Çantası Bitkisi Kökü ekstresi PCSK9 enzimini bir miktar inhibe eder ve kandaki LDL hücrelere daha rahat girer.
Altınmühür bitkisi kökleri ekstreside Benfotiamin kadar olmasa da PCSK9’u inhibe eder.
Eveeeet….PCSK9 ‘u inhibe ettik. Hücre üzerindeki Apo B100 reseptörleri de sağlam. Döndük yine LDL üzerinde karaciğerde takılan Apo B100 plakasına. Apo B100 reseptörleri görüp LDL’yi kana çeker.
FAKAT
Ya plaka okunmuyorsa, küflenmişse, oksitlenmişse ?
Mümkün mü?
Malesef yine biz insanlardan kaynaklı mümkün. Eğer;
Beslenme şeklimiz kötü, fast-food, kızartma ve ağır karbonhidrat ağırlıklı ise
Sigara ve alkol kullanıyorsak
Aşırı geçirgen bağırsak sendromu varsa
Ülseratif kolit, crohn, diyebet, SİBO varsa
Stresli bir hayatımız varsa
Gece tok yatıyorsak
Ağır meyal, tarım ilacı, kirli havaya maruz kalıyorsak,
LDL oksitlenir. Oksidasyon oluşur.
Oksidasyonu önlemenin yolu var mı?
Tabi ki var.
Öncelikle hayat tarzımızı (doğruları yapmaya başlayarak) değiştirmek.
Yukarda listelediğim yanlışlardan yaptıklarınız var ise önce onları düzeltmekle başlamalısınız.
Antioksidan içerikli beslenmelisiniz. Hatta bellki antioksidan takviye kullanmalısınız.
LDL oksidasyonunu önlemek için;
Glutatyon
Resveratrol
Omega-3
Vitamin C çok önemlidir.
Eğer bu oksidayon önlenmezse okside LDL damar duvarına yapışır ve damar tıkanıklığına neden olur.
Bu okside LDL‘yi yok etmek için damar içinde makrofajlar harekete geçer. SR-A reseptörü ile okside LDL’yi yakalar ve fagosite eder, yer, eritir.
Lakin bu durum köpük hücreye neden olur.
İşte köpük hücre nedenli kalp krizinin en büyük sebebi budur.
Çalışanımızın kalp krizi geçirmesinin bir nedenini okudunuz.. Bu nedene eşlik eden pek çoğunu da ileriki yazılarda okuyabilirsiniz.
Sonuç Olarak Çalışanlarımıza Tavsiyeler
Özellikle tok iken karbonhidrat alınmamalı.
Açken beslenme ve öğünlerde karbonhidrat miktarı azaltılmalıdır.
Damarlarda endotel hasarı ve oksidasyon olursa, VLDL sindirilip LDL ‘ye dönüşemez. Bu sıkıntıdır, endotel hasar için flavonoidlerden Hesperidin ve Resveratrol kullanımı önemlidir.
PCSK9 hücrelerdeki LDL’nin gireceği kapıyı bozar. Bu PCSK9 ‘u önlemek için; Benfotiamin, Çoban Çantası kökü ekstresi, Altın mühür kökü ekstresi kullanılabilir.
LDL oksidasyonu makrofajları harekete geçirir. Makrofajlar bunları yok ederken köpük hücre oluşur ve kalp krizine neden olur. Ayrıca okside LDL damarları tıkar, bunu önlemek için; Aşırı geçirgen bağırsak önlenmeli. Gece asla tok uyunmamalıdır. Glutatyon, Resveratrol, Omega-3, Vitamin C, LDL oksidasyonunu önlemede önemlidir.
HDL…okside LDL yi temizlemede gorevlidir. Bu gorevi Paraoksonaz enzimi ile yapar. Bu enzimin aktivitesi ve sentezi için Kalsiyum, Benfotiamin, N-asetil sistein, Alfa lipoik asit, Glutatyon, melatonin kullanımı önemlidir.
Bilim insanlarının Hepatit C virüsünün karaciğerde yağlanma yapmasından ilham alarak kolesterol ilacı yaptıklarını biliyor muydunuz?
Hepatit C virüsü TAG transfer proteini (MTP) bozar. Dolayısı ile TAG karaciğerde kalır, Trigliserit içine giremediği için VLDL tamamlanıp kana salınamaz ve kanda LDL düşer. Bu durumda yağlar organda kaldığı için karaciğerde yağlanma oluşur. (Hepatit C de karaciğer yağlanma yapar)
Yani anlayacağınız bulunan bu ilacı (Lomitapid)ve benzer etki mekanizmalı kolesterol düşürücüleri kullananların aralıklarla karaciğerlerini kontrol ettirmeleri gerekir.
Bunun harici yöne kolesterol ilacı olan STATİNLER ise Karaciğerde “Koenzim Q10 ” sentezini bloke ederek mitokondride enerji üretimini düşürür.
Dr Mustafa KEBAT
Tetkik OSGB İş Sağlığı ve Eğitim Koordinatörü
Sınırlı Sorumluluk Beyanı: Web sitemizin içeriği, ziyaretçiyi bilgilendirmeye yönelik hazırlanmıştır. Sitede yer alan bilgiler, hiçbir zaman bir hekim tedavisinin ya da konsültasyonunun yerini alamaz. Bu kaynaktan yola çıkarak, ilaç tedavisine başlanması ya da mevcut tedavinin değiştirilmesi kesinlikte tavsiye edilmez. Web sitemizin içeriği, asla kişisel teşhis ya da tedavi yönteminin seçimi için değerlendirilmemelidir. Sitede kanun içeriğine aykırı ilan ve reklam yapma kastı bulunmamaktadır.
1.000’den fazla yayınlanmış kilo verme diyeti vardır ve daha fazlası düzenli olarak sıradan literatürde ve medyada yer almaktadır. Pek tabi ki kime ve neye inanacağınız konusu büyük bir belirsizlik.
Bu diyet programlarının çoğu sağlam bilimsel kanıtlara dayanmaktadır ve çağdaş kilo kaybı ilkelerini takip etmektedir. Diğerleri ise sadece 1 veya daha fazla temel besin grubunu ortadan kaldırır veya çok az veya hiç destekleyici kanıt olmaksızın diğer besinler pahasına 1 tür gıdanın tüketilmesini önerir. Lakin her ne kadar kilo kaybı için başarılı olsalar da sağlığınız için ne kadar doğru oldukları tartışmalıdır.
PubMed ‘te yayınlanan bir araştırmada, ABD de üç popüler diyet karşılaştırılmış.
Sizlerin de zaman zaman yaptığınız diyetlerin içeriğine benziyor.
Biz de bu araştırmadan başlayıp benzer çalışmalarda elde edilen sonuçlarla birlikte değerlendirelim.
Atkins for Life diyeti
Yumurtalar
Balık ve deniz ürünleri
Sığır eti, tavuk ve hindi gibi etler
Su, kahve ve çay gibi şekersiz içecekler
Peynir ve tereyağı gibi tam yağlı süt ürünleri
Fındık, badem, ceviz, fıstık gibi yağlı tohumlar
Zeytinyağı, hindistan cevizi yağı ve avokado gibi sağlıklı yağlar
Yeşil yapraklılar, brokoli ve karnabahar gibi düşük karbonhidratlı sebzeler
South Beach diyeti
Tofu
Yumurta
Sebzeler
Baklagiller
Tavuk, Hindi
Yağlı tohumlar
Yağsız kırmızı et
Balık ve kabuklular
Yağı azaltılmış peynirler
Karbonhidrat türlerinden, glisemik indekslerine dayanarak uzak durulması gereken diyet.
DASH diyeti
Kepekli tahıllar, yulaf, esmer pirinç serbest
Şeker içeriği düşük, tuz içeriği az besinler tercih edilir.
Günlük beslenmenin büyük bir kısmını meyve ve sebzeler oluşturur
Yağsız veya düşük yağlı süt, yoğurt ve peynir gibi süt ürünleri serbest
Fındık, badem, ceviz gibi sağlıklı yağ kaynakları,chia tohumu keten tohumu önemli
Özellikle potasyum açısından zengin olan; muz, portakal, domates, patates gibi besinler tüketilir
Bu 3 (Üç) diyet de sağlıklı bir kalp, normal kilo, tansiyon, normal bir glikoz değeri için tercih ediliyor.
Bu diyetleri yapanların kan değerleri incelendiğinde;
B7 vitamini,
D vitamini,
E vitamini,
Krom,
İyot
Molibden bütün beslenme modellerinde düşük çıkıyor.
Ayrıca toplam 27 mikrobesinin (Vitamin, mineral, yağ asiti vs) tamamının normal değerlerine ulaşması için günlük ortalama (27.575 +/- 4660,72) daha ek kalori alınması gerekiyor ki bu bir insan için mümkün değil.
Bu diyetlerin hepsinde genel olarak elde edillen sonuç;
Çabuk yaşlanma
Düşük bağışıklık
Zayıf sağlık durumu
Hastalıkların geç iyileşmesi
Hastalıklara çabuk yakalanma – olarak karşımıza çıkar.
Bu diyetlerde ilk 8 hafta sonunda 17 besin maddesinden aşağıdaki 12’si ;
A vitamin
Tiamin
Niasin,
B6 vitamin
Folik Asit
C Vitamini
E vitamini
K vitamini
Demir
Magnezyum
Selenyum
Çinko — en az bir diyet grubunun en az bir diğer diyet grubundan önemli ölçüde farklı olduğunu göstermiştir.
Bu diyetlerde ilk 8 hafta sonunda Kalsiyum, Riboflavin, B12 Vitamini, D vitamini, K Vitamini (kalan 5 tanesi) anlamlı bir eksilme olmamış. Diyetin ilerleyen zamanında eksilme olmayacağı anlamına gelmiyor tabi ki.
Bu önemli elementlerin eksilmesi hızlı yaşlanmanın, toksinleri uzaklaştıramayıp organların ve dokuların yıpranmasının temel nedenidir.
Aslında insanların çoğu sadece doyuyor ve ne yazık ki yeterli beslenemiyor.
Beslenme ile doyma arasındaki fark ise olması gerektiği kadar alamadığımızmikrobesinlerdir. (vitamin, mineral, yağ asitleri, aminoasitler)
İnsanlık önce toprağı ve suyu ardından da besinleri kendi elleriyle bozdu, bu sebeple ihtiyacımız olan her şeyi eksik alıyoruz.
(Genetiği değiştirilmiş gıdaları da ayrıca düşünmelisiniz)
Atletik (Genel kullanımla zayıf)bir vücuda sahip olmak zaman ve emek ister.
Kısa vadeli çözümlerin her daim bir bedeli olduğunu unutmayın.
⭐️⭐️⭐️⭐️
Bilimsel Yazı Sevenler Aşağıdaki Yazılarla Devam Edebilirler
Popüler enerji kısıtlı diyetlerin diyet kalitesi ve besin yeterliliğinin Avustralya Sağlıklı Beslenme Rehberi ve Akdeniz Diyeti ile karşılaştırılması https://pubmed.ncbi.nlm.nih.gov/34155964/
Sınırlı Sorumluluk Beyanı: Web sitemizin içeriği, ziyaretçiyi bilgilendirmeye yönelik hazırlanmıştır. Sitede yer alan bilgiler, hiçbir zaman bir hekim tedavisinin ya da konsültasyonunun yerini alamaz. Bu kaynaktan yola çıkarak, ilaç tedavisine başlanması ya da mevcut tedavinin değiştirilmesi kesinlikte tavsiye edilmez. Web sitemizin içeriği, asla kişisel teşhis ya da tedavi yönteminin seçimi için değerlendirilmemelidir. Sitede kanun içeriğine aykırı ilan ve reklam yapma kastı bulunmamaktadır.
Zaman zaman, yemek yedikten sonra yaklaşık 1-3 saat içerisinde aşağıdaki şikayetleri yaşıyor musunuz?
Terleme
Bulanık görme
Tükenmişlik hissi
Konsantre olamama
Baş ağrısı, baş dönmesi
Ağır uyku hali, el-kol titremesi
El ve ayaklarda cansızlık denilen güçsüzlük
Bu durum topumda yaygın olmasına rağmen genellikle çok veya ağır yemek yemeğe yada yemeğin içindekilere bağlanır. Aslında kanda glikoz (şeker) seviyesinin düşmesinden kaynaklanan bir durumdur. Ve bu durumun ana sebebi de son yıllarda çok popüler olan bazı yanlış yeme davranışlarıdır.
Aklınıza şu soru gelebilir daha yeni yemek yemişim kan şekerim yükselmesi gerekirken yemekten 1 (Bir) saat sonra niye düşsün?
Bu sorunuzu vücutta neler olduğunu inceleyerek cevaplayalım.
Yemeğimizi yedik, midemizde ve barsaklarımızda karbonhidratlar amilaz enzimi ile disakkarite kadar parçalanır.
Disakkarit, iki monosakkaritin glikozit bağı ile birleşmesi ile oluşan şekerdir. Monosakkaritler gibi suda çözünürler ve basit şekerlerdir. Maltoz (malt şekeri), sakkaroz (çay şekeri) ve laktoz (süt şekeri) disakkaritlere örnek verilebilir.
Sakkarit kelimesi, “şeker” anlamına gelen Eski Yunanca’da σάκχαρον (sákkharon) kelimesinden gelmektedir.
En son bağırsağımızda geldiğinde “Maltoz, sakkaroz, laktoz” disakkaritleri de ikiye parçalanır ve glikoz olarak emilir ve kana karışır.
Lakin glikozun kanda olması yetmez. Glikozu hücre içine almamız lazım ki, mitokondride enerjiye dönüşsün ve vücudumuz ihtiyacı olan enerjiye ulaşsın.
Glikozun vücuda girmesi ile birlikte pankreasımız insülin salgılar. İnsülin kas hücresinin kapısını (Glut-4) açar, glikoz içeriye girer ve enerjiye dönüşüm döngüsü başlar.
NAD, glikoz ile parçalanan hidrojeni (H) alır, mitokondriye taşır ve burada enerjiyi elde eder.
Normal işleyen sistemin kısa ve basit özeti bu…
Lakin kişide ne Tip-2, ne Tip-1 diyabet olmamasına rağmen yemekten bir süre sonra glikoz aniden düşüyordu.. Çünkü..
Alınan gıdalar çok hızlı sindirildi ve aşırı insülin salgılandı…
Konunun özü bu ve de çok da önemli
Besinler hızlıca sindirildiğinde kana da çok hızlı glikoz geliyor. Pankreas bu durumda ani uyarılarak gereğinden fazla insülin salgılıyor. Bunun sonucu olarak da glikoz çok hızlı hücre içine alınıyor. Tabi ki kandaki şekerde önce 70 mg/dl ardından da kritik sınır olan 55 mg/dl nin altına düşüyor.
Kan şekeri 55 mg/dl nin altına düştüğünde;
Terleme
Bulanık görme
Tükenmişlik hissi
Konsantre olamama
Baş ağrısı, baş dönmesi
Ağır uyku hali, el-kol titremesi
El ve ayaklarda cansızlık denilen güçsüzlük gibi bulguların hepsi veya bir kısmı görüldüğü gibi aynı zamanda açlık da hissedilir.
Acıkınca bir daha yediğimizde yine hızlı sindirilir ve bbu döngü devam eder. Tabi ki kana gelen glikozun enerjiye çevrilemeyen kısmı yağa dönüşür ve kilo alırız.
Burada merak edilecek önemli bir husus da hangi gıdaların hızlı sindirileceğidir❓❓❓
Tabi ki tahmin ettiğiniz gibi Karbonhidratlar
Yukarıda ”popüler olan bazı yanlış yeme davranışları” yazmıştım. Şimmdii oraya geliyoruz.
Kan şekeri sık düşenlere veya başka bir deyişle bu şikayetleri olanlara ne tavsiye ediliyor❓Popüler diyetlerde de sık duyduğunuz ”AZ AZ YE SIK SIK YE” cümlelerini hatırlayın.
Mantıkları ne; ”sık yersen her şekerin düştüğünde yemiş olursun ve semptomlar görülmez” İnsanlara nasıl zararlı olurum diye kafa yorsanız en iyi sonuç olarak bu cümleye ulaşırsınız.
Kulağınıza hoş gelse de sağlığınız için hiç de hoş değil.
Bu ”AZ AZ YE SIK SIK YE” tavsiyesi kişinin kısa vadede sorununu çözse de tedavi olmadığı gibi her yemek yediğimizde insülin salınımına sebep olduğu için hücrelerin zaman içerisinde insüline duyarsız hale gelmesine ve insülini tanımaz olmasına yol açıyor.
İşte bu duruma İNSULİN DİRENCİ denir. Kendi kendinize neler yaptığınıza bakın.
İnsülin Direnci ile başlayan süreç kişiyi TİP-2 DİYABET’e götürür. Nereden nereye getirdiniz kendinizi.
”AZ AZ YE SIK SIK YE” ile başladığının yanlış beslenme ile insülin direnci gelişti artık glikozu hücreye sokamaz olduğumuz için de şeker hastası oluyoruz.
Yani anlayacağınız Reaktif hipoglisemi var diye ”AZ AZ YE SIK SIK YE” gibi vücudumuza zararlı beslenme şekli uygulanmaz.
Bu güne kadar bilmiyordunuz. Lakin artık biliyorsunuz.
Çözüm olarak ne yapmalısınız? Şimdi de çözümü okuyun..
Yukarıdaki sakıncalı beslenmenin mekanizmasında hızlı sindirilme vardı. Yerine yavaş sindirilen bir besin tüketseydik, hızlı parçalanamayacak kana glikoz hızlı girmeyecek, insülin ani ve çok salınmadığı için de glikoz hücreye hızlı giremeyecek ve kanda glikoz (şeker) düşüklüğü olmayacaktı.
Buradan yola çıktığımızda hızlı sindirilen karbonhidratları azaltıp yavaş sindirilen protein ve sağlıklı yağ tüketimini arttırmak gerekiyor.
Yağ olarak kuyruk yağı, hayvani iç yağ, tereyağı ve zeytinyağı düşünmelisiniz.
Sabahları 2 yemek kaşığı Zeytin yağı + 1/2 tatlı kaşığı Tereyağı karışımını tüketen kisilerde Reaktif hipoglisemi semptomlarının oldukça azaldığı görülmektedir.
Protein olarak ilk akla gelmesi gereken yumurtadır. Yumurtayı beslenmemizde eksik etmememiz gerekiyor, en sağlıklı ve geç sindirilip hızlı insülin salgılatmayan besinlerin başında gelir.
Diğer proteinler; ET,BALIK,TAVUK vb gibi..
Kuru fasulye ,mercimek, nohut, buğday, çavdar vs gibi bakliyat ve hububatlar protein yanında karbonhihidrat içerir ve hızlı sindirilir. Bu sebeple yumurta, et, tavuk, balık önemli.
Meyvelerin %90’dan fazlası karbonhidrat. Bu sebeple çok tüketmemek gerekiyor.
Sebzeler; özellikle yeşil yapraklı ve renkli sebzeler.
Marul
Bamya
Brokoli
Lahana
Ispanak
Semiz otu
Maydonoz
Karnabahar
Taze fasulye vb gibi sebzeleri proteinlerle birlikte almak gerekir.
Süt ve Süt ürünleri şeker içerir ve %3 yağı hariç diğerleri ile aynı etkiyi gösterir. Özellikle sek süt %4.8 şeker içerdiği için uzak durmak gerekir.
Takviye alımını da düşünürsek;
Mitokondri sahibi olmayan hücrelerin glikozu kullanmasnda ve oksidasyonu engellemede ALFA LİPOİK ASİT önemlidir.
Hücre zarlarının oksidasyonu ve elastikiyeti, insülin direnci ve Omega-3/6 dengesi için OMEGA-3 önemlidir.
Tüm hücrelerin oksidasyonunu, pankreastaki Beta hücreleri ve Langerhans adacıklarının oksidasyonunu önlemede GLUTATYON ve RESVERATROL oldukça onemlidir.
İnsülin reseptörlerinin duyarlılığı için VİTAMİN E ve KROM önemlidir. (glut-4)
Besinlerin enerji olarak kullanılması için şart olan, gençliğin sırrı olarak bilinen SIRT6 genlerini aktive eden, glutatyon ile beraber önemli takviyelerden birisi NAD+ dir.NAD yaş ile beraber azalır.
Dr Mustafa KEBAT
Tetkik OSGB İş Sağlığı ve Eğitim Koordinatörü
Sınırlı Sorumluluk Beyanı: Web sitemizin içeriği, ziyaretçiyi bilgilendirmeye yönelik hazırlanmıştır. Sitede yer alan bilgiler, hiçbir zaman bir hekim tedavisinin ya da konsültasyonunun yerini alamaz. Bu kaynaktan yola çıkarak, ilaç tedavisine başlanması ya da mevcut tedavinin değiştirilmesi kesinlikte tavsiye edilmez. Web sitemizin içeriği, asla kişisel teşhis ya da tedavi yönteminin seçimi için değerlendirilmemelidir. Sitede kanun içeriğine aykırı ilan ve reklam yapma kastı bulunmamaktadır.