KOŞMAK MI?…TEMPOLU YÜRÜMEK Mİ?

Cevabı baştan vereyim: Tabi ki tempolu yürümek.

Gelelim nedenine..

Anlaşılabilmesi için ”HÜCRE HASARI” nedir onu hatırlayalım.

Hücre hasarının en büyük nedenlerinden biri “İSKEMİ” dir.

İskemi; sıklıkla belirli bir dokudaki kan akışının zayıflaması veya tamamen kesilmesi sonucu dokunun başta oksijen olmak üzere hayati önem taşıyan moleküllere erişiminin engellenmesine bağlı olarak gelişen doku hasarına verilen isimdir.

İskemi ile birlikte;

  • Oksijen
  • Vitamin
  • Mineral
  • Glikoz
  • Aminoasit
  • Yağ asiti vs geçişinin azalıp dokuların beslenmemesidir.

Sistemimiz Nasıl Çalışıyor?

Hücrede Sodyum-potasyum pompası bulunur. Bu pompa 3 tane sodyumu dışarıya atar, 2 potasyum içeriye alır. AMA Bunları yapabilmek için enerji harcar. Yani ATP gerekir..

ATP (enerji) oluşması için ise mitokondriye OKSİJEN gerekir.

🏃‍♀️🏃🏃‍♂️🏃‍♀️🏃🏃‍♂️🏃‍♀️🏃🏃‍♂️🏃‍♀️🏃🏃‍♂️🏃‍♀️🏃🏃‍♂️🏃‍♀️🏃🏃‍♂️🏃‍♀️🏃🏃‍♂️🏃‍♀️🏃🏃‍♂️🏃‍♀️🏃🏃‍♂️🏃‍♀️🏃🏃‍♂️🏃‍♀️🏃🏃‍♂️🏃‍♀️🏃🏃‍♂️🏃‍♀️🏃🏃‍♂️ Koşuyoruz…

Koşarken daha çok enerji lazım. Enerjiyi üreten mitokondri olduğu için enerji santrali mitokondriye daha çok oksijen lazım

Bu durumda oksijeni daha çok alabilmek için solunum sayısı hızlanıyor. Oksijen yetmedikçe daha hızlı nefes alıyoruz. Kısa ve derin olmayan solunumlar başlıyor, Oksijen yetmedikçe Sodyum / potasyum pompası çalışmamaya başlıyor.

Hani 3 sodyum (NA) dışarı atıyordu ya pompa, oksijen yetersiliğinde sodyum (NA) dışarı atamıyor. Sodyum hücrede kalıyor. Bu durumda ne olacak?

Düşünün Sodyum ne yapar? Su tutar. su çeker.

Suyu hücre içine çekiyor.

Koşarken hem terleme hem suyun hücreye çekilmesi olduğunda SUSARIZ.

Su hücre içini şişirmeye başlar. Eyvah ki eyvah. Bu duruma HIDROPİK DEJENERASYON denir.

Hücre şişince içerde miyelin figür denilen fosfolipid yağ parçaları kopmaya başlar. (Bu süreçte halen hücre çeperi saglamdır)

Hücre şiştiği için hücre üzerindeki MİKROVİLLÜSLERDE ve RESEPTÖRLERDE kayıplar olur.

İnsülin reseptörü, D3, Magnezyum, çinko, B12 vb gibi hepsinin reseptörü var.

Hücre kendini kurtarmaya çalışır..

Oksijen olsa oksijenli solunum yapacaktık ama Oksijen yetersiz.

Oksijensiz solunuma yönelir.

Oksijensiz solunumla sadece 2 ATP elde etmek için glikozu yıkmaya başlar.

Oksijensiz solunumda son ürün. LAKTİK ASİT. (Kaslar taş gibi olur, ağrır. Ağır egzersiz sonrası oluşan ağrı)

Adı üstünde laktik ASİT. Hücre pH seviyesi düşer, asidik olur.

Hücre içinde protein üreten bir organel var. RİBOZOM. Bunlar protein üretemez hale gelir.

Protein üretilmeyince yağlar işaretlenip hücre dışına atılamaz. Kötü, çok kötü. Lipid birikimi var. Bu birikim en çok KARACİĞER ve KALP’te olur.

Buraya kadar olanlar. Eğer kısa süreli olursa, oksijen geri gelirse, oksijensiz halde zorlamazsak, geri döndürülebilir.

Diyelimki oksijensizlik devam ediyor.(IRREVERSIBLE) geri döndürülemez hücre hasarı.

İlk bulgu hücre membranı, bütünlüğü bozulur ve duvar çatlar.

İçeriye bol miktarda KALSİYUM girer ve enzimler aktifleşir ve yıkıma başlar. VE HÜCRE ÖLÜR

İLLE DE KOŞACAĞIM DİYORSANIZ

Nefes nefese kalmayın sakın.

Dikkat ederseniz en önemli konu hipoksi. Lakin damarın daralması/bozulması da bir hipoksi nedenidir.

Her yerde parmaktan ölçüm cihazları var. Hatta telefonlarla ble ölçülüyor. Satürasyonum 97 iyiyim diyemezsiniz. Çünkü arka plan var.

Diyelim kılcal damarlarınızda ENDOTEL HASAR var. Ve birçok organı besliyor o kılcallar.

İlk aklımıza gelen organın adı KALP olmalı.

Kalpte dokulara oksijen gitmiyor. Oksimetre isterse 100 göstersin. Kalpteki kılca damarlarıın durumunu GÖSTERMEZ.

Sonra genç kalp krizi geçirdi…!! Çünkü o kadar zorladı ki kendini

DEMİR ya da B12, B9 eksikliğine bağlı ANEMİ.

Özellikle demir eksikliğine bağlı anemide; Eritrosit içerisindeki Hemoglobin yetmiyor ve OKSİJEN TAŞIYAMIYOR. Görüldüğü gibi ANEMİ de önemli.

TRİGLİSERİT – LDL-a

Bunlar damarların içini tıkar. Oksijen yine geçmez. Ve bunların tıkama sebebi ise tükettiğimiz yağlar değil AĞIR KARBONHİDRATLAR

Bu oksijen yetersizliği endotel hasarları sebebi ile BEYINDE de olur ve beyin sisi dahil nörolojik semptomlar oluşur.

Daha Fazla

Hemogram- CBC – Tam Kan Sayımı Değerleri Ne Anlama Geliyor

İşyeri hekiminiz ”sizden bir tam kan sayımı alalım.” dediği zaman kanınızdaki hangi değerleri görmek istiyor? Bu değerlerin düşüklüğü veya yüksekliği ne anlama geliyor? Birlikte inceeleyelim.

Hemogram genellikle 18 parametre olarak istenir ve yapılır.Lakin kan üzerinde daha ayrıntılı bilgi gerektiğinde 24 parametre olarak yapılır.

24 Parametre

WBC, NE%, LYM%, MONO%, EO%, BA%, NE, LY, MO, EO, BA, RBC, HGB, HCT, MCV, MCH, MCHC, RDW_CV, RDW_SD, PLT, MPV, PCT, PDW, PLCR

1. WBC – ”White Blood Count” ”Akyuvarlar“Beyaz küre” ”Lökosit” Kırmızı Kan Hücreleri

Lökositler: Bağışıklık sisteminin bir parçası olup ve vücudun enfeksiyonlarla savaşmasında rol alırlar. Kemik iliğinde üretilir. WBC (Lökosit), toplam kan hacminin yaklaşık %1’ini oluşturur ve nötrofil, lenfosit, monosit, eozinofil ve bazofil olmak üzere beş farklı tipi vardır. 

1 Mikrolitre kan içerisinde, erişkinlerde hem Erkek hem de Kadınlarda 4500 – 11.000 arasında bulunurlar.

Lökositlerin, normal seviyeleri yaşa bağlı olarak bağışıklık sisteminin gelişimi ile birlikte değişiklik gösterir.

0 ila 1 ay: 9.000 – 30.000
2 ila 12 ay: 5.000 – 19.500
1 ila 3 yaş: 6.000 – 17.500
4 ila 5 yaş: 5.500 – 15.000
6 ila 15 yaş: 4.500 – 13.000
15 yaş ve üzeri: 4.000 – 10.000

LÖKOSİT NEDEN YÜKSELİR

  • Bakteriyel enfeksiyon ve iltihaplanmalarda yükselir.
  • Ateş, yaralanma, yanık veya ameliyatlarda yükselir.
  • Gebelikte yükselir
  • Alerjik reaksiyonlarda yükselir.
  • Lupus hastalığında yükselir.
  • Romatoid artritte yükselir.
  • Tiroid Hastalıklarında yükselir.
  • Lösemide yükselir.
  • Obezitede yükselir.
  • Kemik iliği tümörlerinde yükselir.
  • Sigara tüketiminde yükselir.
  • Kalp krizinde yükselir.
  • Doku hasarında yükselir.
  • Kronik böbrek yetmezliğinde yükselir.
  • Tüberkülozda yükselir.
  • Boğmacada yükselir.
  • Yüksek kan şekeri (Şeker koması) yükselir.

LÖKOSİT NEDEN DÜŞER

  • B12, Çinko ve Bakır eksikliği
  • HIV / AIDS
  • Şiddetli enfeksiyon ve iltihaplanmalar
  • Kemik iliği yetmezliği
  • Lenfoma
  • Dalak büyümesi
  • Bazı karaciğer hastalıkları
  • Kemoterapi
  • Bazı antibiyotik ilaçlar
  • Radyasyon tedavisi
  • Sıtma
  • Verem
  • Yoğun alkol tüketimi
  • Beslenme Eksiklikleri

WBC kendi arasında nötrofil, lenfosit, monosit, eozinofil ve bazofil  olmak üzere çeşitlere ayrılır ve kan tetkikinde ayrı ayrı bakılır. Şimdi onlara bakalım:

2. NE % – ”Neutrophil” ”Nötrofil

Nötrofil, özellikle bakteriyel ve mantar enfeksiyonlarına karşı savaşır. Bu enfeksiyonlarda yapımı ve dolayısı ile miktarı artar.

1 Mikrolitre kan içerisinde, yetişkinlerde 1.500 – 7.000  aralığındadır. 7.000’in üstünde ya da 2.500’ün altında yer alan nötrofil değeri riskli olarak kabul edilir. 

Mutlak nötrofil sayısı erişkin harici aralıkları aşağıdaki gibidir.

  • Yeni doğan: 6.000 – 26.000 mcL aralığında
  • 1 haftalık: 1.000 – 10.000 mcL aralığında
  • 6 aylık: 1.000 – 8.500 mcL aralığında
  • Çocuklarda: 1.000 – 8.000 mcL aralığında olmaktadır.

NÖTROFİL NEDEN YÜKSELİR

  • Enfeksiyonlarda yükselir.
  • Bakteri, mantar ve viral durumlarda yükselir.
  • Kalp krizinde yükselir.
  • Sigara ve tütün kullanımında yükselir.
  • Lösemide yükselir.
  • Steroid kullanımında yükselir.
  • Kan naklinde yükselir.
  • Stresde yükselir.
  • Yoğun egzersiz
  • Yaralanmada yükselir.
  • Bazı ilaç reaksiyonlarında yükselir.
  • Down Sendromunda yükselir.
  • Dalağın cerrahi müdahale ile çıkarılmasında yükselir.

NÖTROFİL NEDEN DÜŞER

  • Hepatitte düşer
  • Tüberkülozda düşer
  • Lyme Hastalında düşer
  • Kemoterapide düşer
  • Sepsiste düşer
  • Kemik iliği bozukluğunda düşer
  • B12 vitamini, folat, bakır gibi vitamin eksikliklerinde düşer.
  • Chron hastalığında düşer
  • Kelebek hastalığında (Lupus) düşer
  • Romatoid artritte düşer
  • Aşırı streste düşer
  • Yetersiz beslenmede düşer
  • Sigara ve tütün kullanımında düşer
  • Antibiyotikler ve psikiyatri ilaçlarında düşer.

Nötrofil düşüklüğü 3 farklı seviyede incelenir

Hafif nötropeni: 1.000 – 1.500 mcL

Orta nötropeni: 500 – 1.000 mcL

Ağır nötropeni: 500 mcL’nin altındaki değerlerdir.

3. LY % – ”Lymphocyte” ”Lenfosit”

Lenfosit, kemik iliğinde üretilir, vücudun özellikle viral enfeksiyonlarla savaşında yer alır. Lenfositler beyaz kan hücrelerinin %20 ila %40’ıdır. Lenfositler T Lenfositler ve B Lenfositler olarak iki ana gruba ayrılır.

T lenfosit hücreleri, vücuda giren yabancı maddelere karşı bağışıklık sisteminin tepsini kontrol etmeden etkilidir. Doğrudan tümörlere ya da enfekte olan hücrelere saldırarak onları öldürür.

B lenfosit hücreler, ürettiği antikorlar sayesinde virüsleri, bakterileri hedef alan proteinlerdir. Vücutta doğal olarak bulunan B lenfosit hücreleri, hafıza hücre görevi görerek önceden yer alan antijenleri hatırlar ve ona göre savunma oluşturur.

1 Mikrolitre kan içerisinde, yetişkinlerde 1000- 4800 mcL dir.

Çocuklarda normal değeri 1 Mikrolitre kan içerisinde 3000 – 9500 mcL dir.

LENFOSİT NEDEN YÜKSELİR

  • Hipotiroidizm (tiroid yetersizliği) yükselir.
  • Tüberkülozda yükselir.
  • Hepatitte yükselir.
  • HIV ve AIDS de yükselir.
  • Lçsemi yada lenfoma gibi kan kanserinde yükselir.
  • Frengi (Sifiliz) yükselir.
  • Enfeksiyöz mononükleoz (Öpücük Hastalığı) yükselir.
  • Boğmaca, toksoplazmoz ya da sitomegalovirüs gibi enfeksiyonlarda yükselir.

LENFOSİT NEDEN DÜŞER

  • Romatoid Artrit gibi otoimmün hastalıklarda düşer.
  • Vitamin ve mineral eksikliğinde düşer.
  • Kanser tedavisinde uygulanan ilaçlarla düşer.
  • Böbrek rahatsızlıklarında düşer.
  • Genetik ve kalıtsal hastalıklarda düşer.
  • Multipl Skleroz gibi beyin- sinir hastalıklarında düşer.
  • Kortizonlu ilaç alımında düşer.
  • HIV ve AIDS gibi hastalıklarda düşer..
  • Enfeksiyonllarda düşer.
  • Vücudun lenfosit üretim konusunda yetersiz olmasında düşer.
  • Toksinlerin lenfositleri tok etmesinde düşer.
  • Çölyak, Chron gibi bağırsak hastalıklarında düşer.

4. MO % – ”Monocyte” ”Monosit”

Monosit, Kemik iliğinde üretilir, beyaz hücre sayısının %2 ila %8 aralığında olup, vücuda zarar verebilecek ölü ve hasarlı hücreleri, mikroorganizmaları temizlemekle ve diğer kan hücrelerini uyarmakla görevlidir. Dokularda bulundukları yere göre Makrofaj (yiyici) ve dendritik hücre olarak adlandırılır ve görev yapar.

1 Mikrolitre kan içerisinde, yetişkinlerde 200 ila 800 mcL dir.

MONOSİT NEDEN YÜKSELİR

  • Otoimmün hastalıklarda yükselir.
  • Kan bozukluklarında yükselir.
  • Kanser (lösemi, lenfoma) da yükselir.
  • Kardiyovasküler hastalıklarda yükselir.
  • Enfeksiyonlarda. yükselir.
  • Enfllamatuar bozukluklarda yükselir.

MONOSİT NEDEN DÜŞER

  • Kan enfeksiyonlarında düşer.
  • HIV düşer.
  • Kemoterapi reaksiyonunda düşer.
  • Anemide düşer.
  • Yanık yaralanmalarında düşer.

5. EO % – ”Eosinophile” ”Eozinofil”

Eozinofil, parazitik enfeksiyon, alerjik reaksiyon veya kanser gibi hastalıklarla vücudun savaşmasına yardımcı olan, kemik iliğinde üretilen bir tür beyaz kan hücresidir.

1 Mikrolitre kan içerisinde yetişkinlerde < 500 hücre/mcL dir.

EOZİNOFİL NEDEN YÜKSELİR

  • Akut hipereozinofilik sendromda yükselir.
  • Astım ya da saman nezlesi gibi alerjik bir bozukluklarda yükselir.
  • Otoimmün problemlerlerde yükselir.
  • Bir parazit ya da mantarın neden olduğu bir enfeksiyonlarda yükselir.
  • Çölyak Hastalığında yükselir.
  • Astımda yükselir.
  • Egzemada yükselir.
  • Lösemi ve diğer kan hastalıklarında yükselir.
  • Mikrobik hastalıklarda yükselir.
  • Chron hastalığında yükselir.
  • Kanser türlerinde yükselir.

EOZİNOFİL NEDEN DÜŞER

  • Yoğun strese maruz kalmakla düşer.
  • Vücutta steroid artışı yaşanmasında düşer.
  • Kan şekerinde düşüklüğünde düşer.
  • Alkol zehirlenmesinde düşer.
  • Doğum kontrol hapı kullanımında düşer.
  • Cushing Sendromunda düşer.
  • Östrojen ve kortikosteroid barındıran ilaç kullanımında düşer.
  • Karaciğer problemlerinde düşer.
  • Böbrek hastalıklarında düşer.

6. BA % – ”Basophile” bazofil”

Bazofil, kemik iliğinde üretilerek vücuttaki birçok dokuda yer alır, tüm hücrelerin yaklaşık %1’ini oluşturan beyaz kan hücreleridir.

1 Mikrolitre kan içerisinde yetişkinlerde 0-300 ml de yüksek olması beklenir.

BAZOFİL NEDEN YÜKSELİR

  • Su Çiçeğinde yükselir.
  • Tüberkülozda yükselir.
  • Saman nezlesinde yükselir.
  • Allerjik rinitte yükselir.
  • Romatizmal eklem iltihabında yükselir.
  • Sedef hastalığında yükselir.
  • İnflamatuar bağırsak hastalığında yükselir.
  • Hashimoto tiroiditte yükselir.
  • Hipotirodide yükselir.
  • Lösemide ve Lenfomada yükselir.

BAZOFİL NEDEN DÜŞER

  • Uzun süreli steroid ilaçları kullanımında düşer.
  • Radyasyon ve kemoterapi tedavilerinde düşer.
  • Akut enfeksiyonlarda düşer.
  • Stres reaksiyonunda düşer.
  • Kandaki yüksek tiroid seviyesi (hipertiroid) de düşer.
  • Kalp krizinde düşer.
  • Gebelikte düşer.

7. NE ♯ –

8. LY ♯ –

9. MO ♯ –

10. EO ♯ –

11. BA ♯ –

12. RBC – “Red Blood Cells” ”Alyuvarlar” ”Eritrosit” ”Kırmızı Kan Hücreleri

Eritrositler: kan hücreleri arasında en baskın olanı ve tüm hücrelerin yaklaşık %99’luk kısmını oluşturlar.

Kemik iliğinde üretilir ve içerisinde oksijen taşıyan HGB (hemoglobin) vasıtası ile akciğerlerden vücuttaki her hücreye oksijen taşır.

1 litre kanda

Erkekte 4.35 – 5.65 trilyon

Kadında 3.90 – 5.13 trilyon RBC bulunur. (Tahlillerde trilyon yazmaz, sadece rakamlar yazar)

ERİTROSİT NEDEN YÜKSELİR

  • Temel olarak yetersiz oksijen alımında yükselir (Yakın dönemin çılgınlığı Sürekli maske takmak gibi)
  • Ağır egzersizde yükselir
  • Uyku apnesi olanlarda yükselir
  • Fazla susuzlukta yükselir
  • Kalp, Akciger hastalıklarında yükselir
  • Sigara içenlerde yükselir

Yükselir Çünkü:

  • İçerisinde oksijen taşıyan hemoglobin var. Eğer oksijen alımını engelleyen bir durum varsa Kemik iliği bu açığı kapatmak icin fazladan RBC (Eritrosit) üretir. Aslında amaç hemoglobin sayısını artırmaktır.
  • Aynı mantıkla ağır egzersizde kaslar fazla çalışıp, fazla oksijene ihtiyac duyar ve kemik iliği fazladan RBC (Eritrosit) üretir.
  • Uyku apnesinde kişi uyurken solunumu bazen keser, solunup yapmaz ve dokularında kanında oksijen seviyesi düşer, kemik iliği RBC (Eritrosit) üretir.
  • Vücuda oksijen girişini azaltan tütün ve türevleri (Sigara vb gib) tüketimi arttıkça dokularında kanında oksijen seviyesi düşer, kemik iliği RBC (Eritrosit) üretir.

ERİTROSİT NEDEN DÜŞER

  • Demir, B12, B9, B6 eksikliğinde düşer. (Bunların eksikliği anemi (kansızlık) nedenidir.
  • Folat eksikliğinde düşer.
  • Kadınlarda adet doneminde düşer.
  • Bağırsak sisteminde kanamalarda düşer.
  • Bazı ilaçlarla düşer.
  • Kronik böbrek hastalığında düşer.
  • Kanserlerde düşer.
  • Ülseratif kolitte düşer.
  • Romatoid artritte düşer.
  • Lenfoma ve lösemilerde düşer.
  • Miyelodisplazide düşer.
  • Multipl miyelomada düşer.
  • Kemik iliği hastalıklarında düşer. (Aplastik anemi gibi)
  • Kalıtsal olabilen bazı anemi türlerinde düşer. (Talasemi veya orak hücreli anemi gibi)
  • Gebelikte düşer.
  • Ani ağır kan kaybında düşer.

RBC (Eritrosit) üretilmesi için Demir, Folat, B12, B9, B6 gereklidir.

RBC (Eritrosit) içindeki oksijen taşıyan Hemoglobin (HGB) üretimi içinde demir gerekli. Demir eksikse hemoglobin olmadığı icin RBC de düşer.

13. HGB – ”Hemoglobin”

Hemoglobin, eritrosite kırmızı rengini veren, akciğerden aldığı oksijenin dokulara taşımasını ve dokulardan alınan karbondioksitin de akciğere taşınmasını sağlayan demir açısından zengin bir proteindir.

Hemoglobin normal değerleri yaşa göre değişir.

  • Yenidoğan için: 13, 5 – 24 gr/dL
  • 0-3 yaş kategorisindeki bebekler için: 11 – 13 gr/dL
  • 3-11 yaş kategorisindeki çocuklar için: 12 – 14 gr/dL
  • Yetişkin erkekler için: 13, 5 – 17, 5 gr/dL
  • Yetişkin kadınlar için: 12, 5 – 15, 5 gr/dL

HEMOGLOBİN NEDEN YÜKSELİR

  • Polisitemi vera – Nadir görülen kan kanseri sebepli yükselir.
  • Kalp böbrek veya akciğer hastalıkları sebepli yükselir.
  • Dehidrasyon – vücudun aldığından daha fazla su kaybetmesi sebepli yükselir.
  • Tütün ürünleri kullanımında yükselir.
  • Karaciğer veya böbrek kanserinde yükselir.
  • Yüksek rakımlarda yaşamakla yükselir.
  • Kronik akciğer hastalığı (KOAH) da yükselir.

HEMOGLOBİN NEDEN DÜŞER

  • Demir eksikliği anemisi 
  • Vitamin eksikliği anemileri (B12 vitamini veya folik asit eksikliği) 
  • Gebeliğe bağlı anemi 
  • Ailesel akdeniz anemisi (talasemi) 
  • Bağışıklık sisteminin otoimmün etkisiyle gelişen aplastik anemiler 
  • Kırmızı kan hücrelerinin kan dolaşımında veya dalakta parçalanmasıyla gelişen hemolitik anemiler 
  • Hemoglobin proteininin genetik olarak anormal yapıda olduğu orak hücreli anemi 
  • Kanser tedavisi için uygulanan kemoterapiler 
  • Akut kan kaybı 
  • Sepsis 
  • Böbrek hastalıkları 
  • Lösemi, lenfoma veya multipl myelom gibi kan hücresi üretimini olumsuz etkileyen hastalıklar 
  • Diğer kronik hastalıklar 
  • Kullanılan bazı ilaçlar 
  • Dengesiz ve sağlıksız beslenme 
  • Tütün ürünlerinin yoğun kullanımı 

13. HCT – Hemotokrit

Hematokrit (HCT), santrifüjleme yoluyla ölçülen, kırmızı kan hücrelerinin (eritrosit) hacminin toplam kan hacmine oranıdır.

HEMOTOKRİT NEDEN YÜKSELİR

  • Polisitemi
  • Dehidrasyon
  • Kalp hastalıkları
  • Akciğerlerde yara izi veya kalınlaşma
  • Uyku apnesi
  • Karbonmonoksit zehirlenmesi
  • Sigara tüketimi
  • Yüksek sıcaklıklara maruz kalmak
  • Kortizonlu ilaçlar

HEMOTOKRİT NEDEN DÜŞER

  • Yaralanma veya hastalık sonucu oluşan kan kaybı
  • Hemolitik anemi
  • Hiponatremi
  • Böbrek hastalıkları
  • Tiroid hastalıkları
  • Lösemi
  • Demir, B6 ve B12 vitamini eksiklikleri
  • Kemoterapi tedavisi
  • Dalak büyümesi

14. MCV – ”Mean Corpuscular Volume” ”Ortalama Korpüsküler Hacim”

Kırmızı kan hücrelerinin (alyuvar) ortalama boyutunu ifade eder.

Yetişkinlerde 80-100 fl değer aralığı ideal olup,

Yenidoğan bebeklerde bu değerin 96-108 fl aralığında olması beklenir.

MCV NEDEN YÜKSELİR

  • B12 eksikliği
  • Folik asit eksikliği
  • Karaciğer hastalığı
  • Alkol tüketimi
  • Miyelodisplastik sendromu
  • Kullanılan ilaçlar (Kanser, şeker, sıtma gibi ilaçlar)

MCV NEDEN DÜŞER

  • Demir eksikliği anemisi
  • Talasemi (Akdeniz anemisi)
  • Kurşun zehirlenmesi
  • Kronik hastalık anemisi
  • Sideroblastik anemi

15. MCH – “Mean Corpuscular Hemoglobin” “Ortalama Eritrosit Hemoglobini”

MCH, Eritrositlerde bulunan bir protein olan hemoglobinin miktarını belirler. Eritrosit içinde oksijen taşıma kapasitesidir.

MCH değeri, ortalama 27-31 pikogram (pg) aralığında olmalıdır.

MCH NEDEN YÜKSELİR

  • Böbrek hastalıklarında v
  • Böbrek Kanserinde yükselir.
  • Karaciğer hastalıklarınde yükselir.
  • Tiroid bezi yetersizliğinde yükselir.
  • Kronik Obstürktif Akciğer Hastalığı (KOAH) da yükselir.
  • Alkol tüketiminde yükselir.
  • Kök hücre bozukluğunda yükselir.
  • Genetik kökenli anemilerlerde yükselir.
  • Şiddetli yanıklarda yükselir.
  • Doğuştan kalp hastalıklarında yükselir.
  • Bazı ilaçların kullanımında yükselir.
  • Yüksek rakımlı bir bölgede yaşamakla yükselir.
  • Yüksek Kolesterolde yükselir.
  • Yüksek trigliseritte yükselir.

MCH NEDEN DÜŞER

  • Demir eksikliği anemisinde düşer.
  • Otoimmün hastalıklarda düşer.
  • Beslenme eksikliği (B12 ve Folik asit eksikliği) de düşer.
  • Kan kaybı veya yaralanmalarda düşer.
  • Böbrek hastalığında düşer.
  • Karaciğer hastalığında düşer.
  • Talasemi de düşer.

16. MCHC – “Mean Corpuscular Hemoglobin Concentration” “Ortalama Eritrosit Hemoglobin Konsantrasyonu”

MCHC, kırmızı kan hücresi hacmindeki ortalama hemoglobin konsantrasyonunu belirleyen bir değerdir. Eritrosit içerisindeki HGB miktarı / yoğunluğunu verir.

MCHC’nin ortalama referans aralığı 32 – 36 gram/desilitre (g/dL) veya 320 – 360 gram/litre (g/L) aralığında olmalıdır.

MCHC NEDEN YÜKSELİR

  • Hemolitik anemi
  • Vitamin B ve folat eksikliği
  • Herediter Sferositoz
  • Karaciğer hastalığı
  • Hipertiroid
  • Ciddi yanık vakaları
  • Orak hücre hastalığı

MCHC NEDEN DÜŞER

  • Demir eksikliği ve demir eksikliği anemisi
  • Akdeniz anemisi taşıyıcılığı ve akdeniz anemisi hastalığı
  • Kronik hastalık anemisi
  • Sideroblastik anemi
  • Kronik inflamasyon
  • Çölyak hastalığı
  • Böbrek hastalıkları
  • Kurşun zehirlenmesi

RDW – ”Red Cell Distribution Width” ”Kırmızı Hücre Dağılım Denişliği”

18. RDW-CV”Red Cell Distribution Width – Coefficient of Variation” ”Kırmızı Hücre Dağılım Genişliği” kırmızı kan hücrelerinin dağılım eğrisinin genişliğini ve ortalama hücre boyutlarında ki değişkenliğin ölçümüdür. Ortalama hücre boyutunun standart sapması kırmızı hücrelerin MCV’sine bölünmesi ve yüzdeye dönüştürmek için 100 ile çarpılması ile bulunur. RDW-CV için normal bir aralık yaklaşık %11,0 – 15,0’dir.

19. RDW-SD – ”Red Cell Distribution Width – Standard Deviation” ”Kırmızı Hücre Dağılım Genişliği” Kırmızı hücre dağılım eğrisinin genişliğinin femtolitre (fL ) cinsinden gerçek bir ölçümüdür.

RDW normal değeri yetişkin erkeklerde % 11.8 ila 14.5 yetişkin kadınlarda %12 ila 16 arasıdır.

RDW-SD NEDEN YÜKSELİR

  • Folat eksikliği
  • Kronik karaciğer hastalıkları
  • Alkol kullanımı
  • Sferositoz
  • Sigara kullanımı

RDW-SD NEDEN DÜŞER

20. PLT – ”Platelet” ”Trombosit” ”Kan Pulcukları”

Trombosit, Kemik iliğinde bulunan megakaryosit adı verilen çok büyük hücrelerin kana geçerken parçalanması ile oluşurlar. Kanamayı yavaşlatmak, durdurmak ve yaraların iyileşmesine yardımcı olmak için kümeleşerek tepki veren ve böylece kan pıhtısı oluşturan kan bileşenleridir.

1 Mikrolitre kan içerisinde yetişkinlerde 150 bin ile 400 bin arasında bulunur

TROMBOSİTLER NEDEN YÜKSELİR

  • Hemolitik anemisine ve demir eksikliği anemisi ne bağlı yükselir.
  • Mide, bağırsak, lenfoma ve yumurtalık gibi kanserlere bağlı yükselir.
  • Akciğer, sindirim sistemi, üriner ve genital enfeksiyonlara bağlı yükselir.
  • Kronik inflamatuar hastalıklara bağlı yükselir.
  • Gıda alerjisi, egzama, alerjik astım ve alerjik rinit (saman nezlesi) bağlı yükselir.
  • Splenektomi,dalağın cerrahi müdahale ile çıkarılma işlemine bağlı yükselir.
  • Asplenia, Dalak eksikliğine bağlı yükselir.
  • İlaçlara bağlı yükselir.

TROMBOSİTLER NEDEN DÜŞER

  • Kemik iliği hastalıklarında düşer.
  • Otoimmün hastalıklarda düşer.
  • Alkol ve ilaçlarda düşer.
  • Enfeksiyonlarda düşer.
  • Gebelikte düşer.
  • Kan Naklinde düşer.
  • Folik asit eksikliğinde düşer.
  • B12 eksikliğine bağlı meydana gelen anemilerde düşer.
  • Zehirlenme, toksik maddelerle düşer.
  • Kemoterapi yada radyoterapi tedavilerinde düşer.

21. MPV – ”Mean Platelet Volume” ”Ortalama Trombosit Hacmi”

MPV, Trombosit (PLT) ortalama hacmini/büyüklüğünü gösterir. Trombositler ilk üretildiginde hacmi büyüktür, sonra küçülür.

MPV NEDEN YÜKSELİR

  • Diyabet (şeker hastalığın) yükselir
  • Kalp damar hastalığında yükselir.
  • Kanserlerde yükselir
  • Chron hastalığında yükselir
  • Hipertiroidide yükselir.
  • Hipertansiyon (yüksek tansiyon) da yükselir
  • B12 veya D vitamin ve folat eksikliğinde yükselir
  • Karaciğer hastalıklarında yükselir.
  • Sepsiste yükselir
  • Gebelik zehirlenmesi (preeklampsi)nde yükselir.

MPV NEDEN DÜŞER

  • Aplastik anemide düşer.
  • Lupusda düşer.
  • İlik hipoplazisinde düşer.
  • Wiskott-Aldrich sendromunda düşer.
  • Birincil veya ikincil trombositozda düşer.
  • Kemik iliği yetmezliğinde düşer.
  • Demir eksikliğinde düşer.
  • Anemi (Kansızlık) da düşer.
  • Kronik böbrek yetmezliğinde düşer.
  • Genetik koşullarda düşer.

22. PCT –

23. PDW – ”Platelet Distribution Width” ” Trombosit Dağılım Genişliği”

PDW, Toplam Trombosit (PLT) boyutlarinin birbirine yakınlığını ifade eder. PDW yükseldiğinde PLT büyüklükleri aasında ciddi fark oluşur.(Biri Karpuz gibi biri ceviz gibi olur) Bu durumda hem pıhtı hem kemik iliğinde sorun akla gelir.

PDW NEDEN YÜKSELİR

  • Doğum kontrol hapı kullanımında yükselir.
  • Veremde yükselir.
  • Anemide yükselir.
  • Artitte yükselir.
  • Çeşitli kanser türlerinde yükselir.
  • Enfeksiyonlarda yükselir.
  • Diyabette yükselir.
  • Kalp ve damar hastalıklarında yükselir.
  • Solunum yyolu hastalıklarında yükselir.
  • Pulmoner embolide yükselirr.

PDW NEDEN DÜŞER

  • Kemik iliğini baskılayan lösemide düşer.
  • Radyoterapide düşer.
  • Kemoterapide düşer.
  • Pıhtılaşma sorunlarında düşer.
  • Aplastik anemide düşer.
  • Trombositozda düşer.

24. PLCR –

Daha Fazla

Vardiyalı Çalışma, Uyku ve Biyolojik Saat Yönetimi

Vardiyalı Çalışma Uyumsuzluğu
Çalışanların en ideal şekilde dinlenmesi, vücudunun vardiyalı çalışmaya uymasının yanı sıra, iş performansından ve iş güvenliğinden ödün vermeden zorlu çalışma koşullarına uzun süreli dayanma yeteneğini önemli ölçüde arttırır.

Vardiyalı çalışmaya uyumsuzluk, çalışanın vücudunun işleyişinin uyku ve çalışma döngülerindeki hızlı değişime adapte olamamasından kaynaklanır.

Çalışanın gece veya gündüz çalışmasına uyum sağlaması için, biyolojik saatinin düzenlediği vücut işleyişi ve zihinsel aktiviteleri ayarlaması gerekir.

Biyolojik saat, çalışanın uyku ve uyanıklık döngülerini, günlük enerji ve zihinsel kaynakların mevcudiyetini düzenleyen sinir sistemini ve hormanal sistemini yöneten mekanizmadır.

Çalışanların vardiyalı çalışma programlarına uyumsuzluğu ve uyku eksikliği sonucunda;

  • Enerjisinde düşme
  • Dayanıklılığının azalması
  • Görev saatleri sırasında performansında düşüş
  • Motivasyonun eksilme
  • İş arkadaşlarıyla iletişiminin azalması ve belirsizliği
  • Ayrıntılara dikkatinin azalması
  • İlgisizlik
  • İçe kapanıklık
  • Depresyon
  • Güven duygusunun azalması

Vardiyalı çalışma uyumsuzluğuna maruz kalan çalışanlarda, kardiyovasküler hastalık, gastrointestinal bozukluklar ve uyku bozuklukları gibi diğer sağlık sorunları belgelenmiştir

Düzenli ve yeterli olmayan uyku ve gün ışığına maruz kalma güven duygusunu azaltır.

Sabah uyanmaya ve gün ışığını görmeye alışkın çalışan (örneğin, 07:00’de) gündüz görev saatlerinde çalışmaya ve gece saatlerinde uyumaya adapte olmuştur. Biyolojik saatleri gün odaklıdır; yani normal iş günü ve akşam saatlerinde enerji ve zihinsel kaynaklar sağlamak üzere ayarlanmıştır.

Gün boyunca iki uyanıklık ve enerji kullanılabilirliği zirvesi gerçekleşecektir: biri sabah, biri akşamın erken saatlerinde. Gün odaklı personel normalde uyandıktan hemen sonra, tekrar öğleden sonra ve tekrar akşamın geç saatlerinde enerji ve uyanıklıkta azalmalar yaşayacaktır. Personel her gün yedi ila sekiz saat boyunca kaliteli uyku (sessiz ve karanlık ortamlarda kesintisiz uyku) uyursa enerjisini kullanılabilirliği alışkanlığı tutarlı bir şekilde korunacaktır.

Ancak uyku süresi günde altı saatten daha aza düşerse veya parlak ışıklar, gürültü veya hareket tarafından sık sık kesintiye uğrarsa, günlük bir uyku borcu birikmeye başlayacaktır. Bu uyku borcu ile çalışanda ilk olarak şunların bozulması görülecektir.

  • Uyanıklık
  • Karar verme yeteneği
  • Mantıksal yetenek gerektiren zihinsel işlevlerin performansı

Bir haftalık çalışma dönemimde devam eden uyku borcu, gündüzleri artan uykululuk ve zihinsel ve psikomotor performansının bozulmasıyla sonuçlanacaktır. Ve performans azaldıkça güvensizlik hissiyatı da artacaktır.

Uyku süresi yanısıra, vücudun biyolojik saatinin istikrarı da hem uyanıklığı hem de performansı doğrudan etkiler.

Biyolojik saatin günlük ayarında sık sık yaşanan kesintiler uyanıklık ve performansın bozulmasına neden olur. Örneğin, Pazartesi, Çarşamba ve Cuma günleri 07:00’de uyanmayı gerektiren ancak Salı, Perşembe ve Cumartesi günleri 03:30’da uyanmayı gerektiren bir nöbet programıyla çalışmak.

Uyanma saatlerinin 03.30’da olması gereken günlerde, saat gün ışığına normalden daha erken (yaklaşık 05.00’te) maruz kalacak ve bu da uyanma ve yatma saatlerinin öne alınmasına neden olacaktır.

Buna karşılık, biyolojik saatin sabahın erken saatlerindeki gün ışığı dozunu almadığı günlerde, yatma ve uyanma saatlerinin daha geç bir saate kaymasına izin verilir. Vücut saatindeki bu ilerleme günde yaklaşık yarım ila bir saat olabilir.

Vücudun zamanlama mekanizmasındaki bu değişiklikler, çekirdek vücut sıcaklığı (genellikle gün ışığı saatlerinde yüksek ve gece saatlerinde düşük) ve hormon ve nörotransmitter üretimi ve salınımı gibi diğer fizyolojik ritimlerin günlük zirve ve çukurlarının hizalanmasını etkiler.

Genel olarak, biyolojik saatin daha erken uyanma saatleri nedeniyle gün ışığına maruziyette iki saat ilerleme gibi yeni bir rejime yeniden uyum sağlaması yaklaşık üç gün sürer. Bu yeniden ayarlama, yeni uyku/uyanma programı günden güne tutarlıysa gerçekleşir. Ancak, girdiler tutarsızsa, saatin zamanlaması, kontrolündeki fizyolojik ritimlerin artık öngörülebilir bir desende ifade edilmeyeceği şekilde düzensiz hale gelebilir. Çalışanlarda etkileri şu şekilde sonuçlanır:

  • Uyku hali
  • Uykusuzluk
  • Zihinsel ve motor görevlerde performans bozulması

Çalışan gece vardiyasında çalıştığında ve vardiyanın sonunda gün ışığına maruz kalmayı kontrol etmediğinde biyolojik saate tutarsızlık sık görülür.

Örneğin, gece boyunca altı saatlik bir nöbet (örneğin, 24:00’te başlayarak), ardından altı saatlik izin (06:0012:00’den itibaren) ve ardından yaklaşık 12:00’de başlayan altı saatlik bir nöbet öngören bir nöbet programı jet lag benzeri semptomlara neden olabilir. Bu özel çalışma programında, personel (örneğin, mühendislik) normal ışık altında veya loş ışıklı ortamlarda (örneğin, gece gemide) çalışıyorsa, gün doğumundan sonra gün ışığına maruz kalmak biyolojik saati gündüz yönüne ayarlayacaktır. Gündüz yönünde, biyolojik saat beyni ve enerji döngülerini gece boyunca çalışmaya değil, uykuya yatkın hale getirir. Yorgunluk kaynaklı performans bozulması gece saatlerinde meydana gelecektir.

Vardiyalı çalışma uyumsuzluğunun önlenmesi

En iyi ihtimalle, uyku, biyolojik saatin iç saatine göre ayarlanan bir saatte gerçekleşmelidir. Bu saat sistemi uykuya dalma ve uyanma saatlerini düzenler.

Evrimsel baskılar ve fizyolojik özellikler nedeniyle, insan vücudu gün ışığında çalışmaya ve gece saatlerinde uyumaya yatkındır. Vücudun saat sistemi, yerel gün doğumu ve gün batımı ve gün ışığı süresiyle senkronize bir uyku programı sürdürür.

Enerji döngüleri, gün boyunca yüksek ve düşük uyanıklık seviyelerinin deneyimini düzenler. Uyanıklık sabahın ortasında zirveye ulaşır, öğleden sonra saatlerinde düşer, akşamın erken saatlerinde tekrar zirveye ulaşır ve gecenin erken saatlerinde azalmaya başlar ve gecenin ortasında günlük düşük seviyelere ulaşır.

Bu zirvelerin ve vadilerin tam zamanları, biyolojik saat sistemine gelen belirli girdilere bağlıdır; yani uyanma saatleri, yatma saatleri, yemek saatleri ve daha da önemlisi gün ışığına maruz kalma süresi (veya yapay ışığa maruz kalma).

Günlük tutarlılığı kolaylaştıran düzenli çalışma programlarına maruz kalan çalışan, iyi senkronize edilmiş bir biyolojik saatin faydalarından yararlanacaktır.

Bu faydalar arasında düzenli enerji geri kazanım döngüleri ve öngörülebilir uyanıklık zirveleri ve çukurları bulunur. Buna karşılık, gündüzden geceye sık sık geçişler gerektiren çalışma programları enerji geri kazanım süreçlerini bozmaya ve dolayısıyla dayanıklılığı düşürmeye eğilimlidir.

Biyolojik saati ayarlamak, belirli bir gün ışığı (veya yapay ışık) maruziyeti programı uygulamayı ve tutarlı bir uyku programı sürdürmeyi gerektirir. Gece çalışması sırasında dayanıklılık bozulmasını en aza indirmenin bir yolu, biyolojik saatin senkronizasyonunu gündüzden geceye yönlendirmeyi tersine çevirmektir. Saatin zamanlamasının enerji kaynaklarını gece boyunca zirveye sıfırlaması için, çalışma gün ışığının etkilerini taklit eden parlak ışıklar (yaklaşık 1000 lüks veya daha fazla) altında yapılmalıdır. Uyku karanlık ve gürültüsüz bir ortamda gerçekleşmelidir. Gün ışığına (veya parlak ışığa) maruz kalma sürelerinin kontrol edilememesi, dayanıklılık bozulmasına önemli ölçüde katkıda bulunur.

Parlak, yapay ışık kullanımı çalışma ortamıyla uyumlu değilse (örneğin, bir kesicinin köprüsünde veya geceleri bir helikopterin kokpitinde), biyolojik saati gece yönüne kaydırmak için belirli bir ışık ve uyku yönetimi programı tasarlanabilir. Işık maruziyeti programlarıyla denemeler yapmak, istemeden kronik dayanıklılık bozulmasına ve jet lag benzeri semptomlara neden olabileceğinden, sirkadiyen ritimler ve uyku yönetimi alanlarında çalışan profesyonellerin bu ışık ve uyku yönetimi programlarını geliştirmeleri önerilir.

Bozulan uykunun (yedi ila sekiz saatten az) biyolojik saat düzensizliğiyle birleşmesinin sinerjik etkileri, dayanıklılık bozulmasına, jet lag benzeri semptomlara ve sinirlilik, depresyon ve hatta psikoz gibi psikolojik uyumsuzluk semptomlarının şiddetlenmesine yol açabilir. Bu durumla ilişkili diğer fizyolojik semptomlar arasında kardiyovasküler hastalık ve gastrointestinal bozukluklar bulunur.

Sınırlı Sorumluluk Beyanı:
Web sitemizin içeriği, ziyaretçiyi bilgilendirmeye yönelik hazırlanmıştır. Sitede yer alan bilgiler, hiçbir zaman bir hekim tedavisinin ya da konsültasyonunun yerini alamaz. Bu kaynaktan yola çıkarak, ilaç tedavisine başlanması ya da mevcut tedavinin değiştirilmesi kesinlikte tavsiye edilmez. Web sitemizin içeriği, asla kişisel teşhis ya da tedavi yönteminin seçimi için değerlendirilmemelidir. Sitede kanun içeriğine aykırı ilan ve reklam yapma kastı bulunmamaktadır.

Daha Fazla

KOLAJEN

Yunanca’da “kolla” kelimesinden gelmektedir. Tutkal anlamına gelen bu kelime gibi kolajenler dokuların bir arada tutulması için tutkal görevi görür.

Memelilerde ve dolayısı ile vücudumuzda en çok bulunan proteindir. Şimdiye kadar tespit edilen 28 farklı kolajen tipi vardır. Deri, Kemik, Tendon, Damarlar, Göz, Diş, Saç, Tırnak gibi bir çok doku ve organda bulunur. Kemik yapımında oldukça önemlidir.

İnsan 18-20 yaş sonrası her yıl %2 civarında kolajen kaybeder.

Kadınlarda menopoz sonrası kayıp %17 civarına çıkar ve cilt sarkmaya başlar.

Bitkisel kolajen olmaz. (Kanmayın. Bitkilerde kolajen olmaz) Sadece bitkiler vasıtası ile aldıklarımız kolajen sentezini destekleyebilir.

Sırası ile Balık, Tavşan, Tavuk, Sığır etlerinden alınan aminoasitler ile en iyi kolajen elde edilir.

Her yerde duyduğunuz farklı amaçlarla üretilmiş birçok ürün çeşidi de olan bu protein yapıyı Haydi şimdi birlikte yapalım..

İlk olarak ana malzemeleri alalım bunlar Glisin, Prolin ve Hidroksiprolin aminoasitleridir. Bu 3 aminoasidin herbirini de iplik gibi düşünün. Bu 3 ipliği elimizde birleştirelim sonra da yine elimizde C VİTAMİNİ de kullanarak sola doğru bükelim. Elde ettiğimize PROKOLOJEN denir. Yani…

Kolajen üretiminin ilk safhası olan prokolojen oluşumunda C vitamini önemlidir. C vitamini eksikse kolajen yapımı da azalır.

Burada hemen kolajen takviyelerine bakalım: Takviyelerde Glisin, Prolin ve Hidroksiprolin aminoasitleri var. Kolajeni hazmetmek (sindirim sisteminde parçalamak ve kan dolaşımına geçirmek) zordur. O sebeple kapsül ve tabletler bu üç aminoasidi içerir.

Kemik suyunun yararı çok olsa da kolajen içeriğinin sindirimi düşük olduğu için kolajen açısından yararı maalesef düşüktür.

Kolajen yapımına devam edelim.

En son üç aminoasidi sola bükerken C vitamini de kullanmış ve prokolajen yapmıştık. Şimdi bu üçlü demetlerden 15 (on beş) tanesini yan yana koyup ÇİNKO ve MAGNEZYUM desteği ile bu sefer de sağa doğru bükelim. İşte size KOLAJEN elde ettik.

Yani bu safhada da ÇİNKO ve MAGNEZYUM eksik ise kolajen üretimi azalır.

Kolajen ürettik. Siz rahatladınız hemen de lakin iş öyle değil.

Kolajen elde ettik de sola büktük sağa büktük ya bunlar çözülüverirse. Bir şeyler yapmak lazım. (Endüstride bu durumlarda reçine kullanılır da vücudumuza uygun değil) İşte burada glukoz (Bildiğiniz şeker) devreye giriyor. Eliniz şekerlenince yapış yapış olur ya aynen kolajen lifinin üzerine sıvanınca ipler çözülemiyor. (Şeker çok da zararlı değilmiş demeyin her gıdadan alıyoruz abartmayın sakın)

İşimiz bitti mi? Tabi ki haaayırrr..

Yaptığımız kolajenin elastikiyetini vermedik. Eeee gerdirmedik de.. İşimiz var

Gerdirmek için bize kanca lazım. Kancayı da kilitlemek gerek. Kanca da kilit de vücudumuz içindeki enzimatik sistemler lakin o sistemlerin çalışması için de VİTAMİN A, SELENYUM ve VİTAMİN E gerekli.

EK BİLGİ: Aslında BAKIR da olması gerekli lakin dozajının ayarı çok bilinmeyenli denklem gibi.. O sebeple bilin fakat hekiminiz kontrolü olmadan asla kullanmayın.

Kolajen Tipleri

  • Tip I Kolajen: Vücuttaki en yaygın kolajen türü olan Tip 1 kolajen, cilt, kemikler, tendonlar, deri ve dişler gibi yapıların temel bileşeninde yer alır. Ayrıca saçların güçlü ve elastik olmasında da önemli bir rol oynar. Tip I kolajen, üçlü sarmal yapıya sahip olan alfa zincirlerden oluşur.
  • Tip II Kolajen: Kıkırdak dokusunun ana bileşeni olan Tip 2 kolajen, eklem sağlığı için önemlidir ve eklem kıkırdağının esnekliğini ve dayanıklılığını sağlar. Tip 2 kolajen, tip 1’den farklı olarak sadece alfa zincirlerden oluşur.
  • Tip III Kolajen: Cilt, kan damarları, iç organlar ve bağ dokusunda bulunur. Bağ dokusunun yapısal destekleyicisidir ve tip 1 kolajen ile birlikte çalışarak dokuların dayanıklılığını sağlar.
  • Tip IV Kolajen: Bazal lamina adı verilen ince bir tabakada bulunan bir kolajen türüdür. Bazal lamina tabakası, hücreleri destekler ve organların ve dokuların yüzeyini kaplar. Özellikle böbrekler, akciğerler ve kan damarları gibi filtrasyon görevi olan organlarda bulunur.
  • Tip V Kolajen: Kornealarda ve bazı cilt ve saç katmanlarında bulunan bir kolajen türüdür.

Türkiye’ de ve avrupada genellikle Tip – 1, Tip – 2, Tip – 3 formları mevcut.

Amerika ve Japonyada ise Tip – 5 ve Tip – 10 formları ağırlıktadır.

Gelelim şimdilik 28 farklı tipi olan kolajenin hangi tipini hangi durumda kullanmalısınız?

Kolajenin deriden emilimi zayıftır. Kremleri, serumları bol miktarda satışta. %2.5’tan fazla emilmeyecek bir ürüne değer mi? En doğru karar tabi ki sizin. Alacaksanız da içeriklerinde C, E, A vitamini olmasına dikkat edin.

Tabletlerinde aminoasit içeriği yüksek oranda emilir. C vitamini, Çinko, Magnezyum, Vitamin A, Bakır, Vitamin E, Selenyum, miktarı vücutta yeterli ise Kolajen yapımı da en doğru şekilde gerçekleşir.

Peki yeme içme ile kolajen yapımı için yeterli aminoasit alamama durumunda hekiminize danışarak aşağıdaki dozları alabilirsiniz;

Cildiniz için (Tip-1, Tip-3, Tip-10 un bir arada bulunması daha etkilidir.) kullanmak istiyorsanız:

Sabah – Akşam Günlük Toplam 1000 – 2000 mg kullanabilirsiniz.

Ciltteki etkisi kişiye bağlı olmakla birlikte 6 – 10 Haftada kendisini gösterir.

Eklem Ağrısı – Kemik Erimesi için (Tip-1, Tip-2 ve Tip-5 daha etkilidir.) kullanmak istiyorsanız:

Sabah – Akşam Günlük Toplam 4000 mg kullanabilirsiniz.

Etkisini 4. haftadan itibaren gösterir.

Kas Gelişimi için (Tip-1, Tip-2 ve Tip-5 daha etkilidir.) kullanmak istiyorsanız::

Sabah – Akşam Günlük Toplam 10.000 mg kullanabilirsiniz.

Etkisini 10. haftadan itibaren gösterir.

Yara İyileşmesi için (Tip-1, Tip-2 ve Tip-5 daha etkilidir.) kullanmak istiyorsanız:

Sabah – Akşam Günlük Toplam 2000 – 4000 mg kullanabilirsiniz.

Etkisini 8. haftadan itibaren gösterir.

Son dönemde yapılan çalışmalarda 12 haftalık Kolajen kullanımı ile:

🔴 Elastisite artışı %17

🔴 Kırışıklık azalması %19

🔴 Nem oranı artmış

🔴 Kemik erimesi azalmış

🔴 Kıkırdak yapı, bağ doku hasarı azalmış

🔴 Bağırsak duvarı hasarları oranı düşmüş olduğu bulunmuştur.

İdeal olan kolajen takviyesi Tip-1, Tip-2 , Tip-3, Tip-5 ve Tip-10 olmasıdır. C vitamini, Çinko, Magnezyum, Vitamin A, Vitamin E, Selenyum takviyesi de almalısınız. (Hekimize danışarak tabi ki)

Daha sonra Kolajen ile ilgili farklı bilgiler yer alan yazılarımızı yine buradan okuyabilirsiniz.

Dr Mustafa KEBAT

Tetkik OSGB İş Sağlığı ve Eğitim Koordinatörü

Sınırlı Sorumluluk Beyanı:
Web sitemizin içeriği, ziyaretçiyi bilgilendirmeye yönelik hazırlanmıştır. Sitede yer alan bilgiler, hiçbir zaman bir hekim tedavisinin ya da konsültasyonunun yerini alamaz. Bu kaynaktan yola çıkarak, ilaç tedavisine başlanması ya da mevcut tedavinin değiştirilmesi kesinlikte tavsiye edilmez. Web sitemizin içeriği, asla kişisel teşhis ya da tedavi yönteminin seçimi için değerlendirilmemelidir. Sitede kanun içeriğine aykırı ilan ve reklam yapma kastı bulunmamaktadır.

Merak edenler için İngilizce anlatımı ile kolejenin..

https://www.youtube.com/watch?app=desktop&v=H3oAFvYsuq8

Daha Fazla

DOMPERİDON

Domperidon,(İlacın etken maddesidir) mide bulantısını, kusmayı ve gastroparezi (Mide tembelliği) gibi bazı mide-bağırsak sorunlarını tedavi etmek için kullanılan bir dopamin antagonisti ilaçtır.

EK BİLGİ Gastroparezi: Gecikmiş mide boşalması olarak da adlandırılan gastroparezi, midenin zayıf kas kasılmalarından oluşan, gıda ve sıvının uzun süre midede kalmasıyla sonuçlanan tıbbi bir hastalıktır.

Çalışanlarımız tarafından maalesef uygunsuz kullanılan ilaçlardan biri.

Mide bulantısı için hiç düşünmeden kullandıkları hatta fazlaca kullandıkları bu ilaç bakın çalışanlarımızda nasıl yan etki ile karşılaşmamıza sebep oluyor.

Domperidon etken madde olan ilaçlar, antiemetik (bulantı önleyici) ve bağırsaktaki spazm (kasılma – ağrı), kabızlık için kullanılır.

İlaç bağırsaklarda Dopamin D2 reseptorü ANTAGONİSTİ’dir. Yani bu reseptörü domperidon ile durduruyoruz içerdeki dışkı pasajı ilerliyor kabızlık ve spazm geçiyor.

Aynı Reseptörden Bulantı yapan merkezde de var onu da durdurup bulantıyıda kesiyor.

Buraya kadar gayet güzel hatta ilacın molekülü oldukça büyük olduğu için kan beyin bariyerini geçemez. Bu da merkezi sinir sisteminde istemediğimiz etkilerin olmamasını sağlar. Ne güzel değil mi!

Ammaaa…

Hipofiz bezi beyinde “kan beyin bariyeri dışındadır.

Domperidon etkn maddesi hipofiz bezine etki eder. Hipofizden Süt salınımını sağlayan PROLAKTİN ve oksitosin salgılanır.

Domperidon vücuda girdiğinde kan yolu ile hipofiz bezine gider ve PROLAKTİN seviyesini YÜKSELTİR.

Artan prolaktin süt bezlerini uyararak süt üretimine neden olur ve dolayısı ile kadınlarda memeden süt gelmesi ile sonuçlanır.

Domperidon etken maddeli ilacın işyeri hekimi takibinde kesilmesi ile çalışan kısa sürede sağlığına kavuşur.

Maalesef aynı bilinçsiz tavır ile domperidon etken maddeli ilaç anne sütünü arttırmak maksadı ile de kullanılmaktadır. Ki bu da çalışan annenin sağlığı açısından çok risklidir.

Aynı şekilde domperidon etken madde hayvanlarda süt verimini artırmak adına bu kullanılmaktadır. Bu durum da insan sağlığı açısından ciddi bir tehlikedir.

Dr Mustafa KEBAT

Tetkik OSGB İş Sağlığı ve Eğitim Koordinatörü

Sınırlı Sorumluluk Beyanı:
Web sitemizin içeriği, ziyaretçiyi bilgilendirmeye yönelik hazırlanmıştır. Sitede yer alan bilgiler, hiçbir zaman bir hekim tedavisinin ya da konsültasyonunun yerini alamaz. Bu kaynaktan yola çıkarak, ilaç tedavisine başlanması ya da mevcut tedavinin değiştirilmesi kesinlikte tavsiye edilmez. Web sitemizin içeriği, asla kişisel teşhis ya da tedavi yönteminin seçimi için değerlendirilmemelidir. Sitede kanun içeriğine aykırı ilan ve reklam yapma kastı bulunmamaktadır.

Daha Fazla

Çalışanlarda Vardiya Gecikmesi

Vücudumuz iç (biyolojik) saati vasıtası ile uyku uyanıklığını, beden ısısını, belirli hormonlarının azalma ve artma periyotlarını kontrol eder.

Vücudumuzun iç (biyolojik) saati ile kontrol edilen – ayarlanan, biyolojisinin ve davranışlarının düzenine Sirkadiyen Ritm denir.

Sirkadiyen ritm olarak da adlandırabileceğimiz vücudumuzun iç (biyolojik) saati, zihinsel ve fiziksel enerjisini gündüzleri yüksek seviyede sağlarken geceleri uyku hali de diyebileceğimiz dinlenme durumuna geçirir. Vücut saatimizin düzeni günlük tutarlı zamanlarda gün ışığına maruz kalması ile sabit kalabilir. Bu süreç zihinsel uyanıklığın zamanlamasını, beden derecesini de belirler.

Melatonin, gece boyunca üretilen, uykuyu ve vücut saatinin zamanlamasını düzenleyen hormondur. Örneğin melatonin zihinsel uyanıklık ile ters orantılıdır.

Uyumsuzluğun (Desenkronizasyonun) Sonuçları

Desenkronizasyon, (Uyumsuzluk) çalışanların uyku ve çalışma saatlerinde düzenlerindeki değişimler veya seyahat etmeleri durumunda zaman farklılıkları (ülkeler arası hatta kıtalar arası seyahatlerde saat farklılıkları) nedeniyle vücutlarının fizyolojik işlevlerinin yeni zaman dilimi sebebiyle işlevlerin bozulması anlamına gelir.

Çalışanın vücudunun (fizyolojisinin) senkronizasyonu yani uyumsuzluğu, jet lag’in (zaman dilimleri arasında seyahat) veya vardiya gecikmesinin (vardiya çalışması) sonucu ortaya çıkan sonuçlardan örnekler;

  • Yapılan ölçümlerde çalışanların gece vardiyasında uyanıklık ve tepki süreleri gündüz vardiyasına göre daha kötüdür.
  • Uzun yol şoförleri (Tır ve Kamyon şoförleri) gündüz saatlerine göre 24:00 ile 02:00 arasında iki kat daha fazla kazaya karışmaktadırlar.
  • Gece vardiyasında çalışan Tren (Lokomotif) operatörleri yol güzergah uyarı sinyallerini daha yüksek oranda kaçırmaktadırlar.
  • Havacılarda gece ve gündüz uçuş simülatörleri ile yapılan çalışmalarda; gündüze göre, gece el-göz koordinasyonlarının daha zayıf, dikkat ve hesaplama becerileri daha düşük ve uçuş performanslarının da daha kötü olduğu sonucu elde edilmiştir.

Uyumsuzluk (Desenkronizasyon) Kontrolleri

Çalışanlarda vardiya gecikmesi veya jet (lag) gecikmesi gelişirse, çalışanın sirkadiyen ritminin normale dönebilmesi için birkaç hafta boyunca tutarlı bir uyku programına uyması gerekir. Başka bir deyişle, desenkronizasyon semptomlarının sadece birkaç günlük normal uykuyla ortadan kalkması olası değildir.

Genel öneriler

  • Çalışan seyahati ile farklı bir saat dilimine vardığında veya vardiyalı çalışma değişikliği yaptıktan sonra, uyku, uyanma, gün ışığına maruz kalma ve şekerlemeler için her zamanki düzenine göre hareket etmelidir.
  • Mesai harici günlerinde uyku/uyanma düzenlerini değiştirmekten kaçınmalıdır.
  • Çalışanlar her zaman tamamen karanlık odalarda uyumalıdır. Eğer çalışanın gündüz saatlerinde uyuması gerekiyorsa, siyah, kumaştan bir uyku maskesi takmalıdır.
  • Günde en az altı saat kesintisiz uyumaya çalışmalıdır.
  • Çalışan uyandığında kendisini dinlenmiş ve uyanık hissetmek için kaç saat uykuya ihtiyacı olduğunu bilmelidir.
  • Çalışanlar öğleden sonraki saatlerde uykulu hissediyorlarsa, daha fazla uykuya ihtiyaçları olduğunu bilmelidirler.
  • Çalışan uyku zamanında çevresel gürültüleri kontrol edilemiyorsa, bunları bir vantilatör, bir jeneratör, piyasada satılan bir ses maskeleme cihazı veya benzeri bir cihaz sesiyle maskelemeli veya uygun bir kulak tıkacı kullanmalıdır.
  • Çalışan, yeni bir yerde göreve başladığında veya çalışma programı değiştiğinde en az üç gün boyunca yağ içeriği yüksek gıdalardan – beslenmeden kaçınmalıdır. Vücudu yeni zaman programına alışana kadar sindirim sistemini yormamalıdır.

Öğle uykusu ve sirkadiyen desenkronizasyon

Öğle uykusu (Şekerleme) bazı durumlarda önerilir:

  • Çalışan iş veya vardiya sebebi ile gündüzden geceye geçtiğinde her zaman öğle uykusu uyumalıdır, Uyku süresince dört ila beş saatten fazla uyuyamamalı ve ertesi gece çalışmalıdırlar.
  • Çalışanın bir sonraki uyku zamanı ertesi gece olacaksa 1 – 2 saatten uzun öğle uykusu (şekerleme) yapmamalıdırlar. Unutulmaması gereken gün içinde uyumak ertesi gecenin uykusunun başlangıcını ve süresini etkileyebilir.
  • Çalışanlarına hızlı vardiya rotasyonları uygulayan işletmelerde, (personel gece görev saatlerine geçiş sırasında oluşan uyku kaybını telafi etmek için) personel sorumluları çalışanların izin zamanlarında öğle uykusu uyumaları için teşvik etmelidir.
  • Çalışanlar gündüz vardiyasından gece vardiyasına geçtiğinde, şekerleme yapma fırsatları ortaya çıkar. Bu saatleri doğru değerlendirmelidirler: – Öğleden sonra (örn. 15:00 ile 17:00 saatleri arasında) – Akşam (örn. 16:00 ile 19:00 saatleri arasında) gece vardiyasına başlamadan önce (örn. 21:00 ile 05:00 saatleri arasında)

Öğle uykularının canlandırıcı etkisinin etkileri üzerine yapılan araştırmalar şunları göstermektedir:

  • Öğleden sonra alınan 2 saatlik bir öğle uykusu (örneğin, 15:00 ila 17:00 saatleri arasında), akşam alınan iki saatlik bir öğle uykusundan (örneğin, 19:00 ila 21:00 saatleri arasında) daha fazla uyanıklık iyileşmesiyle sonuçlanmaktadır.
  • Öğleden sonra (örneğin, saat 15:00’te) yapılan şekerlemeler, saat 03:00’te alınan şekerlemelerden daha fazla toplam rüya görme süresi (REM uykusu) içerir.
  • Aynı günün ilerleyen saatlerinde gündüz görev saatlerinden gece görev saatlerine geçildiğinde, saat 15:00’te yapılan şekerleme, belirlenen uyku süresinde oluşan uyku kaybını telafi edebilir.
  • Öğleden sonra yapılan şekerlemeler, gece görevine başlamadan önce akşam yapılan şekerlemelerden daha dinlendirici olabilir. Ancak, gece yarısından sonra bir çalışma döneminde yapılan şekerlemeler, daha erken yapılan şekerlemelerden daha az dinlendirici olabilir ve bir saate kadar performans düşüşüne neden olabilir. Bu husus, gece yarısından sonra yapılan bir şekerlemenin değerini sınırlar.

Zaman Dilimleri Arasında Seyahat Etmeden Önce Çalışanın ön Adaptasyonu

Çalışanın yeni bir zaman dilimine veya vardiyaya adapte olabilmesi ciddi bir ön koordinasyon ve iş birliği gerektirir. Ön adaptasyon için, çalışanın günlük uyku saatlerini yeni dönemde uyması gereken saatlere göre bir kaç gün önceden yaşamaya başlamalıdır. Bu süreci saatleri yavaş yavaş kaydırarak yapmalıdır.

  • Ön adaptasyona için ayrılan gün sayısı ve günlük kaydırılan saat sayısı, geçilecek zaman dilimlerinin sayısı ve alınan önceden bildirim miktarı dahil olmak üzere birçok faktöre bağlıdır.
  • Faz kaymasının büyüklüğü günde altı saati geçmemeli ve günde iki ila dört saat arasında değişmelidir.
  • Çalışanlar ön adaptasyondayken rutin mesai saatleri haricinde muhasebe bölümüne ve insan kaynaklarına ulaşabilmeli, yeni uyku ve yaşam sürecne göre yemekler vb gibi ihtiyaçları sağlanmalıdır. Bu desteği alamayan çalışanın ön adaptasyonu doğru yaşayabilmesi pek mümkün değildir.
  • Çalışana ön adaptasyonu doğru yaşayabilmesi için (aile üyeleri, arkadaşları vb gibi insani iletişimleri doğru yönetebilmesi için) uyum teknikleri öğretilmelidir.

Zamanlanmış Işık Maruziyeti

Yeni zaman dilimine veya vardiyasına adaptasyonu hızlandırması doğal veya yapay gün ışığına maruziyeti doğru planlayarak mümkündür. Bunun için:

  • Vücudun zamanlama mekanizmasını etkilemek için 1000 lüksün (şafak ışığı parlaklığı) üzerindeki ışık seviyeleri gereklidir. En az bir saat süren maruziyetler, uyku döngüsünü ve diğer fizyolojik ritimleri yeniden senkronize etmede etkilidir.
  • Gece uyumaya, gündüz çalışmaya ve gece yatmaya alışkın olan kişiler için (örneğin, 22.00’de), 03.00 ile gün doğumu arasındaki gün ışığına veya yeterince parlak ışığa maruziyet, uyku başlangıcını her gün yaklaşık bir ila üç saat daha erken başlatacaktır.
  • 03.00 ile gün doğumu arasındaki zaman dilimi, ileri vücut zaman dilimi olarak adlandırılır. Çünkü bu dönemdeki ışık maruziyeti daha erken uyanma ve yatma saatleriyle sonuçlanır. İlerlemenin tam miktarını tahmin etmek, çoğu saha durumunda elde edilmesi pratik olmayacak fizyolojik ritimler (örneğin, çekirdek vücut sıcaklığı veya melatonin üretimi) hakkında bilgi gerektirir.
  • Doğuya doğru seyahatte, ilk üç gün boyunca ileri vücut zaman diliminde (seyahat edenin seyahatten önce yaşadığı zaman diliminden hesaplanan saat zamanları) gün ışığına maruz kalmak, yeniden senkronizasyon sürecini hızlandıracaktır. Gün ışığından, varış yerindeki ilk üç ardışık gün boyunca gün doğumu ile yerel saatle 11:00 arasında (bu saat zamanları varış yerinin zaman dilimi kullanılarak hesaplanır) kaçınılmalıdır.
    İlerleme bölgesi günden güne daha erken saatlere kayacaktır; fizyolojik ritimler hakkında veri olmadan iki günlük ilerlemeden sonra zaman aralığını doğru bir şekilde tahmin etmek zordur. Bu nedenle, üçüncü günden sonra, gün ışığına maruz kalma, başlangıç ​​zaman diliminde olduğu gibi uyandıktan hemen sonra gerçekleşecek şekilde koordine edilmelidir.
  • Batıya doğru seyahatte, gün batımı ile 03.00 (gecikmeli vücut zaman dilimi) arasında gün ışığı veya parlak ışık maruziyeti aramak uyku başlangıcını geciktirmeye yardımcı olacaktır. Gecikmenin süresi, ışık maruziyetinin süresine bağlıdır. Çoğu durumda, bir ila üç saatlik maruziyet süreleri, bireysel farklılıklara bağlı olarak bir saat veya daha fazla önemli gecikmelere neden olacaktır.
  • Uygun ekipman mevcut olduğu takdirde, vardiya değişiklikleri veya seyahat öncesinde veya sırasında uyku değişikliklerini etkilemek için yapay parlak ışıklar kullanılabilir. Parlak ışık bankaları ticari tedarikçilerden temin edilebilir ve etkili görünmektedir. Gece vardiyasında çalışanlar için parlak bir şekilde aydınlatılmış bir çalışma alanı sağlamak faydalı olabilir.
  • Koyu renkli güneş gözlükleri takmak, istenmeyen gün ışığına maruz kalmayı en aza indirebilir (yukarıdaki doğuya doğru seyahate bakın). Çok koyu renkli güneş gözlükleri ticari kaynaklardan sipariş edilebilir. Bunlar mevcut değilse, geleneksel güneş gözlükleri ışık maruziyetini azaltabilir.

Sınırlı Sorumluluk Beyanı:
Web sitemizin içeriği, ziyaretçiyi bilgilendirmeye yönelik hazırlanmıştır. Sitede yer alan bilgiler, hiçbir zaman bir hekim tedavisinin ya da konsültasyonunun yerini alamaz. Bu kaynaktan yola çıkarak, ilaç tedavisine başlanması ya da mevcut tedavinin değiştirilmesi kesinlikte tavsiye edilmez. Web sitemizin içeriği, asla kişisel teşhis ya da tedavi yönteminin seçimi için değerlendirilmemelidir. Sitede kanun içeriğine aykırı ilan ve reklam yapma kastı bulunmamaktadır.

Daha Fazla

Kolesterol Düşürücü Antioksidan Ardıç Yağı

Ardıç : Servigiler (Cupressaceae) familyasından Juniperus cinsine ait çam ailesinden iğne yapraklı ağaç ve çalı formundaki taksonların ortak adı.

Şaman Türkmen’lerde ve Bektaşi – Alevilerde kutsal olarak kabul edilen bir ağaçtır. Dallarına bez bağlanarak dilek tutulur veya dalları tekkelerde tütsü olarak kullanılır.

Orta Asya Türk mezarlarında ardıç dikmek gelenek haline gelmiştir. Eski Türklerde ardıç adını taşıyan birçok kutsal yer olduğu bilinmekte, günümüzde ise ülkemizdeki bazı yörelerde, ardıç ağacının dalına bir bez bağlayarak dilek tutma geleneği halen devam ettirilmektedir.

Erzurum’daki ardıç ağacının fosilleşmiş köklerinden “oltu taşı” adı verilen kolay işlenebilir ve yarı kıymetli bir taş elde edilmektedir.

EK BİLGİ:Türkiye’deki en eski ardıç ağacının Konya, Taşkent Alata (Balcılar)’da bulunduğu iddia edilmektedir. Bu iddiaya göre bin veya 2300 yaşında olan bu ağaca yöresel olarak ağıl ağaç denilmektedir. Daha ayrıntı için aşağıdaki Orman Genel Müdürlüğü web adresine bakabilirsiniz. https://www.ogm.gov.tr/tr/yararli-bilgiler/haftanin-agaci/ardic

Ardıç Meyvesi: Ardıç meyvelerinin içermiş olduğu uçucu yağlar, meyvelere acı bir tad ve terebentin benzeri koku verir. Ardıç ekstraktlarındaki önemli fenolik bileşenler lignanlar, kumarinler, sesquiterpenes, abietan, labdane ve pimaran diterpenleri, flavonoidler, biflavonoller, flavon glikozitleri ve taninler olarak saptanmıştır (Topçu ve ark., 1999).

Ardıç meyvesinin kimyasal kompozisyonu (Poddar and Lederer, 1982, Inci ve ark., 2016)

Andız/Ardıç Pekmezi : Bir ardıç türü olan andız ağacı (Juniperus drupacea) meyvelerinin içerisinde sert bir çekirdek bulunmakta ve bu çekirdeklerden andız tespihi, andız kozalaklarının dış kabuklarından ise andız pekmezi yapılmaktadır. Ülkemizde, Toroslarda dağ köylerinde, geleneksel olarak genç kozalakların su ile kaynatılması sonucu “andız pekmezi” elde edilmektedir. Bu pekmezin tadı hafif acımtıraktır ve zahmetli bir yapımı olduğundan üretimi sınırlı miktarda yapılmaktadır. Halk arasında kandaki şeker miktarını ayarladığı ve kansızlığa iyi geldiği bilinen andız pekmezi; halk tababetinde bronşit, öksürük, ağız yaraları, verem, böbrek iltihabı, sedef hastalığı, mide bulantısı, hemoroit tedavisinde kullanılmakta ve ayrıca akciğer ve karaciğere faydası olduğu düşünülmektedir. (Karaca, 2009).

Ardıç yağı: Meyvesinden, yapraklarından ve odunsu kısmından elde edilmektedir. Meyveden elde edilen ardıç yağının diğerlerinden elde edilen yağa göre daha üstün özellik gösterdiği; daha az odunsu, tatlı, taze bir aromaya sahip olduğu belirtilmiştir. Gıda kimyasalları kodeksinde (FCC) ardıç yağı karakteristik kokulu ve aromalı, acı tadı olan hafifçe yeşil veya sarı bir sıvı olarak tanımlanmaktadır (Attokaran, 2017).

Ardıç Yağı: Kozalak olarak da bilinen ve kendine özgü doğal bir kokuya sahip olan ardıç ağacı tohumlarının su buharı ile damıtılması sonucunda ardıç yağı elde edilir.

EK BİLGİ: Asya, Avrupa ve Kuzey Amerika’da yetişen ve her mevsim yeşil bir bitki olan Juniperus communis Lynn (JCL)’den hidrodistilasyon yoluyla elde edilir. Kimyasal olarak yapısında flavonoidleri, biflavonoidleri ve aromatize alkol grupları içermesinden dolayı, parfümlerde ve lezzetlendirici olarak bazı gıdalarda ardıç meyvesi yaygın bir şekilde kullanılmaktadır.

Ardıç Yağının Genel Olarak Faydaları Nelerdir?

Ardıç yağının vücudumuza fayda sağlaması tohumundaki esansiyel yağların önemli bölümünü oluşturan terpen bileşikleri sayesindedir.

Sindirim Sistemi Sorunlarının Tedavisini Destekleyebilir

Anadoluda sıklıkla hazımsızlık ve mide yanması gibi sorunlarda kullanılmaktadır. Mide asidinin artmasını sağlayarak sindirim sisteminin doğru hızda çalışmasını sağlayarak hazımsızlığı giderir. (Mide asidi azaldığında sindirim yavaşlar hazımsızlık sorunu başlar.) Sindirim sistemenin vücut için gerekli hızda çalışması barsaklardaki gaz sorununu da ortadan kaldırır. (Hekiminizin onayı olmadan asla midde barsak sorunlarınızda kullanmayın.)

İltihaplanmayı Azaltabilir

İçeriğindeki antioksidan bileşenler vasıtası ile iltihap (enfeksiyon) sırasında ortaya çıkan serbest radikallerin hücre hasarını engelleyerek dolaylı olarak iltihap giderici rol alır. (Hekiminizin onayı olmadan asla enfeksiyon (iltihap) gibi durumlarda kullanmayın.) Benzeri etkilerini maya ve bakteriler için de gösterir.

İdrar Yolu Enfeksiyonlarının Tedavisini Destekleyebilir

Meyveleri kaynatılarak böbrek enfeksiyonlarının tedavisinde kullanılmıştır. (Ritch-Krc EM, Thomas S, Turner NJ, Towers GHN. Carriere herbal medicine: traditionally and contemporarily use. J. Ethnopharm. 1996; 52: 85–94.)

(Newall CA, Anderson LA, Phillipson J.D. Herbal Medicines. A Guide for Health-Care Professionals. London: The Pharmaceutical Press. 1996.Ritch-Krc EM, Thomas S, Turner NJ, Towers GHN. Carriere herbal medicine: traditionally and contemporarily use. J. Ethnopharm. 1996; 52: 85–94. 6. Newall CA, Anderson LA, Phillipson J.D. Herbal Medicines. A Guide for Health-Care Professionals. London: The Pharmaceutical Press. 1996.)

Meyveleri kaynatılarak kullanılması (antibakteriyel özelliği) destek sağlamakta olup etken miktroorganizmaların tamamen ortadan kalkmasını sağlamaz. (Hekiminizin onayı olmadan asla idrar yolu enfeksiyonu tedaviniz için kullanmayın.)

Kan Şekerinin Düzenlenmesine Yardımcı Olabilir !

Ardıç yağı serum glukoz ve fruktozaminini düşürücü antidiabetik etkisi obez olmayan diabetik farelerde gösterilmiştir. İlgili konuda çalışmalar mevcut ise de henüz kullanım dozu (miktarı) vb gibi tedavi edici kesin bir yayın yoktur. (Hekiminizin onayı olmadan asla kan şekerinizin düzenlenmesi tedavisi için kullanmayın.)

Ardıç meyvesinin antidiabetik etkisi Sa´nchez de Medina ve ark. tarafından da rapor edilmiştir. (Sa´nchez de Medina, F, Ga´mez MJ, Jime´nez I, Jime´nez J, Osuna JI and Zarzuelo A. Hypoglycemic activity of juniper “berries”. Planta Med. 1994; 60: 197–200.)

Kalp Sağlığının Korunmasına Yardımcı Olabilir

Ardıç yağı içerindeki etken maddeler vasıtası ile kandaki HDL kolesterol seviyelerinin yükselmesini ve Trigliserit ve LDL kolesterol seviyelerinin düşmesine yardımcı olabilir.(Hekiminizin onayı olmadan asla kan Kolesterol ve trigliserid seviiyelerinizin düzenlenmesi tedavisi için kullanmayın.)

Cilt Sağlığının Korunmasına Yardımcı Olabilir

Ardıç yağındaki yüksek antioksidan aktivite, cilt hasarlarının önlenmesini, kolajen üretiminin artmasını cildin su tutma özelliğinin artmasını, ciltte fazla yağın emiliminin artmasını yardımcı olarak cildin daha parlak, canlı ve genç görünümünü sağlayabilir.

⭐️⭐️⭐️⭐️

Ardıç Yağının Kolesterol düşürücü/antioksidan etkisini gösteren deneysel bir çalışmaya bakalım.

Türkiyede (Süleyman Demirel Üniversitesinde, Duygu Kumbul Doğuç, Nilgün Gürbüz, Firdevs Aylak, Emin Şavik, Fatih Gültekin tarafından) yapılan bir çalışmada 35 tane deney faresini 7 şerli 5 gruba ayırıyorlar; Deneyin hedefi “Ardıç yağının KOLESTEROL DÜŞÜRMEYE ve antikoksidan etkinliğini derecesini tespit etmek”

Aşağıdaki tabloda görüleceği gibi

  1. Sütunda deney farelerinin grupları yer almaktadır. Her gruba farklı yem, miktar ve ardıç yağı verilmiş.
  2. Sütunda MDA düzeyi (Vücutta oksidasyon arttıkça yağ dokudan salgılanan bir madde. Yüksek çıkması kötüdür.
  3. Sütunda KAT (katalaz) antioksidan kapasiteyi gösterir, yani yüksek çıkması iyi
  4. Sütunda GSH (glutatyon) antioksidan kapasiteyi gösterir, yani yüksek çıkması iyi
  5. Sütunda SOD ( süperoksit dismutaz) antioksidan kapasiteyi gösterir, yani yüksek çıkması iyi

Bir ay süre ile her deney faresi grubuna verilenler aşağıdaki gibidir. 35 fare de Fareler 250 g takribi ağırlıktadır.

Grup 1 : Normal yem verilmiş. Bu grubun değerlerini referans değer olarak alacağız.

Grup 2 : Birinci gruba göre Kolesterol yüklü yem verilmiş. MDA artmış. KAT, GSH, SOD Fazlası ile düşmüş.

Grup 3 : Kolesterol yüklü yem ve 50 mg/ kg ARDIÇ YAĞI verilmiş. MDA düşmüş, KAT, GSH, SOD fazlası ile yükselmiş.

Grup 4 : Kolesterol yüklü yem ve 100 mg ARDIÇ YAĞI verilmiş. MDA öyle yükselmiş ve KAT, GSH, SOD (antikoksidan aktivite) öyle düşmüş ki hiç yağ vermeden sadece kolesterollü yem ile beslenen fareler daha iyi. Yorum ARDIÇ YAĞI Vücut kitlesine göre oransal arttırıldığında daha da kötü oluyor.

Grup 4 : Kolesterol yüklü yem ve 100 mg ARDIÇ YAĞI verilmiş. MDA öyle yükselmiş ve KAT, GSH, SOD (antikoksidan aktivite) öyle düşmüş ki hiç yağ vermeden sadece kolesterollü yem ile beslenen fareler daha iyi. Yorum ARDIÇ YAĞI Vücut kitlesine göre oransal arttırıldığında daha da kötü oluyor.

Grup 5 : Kolesterol yüklü yem ve 200 mg ARDIÇ YAĞI verilmiş. MDA en yüksek seviyeye yükseliyor lakin KAT, GSH, SOD (antikoksidan aktivite) en düşük seviye ile vücudun oksitlenmesi ile felakete götürecek düzeye düşürüyor. Yorum ARDIÇ YAĞI Vücut kitlesine göre oransal arttırıldığında daha da kötü oluyor.

İlacı zehirden ayıran dozudur.

Paracelsus

Kimyager – Hekim

⭐️⭐️⭐️⭐️

ELDE EDİLEN SONUÇ

⭐️ Ardıç yağı 50 mg /kg verildiğinde maksimum fayda sağlarken verilen miktar (doz) artınca zararlı etkileri ortaya çıktı.

Bu örnek durumdan yola çıkarsak çalışanlarımızın işyeri hekiminin kontrolü ve onayı altında olmadan kullandıkları ilaçlar ve miktarları kendilerine zararlı olabilir. Ve bu zarar çoğunlukla anlık görülmediği zaman vücutta sinsi ve yavaş birr şekilde sorunlar yol açabilecektir.

⭐️ Bitkisel maddeler bile olsa “doz/kilo-yaş” oranı ve hastalığınızın şiddeti önemlidir.

Ardıç Yağı alımı konusunda heveslenenler için nasıl kullanacaklarını bilmeleri çok önemli. (Vereceğim bilgiler ve dozları muhakkak hekiminizin onayını alarak kullanmalısınız belki de kullanmamalısınız.)

⭐️ Ne kadar kullanacaksınız: Yetişkinlerde her 25 kg ağırlığa 1 (bir) damla hesap edilir. Örnek 75 kilo bir kişi için 3 damla yeterlidir.

⭐️Nasıl kullanacaksınız: Bir tatlı kaşığı zeytinyağı içine Örnek 75 kilo bir kişi için 3 damla ardıç yağı damlatıp TOK olarak içmelisiniz.

⭐️ En fazla ne kadar kullanabilirsiniz: Vücut ağırlığınız ne olursa olsun günlük 5 damlayı geçmemelisiniz.

Dr Mustafa KEBAT

Tetkik OSGB İş Sağlığı ve Eğitim Koordinatörü

Sınırlı Sorumluluk Beyanı:
Web sitemizin içeriği, ziyaretçiyi bilgilendirmeye yönelik hazırlanmıştır. Sitede yer alan bilgiler, hiçbir zaman bir hekim tedavisinin ya da konsültasyonunun yerini alamaz. Bu kaynaktan yola çıkarak, ilaç tedavisine başlanması ya da mevcut tedavinin değiştirilmesi kesinlikte tavsiye edilmez. Web sitemizin içeriği, asla kişisel teşhis ya da tedavi yönteminin seçimi için değerlendirilmemelidir. Sitede kanun içeriğine aykırı ilan ve reklam yapma kastı bulunmamaktadır.

⭐️⭐️⭐️⭐️

Bilimsel Yazı Okumayı Sevenler İçin aşağıdaki araştırmaları okumalarını tavsiye ederim.

ARDIÇ YAĞI KOLESTEROLDEN ZENGİN DİYETLE BESLENEN SIÇANLARIN KALP DOKUSUNDA OKSİDATİF STRESİ AZALTIP, ANTİOKSİDAN ENZİM AKTİVİTELERİNİ YÜKSELTİYOR

Duygu Kumbul Doğuç1,Nilgün Gürbüz2, Firdevs Aylak1, Emin Şavik3, Fatih Gültekin1 Demirel Üniversitesi Tıp Fakültesi, Temel Tıp Bilimleri Bölümü, Tıbbi Biyokimya Anabilim Dalı, Isparta; 3Çocuk Hastalıkları Hastanesi, Biyokimya Bölümü, Şanlıurfa

https://dergipark.org.tr/tr/pub/sdusbed/issue/20915/224732

Ardıç Meyve ve Yağının Kullanım Alanları

Dr. Öğr. Üyesi Ayla ÜNVER ALÇAY1, Öğr. Gör. Cansu AKGÜL2 , Öğr. Gör. Meryem BADAYMAN1, Öğr. Gör. Ekin DİNÇEL1 1İstanbul Aydın Üniversitesi, ABMYO, Gıda Teknolojisi Programı 2İstanbul Aydın Üniversitesi, ABMYO, Gıda Kalite Kontrolü ve Analizi Programı

https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/531255

Dört Ardıç Türünün Esansiyel Yağlarının Biyolojik Aktivitesi ve Biyopestisit Olarak Potansiyelleri

Ivanka Semerdjieva , Valtcho D. Zheljazkov ,  Tzenka Radoukova , Ivayla Dincheva , Neshka Piperkova , Vasilina Maneva , Tess Astatkie , Miroslava Kačániová  https://www.ncbi.nlm.nih.gov/pmc/articles/PMC8586938/

Daha Fazla

SİYANÜR ZEHİRLENMESİ ve B12 İLİŞKİSİ

SİYANÜR, “Hidrosiyanik asit” ya da “prussik asit” olarak da bilinen, son derece toksik maddedir. Normalde insan vücudunda içtiğimiz su dahil bazı besinlerle mutlaka girer ve bulunur.

Örneğin: Siyanürün Su da 0.005 ile 0.05 ppm arasında bulunan SİYANÜR normal kabul edilir içilebilir olarak görülür. (Türk Ulusal Mevzuatı)

Çeşitli meyvelerin (Elma, Şeftali, Acı Kayısı, Kiraz, Erik, vb) tohumlarında bulunan, “Amigdalin” adlı bir glikozid Siyanür kaynağıdır. Fasulye, Patates, Turp, Lahana, Şalgam, Brokoli ve Mısır gibi bitkiler siyanürlü bileşikleri, otçul hayvanlara karşı bir savunma mekanizması olarak doğal bir şekilde üretmektedir.

Yani siyanürden kaçmak neredeyse mümkün değil. Zehirleme miktarında olmasa bile su dahil farklı yollardan devamlı vücudumuza siyanür alıyoruz.

İlk aklınıza gelecek şu olacaktır.

Vücudumuzda siyanür zaman içinde birikip zehirlenme yapmaz mı? Cevap: Hayır

Çünkü..

Farklı yollardan aldığımız siyanür’ün vücutta birikmesine engel olan bir mekanizma vardır.

B12 vitamini (Kobalamin) suda çözünen ve metabolik süreçlerde kullanılan farklı formları mevcuttur. Bu formlardan Hidroksikobalamin‘deki hidroksi grubunun siyanür ile yer değiştirmesi sonrası nontoksik siyanokobalamin‘e dönüşür. Siyanokobalamin de idrar yolu ile atılır.

🔴🔴🔴🔴🔴🔴🔴🔴🔴🔴🔴🔴

B12 (Kobalamin) Vitamini

Hayvansal gıdalar vücudumuza aldığımız B12 (Kobalamin) vitaminin esas kaynağını oluşturur. En fazla karaciğer ve böbrekte bulunan B12 vitamini et, süt, peynir ve yoğurt gibi hayvansal yiyeceklerde de daha az oranda olmak üzere bulunabilir.

Karaciğerde 400 günlük B12 depolansa da günlük ek B12 gelmezse çok çabuk harcanır.

B12 (Kobalamin) Formlarını İnceleyelim

Hidroksikobalamin Formu

Siyanürü bağlayan B12 öncül formudur. Hidroksikobalamin deki hidroksi grubunun siyanür ile yer değiştirmesi ve kobalt’ın siyanürü bağlaması ile nontoksik siyanokobalamin (Vitamin B12) meydana gelir ve idrarla atılır.

Metilkobalamin Formu

Vücudumuzda kullandığımız aktif form Metilkobalamin’dir. B12 nin diğer formları metilasyon’da homosisteini kullanarak Metilkobalamin’e dönüşür. Eger metilasyon döngüsü bozukluğu var ve B12 aktifleşmezse Homosistein yükselir

Homosistein için B12 (metilkobalamin), B9 (metilfolat), B6 (P5P) beraber gerekir. (Aktif formları metilkobalamin, metilfolat, P5P)

EK BİLGİ: Metilasyon döngüsü, hücrelerimizin çeşitli metabolik süreçlerinde önemli bir rol oynayan bir biyokimyasal yolak olarak tanımlanır. Bu süreç, metil gruplarının bir molekülden diğerine transfer edilmesini içerir ve metilasyonun doğru şekilde gerçekleşmesi için belirli koenzimler, enzimler ve vitaminler gereklidir. Metilasyon, DNA sentezi, RNA sentezi, protein sentezi, hücre bölünmesi, hücre ölümü, hücre farklılaşması, nörotransmitter üretimi, hormon üretimi ve bağışıklık fonksiyonu gibi birçok biyolojik süreci etkiler.

Adenozilkobalamin Formu

Bu form da aktif formdur ve yağ asitlerinin oksidasyonu için gerekli olan süksinil CoA sentezinde görev yapar.

Aquakobalamin Formu

Depo formudur…Hep yağda eriyen vitaminler (A,D,E K) depolanır. B12 su da eriyip depolanan bir vitamindir.

Siyanokobalamin Formu

Genelde ilaç olarak satılan ticari formdur. Fazlası idrarla atılır.

Dr Mustafa KEBAT

Tetkik OSGB İş Sağlığı ve Eğitim Koordinatörü

⭐️⭐️⭐️⭐️

Daha çok ayrıntı ve bilimsel bilgi isteyenler için

Maruziyeti Sınır Değeri – Herhangi bir etkene maruz kalma durumunun sağlık için sınır değeri

Siyanür Maruziyeti Sınır Değerleri

NIOSH için; STEL 4,7 ppm = 5 mg/m3 (NIOSH – İngiltere İş Güvenliği ve İş Sağlığı Kurumu)

OSHA için; TWA 10 ppm = 11 mg/m3 (OSHA – ABD Çalışma Bakanlığı’na bağlı Mesleki Güvenlik ve Sağlık İdaresi)

(TWA: 8 saatlik STEL: 15 dakikalık) (Zaman Ağırlıklı Ortalama Değer (TWA): Günde 8, haftada 40 saat çalışma süresince uzun süreli ve tekrar edilebilen maruziyetlerde çalışanların sağlığını bozmayacak zaman ağırlıklı ortalama konsantrasyonu ifade eder.)

Türk Ulusal Mevzuatı

İçme suyu için, 50 µg/lt (Türk Gıda Kodeksi)

Gıda için, 1 µg/kg (Türk Gıda Kodeksi)

Solumada ortam için;10 mg/m3 (Yürütmeden kaldırılmış olan İşyeri Sağlığı veGüvenliği Tüzüğü)

EPA için; 0,2 µg/lt (içme suyu) üzerinde siyanür bulunamaz

Vücutta 40’tan fazla enzim sistemini inhibe eder ki bunların içinde en önemlisi Elektron Transport Zinciri olarak da bilinen, oksidatif metabolizmada görevli Sitokrom oksidaz sistemidir .

Sitokrom oksidaz, sitokrom c oksidaz (CcO) olarak da bilinir, aerobik organizmalarda hücresel solunumun kritik bir bileşeni olan elektron taşıma zincirinde temel bir enzimdir. Ökaryotlarda iç mitokondriyal zarda ve prokaryotlarda plazma zarında bulunur.

Yapısı

Sitokrom oksidaz, tipik olarak demir ve bakır gibi metal iyonları içeren birden fazla alt birimden oluşan karmaşık bir enzimdir. İşlevi için çok önemli olan iki hem grubu (hem a ve hem a3) ve iki bakır merkezi (Cu_A ve Cu_B) içerir.

İşlevi

  1. Elektron Taşımacılığı : Sitokrom oksidaz, elektronların sitokrom c’den moleküler oksijene (O₂) transferini katalize eder. Bu reaksiyon, elektronların oksijeni suya (H₂O) indirgemek için kullanıldığı elektron taşıma zincirinin son adımıdır.
  2. Proton Pompalaması : Elektron transferi süreci, mitokondriyal membran boyunca protonların (H⁺ iyonları) taşınmasıyla birleştirilir. Bu, ATP sentezi için gerekli olan bir proton gradyanı yaratır.
  3. ATP Üretimi : Proton gradyanı tarafından oluşturulan proton motivasyon kuvveti, oksidatif fosforilasyon sırasında ADP ve inorganik fosfattan ATP sentezlemekten sorumlu enzim olan ATP sentazı çalıştırır.
  4. Metabolik Düzenleme : Sitokrom oksidaz ayrıca oksijen mevcudiyetine karşı metabolik yanıtların düzenlenmesinde rol oynar ve hipoksi ile ilgili hücresel sinyal yollarını etkileyebilir.

Oksijene benzeyen kimyasal bir yapıya sahip olan siyanür, toksik (zehirleyici) etkisini sitokrom oksidazın (ferrik) Fe+³ değerlikli formuna bağlanarak yapar.

Sitokrom oksidaz sistemi elektron transportunda sitokrom a-aa3 kompleksini içermektedir. Siyanür bu enzim kompleksine bağlanınca, elektron transportunu inhibe eder ve moleküler oksijen bloke olur. Oksidatif metabolizma ve fosforilasyon bozulur. Oksijenin hücresel tüketiminin azalmasıyla, perifer dokuda oksijen basıncı artmaya başlar. Siyanür, oksijen yokluğuna benzer fizyolojik etkilerle kendini göstermektedir. Oksijen dokulara normal olarak ulaşmakta, ancak burada tüketilememesine bağlı olarak, bir histotoksik (hücresel) hipoksi ortaya çıkmaktadır. Oksijen yetersizliği nedeniyle bir hipoksi tablosu bulunan karbon monoksit zehirlenmesinden bu özelliği ile ayrılmaktadır.

Oksijenin hücresel kullanımının bozulmasıyla, venöz kandaki oksijen derişimi arteriyel kandakine yaklaşmakta, cilt ve mukoz membranlarının kızarmasına neden olmaktadır. Yine aynı nedenle siyanoz oluşmamaktadır. Bunun yanında, siyanürün karotid ve aortik oluşumlardaki kemoreseptörleri uyarmasıyla solunum derinleşmektedir. Solunumun artmasıyla toksisite artar, ölüm solunum durması sonucu gerçekleşir. Siyanür organizmada siyanat ve tiyosiyanata oksitlenmektedir. Düşük dozlarda, sülfür transferaz (rodenaz) enziminin etkisiyle tiyosiyanata (SCN) dönüþerek idrarla atılmaktadır. 30 ppm siyanür, vücutta sekiz saat içinde detoksifikasyona uğrayarak atılır.

Alıntı Mavi Yazılı Bölüm: Dr. Tülay Renklidağ, Dr. Asude Gökmen Karaman Siyanür Zehirlenmesi

Daha Fazla

Glutatyon – Yaşlanmayı – Metabolik Hastalıkları Önlemek Mümkün mü?

GLUTATYON

Glutatyon, hücrelerin enerji santralleri olan mitokondrilerin sağlıklı bir şekilde çalışması için gereklidir. Hasarlanmış veya işlev bozukluğu olan mitokondrilerin kanserleşme sürecinde kritik bir yeri vardır. Mitokondrilerin çalışması toksinler veya sağlıksız hücresel ortam nedeniyle bozulduğunda hücre solunum için oksijen yerine glukoz (şeker) kullanılan daha ilkel bir solunum formuna geçtiğinde kanserleşmektedir.

Vücudun ürettiği veya dışarıdan aldığı antioksidanların en kuvvetlisidir. Besinler etki edebildikleri antioksidan kapasitesine göre ORAC puanı alır.

Bu puanlamaya göre Glutatyon ‘un 1 g = 7.612.900 puandır. (Nar 100 gr 5700 puandır.)

Vücuttaki en önemli antioksidan olan Glutatyonun 20’li yaşlara kadar vücutta yeterli üretimi olur ve 20 yaşından sonra doğal glutatyon üretimi her on yılda ortalama %10 azalmaktadır.

Glutatyon serbest radikallerin ihtiyacı olan elektronu kendinden verir. Hücrelere zararın önüne geçer. Ya da bir başka yol olarak, serbest radikali hapis eder. Ve oksitlenerek kendisini feda eder.

Oksitlenmiş haline GSSG, işe yarayan temiz, indirgenmiş haline GSH denir. GSH / GSSG oran 90/10 şeklinde olur.

Glutatyona “ana anti-oksidan” denilmesinin sebebi, onun serbest radikalleri yakalayarak karaciğere taşır ve burada kendisini yenileyerek tekrar işine geri dönmesidir.

EK AYRINTI BİLGİ: Glutatyon, vücudumuzdaki hücreler tarafından üretilen ve önemli biyokimyasal mekanizmalarda kilit rol oynar. Tam adı gama-glutamilsisteinilglisindir. Başka bir deyişle, bir tripeptittir, glutamik asit, sistein ve glisinden oluşan üç amino asitli bir zincirdir. Teknik olarak, bu duruma  indirgenmiş glutatyon (GSH) denir.

Glutatyon vücudun doğal antioksidanlarından biri olarak işlev görür, ancak yalnızca GSH formunda bu işlevini yürütebilir.

EK AYRINTI BİLGİ: Orta amino asit olan sistein, –CH2SH yan zincirine sahiptir. GSH (indirgenmiş glutatyon (GSH)) kısaltmasındaki –SH bunun içindir. Sisteinin özel bir davranışı, -SH üzerindeki H’yi bırakıp insülin molekülünü bir arada tutan ve diğer birçok proteini uygun işlevsel şekillerinde katlanmış halde tutan disülfür köprüleri oluşturmak için başka bir sisteine ​​bağlanmasıdır. Bunlar protein yapısal formüllerinde -S-S- olarak gösterilir. Glutatyon bunu yaptığında, oksitlenmiş glutatyon haline gelir ve GSSG olarak sembolize edilir . O zaman antioksidan özelliğini kaybeder – ya da daha doğrusu, bu antioksidan işlevini yerine getirdiği anlamına gelir . GSSG daha sonra NADPH tarafından 2 GSH’ye geri indirgenebilir, böylece GSH bir hücrede sürekli olarak geri dönüştürülür. 

Önce bazı tanımları bilmekte / hatırlamakta fayda var:

Oksidasyon (diğer adıyla yükseltgenme); elektronların bir atom ya da molekülden ayrılmasını sağlayan kimyasal tepkime olarak tanımlanmıştır. 

Oksidatif stres; Vücudumuza alınan oksijenin kullanımı ve metabolizması sırasında oluşan agresif moleküller serbest radikallerdir.

Serbest radikaller; Dış etkenlerle nedeniyle ortaya çıkarak biyolojik moleküllerle reaksiyona girip hasara neden olabilen ve vücutta doğal olarak bulunan reaktif moleküllerdir.

Eğer, OKSİDASYON’u engelleyebilirsek; ciltteki yaşlanmadan Alzheimer’a diyabet, Crohn hastalığı, Romatoid artrit, IBS, MS gibi bir çok hastalığın oluşumuna engel olur veya var olanların semptomlarını engellersiniz.

GLUTATYON Eksikse;

  • Hücreler hasar alır
  • Yaşlanmanın hızını belirler
  • Cilt, organlar, kemik yapı çabuk yaşlanır
  • Kanser, Diyabet, demans (alzheimer), MS, Parkinson, Haşimato, Romatoid artrit, IBS, Crohn hastalığı, mide hastalıkları gibi bir çok hastalığın patogenezinde (bir hastalığın kaynağı ve gelişmesi sırasında organizmada meydana gelen değişiklikler bütünü) yer alır..

Glutatyona İhtiyacımızı Arttıran Maddeler

  • Asetaminofen (Parasetamol içeren ilaçlar)
  • Yapay tatlandırıcı aspartam
  • Klorlu su
  • Alkol
  • Benzopirenler (Sigara dumanı, Mangal dumanı, egzos dumanı vb.)
  • Bitratlar ve kimyasal gıda katkıları (salam, sosis, tütsülenmiş gıdalar vb)
  • Gece saatlerinde ışığa maruz kalınması melatonin salınmasını baskılayarak glutatyonun azalmasına neden olur (başucu lambaları, cep telefonu, tablet gibi cihazların ekranından yayılan mavi ışık)
  • Yetersiz beslenme – Kofaktör olan vitamin ve minerallerin eksikliği sonucunda glutatyon sentezi yetersiz kalır, başka antioksidanların yetersizliği de glutatyonun harcanmasına neden olur
  • Aşırı egzersiz – vücutta fazla miktarda serbest radikal oluşması sonucunda glutatyonu harcanmasına neden olur
  • Aseton, çözücüler (tiner)
  • Akaryakıt ve yan ürünleri
  • Ağır metaller (civa (diş dolguları, aşılar, dövmeler), kurşun, kadmiyum, bakır vb.)
  • Böcek öldürücüler (pestisitler), zirai mücadele ilaçları (herbisidler)
  • Sentetik gıda boyaları;
  • Ev temizlik ürünleri (Deterjanlar, çamaşır yumuşatıcılar, oda kokuları, naftalin, temizlik malzemeleri, beyazlatıcılar vb.)
  • Mutfak malzemeleri (Yapışmayan tava kaplamaları, plastik saklama kapları, konserve kutuları ve karton ambalajların iç kaplamaları vb.)
  • Formaldehid ve stiren (fotokopi ve printer toner mürekkepleri)
  • Röntgen ışınları
  • Endüstriyel atıklar
  • Elektromanyetik alanlar (EMF)
  • UV radyasyon
  • Kronik stres
  • Kaygı, endişe
  • Depresyon

GLUTATYON MEKANİZMASI (Sistem)

Lise de Kimya dersinde orbitalleri gördünüz hatırlarsınız. Bir çember olur çevresinde de çift olarak dönen elektronlar vardır.

Serbest radikalde dış orbitalinde bir ya da daha fazla eşlenmemiş ve kararsızlığa sebep olan başıboş dönen elektron/lar vardır.

Kararlı hale dönüşme eğilimi sebebi ile bu elektron bir şekilde eş bulacaklar ama nereden?

Maalesef serbest radikaller eksik elektronu vücudumuzda bulunan sağlam hücrelerden çalarlar. Normal olan hücremiz elektron kaybedince yapısı bozulduğu için zarar görürler. İşte bu olaya oksidasyon denir.

Serbest radikaller eksik elektronu hangi dokuya ait hücreden alırsa vücudumuzda gelişen reaksiyonlarda o yönde gelişir.(Hastalıklar da o dokularda gelişir)

  • Yağ dokudan elektron çaldığında (Hidrojen atomu) malondialdehit açığa çıkar.

Bu süreci anlamak için Malondialdehit (MDA), seviyesini ölçerek oksidasyon seviyesine bakabiliriz. (Malondialdehit’in kanda ve dokuda ölçümü oksidatif stresin değerlendirilmesinde önemli bir belirteçtir. Rutin kan ve doku testleri arasında değildir.)

EK BİLGİ: Malondialdehit reaktiftir ve potansiyel olarak mutajeniktir.(Genetik değişim oranını artıran madde) Ayçiçeği ve palmiye yağları gibi ısıtılmış yenilebilir yağlarda bulunmaktadır.

  • Protein dokudan elektron çaldığında (Sistin,Histidin,Lizin)

İşte asıl büyük problem budur. Her yerimiz protein olduğu için yukarıda yazıla olan ve daha fazlası hastalıklar tetiklenir.

  • DNA‘ dan elektron çaldığında sonuçları diğerlerine göre çok daha kötüdür.

Serbest radikaller DNA üzerinde pürin-pirimidin bazılarını parçalar. DNA hasar alır ve proteinler yanlış kodlanmaya başlar.

Glutatyon eksikliğinde kanserin tetiklemesinin en önemli nedeni budur. DNA hasarlı, kodlar yanlış dolayısı ile üretilen proteinler de yanlış olur.

Serbest radikaller, çoğu zaman normal hücre metabolik oksidasyonunun yan ürünleri ve toksik atıklarıdır. Anti-oksidanlar tarafından etkisiz hale getirilmediklerinde otoimmün hastalıklara, kanser gibi kronik hastalıklara yol açabilirler.

Serbest Radikaller Nasıl Oluşur

Serbest radikaller iki şekilde meydana gelir. Endojen (İç nedenler), eksojen (Dış nedenler)

Endojen Nedenler

  • Nefes alıyorsanız serbest radikal kaçınılmaz…Çünkü;
  • Solunumla aldığımız oksijen mitokondriye gider ve glikozdan enerji elde edilirken yanar
  • Sonuçta elektron kaybeder ve serbest oksijen radikali oluşur

Eksojen Nedenler

  • Kullandığımız ilaçlar
  • Yediğimiz besinler, içtigimiz su
  • Besinlerde kalan tarım ilaçları
  • Bağırsaktan geçen toksinler (aşırı geçirgenlik)
  • Radyasyon, fazla güneş ışını
  • Stres….

Tüm bu endojen ve eksojen nedenler durdurulmadığı takdirde eğer insanlar 20 li yaşlara kadar yaşayabilirlerse 70-80’li yaş görünümünde fazlaca metabolik sorunları ile birlikte bir çok hastalığa sahip olurlar.

İşte bu endojen ve eksojen etkenlere karşı vücudu koruyan asıl koruyucumuza geldik..

GLUTATYON

Oksitlenmiş haline GSSG, işe yarayan temiz, indirgenmiş haline GSH denir. GSH / GSSG oran 90/10 şeklinde olur.

Eğer bu oran değişirse örneğin indirgenmiş glutatyon (GSH) 80, oksitlenmiş glutatyon GSSG 20 olduğunda hücreelerini, nöronlarınız oksitlenmeye başlıyor. Yaşlanıyorsunuz. Pek tabi ki metabolik bir çok hastalığa doğru da yelken açıyorsunuz.

Hemen aklınıza son yılların moda eylemlerinden IV (Damardan) Glutatyon vermek gelebilir. indirgenmiş glutatyon (GSH) %100 yaparız ohhh sıfır serbest radikalle yaşayalım ne kadar kolay deği mi?

Tabi ki öyle kolay değil. Vücutta her şey denge içerisinde olmalıdır. Vücudun serbest radikallere de ihtiyacı var. Çünkü serbest radikaller bozuk/hasarlı hücrelere saldırarak, vücuda zarar verebilecek hatalı üretilmiş hücreleri bertaraf eder.

indirgenmiş glutatyon (GSH) ve oksitlenmiş glutatyon GSSG belirli bir oranda durmak zorunda. Çünkü serbest radikallerde bize %10 kadar lazım. %10 üzerine çıktığında GSSG kansere neden olan DNA hasarı yapar. Bu sebeple hekiminiz özel bir durum sebebi ile karar vermedikçe DAMARDAN GLUTATYON ALINMAMALIDIR.

EK BİLGİ : İntravenöz (IV) glutatyon – Şiddetli glutatyon noksanlığı olan kanser tedavisi ve HIV / AIDS tedavisi gibi durumlarda ya da genetik mutasyonlar veya başka nedenlerden ötürü kendi glutatyonlarını yeterli şekilde üretemeyen kişilerde başvurulan damar içi uygulamadır. Hastalardaki tıbbi duruma göre, IV glutatyon haftalık veya günlük olarak düzenli biçimde uygulanmalıdır. Glutatyon IV yoldan verildiğinde kan akımındaki yarılanma ömrü çok kısa olup ortalama 14 dakikadır. IV glutatyon 2,000 mg (2 g) dozunda verildiğinde hücrelerin alabileceği sistein şeklinde birikir. Uygulamadan 90 dakika sonra idrarda glutatyon ve sistein atılımında sırasıyla 300- ve 10-kat artış olur.

Kanser hastalarına glutatyon kullanabilir miyiz? HAYIR

Çünkü kanser hücresi gelişimini önlemek için: Oksitlenmiş glutatyon GSSG %10 olmalı ki kanserli hücreyi okside ederek vücudu korusun. Yani kötü kabul ettiğimiz serbest radikaller insanın en korkulan hastalıklardan olan kansere karşı kendini savunmasını sağlar. Unutmayın DENGE ÇOK ÖNEMLİ.

Fakat kanser hücresi zaten oluşup yayıldıktan sonra vereceğimiz Glutatyon miktarı sağlam hücrelerde DNA hasarı yaparak daha büyük sorunları tetikler. Bu sebeple kanser hastalarında glutatyon kullanılmaz.

GLUTATYON KATKILARI (DESTEKLERİ)

Hiç bir glutatyon kapsül ya da tablet direk glutatyon içermez. Hepsinde Glisin + Sistein + Glutamat isimli üç aminoasit ve enzimler bulunur. Hap yolu ile vücuda alındıktan sonra vücutta yeterli oranda glutatyona dönüşür. Damardan glutatyon verildiğinde oranı bilmemiz mümkün değil. Dengenin korunması için damardan uygulamadan kaçınılmalıdır.

EK BİLGİ: Hap olarak vücuda alındığında ilk önce GLUTAMAT ve SİSTEİN bunlara ait sentataz enzimi ile birleşir. Daha sonra bu birleşime glutatyon sentetaz enzimi vasıtası ile GLİSİN eklenir ve glutatyon oluşur. Selenyum ile beraber Magnezyum ve Çinko bu enzimatik faaliyetlerin yürütülmesinde görev alır.

Glutatyonun serbest radikalle elektron transferi yaptıktan oksitlenmiş glutatyon GSSG ye dönüştükten sonra temizlenme (indirgenmiş glutatyon (GSH) tekrar dönüşümü) mekanizmaları vardır. Glutatyonu redükte etme/temizleme görevi ALFA LİPOİK ASİT‘ indir. NAD, glutatyon reduktaz enzimi için gerekli kofaktordür.

EK BİLGİ: Süperoksit dismutaz (SOD), katalaz (CAT) ve glutatyon peroksidaz (GPx) hücrede serbest radikallere karşı temel savunma hattını oluştururlar. Serbest radikaller özellikle mitokondriyal enerji üretim yoluyla sürekli olarak üretilir. Serbest radikallerin hücrede birikmesi oksidatif strese ve hücresel hasara neden olur. Peroksidazin düzgün çalışması için SELENYUM gereklidir.

SONUÇ

Sağlıklı kalmak, performansınızı artırmak, hastalıkları önlemek ve yaşlanmanın etkilerinden korunmak, bağışıklık işlevi ve enflamasyonun kontrolü için glutatyon düzeyleri yüksek tutulmalıdır. Araştırmalar yüksek glutatyon düzeylerinin kas hasarını azalttığını, kasların iyileşme süresini kısalttığını, kas kuvveti ve dayanıklılığını artırdığını ve metabolizmayı yağ depolama yerine kas yapımına kaydırdığını göstermektedir.

Glutatyon, sağlıklı kalmak ve hastalıktan korunmak için en önemli moleküllerden biridir. Yaşlanma, kanser, kalp damar hastalıkları, bunama (demans) ve başka birçok kronik/dejeneratif hastalığın önlenmesinde temel öneme sahiptir.

Dr Mustafa KEBAT

Tetkik OSGB İş Sağlığı ve Eğitim Koordinatörü

Sınırlı Sorumluluk Beyanı:
Web sitemizin içeriği, ziyaretçiyi bilgilendirmeye yönelik hazırlanmıştır. Sitede yer alan bilgiler, hiçbir zaman bir hekim tedavisinin ya da konsültasyonunun yerini alamaz. Bu kaynaktan yola çıkarak, ilaç tedavisine başlanması ya da mevcut tedavinin değiştirilmesi kesinlikte tavsiye edilmez. Web sitemizin içeriği, asla kişisel teşhis ya da tedavi yönteminin seçimi için değerlendirilmemelidir. Sitede kanun içeriğine aykırı ilan ve reklam yapma kastı bulunmamaktadır.

Daha Fazla

D Vitamininin Fazlası Zehirler mi?

Cevabı en başta vereyim. Kesinlikle D vitamini fazlasında zehirlenme OLMAZ.

Merak edenler için ayrıntılar aşağıda;

Bir insanın normal şartlarda günlük D Vitamini ihtiyacı 4.000 Ünite dir.

Bir TÜRK (ırkı) vatandaşımız, haziran ayının ortasında ailesi ile Anıtkabire ziyarete gitsin. Dış mekanları tam öğle saatinde kısa kollu gömlekle 1 (bir) saat kadar zaman gezdiğini kabul edelim.

Vatandaşımız 20 dk da 20.000 ünite D vitamini üretir. 1 saatlik Anıtkabir dış mekan gezisi sırasında 60.000 ünite D vitamini üretmiş olacak. Daha günün kalanında güneş gördükçe üreteceği D vitaminlerini de düşünün.

Kaynak: Tübitak

Gelelim verdiğim mavi renkte yazılı örneğimde akla gelmesi muhtemel başka sorulara,

  • Niye, TÜRK (ırkı) vatandaşımız?
  • Niye, Haziran?
  • Niye, Öğle saati?
  • Niye, Kısa kollu gömlek?

Niye, TÜRK (ırkı) vatandaşımız? CEVAP: Çünkü ten rengi D vitamini sentezini etkiler. Deri rengi koyulaştıkça D vitamini sentezi DÜŞER.

Koyu renkli (Afrika Kökenli) siyahi bir kişi 20 dk da 6.000 ünite D vitamini üretir. 1 saatlik Anıtkabir dış mekan gezisi sırasında 18.000 ünite D vitamini üretmiş olacak.

Niye, Haziran? CEVAP: İnsanlar D vitamininin %80 kadarını güneşten gelen UVB ışınları ile vücuttaki kolesterolden sentezler.

İnsan vücudunda D vitamini sentezlenebilmesi için güneş ışınının belli bir açıda gelmesi lazım. Bu açı ülkemiz için Mayıs-Eylül aylarında var. Ocak ayında güneş olsa bile D vitamini sentezlenmez

Niye, Öğle saati? CEVAP: Güneş ışınlarının en dik ve etkili olduğu saatle 11.00 – 15.00 arasıdır. Ayrıca Mevsim (özellikle yaz ayları), ekvator çizgisine yakınlık, yükseklik (yükseldikçe UV ışınlarının etkisi artar), ozon tabakasının durumu (bazı bölgelerde daha incedir), havanın bulutlu olup olmaması ve arazinin yapısı (örneğin ormanlık alanlarda UV ışınları daha az etkilidir), UV ışınlarının şiddetini etkileyen önemli çevresel unsurlardır.

Niye, Kısa kollu gömlek? CEVAP: Vücudun güneşe temas eden yüzeyinin baş-boyun % 9, her Kol % 9 (Wallace’sın dokuzlar kuralı) olduğu bilgisine göre; kısa kollu giyinen biri baş ve boyun da hesaba eklendiğinde vücudunun yaklaşık 25% i güneş görmüş olacak ki bu da güneşten faydalanmak için yeterli bir vücut yüzeyidir.

Kaynak: Tübitak

BİLGİ: UVB kısa dalga boyundadır (280-320 nm). UVB ışınları güneşin dik açı ile geldiği dalga boyunda bulunuyor. Yapılan bir çalışma, dünya üzerinde UVB alımı yani D vitamini sentezi için sadece güneşin yeterli olduğu bölgelerin 37. kuzey paraleli ile 37. güney paraleli arasında kalan Ekvator Bölgesi olduğunu gösterdi.

D Vitamini Nasıl Sentezleniyor İnceleyelim

Güneş ışınlarının cilde temas etmesi ile “7-dehidrokolesterol” den 25 (OH)D üretilir. Bu depo formudur. Sağlık kuruluşlarına baş vurduğunuzda sizden alınan kan tetkiklerinde ölçülen 25 (OH)D depo formudur.

Peki güzel bu depo form insanların işine yarar mı? Yok hayır, bu hali ile İNAKTİF olup bir işlevi olmaz.

Bu 25 (OH)D depodan yavaşça salınıp böbreğe gider ve “1-a/hidroksilaz” enzimi ile “1.25 (OH)2 D3” formuna dönüşünce işimize yarar hale gelir.

D3 Vitamin takviyesi kullanırken yanında magnezyum alınması gerekir…!!! Bunun sebebi de böbrekte inaktif formu (25 (OH)D depo) aktif hale getiren “1-a/hidroksilaz” enziminin magnezyum ile çalışmasıdır..

25 (OH)D depo formun sadece %1 kadarı aktifleştirilir. Yani böbrekteki “1-a/hidroksilaz“enzimi Vitamin D3 için aynı zamanda hız kısıtlayıcıdır. Vücuda giren her birim aktifleştirmez. Bu da her gün güneş altında mayo ile saatlerce kalıp yüzbinlerce (örneğin 4 saatte 240 bin ünite) 25(OH)D üretilmesini önleyen bir vücut kontrol sistemimiz var. Siz yine de kontrol sistemine güvenip çok zorlamayın..!!

Muhakkak aldığı takviyelerin prospektüslerini okuyanlardan ”zaten ben ilaç kullanırken zaten aktif form kullanıyorum, aldığım fazla miktar ne olacak?” diyenler olacaktır. Okuma devam o zaman.

“24-hidroksilaz” diye bir enzimimiz var. Bu enzim Hem depo form olan 25(OH)D , hem de aktif form olan “1,25 (OH)2 D3” formunu biyolojik olarak bağlar ve inaktif hale getirir. Yeni oluşan yapı yapı suda çözünür, İDRARLA ATILIR.

Yani ne aktif ne inaktif form toksik etki seviyesine çıkamıyor. En baştaki sorunun ve cevabın sebep sonuç ilişkini artık biliyorsunuz.

Buraya kadar muhtemelen akla gelmeyen bir soruyu da ben sorup cevaplayayım.

K2 vitamini olmadan tek başına yüksek doz D3 zarar verir mi? CEVAP: Verir

D3 vitamini kalsiyum fosfor metabolizması için önemlidir. D3 bağırsaktan kalsiyum emilimi için gereklidir. Fakat kalsiyum kanda kalırsa damarda kireçlenme, böbrekte taş oluşur.

Kalsiyumu kemiklere çekmek için K2 gereklidir. Bu neden D3 alırken K2 ile beraber alınmalı

EK BİLGİLER:

  • Siyah tenlilerde melaninler UVB’yi filtreler, bu sebeple daha az D3 sentezler.
  • Tül perde, cam, güneş kremi, makyaj malzemeleri D vitamini sentezini engeller.
  • D vitamin ortalam değerinin tespiti için 4 kıtada belirli sayıda insandan alınan kan değerlerinin ortalaması ve çan eğrisi ie belirlenmiştir.

YORUM BENDEN – KARAR SİZİN

  • Ölçülen Vitamin D seviyesi inaktif formdur. (Yukarıda yazmıştım) İnaktif formun vücuda yararı olmadığı için seviyesinin kaç olduğunu tartışmak ne kadar doğru… Karar sizin..!!
  • Kan test yaptırdığınızda yapılan yere göre değişse de vitamin D normal değer aralığı 20 – 70 ng/ml. Yani 21 ng/ml. de normal, 69 ng/ml. de normal. 3 kattan fazla bir aralık var. Ne kadar doğru… Karar sizin..!!
  • Güneşin farklı aylarda geliş açısına göre vitamin D üretiminin etkilendiğini biliyoruz siz de yukarıda okudunuz. Bu durumda ekvator bölgesinde yaşayan bir kişi ile kutuplara yakın bölgede yaşayan birinin vitamin D metabolizması farklı olacağı için vitamin D nin bölgesel normal değerlerini bulmak gerekmez mi? Karar sizin..!!

Ben takip ettiğim hastalarda, öncelikle kendi muayene bulgularım ve kişiden aldığım (genellikle de çok soru ile bunalttığım) anamneze göre kararımı veririm. Tetkiklerine baksam da dikkate alma oranım çok düşüktür.

İllaki vitamin D seviyesi hedefi isteyen olursa mümkünse 80 ng/ml. yapmaya çalışın 55 ng/ml. in altına düşürmeyin diyorum.

Dr Mustafa KEBAT

Tetkik OSGB İş Sağlığı ve Eğitim Koordinatörü

Sınırlı Sorumluluk Beyanı:
Web sitemizin içeriği, ziyaretçiyi bilgilendirmeye yönelik hazırlanmıştır. Sitede yer alan bilgiler, hiçbir zaman bir hekim tedavisinin ya da konsültasyonunun yerini alamaz. Bu kaynaktan yola çıkarak, ilaç tedavisine başlanması ya da mevcut tedavinin değiştirilmesi kesinlikte tavsiye edilmez. Web sitemizin içeriği, asla kişisel teşhis ya da tedavi yönteminin seçimi için değerlendirilmemelidir. Sitede kanun içeriğine aykırı ilan ve reklam yapma kastı bulunmamaktadır.

Daha Fazla